Deuss Ex Machina # 283 - The Ghost Of Someone Nice (Good Ol’Days)

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_283_--_The Ghost Of Someone Nice (Good Ol’Days)

11 Ocak 2010 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Album Of The Week: Zelienople – Give It Up / Gone (Original Soundtrack) (Type Records)
>1<-Nils Frahm-Dauw (Piano Adaptation) (Dekorder)
>2<-Zelienople-More Than That (Type Records)
>3<-Zelienople-Trees And Sparks (Type Records)
>4<-Black Moth Super Rainbow-Ithinkitisbeautifulthatyouare256colors (Rad Cult)
>5<-Black Moth Super Rainbow-Sad Branch (Rad Cult)
>6<-Black To Comm-Musik Für Alle (Type Records)
>7<-Black To Comm-Trapez (Type Records)
>8<-Taiga Blues-Kolibri (Wise Owl Records)
>9<-Taiga Blues-Mutprobe (Wise Owl Records)
>10<-The American Dollar-Where We Are (Not On Label)
>11<-The American Dollar-Schipol (Not On Label)
>12<-I Heart Lung-Interoceans IV (Omid Remix With Gajah & Bizzart) (Asthmatic Kitty Records)
>13<-I Heart Lung-Interoceans I (Self Says Remix With Express Fresh) (Asthmatic Kitty Records)
>14<-Fuat-Kurak Kültür(k) (Feat. A."BitchAss"D.) (Royal Bunker)
>15<-Metin H. Alatli-Mevlana Böyle Dede

The Ghost Of Someone Nice (Good Ol’Days) (283) – Biten Tükenenin Ardından Gemileri Mi Yakmak Gerekir? Yoksa Sulh Olup O Noktaya Seni Taşıyanları Çözümlemek, Tüm Defterleri , Çalakalem Yazılmış Ve Kenarları Yanmış Notları, Arkadaşlıkları, Sözcükleri Gözden Mi Geçirmek Gerekir? Bu Eşikte, Yangın Yerinde Tüm Sayaçlar Sıfırlanıyor. Ortalık Hayallere (İyi-Kötü) Bırakılıyor. [Gelecek Yitik Düşlerinden Ayakta Kalabilecek Filizler Yetiştirenler İçindir-El Kitabından Syf.666]

>>>>>Bildirgeç
“Gerçeklik, siz ona inanmayı bıraktığınızda orada durmaya devam eden şeydir.” Philip K. Dick

Nutku tutulmuş denir eskilerde. Birdenbire değişimine maruz kalınmış olanın yıkıntısı karşısında daha henüz tam anlamıyla tepki verememenin, o enkazın yanıbaşında durulmasına rağmen kayıtsızlığımızın üzerimize asılı kalmasına ithaf edilmiş bir tanımlandırmadır işin özü, sözün kısası nutku tutulmak. Kendiliğinden bir şeylerin düzene giremeyeceğinin afaki bir biçimde anlaşılır kılınmasına karşın hemen pek çok konuda ve onların tüm alt başlıklarında bu tutukluğu çözümleyebilmek mümkün olur. Varsın birileri her birimizin yerine kararlarını uygulamaya geçirsin, varsın öylesi doğru olsun bizler bildiğimizden şaşmayız, varsın öylesi olsun veyahutta böylesi istimlak edilmiş, düzenleme adı altında bambaşka boyuta taşınmış olanın yıkımı hepimizi sınasın, aslolan sadece dipsiz bataklığın süresinin daha uzunca bir süre daha kurutulmamaya çalışılmasıdır. Kurumaya yüz tutmuş olan köşelerinin yeniden canlandırılma çabasıdır. Öylesine bitkin, bitap bir şekilde umarısızca, çekince bıraktırmayacak biçimde hissiyatsız bir biçimde bu dar çerçevenin içerisinde yaşayıp duruyoruz ki, tam manasıyla neler oluyor bitiyor sorusu karşısında nutkumuz tutulu kalmaya son kertede devam etmektedir. Yanıtlarımızı oluşturaraktan bir türlü hal yoluna koyarak söylemek istediklerimize ulaşamıyoruz. Teşebbüs ettiğimiz her denemede ya onlardansınız, ya bizdensiniz ikircikliğine teslim ediliyoruz. Kuralların başkalarınca konulduğu bu oyun alanında ne oraya ne de buraya yaranabiliyoruz. Köhneleşen zihniyetin, değiştirilemezliklerini neredeyse birer tabu haline dönüştürülmüş olan konularının tartışılmasına bile tahammül edilemediği, müsammaha gösterilmediği bir iklimin sınırlandırmalarına topyekün cümbür cemaat maruz kalıyoruz. Mahzur kaldırılıyoruz, yaşadığımız şaşkınlıkların artık öneminin sorgulanır kılınmasından bile çekiniyoruz. Elimizi eteğimizi çekmemiz salık veriliyor. Yaptığımız bu kadar hatanın istikrarlı bir biçimde nasıl peşimizi bırakmadan bugün dahi yaşatılmaya devam ettirildiğini fark ettikçe bu ister istemez daha da fazla çetrefilleştirilmiş döngü veya bataklığın sınırlarını çok daha rahatça anlamlandırabilmemize vesile teşkil eder. Sıkışarak sığıştırıldığımız, çoğu zaman nefessiz bıraktırıldığımız bu girdap hali dahilinde gerçeklik sonradan çok sonradan kurguya dahil edilen bir ara yapıyı çağrıştırmaktadır. Henüz âna vakıf olmadan yaşayıp durulan hengamenin, birilerinin üzerinde dökerek kırarak tekerrür ettirilen tarihin, ithamların yaftalamaların deyim uygunsa gemiyi iyice azıya aldıkları, istim düdüklerini canhıraş bir biçimde öttürdükleri keşmekeşliğin birer birer hakikat olarak yeniden tanımlandırılma çabası düşündürücüdür. Bunlar gerçekliğimiz ise gerimizde bırakmamızın bizler için daha hayırlısı olduğunun aba altında sopa sallanarak iletildiği diğerlerine nasıl bir ad vermemiz lazım gelmektedir? Zaman kaybetmeksizin bataklığımızın girilmez öte diyarlarında unutma ağaçlarına yeni eklentiler mi dahil etmemiz, yeni fidanlar mı dikmemiz gereklidir? Büyütüp büyütüp yeniden unutabilmek için ve varsa yoksa tekdüzeliğin daraltımlarında nutkumuzun tutulması için çabalanmak mıdır, bizlere düşen en hakikatli görev? İstikrarlı bir biçimde sürdürülmeye devam edilen iyi vatandaş tanımlarından bazıları tekin olmayan yollarda mı düzülür? Tertip edilir veya edilmelidir?

Ortalığı kaplayan kesif kokunun nedenlerini düşünmeden, her daim aynı noktalara takılı kalaraktan bir sizden bir bizden kuşatmasına, dayatmasına karşı çıkarak bir üçüncü yolun varlığı ortaya çıkartılabilir? Zamanı göz önünde bulundurduğumuzda, sözü anlayabilmenin, etiketlere ve önyargılara bağımlı kalmadan konuşabilmenin yegâne yolunun tereddütsüz bir biçimde sözü esasa getirmekten geçtiğinin farkına varılası olduğunu düşünüyoruz. Cepheleşmelerin önünün alınamadığında nasıl birbiri peşisıra diğerleri için birer tehdit unsuruna dönüştürüldüğüne tanıklık ediyoruz. Çok mu şey biliyoruz? Belki bildiğimizden yüzlerce katından bihaber yaşamaya devam ettiğimiz süreç dahilinde kestirme yoldan çözümlemelere ulaşabilmenin çok da kolay olmayacağını en azından idrak ediyoruz. Sürümcemede bırakılmaya devam ettikçe, unut telkinlerine heveskar bir biçimde sahip çıkmayı sürdürdükçe ne yol kat edebilecek, ne de yapılabilirliği mümkün tüm açılım hamlelerinin gerçekten işlevselliğine tanıklık edeceğiz. Ne gereksinim duyulanların tam anlamı ile ifadelendirmesini işiteceğiz, ne de bu girdabın merkezinde tedbir alınmazsa bir gün hepimizi içine çekecek olan dipsiz bataklığın sınırlarının ne kadar geniş olduğunu kavrayabileceğiz. Anlam katabilmenin çok uzağında, dillerimizi lâl kıldırmaya inat etmelerimiz, çabalanımların tümünü daha en başından yargılarla değerlendirmelere tabii tutmamız yüzünden belki pek çoklarımızın içten içe söyledikleri; - Daha çok beklersiniz siz argümanına kapıyı aralatmış olacağız. Aralıktan görünenin bir umut ışığının değil sonun başlangıcı olduğunun farkına ise ancak o şer ekseninin tâ dibine kadar gittiğimizde fark etmiş olacağız. Düzenin tanımlandırdıklarından ne bir eksiğine ne de bir fazlasına nail olabileceğiız. Susmaya ve suskun kalmaya devam ederek sadece günümüzü kurtardığımız yanılgısında kendimizi avutmaya devam edeceğiz. Philip K. Dick'in sözünde bahsini açtığı gibi inanmaktan vazgeçerek, uzağına düşerek gerçeklikten sadece kendimizi soyutlamış olacağız. Hakikat kendini yaşamın kıyısında bir yerlerde tutmaya devam edecek. Üstelik at gözlükleri ile eskisinden de çok daha fazla bağnazlaşarak, kendi sözlerinin gayrısını ne duymak ne medet umarak yaşamayı tercih eyleyenlerin çoğunluğunda bu kıstırılmışlık aralığında gücünü ve biçimini korumaya devam ederek. Makul olanın ne olduğu konusunda uzlaşının ne kadar gerekli olduğunun takdirini bile bizlere bırakmış olan salt gerçekliğe sırtımızı çevirmek nereye kadar bizleri soruları sordurmaya mani olacaktır? Vaktilice, birilerinin iteklemesine gerek duymadan, olduğu gibi kendiliğinden geliştirerek. Vurguların peşisıra direktifler doğrultusunda, altında çapanoğlu aramaya gereksinim duymadan kulak vermek bu kadar zor mudur? Yoksa işimize gelenin, gerçek diye sunulanların nasıl bu kadar izansız bir biçimde hayatın merkezinin kazandırıldığına şaşırıp kaldığımız boyunduruğunda teslimiyetçilik midir aslolan? Ötekisi olanın ses ve soluklarına kulağı kabartmadan, onların da en az bu yurtta senin, benim kadar sözsahibi olduğunu gözardı etmeden muasırlığımız da koskocaman bir ütopya olmayacak mıdır? Hayallerin gemisini çoktan yaktığımız için, ümidin yeşertilebilirliğine bu kadar mı kapalı kulaklarımız, gözlerimiz, vicdanlarımız?

Acıların yıkıntılarında nefessiz kalmaktan yorgun düşmüş, dört dönse de yine aynı noktaya, en başına tekrardan dönmek zorunda bıraktırılmış olan insanlığımızın aşması gereken engelleri düşündükçe bu damıtımları çok daha dikkatli bir biçimde hayata geçirmek söz konusu olan önceliğimizdir. Bir yanda büyütülüp serpilmeye çalışılan, kimin hangi köşede yakalanacağını asla tahmin edemediğiniz linçlerin ulusal bir duruş olarak simgeleştirilmeye çalışılması, makul bir tepki olarak adledilmesi için yapılanlar. Ekranda görünenlerin birer kurgu olmasından öte gerçeklik olduğundan ayrışarak bir klişe yapım hali üzerinden hareket etmeye gayret edenler. Manisa, Selendi sınırlarında yaşanan modern tehcir (sene 2010), Edirne'de fırsatını bulabildikleri her an kendileri gibi düşünmeyenler için reva gördüklerini, anlamadan dinlemeden harekete geçen, kimilerince 'vatandaşın güzel tepkisi' olarak zamanında onore edilmiş davranışları sergileyenler. Bir diğer yanda haftalardır hemen hemen her türlü eziyete deyim çok yerinde maruz bıraktırılmış, kamu emekçilerinin haydi adlarını bir kere daha doğrudan zikredelim, Tekel işçilerinin başlarına gelenler veya getirtilmesi için özellikle uygulananlar, yıldırılmalar ve direnişlerinin kırdırılabilmesi için yapılan oyunlar. İstanbul Belediyesi önünde kurdukları çadırda bir zamanlar kolkola çalıştıkları zabıta memurlarınca! sabaha karşı dayak yemekten beter hale düşürülen İtfaiyeciler. Üstelik ne olduğu belirsiz bir geleceğe yürümekten imtina eden arkadaşlarına destek olup yardımcı olacaklarına kendi gemilerinin, (işlerinin) yanmaz olduğuna şüphesiz itaat göstererek yarın veya öteki günlerde kendi başlarına bu dertlerin gelmeyeceğinin ne malum olduğunu bilmeden hareket etmeyi kendilerine hak görebilenler. Henüz 5 yaşındaki bir çocuğu sokakta mendil satmaya korumasız bir biçimde mecbur kılanlar, kendinden büyük olan diğer çocuklarca darp edilmesi ile haberlere konu edilmese bir haber kalamaya devam edeceğimiz acı gerçekleri gün be gün yaşamak zorunda olanlar. Sosyal devletin işlevselliğinin tam olarak nerelerde sınıfta kaldığını ayan beyan gözler önüne serebilen boncuk boncuk gözler. O hallerden vicdanlarının cız ettiğini belirginleştirenler ya da gerçek yüzlerini esirgeme yolunu tercih edebilenler. Bir diğer yanıyla Umur Talu'nun 13 Ocak tarihli makalesinde değindiği gibi;'Yurtta özürlü çocuklara işkencede kahrolmamış hükümet üyesi de; çocukları terörist diye yargılamaya teşne devlet ile hukuk da; minikleri şiddete taş yapan eylem organizatörü de; çocuklara copu, dipçiği çakan güvenlik mensubu da; tekme tokat linçlere koşan sopa da; dereye düşen çocuğu kayıt parası yok diye uzaktaki okula sürgün etmiş milli eğitim cemaati de; Dilara’yı yutan kanalizasyon cemiyeti de; 12’lik kızları kamyondan düşürüp boğan devlet çiftliği ağası da; 12 yaşındaki Uğur’u delik deşik seren polis abi de; ağaç yaşken eğilmeli diye büküp duran, omurgaları küçükten kıran, boyun eğmeyi belletmekte yarışan, etini, kemiğini yağmalayan laik ve dindar hocalar da; Edirne’den Ardahan’a kadar.Yaralı kalbi, yaralı yüzü, yaralı gözüyle Bedrettin, fal taşı gibi şaşırıyor: Manşet manşet, hane hane, mendil mendil bu insanlık, birdenbire metrobüslerden mi boşalmıştır diye!'. Bir başka eşikte 2009 temmuz ayından bu yana bir o yana bir bu yana sürümcemede kala kala, nereye gideceğini bir türlü anlaşılamayan demokratik açılımların hayata yansıtılmasındaki bir dolu sorunlar. Aşabilmek için ortak çabalara ve sağduyuya ihtiyaç duyduğumuz her vakitte ellerini ovuşturmaktan, sahneyi kendilerine terk edileceği intibasına hicap duymadan sahip çıkmaya teşnelikler sergileyenler, mal bulmuş mağribi gibi şahin olanların demeçlerine sonuna kadar arka çıkanlar, yolunu ne mozaiği mermer ulan mermer düzeyinde sabitleştirmeye ant içenler, ötekisinin çektiklerinin yeterli olmayacağına kani olanlar, kendilerini öteki olarak tanımlandırıldıklarının farkına varmayanlar. Sözün kısası neresinden tutarsanız tutun, gerçeklerin gün gelip de kapımızı çalabileceğinden umudu yitirmez, elde avuçta kalan son teşebbüsleri de heba etmeden harekete geçebilirsek hakları, halkları ve yaşamları asgari düzeyde olsa bile belirli bir seviyeye ulaştırmayı başarabileceğimizdir. Şiddetin hemen her alan ve kapsayışta karşılaşmak zorunda bıraktırdığı dar sahadan çok daha evla bir başlangıç noktası değil midir? Bu bağlamda sözümüzü Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyolji Bölümü öğretim görevlisi olan Meyda Yeğenoğlu'nun Radikal 2'nin 10 Ocak 2010 tarihli 691. sayısında yayınlanmış 'Hakları Olma hakkı' başlıklı makalesinin sonsöz kabilinden sizlere sunuyoruz.

Bir süredir Kürt açılımının, liberal çokkültürcülüğün hoşgörü siyasetinin buyruk veya yasa çerçevesiyle sınırlanması riskine düşmesi ve bu süreçte hükümran öznenin işgal edegeldiği konumu idame ettirmesine yardımcı olan mekanizmaların neler olduğu konusuna kafa yoruyorum. Ancak bu hükümran özne konumunu yalnızca bugüne kadar totaliter bir çizgi izlemiş sol siyaset ile sınırlamak yanlış olur. Kaldı ki, sol dediğimiz duruş da yekpare bir duruş ve konum alış olmaktan hayli uzak. Hangi sol, bu hükümran özne konumunu kuruyor? Ancak daha önemlisi, eleştirmeye çalıştığım hükümran konum alış, yalnızca otoriter sol siyasetler içinde değil, liberal siyasalar içinde de oldukça yaygın. Bu nedenle, liberal siyasaların kendini solun hükümran konumundan ayırt etme rahatlığına ve rehavetine kaptırmamasında fayda var.

Bu endişelerimi dillendirdiğim birkaç gazete yazısı da yazdım. Bu sorunun temel boyutlarından birinin ev sahibi ve konuk arasındaki ilişkiyi düşünmekten geçtiğini ve bu nedenle konukseverlik sorununu siyasetin ve etiğin alanı içine almamız gerektiğini öne sürdüm. Kürtlere “hoşgeldin” derken, ulus-devleti ve hukuksal düzenlemeleri mümkün tek model olarak ele alan yaklaşımların sınırlarını aşan ve bu yaklaşımlarla kavranamayacak bir düzeyi tartışmaya açmaya çalışıyorum. Ev sahibi Konukseverlik, bir yasa sorununa indirgendiğinde, bir buyruğa ve yasal düzenlemeye indirgenmiş olur. Oysa buyurgan ve kendi konumunu sorgulamayan liberal ve otoriter sol öznenin hükümranlığının kesintiye uğratılması ancak etik-politik alanın açılımı sayesinde sağlanan koşulsuz bir konukseverlik sayesinde mümkündür. Konukseverlik etiğini ve siyasetini basit bir yasal düzenlemeye indirgemek çok ciddi riskler içerir. Ötekine “hoşgeldin” demek, ona meyletmek ve “evet” demektir, koşulsuz konukseverlik. Sunulan koşulsuz “hoşgeldin” sayesinde hükümran öznenin sınırsız özgürlüğünün tali hale getirilmesi ve sorunlaştırılması mümkün olur. Koşulsuz konukseverlik, ancak ev, kendi sahibine de konuksever olduğu ölçüde, evin efendisi kendi evinde kabul edilen bir misafir haline geldiğinde mümkün olur. Ev, ancak bir mülk olmaktan çıktığında ve kendi sahibini de buyur ettiğinde, konukseverlik sorusu çokkültürcü bir hoşgörüye indirgenmemiş olur. Çünkü bu durumda ötekine gösterilen hoşgörüyü sınırlandırmak, kısıtlamak veya düzenlemek sorusu ortadan kalkar.

Siyasi ve sivil hakların gerçekleşebilmesinin önkoşulu, eşitlik ve özgürlüğün birbirinden bağımsız olarak gerçekleşemeyeceğinin idrak edilmesidir. Hannah Arendth’in “hakları olma hakkı” olarak adlandırdığı bu durum, siyasetin alanına koşulsuzluk anlayışını sokar: Eşitlik ve özgürlük ya vardır ya yoktur, göreli hale getirilemez. İlke veya talep olarak ya tanınır ya tanınmaz, koşullandırılamaz. “Hakları olma hakkı” yasalarla güvence altına alınan şu ya da bu özgül haktan da farklı bir şeydir. Basitçe moral ve ahlaki bir nosyon da değildir. Etienne Balibar, “hakları olma hakkı”nın aynı zamanda “siyaset hakkı” olarak adlandırılabileceğini söyler. Koşulsuz bir güç olarak eşitlik-özgürlük talebi kalıcı bir talebi harekete geçirir. Gücünü buradan alır. Ancak bu gücü evcilleştirmek, soluksuz bırakmak, nötralize etmek, etkisizleştirmek ve dondurmak, “hakları olma hakkı” ilkesinin yasal düzenlemelerin alanına hapsedilmesi ile gerçekleşir. Azınlıkların, yabancıların ve göçmenlerin “hakları olma hakkına” ilişkin verdikleri veya verebilecekleri mücadelelerin kurumsallaşmış çokkültürcü yasal düzenlemelere hapsedilmesi, hükümran öznenin öteki ile ilişkisine koşulluluk koyması sayesinde mümkün olur.

Demokrasi gibi, hakları olma hakkı da yasalarla sınırlandığında, hapsolur ve boğulur. “Hakları olma hakkının” gücünün kaynaklandığı yer, onun bir iktidarda son bulmaması ve çoğulluğunun bir bütünlükte sonuçlanmayı hedeflememesidir. Ucu açık bir çokluk olduğundan, mutlak güce indirgenemez kapasitesinden ve sürekli genişleme eğiliminden dolayı, özgürlük ve eşitlik talebi yeni ufuklar açar ama bunlar dikey ve totaliter biçimlerde son bulmaz. O, basit bir kurumsallaşmanın peşinde koşmak yerine etik bir varlık oluşturmaya çalışır. İşte bu özelliklerinden dolayı hakları olma hakkı ile demokrasi arasındaki yakın bir bağ söz konusudur. Çağımızın önemli filozoflarından Antonio Negri’ye göre, demokrasi, “hakları olma hakkı” olarak betimlediğim gücün aldığı siyasi biçimdir. Negri’nin formülasyonunda demokrasi, liberalizmin bir alt kategorisi veya bir alt türü değildir. Demokrasi, bu gücü özgür bırakmaya yardımcı olacak bir yönetimselliktir. Çünkü demokrasi dediğimiz şey bir süreç, dışşal herhangi bir tanımlamanın izini taşımayan ve ucu kapanmayan bir bütünselliktir. Demokrasinin karşıtı totaliterlik değil, hükümranlık ve yasalarla sınırlandırılmış hoşgörüye dayalı hükümranlıktır.

Çünkü bu sınırlandırılmış ve koşullandırılmış hoşgörü, demokrasinin her daim açık uçlu yapısını kapatır. Devletin bir dizi düzenleyici faaliyeti ve mekanizması tarafından emilip yutulduğunda, bu ucu açık süreç saptırılır, kurutulur ve dondurulur. Belli temsil mekanizmaları içinde geleneksel hükümranlığı yeniden tesis eder ve böylece demokratik yeniliklerin önünü tıkar.

Koşulsuz konukseverlik
Koşulsuz konukseverliğin ne türden bir siyaseti mümkün kıldığını tartışabilmek için etik ve demokratik siyaseti birarada düşünmemiz gerekir. Ancak liberal çokkültürcü “hoşgörüyü” bu demokratik siyasetten ayırt etmeliyiz. Çünkü bu “hakları olma hakkına” ve dolayısıyla “siyaset yapma hakkına” sınırlama getirmek demektir. Demokratik siyasetin veya “hakları olma hakkının” ancak koşulsuz konukseverlikle mümkün olabileceğini ileri sürebiliriz. Çünkü koşulsuz bir konukseverlik sayesinde mümkün hale gelen şey, hükümran öznenin hükümranlığının kesintiye uğratılarak, toplumsal ve siyasal alanın açılmasıdır. Bu nedenle, koşulsuz konukseverlik, liberal çokkültürcülüğün önünü kapattığı demokratik siyasetin karşıtıdır.

Elbette Kürt açılımı konusunda bizi bekleyen tek sorun liberal konukseverliğin, açılımın demokratikleşme potansiyelini törpülemesi ve önünü kapatması değil. Bir diğer hayati öneme sahip risk unsuru ise silahlı mücadeleyi tercih eden eğilimin süregitmesi. Şiddet yöntemini kullanma eğilimi sürdükçe, Kürt hareketinin siyasallaşması ve demokratikleşmesi mümkün olamaz. Silahların susmasını ve silahsızlanmayı tavizsiz bir biçimde eleştirirken en dikkat edilmesi gereken husus, Kürt yurttaşlara karşı buyurgan bir konum almadan konuşabilmektir. Bu bağlamda Mithat Sancar’ın 31 Aralık tarihli Taraf gazetesindeki yazısında “siyasallaşma yoluyla silahsızlandırma” olarak adlandırdığı yöntemin büyük önem arz ettiğini düşünüyorum. Çünkü Sancar’ın da altını çizdiği gibi, Kürt sorununda demokratik açılımın önünü açacak süreç, bu demokratik mekanizmaların pekiştirilmesi ve siyasal alanın özgürleştirilmesidir. Bu da, yine Sancar’dan esinlenerek söylersek, silahlı örgütün siyasallaşarak tasfiye edilmesinin zemininin hazırlanması demektir. Böyle aktif bir demokratik süreç, aynı zamanda Kürt siyasetinin de çoğullaşıp dönüşüme girmesini ve böylece demokratik kanallarla ifade edilebilmesinin önünü açacaktır. Bu siyasallaşma ve dolayısıyla demokratikleşme süreci, şiddetin zeminini zayıflattığı gibi Kürt yurttaşların gözünde de şiddetin kabul edilebilirliğinin sorgulanmasını sağlayacaktır.Tozun toprağı hallaç pamuğu atması gibi vicdanlarımız da bu karmaşıklaşan gündemin dahilinde bir o yana bir bu yana savrulmayı sürdürüyor. Doğrunun tam olarak ne olabileceğine, hakikatlerin nasıl bir doğrultuda şekillendirilebileceğine kafa yormak yerine daha fazla vaktimizi, nefesimizi ve işin aslı vicdanlarımızı köreltmeyi başarmak için bir maratonun katılımcıları gibi hızlıca, topluca devri daimin peşisıra koşaduruyoruz. Dört nala koşup duruyoruz. Soluğumuz kesilse bile iletilmiş olanları yerine getirebilmek için canhıraş bir çabalanımla beraberce. Süreklilik bir yerlerden rutini anımsatsa da galiba geleceğimizden, yaşanacağı varsa iyi günlerin hepsinden feragat ettiğimizin yansımasını daha fazla anlamlandırmaktadır. Hem nasıl olmasın ki? Neredeyse nadasa bırakılmış hemen tüm sorunlarımızda ucundan kıyısından bir sıvışma, savsaklama halinin nicedir görünür, bilinirliğini arttırdığını detaylandırmaya çalışıyoruz. Biz öğrenmeye gayret ettikçe, birilerinin girilemez sınırlar hatırlatmaları ile karşı karşıya kalıyoruz. Yok öyle işin doğrusu,fasılaları ne yazıldı, çizildi, söylendi ise odur kısmında sabit bıraktırılmaya çalışıyoruz. Tazelenecek sabitliklerden yeni korkuların bina edilmesi çabasını fark ediyoruz. Farkına vardırılıyoruz bir şekilde doğru budurun klişeler halindeki yığıntılamalarının eğriliğini büğrülüğünü. Koskocaman bir kenti kültür başkenti ilan ediyoruz ama ne yaşayanlarının beklentilerine kulak kabartıyoruz, ne yaşadıklarını hissetmelerine tevekkelli bir koşuşturmacada idrak edebilirler diyerek çehrelerini, çevrelerini daha fazla daraltarak imkan sağlıyoruz. Tüketimi bir geleneksellik dahilinde yoketmeye indirgeyenler Sulukule'yi neredeyse haritadan silerlerken bizler alkış tutmaya devam eden koronun arasında ses çıkartanlar olarak giderek cılız kalıyoruz. Yoksunlaştırmanın sadece maddiyat ile oluşturulmadığını aksine pek çok faktör ile sağlanabileceğini haklarınızı talep etmek istediğinizde karşınızda bitiveren kolluk kuvvetlerinin hınçlarında gözlüyoruz. Demokrasinin gereği olan hataları, sirayet etmiş yanlışlıkları duyumsatmak sizlere mi kalmış tenkitine maruz bırakılıyoruz. Birilerinin varlığının diğerleri için tehdit unsuru oluşturacaktır yanılgısına sıkı sıkıya bağlı kalanlarca yönetilmekten ziyadesiyle sürülerdeki gibi güdülmeye doğru evriliyoruz. Ne çok sesleri çıkabilsin, ne çok dert etsinler, ne çok bilsinler, ne kani olsunlar ne o ne bu. Ayrıştırmaların makul adledildiği mizansenlerin cereyen ettiği her seferinde bak yeniden başladılar oratoryosunu kakafoniyle beraber duyumsayabilmek olasıdır. Bilginin ve bilmenin getirmiş olduklarıyla sorumlu davranmalarını beklediğimiz kanaat önderlerinin! nasıl ekranlar aracılığıyla yeni mevziiler açmak konsunda didiştiklerini de fark edebilmek. Vicdan bu köreltimlerin, dahası pek çok ayrıntı ile çoğaltılabilecek nice örneğin merkezinde yer almaktadır. Hakikatli olanı imleyebilmek, belirginliği sağlanmış olanla muğlakta kalanı yadsımadan anlamak, sözün kıssası işin doğrusunu yapabilmenin yegane yolunun konuşmaktan geçtiğini bir kere daha iletmek istiyoruz. Gerçekliğin üstüste istifler halinde özenle saklanarak, birilerinin çabalarıyla unutulmaya terk edildiği zamanımızda acılar ve sevinçler bu yığıntıların arasında vicdanların sesini hissedilir kılmaya yetecek kadar kuvvetlidir. O aralığa kulak kabarttığınızda bu kısa satırlarda meram olarak sizlere iletmekte olduklarımızdan çok daha fazlalarını işitebilmeniz mümkündür.Vicdan yarasından kanırtılmaya devam edilirken nereye kadar işitmemezlik yapılabilir ki? Deuss Ex Machina’nın 11 Ocak 2010 tarihinde canlı olarak yayınlanan 284. bölümü dahilinde bu tanımlamalardan yola çıkılarak kotardığımız seçkimizi sizlerle paylaştık. Alternatif müzik odakları içerisinde sözcüklere gereksinim bıraktırmayacak kadar hakkaniyetli ses işçilikleri, yüzeysel değil derinlerine kulak kabarttığınızda fark edebileceğiniz ayrıntılarla beraber Philip K. Dick’in sözcüklerindeki uzağına düştüğümüz gerçekliklerin yamaçları arasında sesli yolculuğu gerçekleştirmeye çalıştık. Yine az idik, yine az olacağız. Ama bu kısıtlı iklimin sağladıklarında bile bir parçacık ümidi yansıtabilirsek, sesi yükseltebilirsek hepimiz için çok daha hayırlısı olacağını düşündüğümüzün çıkarsamasını iletmek istiyoruz. Chicago, Illinois’de 1998 yılında temellendirilen deneysellik ile caz müziğini, drone nağmeleriyle rock müziğini hemhal ettirmeyi başaran Zelienople üçlüsünü, Type Records etiketinden 2009 yılında yayınlanan Give It Up albümü ve ilavesi olarak sunulmuş Goner “Film Müziği” kaydının başatlığında Makina’da haftanın albüm önerisi olarak paylaşıyoruz.Hikayeler anlatılır yaşanmışlıklar üzerinden derlenerek kendimizce dersler alabilmemize aracılık eyleyen. En kısasından en yoğunlaştırılmış hallerine kadar bu çıkarsamanın irdelenebileceği nice kültürel kod önümüze serilir. Bazen bir acının izdüşümü genelin anlamlandırmalarının dışında öz kesitlerle nakledilerek, bazen bir sevincin kabına sığdırılamazlığının tebessüm edici, dirayet sağlar unsurlarına dikkat çeken vurgulamalar o hikayelerde karşımıza çıkar. Çıkartılan her bir külliyatta bu yaşanmışlıklara dair ne varsa kulaklarda yer edinir, okunan her bir satırın, işitilen her bir sözcüğün ardından hatmedilir. Makul olmanın, azla yetinebilmenin, yıkıntıların arasında nefessiz kalınmış olsa da umudun filizlendirilebileceğine dair göndermelerin tıpkı bugünün içinden çıkılmazlığını ve sertliğini aşabilmek için yollar sunulur. Oralarda birer kesit vardır, insanlığın geçtiklerinin geçer akçelerinin ne kadar sürelerde nasıl değişimlere rotayı kırdıklarını hatırlara bildiren. Bir yansımadır çok eskinin aslında o kadar uzakta da olmadığını anlaşılır kılan. Yetkin düşüncelerin ille de çok çok büyük sözcüklerle oluşturulmayacağının özden bahseden, nitelikten yoksun kalmamış cümlelerle beraber oluşturulabilirliğini gösteren önermeleri barındırır. İster çevirir döndürür okursunuz ister kulaktan işitme yolunu tercih edersiniz hikayelerin derinlerinde gidebildiğimiz odakların tümünü, görebildiğimiz veyahutta göremediğimiz hataların en önemli kısımlarını, sanatsal bağlamlarından kopartılmadan, tasarlanıp tüketilmek için sunulandan farklı olanı sindire sindire anlamlandırılabilir olacak nitelikte detaylar muhteviyatı oluşturur. Gecenin karanlığında günün aydınlığını fark etmek, en dipsiz kuyularda dertten ve kederden arınabilmek için yüreğini açabilmenin, fikirleri vakitlice dinleyebilmenin gerekliliğini en önemlisi kuralsız olarak söze biat etmenin elzemliliğini ortaya çıkartır hikayeler. Zaman mevhumunun şimdilerde çok değerli olmasına! karşın nasıl çarçur edilir kılındığını gördüğümüzde, aslında eskilerin tüm imkansızlıklarına karşın hayata tutunabilmek için nasıl da çabalara giriştiklerini, çekinmeden ellerini taşın altına koyduklarını, sorumluluk aldıklarını, söz söylediklerini, eyleme geçtiklerini okuyabilmek de mümkündür. Söz değerlidir anlatılacak şey ise çoktur. Taraf olunmadan, taraftarlığa gerek duyulmadan insanların birbirlerinin dillerini anlama, birbirlerinin çağrılarını işitme yollarını hissedilir kılan detaylar da hikayelerde karşımıza çıkacaktır. Birbirleriyle uzunca süredir tanış olan, 4 kanal kayıtlarla, çeşitli grupların içerisinde deneysellikle bağlar barındıran müziklerin icracısı olmuş Matt Christensen (gitar, vokal) ve Brian Harding (gitar, klarinet) ikilisinin, daha sakince ama daha ciddi bir biçimde müziğe odaklanabilmek için çıktıkları seyahat sırasında yollarını, grubun ismini verecekleri Zelienople, Pennsylvania ile kesiştirmeleri ve Mike Weis’la (davul, tüm vurmalı enstrümanlar) tanışmalarının ardından 1998 yılında Chicago’da temellendirilen bir proje olan Zelienople yukarıda kısaca detaya girmeye çalışmış olduğumuz hikayelerin özünde yol almaya gayretkeşlik gösteren bir grup olduğunu ilk elden iletmeliyiz. Çoğu zaman seslerin dünyasında sunumlandırılmaya çalışılan birer yaşam görüntülemesi karşımıza çıkar. Zelienople dahilinde müziğin gidebileceği noktalar da tıpkı hikayelerde olduğu gibi değişimler göstermekten çekinmeyen, sözü kararında kullanan, vurgulamalarını çeşitli başlıklarda toplamayı amaç edinen bir derinlik sunumlandırılır. O kadar kesin ve keskin bir biçimde yaşantılarımızı sürdüğümüz metropollerimizin içinde dışında olagelenleri, yaşanmışlıkları neredeyse kusursuz bir biçemle beraber belki çok iddialı gelebilecektir ancak doğru tanım bu sanırız türkü tadında yakmaya gayretkeşlik bu projeyi biraz daha ön plana çekmeyi başarmaktadır. Nitelikli enstrümantal yapılar, her bir üyenin kattıklarıyla beraber cazın kökenlerinden, modern zamanların en vakur duygusallığı söz konusu olduğunda adı sıklıkla anılan post-rock’a deneyselliğin kararında kullanıldığında nasıl da içeriğe kendinizi teslim ettiğinizi anlamayacağınız drone titreşimlerine varana kadar çeşitli yüzeyler arasında seyyahlıklar barındırır. Chicago’lu alternatif külliyatlar yayınlayıcısı olan Pramod Tummala’nın Loose Thread Recordings etiketinden 2002’de sunulan debut çalışma Pajama Avenue bu külliyatın ilk dinlenebilir örneğini oluşturur.İtinayla derlenerek, geçişleriyle beraber topyekün seslerin dünyasının kulaklara amade bir şekilde yansıtılmasının amaç edinildiği bir kayıttır Pajama Avenue. Müzikal tortuların ve yılların getirisi olan pek çok farklı katmandan sesin nihayetinde uygun bir elbise içerisinde (burada kompozisyon) nasıl etkinliğini arttırabileceğini, enstürmantal olmasının yansıra sözlerin kullanımlarındaki kararlı duruşlar ile lafı gediğine koymanın çok da uzak ihtimal olmadığını bir kere daha zikredilebilmesine imkan sağlayan bir deneysel üründür. Ağır ağır işleyen karelerin seslerle buluşması gibi avantür caz kesidi üzerine kurgulanmış olan Slowdive, The Jesus & Mary Chain, Cocteau Twins, Piano Magic gibi icrai sanatsal musikişinas ekiplerin müziklerinden tadımlık yansılar kaydın derinlerine inildikçe kulakların pasını almayı başarır. Açılışta yer edinen neredeyse Battles gibilerin yıllar sonra yapmış oldukları matematiksel orkestrasyonun, lo-fi düzenlemesi It's Hard To Steal Cars ile bu cevherler barındıran albümün sınırlarına dahil oluruz. Matt Christensen'nin vokalleri ile “crooner” havasını duyumsayabileceğiniz Chase Scene, bu kurgulamanın shoegaze cephesindeki karşılığı olan ve albümün de doruk noktalarından Back To Dangerous, gitar nağmeleriyle caz davulunun birbirleri arasında kıyasıya bir atışmasına tanıklık edebileceğiniz, serde saklı kalmış yaraları açığa çıkartan You Got Shot Down gibi örnekler katman katman Zelienople’ın müziğinin ilerleyen dönemlerinde neler dinleyebileceğini dinleyiciye kısa kısa sunumlandıran bir yapıyı oluşturur. Buhran dolu grimsi bir havanın tazahür ettiği nağmelere ev sahipliği yapan, minimize edilmiş elektronik gitar pedalların drone patlayışları sergilediği, tevazu gerektirmez bir biçimde sanki Piano Magic’in o can kırıkları müziklerinin duyumsanabileceği yetkin bir önerme olarak kısaltabileceğimiz Please To Police’le kaydın son parçasına ulaşırız. Biten parçanın bırakmış olduğu yerden hareketle kotarılmış, bir seans ortasında kaydedilmiş gibi mütevazilikle donatılmış olan Untitled parçası, boşlukları kendimizin doldurmamızın gerekli olabileceği bu özgün hikayenin sonunu nasıl görmek istiyorsak öyle tanıma kavuşturabileceğimiz bir sonucu sağlar. İster günyüzlü bir final isterseniz de daha çetrefilli yollarda tüketilecek yollarda tükenecek günler için bir ağıt. Bu farklılıklar arasında seyyahlıklarının bir adım sonrasında karşılaştığımız, Finlandiya’lı 267 Lattajjaa etiketinden yayınlanmış Ink albümü tonlar arasındaki değişimlerin keskin uçlu deneysel elektronikler dünyasına dahil olduğu bir yapılandırma olarak dinleyicileri karşılar. İlk albümün açılışını gerçekleştirmiş It's Hard To Steal Cars parçasının yaylılar ile donatılarak ters yüz edildiği yeni düzenleme ile kayıt açılır. Formüllere bağlı kalmaktan özellikle imtina eden ekibin folktronica sahasını arşınladıkları bir kurgulama olur bu yeni bakışım. Tavizsiz drone nağmeleri arasında yaratılıp kelimelerin fısıldandığı albümle aynı isme sahip Ink ses ile türetilebilecek, nesnellik kazandırılabilecek bir vurguyu ortaya çıkartır. Dinlediğiniz sadece bir parça değildir aynı zamanda da belirli ölçülerde zorlayıcılığın hayatı kapsadığında görünür kıldığı o soğuk lanetli anların kuşkularını da hissedilir kılar. Çoğu zaman iş işten geçtikten sonra farkına varabildiğimiz aşılması güç engellerin ortasında kalakaldığınızda içte kopan fırtınaları duyumsatan bir diğer örnek ise Pace Car yapılandırması olur. Dönüşümlerle beraber salt dinlencelik öğenin öte yanlarında, adı konulamayan yüzeylerde birer birer ortaya çıkan enstrümanların giderek harareti artan bir melodramatiği yansıttıkları parça albümün de odak noktaları arasında anılabilir. Life Is Simple bu beklentiler ve beklenenlerle yoğrulmuş olan, bir türlü ulaşılamayan huzurun peşinde ilerleyen, folk vokalin tanımı dinlendikçe arttırılabilecek müzikal sahnelemesinin vücut bulduğu, tesiri kuvvetli bir dinlenceliği pekiştirir. Americana olarak daha sonraları dillendirilecek olan türde adı anılası birkaç kurgudan birisi olduğunu düşündüğümüz blues; Boxes On Shores bütüncül bir hikayelendirmeyi taçlandıran lirik finaliyle Ink’i dönem dönem yaşanabilen, tesiri epeyce süre üzerinizden gitmeyen hayalkırıklıkarında el altında tutulması gereken bir kayıt haline dönüştürür.Digitalis Recordings’den 2006’da yayınlanan Stone Academy ve Cook An Egg etiketinden 2007’de CD-R olarak sunulan Bachelor’s Groove gibi sınırlı sayıda yayınlanan kayıtlarıyla beraber gerek alternatif ses işçiliğinde, gerekse de dinlenebilirliği yüksek olan deneysel müzik sınırlarında yeni arayışlarını istikrarlı bir şekilde sürdürür Zelienople projesi. Machinefabriek, Peter Broderick, Deaf Center, Ryan Teague, Julien Neto ve etiketin kurucularından olan John Twells aka Xela’nın simyaları değişken müzik yorumlarına çatılık görevi üstlenen, Deuss Ex Machina’nın gözdelerinden Type Records firmasından 2007 Haziran’ında yayınlanan His/Hers albümü tüm bu adını anmaya kısa da olsa değinmeye çalıştığımız albümlerin ve özel kayıtların deneysellik çıtasının giderek daha yükseklere taşındığı bir kolajlamaya ev sahipliği yapar. 5 parçalık toplamda kırkbeş dakikalık süresi dahilinde His/Hers başkalaşmış bir pencereden insan ilişkilerine dair gözlemlerin paylaşıldığı yer yer kırılganlıkların, yer yer ise dönülmez hataların yâd edildiği (kiminde bela okunduğu) akşamlara serzenişli göndermelere sahip günce kayıttır. Albümün hemen kapağına ilintilenmiş notta da ifade edildiği gibi Neil Young, Low ve Boris gibi Rock temelli müziklerin izlerini barındıran, yeni çıkarım ve önermelere girişmek konusunda elini korkak alıştırmayan kurgulama dinleyicilerle paylaşılır. Family Beast, hemen herşeyin aynı minimal hatta çekildiği basitliğin derinliklerinde saklı duran sözlerin, kesin doğrulara olan kanatlerin nasıl şekil bulduğunu manalandıran nahif bir giriş gerçekleştirir. Girizgahın sundukları üzerinde yol almaya devam eden, düşük ritmli gitar nağmeleri arasında bir görünüp bir kaybolan ağıdımsı havanın ilerleyen sekanslarda Boris, Sunn O))), OM gibi stoner rock / drone metal içeriğiyle buluşturulduğu bir kakafoni senfonisine dönüşümü Moss parçasında gerçekleştirilir. Bu yoğunluklu gürültü kesişimi merhalesinde bir sonraki evreyi Forced March parçası tanımlar. Zapturapt altına alınmış vokallerin o kavisli yüzeyler dahilinde neredeyse mili saniyelik dönüşümlerle beraber giderek daha kırılganlaştırıldığı yapılandırma belki de albümün en kudretli olduğu anlara kulak kabartabilmemize imkan sunar. Son derece basit cümlelerle açıklık kazandırılamayacak olan bir betik, zamane herşeyibiraradamasalı. His/Hers’ün kapanışında duru, teknik anlamda da son derece mütevazi folk aynalaması olan Sweet Ali daima geliştirilmeye çabalanan müzikal damıtılar dahilinde daha ne kadar duyumsamadığımız önermeler olabilir sorusu için net yanıtlar barındıran bir muhteviyatı temsil eder. 2009 Kasım’ında David Prokop’un Gone kısa filmi için kaydettikleri “soundtrack” çalışması ilavesiyle Type Records’dan yayınlanmış olan Give It Up albümü ile ilgili notlarımızı iletelim. Zelienople’ın müziğinin hemen tüm taşlarının yerli yerine oturduğunu düşündüğünüz andan sonra çıkagelen her yeni çalışma zamanı durduran, düşünce pekiştirici özelliği barındıran birer hikayelendirmeye evrilir. Sesler değişmiştir bu sefer, yorulan ve yılan bünyelerimiz için bir arınma imkanı sağlanır Give It Up albümünde. Sessizliğin baki bıraktığı, anlamazdan gelmelerin neredeyse normal bir davranışmışcasına seriye bağlantılandırıldığı günce dahilinde hakikaten gerçeklikle bağlar oluşturmayı sevenler için epey uzunca bir süre dinlencelik imkanı sağlayan bir bütünleştirme hasıl olacaktır daha henüz ilk parçadan itibaren. Neredeyse tonal dengesiyle minimalist klasik müziğin deneysellikte karşılık bulabilecek yansısı kadar hakkaniyetli, ağırdan giden temposuna nazaran oldukça etkileyici bir pespektif ortaya koyan Aging ile albüm açılır. Çişeltili yağmur tanelerinin cama yapışırken çıkarttıkları sesle yola koyulan, mekanik akustik dengesinin kararında kullanıldığı sentezlenebilir drone nağmeler kümesi Can’t Stop, biçare nefessiz kalışların nedenini anlaşılır kılan bir öykülendirme halini oluşturan, güngörmüş caz dinleyicilerine letafetli bir dinleti sunan, şu an lazım gelen en önemli ihtiyacımız All I Want Is Calm değişken teorilerle basit ama etkileyici bir sunuşu gerçekleştirir. Yurtdışında yayınlanan hemen hemen tüm eleştirilerde değinildiği üzere Talk Talk’a olan benzerliklerini duyabileceğiniz yetkin kayıtlardan birisi olan I Put All My Faith In Her, Christian Fennesz gibi gitarın yapısı üzerinde uyguladığı deneysel alaşımların elektronik kesitleri nasıl hislerimize tercüman oluyorsa aynı etkiyi bu seferinde daha sade bir biçimdeki kurgulama ile yansıtmayı başaran Little Little Eye-Full parçasıyla Give It Up’ın son parçasına kulak kabartırız. Bir gezginin, topyekün sorunlarının üzerine gidebilmeyi çok daha fazlasına ihtiyaç duymadan yaşamanın nasıl bir şekilde rayına oturtulabileceğini sürükleyici bir dilde, bazene fısıltırlarla duyuran All Planned, Zelienople külliyatında bu kadar sade ve bu kadar açık ara yüksek kalibre bir parçanın varlığına tanıklık edebilmemizi sağlar. Brooklyn’li yönetmen Donald Prokop’un Gone kısa filmi için hazırlamış oldukları ses envanteri kaydın devamlılığını mümkün kılan bir labrientin sacayaklarından birisini oluşturur. Detaya sahip olamasak da bir yerden sonra kendi zihninizde canlandırabileceğiniz karelerin hissedilir kılındığı Main Theme ile bu özel kayıt başlar. Drone pasajının gizlediği örtünün altında saklı duran piyano kesidinde melankoliyi en hakikatli sözcükler kadar detaylandırarak sonuca ulaştıran More Than That, kaybedilenlerin hemen ardılından yaşanan sert düşüşlerin canlandırıldığı, gözyaşının müzikal yansısı ne olabilirdi sorusu karşısında apaçık bir ifadelendirmeyi temsil eden Missing gibi yetkin vurgulamalar sunulur. Modern klasik minimalist kuşağının prodüksiyonlarında özellikle yenilikçi isimler olarak andığımız Jóhannsson, Richter, Klimek gibi üreticilerin çalışmalarıyla paralel öğeler içeren Clarity, Deuss Ex Machina içerisinde paylaştığımız bu özgün yapının en muteber parçalarından birisi olan Trees And Sparks, bu hayal dünyasından sadece bir el çırpması uzakta yaşadığımızı hatırlara getiren ve ne kadar acıdır ki vicdanlarımızın körelttiğimiz aceleciliği manidar bir biçimde müziğe döken Indifferent Dreams ile kaydın sonuna ulaşırız. Bütün ses elementlerinin varlıklarını topluca gösterip işitir kıldıkları ve Zelienople müziği denilince akla gelebilecek yapılandırmalardaki özgünlük halinin devamlılığını sürdüren Closing Theme ile Gone “soundtrack” albümü sona erer. Zelienople, muhteviyatına kattığı, hayata dair detaylarla başı sonu belirsiz kurmacalarla dopdolu hikayeler anlatmaktansa, neredeyse sıfır kurguyla ve tamamen gerçeklerden beslenerek, izleriyle düşünsellik haznesini zenginleştiren müzikal bir seyyahlık vaat etmekte.

...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Hakları Olma Hakkı – Meyda YEĞENOĞLU – Radikal 2
Kalbim Bir Pusula – Süreyyya EVREN – Birgün
Ses.. Ses Ver – Ece TEMELKURAN – Milliyet
Linçe Karşı Ders Notları – Erkan GOLOĞLU – Radikal
Aslında Hep Irkçıydık – Ersin TOKGÖZ – Radikal
O Tuğla Hâlâ Orada – Özgür MUMCU – Birgün
Grev Güncesi - Sabah / ATV Emekçileri

Değerlendirilesi Güncel Makale ve Yazılar
“Çokkültürlülüğün Bedeli Ağır!” * Hrant Dink – Can ANAR – Serbest Yazarlar
Hrant’dan Özür Diliyoruz – Ege Üniversitesi İletişim Fakültesinden Hrant’a Yasak
Özetlerde Dışlananlar – Necmiye ALPAY – Radikal
Sanat Mı Zanaat Mı? – Ali ŞİMŞEK – Birgün
Saat Tekel’e Beş Var – Belma Nur KARTAL – Sol.org.tr
Arthur Penn / The Chase – Kaçaklar – Abdullah TARIK ÇAKIR (Thelepermessiah) – Keep Talking
Symphony Orchestras Celebrate Boulez's 85th Birthday – The Independent
Noise. – Bad'lik Amiri – Bad’lik Amiri
Greymachine - Disconnected - Hiçliğin Nehrine Akan Yüzlerce Şişe – Urufixx

Zelienople Official
Zelienople At Myspace
Zelienople At Type Records
Zelienople Interview – Brad ROSE – Foxy Digitalis
Zelienople Give It Up Album Review – Arne SOHNS – Foxy Digitalis
Zelienople Ghost Ship/Mary Celeste CDR – Official Download – Mutant Sounds
Zelienople Land Of Smoke – Directed By Donald PROKOP – Youtube
Nils Frahm Official Site
Nils Frahm At Myspace
Nils Frahm – PMT#64 Record Release Concert "The Bells"
Machinefabriek & Nils Frahm – Perform Dauw – Boomkat
Black Moth Super Rainbow Official
Black Moth Super Rainbow At Myspace
Black Moth Super Rainbow At Wikipedia
Black To Comm Official
Black To Comm At Myspace
Black To Comm Alphabet 1968 Album Review - Anthony D'AMICO – Brainwashed
Taiga Blues Official
Taiga Blues At Myspace
Taiga Blues At Wise Owl Records
The American Dollar Official
The American Dollar At Myspace
The American Dollar At Limbo Pillow
I Heart Lung Official
I Heart Lung At Myspace
I Heart Lung At Asthmatic Kitty Records
Fuat Official
Fuat At Myspace
Fuat At Royal Bunker
Metin H. Alatlı At Turkish Progressive Music
Metin H. Alatlı At Gentleoctopus
Psych Funk Vol. 101 At Stones Throw Records

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel Sydney Street Art – _leisa
_leisa Flickr Page
Old Woman Stencil Graffiti Street Art – Bramvanlieshout
Bramvanlieshout Flickr Page

Zelienople Photos Courtesy From Below Listed Web Sites
Zelienople Official Web Site
Loose Thread Recordings

>>>>>Poemé
Anlatılır Gibi Değil Yası Çiçeklerin – İlhan BERK

Karanfil

Adın her sabah uyandığımız gökyüzünün yerini aldı.
Hangi su olursa olsun
Yeşil sen bakınca.
Her gün sen baktıktan sonra
Bu kadar güzel
Bu gökyüzü.

Fesleğen

Sen varken karanlık bilmez
Hiçbir su.
Hiçbir su
Kaybolmaz.

Sarı Çiğdem

İlk biz geldik dünyaya
Gelir gelmez
Sevmeyi çalışmayı öğrendik
Bir gün yası öğreneceğimizi
Hiç bilmiyorduk.

Defne

Kimse ölümü övemez
Seni gördükten sonra
Kulluğu
Savaşı
Güzel gösteremez.

Lale

Yalan Ayvaz'ın laleyi sevmediği
Doğru değil sonra
İlk defa çiğdemin gördüğü dünyayı
İlk Ayvaz geldi
Bu manzara
Ona bakarak geldi
Hep ona bakarak geldik.

Köroğlu

Comments