Bir Başkadır Memleketim!

Tümden, başkalaşmış, dönüşümü nihayete ermiş bir “ülke mefhumu” karşımıza çıkıyor iş bu güncellikte. Tahakkümün olur verdiği, yönetim katının buyur ettiği, bir biçimde herkes ve her yeri kapsamı altına alan cerahatin odağında yaşamın tükenişi güncelleniyor anbean her şekilde. Tümüyle, başkalaşma, değişim tahakkümün sunduğu kin ve nefrete arka çıka duran bir ülkeyi göstere geliyor. Bütünüyle, kelimesi kelimesine bir haznede cerahatin en olmadık suretleri var edilirken, yaşam ertelenmiş, yaşamak örselenmiş, yaşam pratiği hiç ama hiçbir biçimde onarılamayacak kadar derdest olunmuş bu mevzu edilmesin isteniyor. Halkın, halkın katmanlarının birbirilerine düşmanlaştırılması kesintisiz bir mesel olarak, sabitleniyor. Türk’ün, bu yurdun tek / yegane, sahiden de en çok hak edeni olduğuna dair inanç, metafor eliyle / ona dayanarak, kurucu liderden bugünkü değişimi var ettiğini iddia eden surete bir biçimde o dönüşüm meseli, topyekun yıldırı / ötekileştirme / linç ve en son eklemlenen bir cendere içinde sıfırlama / sınırlandırma ile var edilir. Tümden hayat hal ve imgesi yerle yeksan edilirken, sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranılması salık verilendir. Ne de olsa çağ atlayacak, kendi kurucu güncesinden bir asır sonra artık daha da zorbalıkla var olan bir memleket mevzu, hakikattir.

Hakikatin yitirildiği zeminde, yerine ikame ettirilen her metafor / her bahis bir kereliğine daha apaçık bir ayrımcılığı bildirir. Türk’ün aklına getirmekten imtina ettiği şeylerin başlı başına bu habis döngüden çıkageldiği yer malumunuzdur. Duraksamadan, ötekileştirilenle hesaplaşacağı, terk etmeyeceği, bayrağı düşürmeyeceği, vesaire vesaire zikredilen devlet aklına haiz kılınmış suretlerin suna geldiği her şey o mutlak / nihai yıkıcılığı beraberinde tam ve eksiksiz var eder. Bugünün ülkesinin kelimesi kelimesine ötekisine karşıtlıktan bir biçimde nefret / hiddet / linç ve yok etme diskurlarına bağlar kurmasının dikenli yolları bu hallerle var edilir. Artık yaşatmak, Türk’ün var ettiği bir lütuftur. Cerahatin yok edici, ezici, sınırlandırıcı özelliklerinin her yerde karşımıza çıkartılması bir mübalağadır. Hiçbir biçimde şaka kaldırmayacak cerahate tutunan ülke laftır. İnsan hakları vardır, demokrasi en uç odaklarda dahi var edilendir. Tümüyle kepazelikler, bütünüyle doğrulanmayacak kadar açık bir biçimde yalanlar ile o dönüştürülmüş katran karanlığından mevzu açılmasın istenir. İyi de görünen köye kılavuza hacet zaten yoktur.

Bütünüyle çorak, kötülüğün sahnesi kılınmış, her anı bir öncesinden de ağır sınavlara çıka duran, yönlendirilen bir yerde onca utancın hesabına hangi kılavuz yardımcı olabilecektir ki sahiden? Baş amir ve şürekasının, mikro faşist, ılımlı islamcı, kötülüğü ve var edilen tüm o yıkımı çıkar hesabı yüzünden sineye çeke duran, kemalist ve varyant uzantılarıyla, bütünüyle faşist, ayrımcı, nobran ve ırkçılığı bir hak olarak, hırsızlığı bir imkan olaraktan değerlendiren suretleriyle, bütünüyle başkalaşmanın tamama erdirilmesi söz konusudur. Bir hiçlikler ülkesinde, her şeyden yoksun konulan kesimlerin varlığına dair tek satır sesi, sözü var edemeyenlerin, kendi heybelerini, dünyadaki mülklerini yığınak eylemelerinin ol iç karartıcı yağma güncelliğinin maddi / manevi tezahürü vardır misal bir başka yönelimi, bir başka açılımı bütün o dönüşüme dair. Yağmur Kaya’nın ArtıGerçek’teki haberinden aktaralım: “ İstanbul Taksim'de 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde polis şiddetine maruz kalan kadınlar, Çağlayan Adliyesi'nde kendilerine şiddet uygulayan polisler hakkında suç duyurusunda bulundu.

Suç duyurusu öncesinde 25 Kasım Kadın Platformu üyeleri adliye önünde açıklama yaptı. Açıklamada, "Kadınları değil erkek şiddetini engelle" yazılı pankartın açıldığı açıklamayı platform adına Meltem Yalçın okudu.

'Devlet Tüm Gücünü Kadınları Engellemek İçin Seferber Etti'

"Valilik, Kaymakamlık, Emniyet kadınların canına kast ediyor, suç işliyor" başlıklı açıklamada şöyle denildi:

"Devlet, kadınların şiddete karşı güvenli bir şekilde buluşmasını sağlamak yerine, tüm gücünü kadınları engellemek için seferber etti. Beyoğlu Kaymakamlığı’nın 24 Kasım günü yayınladığı hukuksuz yasak kararına karşı iptal davamız sürüyor. 25 Kasım gecesi yaşananlar da kamu düzenini kimin bozduğunu, toplumsal iç barışı kimin tehdit ettiğini, kimin hak ve özgürlükler sorunu yarattığını bir kez daha açıkça gösterdi"

Taksim Tünel'e çıkmak için polis engelini aşıp toplanan ve yürüyüş başlatan tüm alanlarda, kadınların darp edilerek gözaltına alındığını ifade eden Yalçın, "Gözaltı işlemi sırasında hiçbir uyarı yapılmadı, polis en başından itibaren hakaret ve taciz içeren sözlerle, kalkan tekme ve yumruklarla şiddet uygulayarak, bayıltarak, kimimizin bacağını kırarak, kimimizi kan içinde bırakarak ve ters kelepçe yaparak bizleri gözaltına aldı" diye konuştu.

Ağır Polis Şiddeti

Eylemcilerin bilinçli olarak ölüme ve sakat bırakmaya neden olacak kadar ağır polis şiddetini uğradığını vurgulayan Yalçın, gözaltına sırasında eylemcilerin tutanak tutulmadan digital metaryellerine el konulduğunu, çıplak arama dayatıldığını söyledi. Gözaltında olan kişilerin daha pek çok ağır hak ihlaline maruz kaldığını belirten Yalçın, polis şiddetini kabul etmediklerini dile getirdi. Yalçın, eylemcilere ağır şiddet uygulayan polisler hakkında suç duyurularının ve disiplin soruşturması başvurularının devam edeceğini vurguladı.

Yalçın sözlerini, "Biz kadınlar haklarımızdan, hayatlarımızdan, mücadelemizden, özgürlüğümüzden, eşitlikten asla vazgeçmeyeceğiz. Sokaklarda görüşmek üzer" diyerek noktaladı.

Avukat Dağlı: Sanmasınlar Ki İşkence Bizi Birer Mağdura Dönüştürecek

Açıklamanın ardından 25 Kasım protestosunda gözaltına alındığı esnada şiddete maruz kalan Avukat Fulya Dağlı söz aldı. Maruz kaldığı kötü muameleyi sosyal medya hesabından geçtiğimiz gün paylaşan avukat Dağlı, açıklamada şunları dedi:

"Hasbelkader o sırada avukat idim. Ama eylemci olarak alanda bulundum. Polis şiddetinin hiç kimseyi gözetmekdiğini gördük. Herhangi bir hukuki ayrım gözetmeden orada toplanan kadınlara dağılma çağrısı yapmadan tek amacı şiddet uygulamak, bastırmak ve sindirmek olarak gözaltı yapıyor. Bunlardan birine de ben maruz kaldım ama bizim işkenceye maruz kaldığımızı yeterince konuştuk son üç gündür. Sanmasınlar ki işkence, gözaltı ve saldırılarla biz birer mağdura dönüşüp evlerimize kapanacağız. Yorganların altında depresyona gireceğiz sanmasınlar. Bizler tüm neşemiz, dayanışmamız ve kızkardeşliğimizle buradayız. Mücadeleye devam ediyor olacağız. İşkencenin en kritik yanı bize zarar veren yanı gerçekten de onur kırıcı bir muamele olması. Erkek şiddetinin de zaten bize yaptığı bu. Özgüven ve özdeğerimizi kırmaya çalışmak. Bizler yıllardır bu şiddet biçimleriyle mücadele eden kadınlar olarak bize artık işlemiyor. Çünkü biz bunun panzehirini yüzyıllar önce bulduk. Kadın dayanışmasıyla erkek devlet şiddetine direnmeye failler yargılanana kadar da mücadele etmeye devam edeceğiz."

Ters Kelepçe, Avukat Görüş Yasağı, Avukat Olmadan Alınan İfadeler

25 Kasım'da yaşanan polis şiddeti sonrasında gözaltına alınanların avukatlığını yapan Avukat Diren Göymen de eylemcilere yönelik yaşanan hukuksuzlukları anlattı. Avukatların eylemcilere yönelik polis şiddetine tanık olduğunu belirten Göymen, Fulya Dağlı gibi bazı avukatların polis şiddetine maruz kaldığını vurguladı. Avukatların gözaltı işlerini takip etmek üzere gittikleri Vatan Emniyet Müdürlüğü'nde uzun süre bekletildiğinin altını çizen Göyme gece boyunca yaşananları şu sözlerle anlattı:

"Müvekkillerimizle görüşmelerimiz engellendi. Müvekkilerimizi görmek konusunda ısrarcı olmamıza rağmen izin verilmedi. Polis amirlerinin 'süpürün' emriyle polis şiddetini maruz kaldık. Kağıthane İlçe Emniyet Müdürlüğünde de benzer durumlar yaşandı. Gözaltı listelerine avukatlar olarak ulaşamadık. Gözaltına araçlarından tuvalete götürülen müvekkiller kötü muameleye maruz kaldıklarını söylemeye çalıştıklarına tanık olduk. Müvekkillerimiz saatlerce ters kelepçeyle bekletildiler. Kadıköy İskele Polis Amirliği'nde saatlerce müvekkillerimizle görüştürülmedik. Kadıköy İskele Polis Amirliği'nde müvekkillere avukatların gelmediği bilgisi verildiğini ve ifadelerin avukat olmadan alındığını gördük. Eylem alanlarında işkenceyi, kötü muameleyi belgelemeye devam edeceğiz. Bu süreçte kötü muameleye maruz kalan bütün kadınların bize ulaşmasını talep ediyoruz."

Kadınlar açıklama sonra kadınlara kötü muamelede bulunan polisler hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunmak üzere adliye içine girdi.”

Tümden, başkalaşmış, kendi kötülüğünün sınırlarını gelişigüzel geliştiren her günün ana ögesi kılan bir menzilin hikayesinden bir kesittir 25 Kasım’daki, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü kapsamında var edilmiş olanlar. Bütünüyle beyan olunanların yanında, ol kolluk kuvvetinin yetkilerini geliştirerek, nasıl da zıvanadan çıkabildiğinin resmi sureti hal ve temsili bütünüyle başkalaşmış olan menzili göstere gelir. Halin perişanlığı bir yana ortaya serilmiş olan nefret / tahakküm etme / şiddet pratiklerinin yekunda var ettiği açmaz halleri diğer yanda, tam da mücadele edilmesi salık verilenle nasıl bütünleşilmiş olunduğu tekrardan bildirilir. Olmaz denilenlerin oldurulduğu bir zeminde her şeyin ama her bir şey / mesel, mevzunun nasıl bir kötülükle boğulmaya devam olunduğunun çabaları karşımıza çıkartılır. İşkencenin belgelenmesi bir yandan, kadına yönelik, salt kadın olunduğundan var edilmiş nefret pratikleri diğer yandan, müvekkillerle görüştürülmeyen avukatlar diğer yandan her şeyiyle, her şekilde bir nefret / çürüten bir tahayyül aralıksız güncellene gelir. Bugünün ülkesinde neden her şeyin lafta kılındığı, her nasıl biçimsiz / biçare konulmuş olduğumuz halkça artık daha belirgindir. Doğrudan var edilen kötülük, ardılı sıra nasılsa hesap verilmeyecek öz güveni ile sunula gelen her türden cerahatle birlikte hayat mefhum ve hakkı elden çalınmaktadır. Demokrasicilik pratiklerinde, laf salatasının bolluğuna rağmen olan biten, hazin bir biçimde kanıksatılmaya çalışılan şey bu kötürüm hallerdir! İyi de nereye kadar?

Bianet’te Ruken Tuncel imzalı haberi aktaralım: “Dışişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı, Birleşmiş Milletler (BM) özel raportörlerinin, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanması ve TTB Merkez Konseyi üyeleri hakkında davaname hazırlanmasıyla ilgili belge talep etmesi üzerine çalışma başlattılar.

Dışişleri Bakanlığı, 24 Kasım’da Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yazı yazdı.

Yazıda Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanmasının maddi ve hukuki gerekçeleri, iddiaların suçlarla bağlantısı, gözaltı ve tutukluluk altındaki hukuki güvenceler ile hakkında somut bilgi ve belge istendi.

Adalet Bakanlığı da 30 Kasım’da Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, Mevzuat Genel Müdürlüğü, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na aynı bilgileri talep eden bir yazı gönderdi.

Bugün (2 Aralık 2022) ise Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara 31. Asliye Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na yazı gönderdi. Yazıda Korur Fincancı hakkında açılan iddianamenin akıbeti ve kararı hakkında bilgi istedi.

Not: Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nin yetkisizlik kararı verdiği Şebnem Korur Fincancı dosyası bugün İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi ve 23 Aralık tarihine duruşma günü verildi.

BM açıklama yapmıştı

BM raportörleri, 8 Kasım’da Korur Fincancı’nın serbest bırakılması için çağrı yapmıştı.

Raportörler açıklamada “Korur Fincancı’nın tutuklanması, insan hakları savunucularının ve örgütlerinin itibarsızlaştırılması ve insan hakları ve tıp ile ilgili hayati önemdeki işlerinin sekteye uğratılması amacıyla terörle mücadele yasalarının özel bir şekilde uygulaması planının bir parçası gibi görünüyor” demişti.

Türkiye’de sivil alanın daraltıldığını, temel özgürlüklerin ve demokratik değerlerin çiğnendiğini belirten raportörler; ötekilerin haklarını savunanlara dönük yargı eliyle yürütülen tacizlere son verilmesini talep etmişti.

Ne olmuştu?

Medya Haber'e konuşan Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur-Fincancı, TSK'nın askeri operasyonlarda kimyasal silah kullandığı iddialarına ilişkin görüntüleri incelediğini belirtti: "Belli ki sinir sistemini doğrudan tutan toksik-zehirli kimyasal gazlardan biri kullanılmış durumda. Her ne kadar kullanılması yasak olsa da çatışmalarda kullanıldığını görüyoruz."

Bağımsız heyetlerin bölgede inceleme yapmasının uluslararası sözleşmeler gereği zorunlu olduğunu belirten Prof. Dr. Şebnem Korur-Fincancı, "Uluslararası sözleşmelerin uygulanması ve kimyasal silahların kullanımını yasaklayan Cenevre Sözleşmesi kapsamında böyle bir iddia ortaya çıktığında nasıl bir araştırma yapılacağı da Minnesota Protokolü'nün ilkelerinin ele alınması gerekiyor" dedi.

Korur-Fincancı bu açıklamalarının ardından iktidara yakın medya kuruluşlarınca hedef gösterildi. Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Savunma Bakanı Hulusi Akar da kimyasal silah iddialarını yalanlayan açıklamalar yaptı.

Ardından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı hakkında "Terör Örgütü Propagandası Yapmak", "Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama" suçlamalarından soruşturma başlattığını açıkladı.

Korur-Fincancı'nın soruşturma kapsamında ifade vermesi bekleniyordu. Fakat 26 Ekim'de polisin evine yaptığı baskınla gözaltına alındı ve Ankara'ya götürüldü. Şebnem Korur-Fincancı, 27 Ekim'de "örgüt propagandası" suçlamasıyla tutuklandı.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, bir ay sonra hazırladığı iddianamede, Korur- Fincancı'nın "basın yoluyla örgüt propagandası" yaptığı (Terörle Mücadele Kanunu 7/2) iddiasıyla üst sınırdan 7 yıl 6 aya kadar hapis cezası talep etti.”

Yaşamın, yaşatma edim ve meselinin her nasıl örselendiğini yetkin bir biçimde sunan bir hadisedir Şebnem Korur Fincancı’nın tutsaklığı. Bir biçimde sınırın ötesinde var edilmiş olagelen cerahate, bütünüyle mimli bir devletin var edebileceği muamma olmayan tüm o kimyasal silah iddialarının araştırılmasına dair bahis açtığı için linç edilir. Mot-a-mot, hep ezber tam ezber rivayetler, yönlendirme ve tahakküm pratiklerinin esiri olagelen, maaşlı ne kadar troll varsa onlar sayesinde, sadece birkaç gün içinde bir hekim / ettiği hipokrat yeminine bağlı kaldığı için rehin edilir. Bütünüyle ezberlerle var edilmiş bir kötücül hal, bakışım etrafında, devletlinin hedef kıldığı bir insan, işaret ettiği odaktan adalet makamı, savcılık eliyle suçlu kılınmak istenir. Onca açık, o kadar yalın bir biçimde yazıla gelmiş olan insan hakları evrensel beyannamesi, uluslararası geçerliliği ve yükümlülükler ihtiva eden sözleşmelerin altında imzası bulunan bir ülkenin vardığı eşiğin korkunçluğu, hemen tüm haberde var edilmiş ve açığa düşen gözdağı hadisesinin boyutu / hızlılığı da mı hiçbir şey ifade etmemektedir? Kim neyin sahiden hesabını her ne zaman verecektir, verebilecek haldedir bu ülkede?

Tümden başkalaşmış dönüşümü tamama erdirilmiş bir ülke pratiği karşımıza çıkartılıyor bir kere daha. Dönüşümden kastın vahim olanın sularına kulaç atmak olduğu her gün, hal ya da mesel ya da vaka fark etmeksizin belirginleşiyor. Düne dair hiçbir yaranın, şimdiye, şu ana taşınmadığı bir zeminde, yarını daha da kötürüm bir halle bütünleşik kılmanın çaba ve gayreti, onca yaldızlanmış güncellikle birlikte peyderpey imal ediliyor. Baş amir olanı, biteni sıradan şeylermiş gibi aksettirirken, cerahatin ortasından kendisine bir seçim daha çıkar mı bunun yollarını arşınlıyor. Biliyor ki ne kadar despotizm, ne kadar baskıcı eylem, tahakküm ve tehdit o kadar çabuk teslimiyeti var edecek. Bir tek bu bahse güvenerekten o yirmi bir yıl nasıl var edildiyse yeniden bir kere daha finiş bayrağı göğüslenmek isteniyor. Duraksayıp, tökezleyen, hiç kesintisiz bir halde önde olduğu bir mücadeleyi gerisin geriye kaybetmenin eşiğine bir kere daha taşıyan muhalefet görünümlü, hepsi aynı geminin yolcusu eküriler masasının hali de ortadayken ne hakkın, ne hukukun var edilmediği bir acayip zemine koşulması söz konusudur yeniden! En başında en sonuna kadar hakkaniyetin ayaklar altına alındığı bir zemin söz konusu edilendir. Baştan bir kere daha yineleyelim, dönüşümü böylesine kötülükle var edilmiş bir zeminde geleceğin felaketlerine karşı hangi önlemler alınmıştır. Müştereken bir yaşam idesinin muhafazasını düşünmek için daha kaç sınav, kaç kesimin başına getirilecek cehennem azabı vardır ki, yıkım herkesçe fark edilebilsin. Bütün bu dönüşüm diye çıkılan güzergahtaki kötülük haline bir son denilebilsin, nihayet, sonunda!

Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022

Görsel: Kadınlar Birlikte Güçlü v/ Twitter

2022 itibariyle tumblr eliyle imha edildiği için paylaşılmaktadır. fikir özgürlüğü çok şahane bir şey tumblr!

Comments