Deuss Ex Machina # 444 - dön dolaş başa sar... sar başa dön dolaş [otorivörs]


Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_444_--_dön dolaş başa sar... sar başa dön dolaş [otorivörs]

01 Nisan 2013 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
1. Bering Strait - Surface (Apollo)
2. Bering Strait - Apart (Apollo)
3. Synthetic Epiphany - Tears In Rain (Self Released)
4. Synthetic Epiphany - Haven (Self Released)
5. Chilllito - Every Rainy Night (Liminal Recs)
6. Chilllito - Shadow Drawing The Path (Liminal Recs)
7. Thelem - Tarnished (Osiris Music UK)
8. Thelem - Elemental Fears (Osiris Music UK)
9. Killawatt - Tantra (Osiris Music UK)
10. Killawatt - Press On (Osiris Music UK)

dön dolaş başa sar... sar başa dön dolaş [otorivörs]
(444)

düşeyazmak. emin olabildiğimiz, yegâne tabir olarak sizlerle paylaşabileceğimiz haleti ruhiyemizi aynalayan, simgeleştiren bir tanımlama olarak halen varlığını sürdüren bir çatının kendisi. duyumsanıp, görülüp ve bellenip aşılmazlıkların karşısında ha'bire sınavlara çekilip ne olacak, ne olmalıydı sorularının yılmaksızın tekrar edildiği bir zaman mevhumunda düşündükçe kaçarımızın ondan olmadığını yineleyen bir uyaranın ta kendisi düşe yazmak. formüller, üstten bakışımlı, çoktan seçenekleri daralatılmış, ya a ya b seçeneği dışında herhangi başkaca bir tercihe müsammaha gösterilmeyen bir yerde, yurtta âkil olanın nelerden mülhem olduğunu yineleten bir tortunun öteki adlandırılışı. kelimeleri yutarak, sözleri anımsamayarak, allem edip kallem edip hep kulağı tersinden tutturarak öyle yahut böyle sistem çarklarına yem olunduktan sonra neyi nasıl çözümlemeliyiz sorgusunu beraberinde önümüze, eşiğimize taşıyan bir mevhum düşeyazmak. düşündükçe ulaştığımız menzilde şayet şerhinin iki arada bir derede ama ve fakatlarla hemhal ettirilmesi 'doğru' bu buradan buyurun diye koştur koştur davet edilmelerin ardında yine dolaştırılıp başlangıç noktasına gerisin geriye taşındığımızı belirginleştirecek en azından anlamlandıracak bir meramın kendisidir az ötemizde    okuyacaklarınız. yahutta okursanız karşılacağınız terennümler.

tasvir eylenen ile yaşananların birbirlerine uzaklıkları pergelin en açık haline dönüşmüşse bir yerde uzun uzadıya değinmek lazım olandır her ne şart, koşul ve sınırlandırmanın bizleri bu hallere koyduğuna dair. bizleri rehin kılabilmesine dair kelam eksik edilmemelidir. birilerinin mücadelesini bir diğerinin seslenişinden ala, öncül kılmadan birbirimizin meramı bir ve ortak olduğuna, olabileceğine uyanmanın belirli bir kriteri mi vardır? hala belirsizlikler ile donatılmışken; sağımız, solumuz, önümüz, yanımız ve yamacımız düşeyazıldıkça, korkulara teslim olanların, korktukça behemehal sıraya kendiliğinden dahil olanların kümelerinden arta kalanlar olarak kelamı işitebilecek miyiz? birbirimizi duyabilecek miyiz? anlayabilecek miyiz işin doğrusunun raconlarla değil, kuralına göre oyun oynayarak değil sadece kelamın şifasından ortaya çıkabileceğini kanıtlayan ahir zamanların unutulmuş yansılarını, karşılaşmalarını hatırlayabilecek miyiz? döngüler, kesişimler, seslenişler ve tasvirlerin yığınıtısında arda kalan bir hoş sada değil kocaman bir kakofoninin kendisiyse şayet bu düşüncelerin kıt kanaat geçindiği, kolaja dahil edildiği esas resimde payımızdan, kendiliğimizden geriye ne bırakacağımız sorgusu daim olarak önemini korumaktadır? önemini sıklıkla hatırlatmaktadır.

yansıtmaya çalıştıklarımız ne anın bir kesidi, ne anlık bir sesleniştir. toplum olarak yüklenişimiz, yük edindiklerimiz olarak duyumsatılan, pay edilen şeylerin ne kadar dikkatli bir biçimde yükseltildiğini, ama gram gram ama küfe küfe taşıtılmaya devam edildiğini yineleyebilmek içindir. bir gün yaşadığımız güncenin adı süreç olur, ertesi gün barışın ümidinde yol bir başkasında uyanılan şafaklar ile güneşi zapt edeceğiz seslenişi, bir ardılında yasların tükenmezliğine delalet olan bir anma, yas tutma gününün ta kendisi. durdukça, erdikçe ve vakıf oldukça bilmelerin sadece, kelamların manasına ermekten daha fazlası olduğunu yineleten bir buluşma söz konusu edilir. bütün bütün bireyler halinde yaşam dediğimiz bu heyhulanın içerisinde dört nala öteye beriye yetişmeye gayetli, itinalı ve özenli davranıyormuş görünürken nasıl da hayati olanları es geçtiğimizi, üzerinden atladığımızı hatırlatan bir karşılaşmalar süreğenliğidir o aralık. vuku bulanların hemen öncesinde, bir dakika sonrasında yanlış, yalan ve ön yargılarla donatılmış olan seslenişlerin tekil bir bakış açısıyla duyumsatıldığı bir yerde hatırlamanın sadece sıra savmanın bir parçası değil hayat dediğimizin asli unsurlarından birisi olduğuna erebilmek ne zamandır ey kâri. birbirine benzeşmeyen, benzemeyen, anlamayan, duymayan vurup öldürelim diye bahisleri miting miting seslendirenlermeye devam edenlerin, sanal alemlerde en hakiki ırk yarışmalarına pek pardon sidik yarıştırmalarına, kanı kanla illa beslemelerin kini yarayı kanırtarak, deşerek, cehennem mi hah tam burası özetleyişine yakın sınamaların ortasında nereye doğru gittiğimizi belki idrak ettirebilecek bir yardımcıdır düşeyazmak bahsinde karşılaştıklarımız.

karşılaştıkça boğuntuya götürülenlerin kara arşivlerin bir yerlerinde itinayla saklananlar değil bizahati günümüz, şimdimiz içerisinde göstere göstere gerçekliğe, tam ve noksansız buluşutulduğunu, yerinin hazır edildiğini ilan edecektir. yazgı diye duyurulanların hemen hiç te öyle olmadığını bilmemizden bu yana derinlerin derinliklerine karanlığı yoldaş ederek oluşturdukları katmanları çoktandır çamur yağır ve irin bağlamış olan şifasızlığın bizim günümüzü de zapt ettiğini yineleyebilmek söz konusudur. binbir türlü isimlendirmeden sonra nihayetinde çözüm sürecinde karar kılınan erk muktedir hamlesinin içerisinde neyi daha fazla önemsemeliyiz hayattan başka sorgusu beraberinde gelmektedir. yaşadığımız yerde. basitleştirildikçe sözümona kolaylaştırılmasını salıverilenlerin nasıl da zora dört nala koşturulduğunu, her dem çözümlemelerin çözüm ve nihayetlendirmenin kolay kolay çok kolay diye kestirilip atılırken olan bitenin hiçbir şeyden habersiz olanların başlarına getirilenler olarak keskinleştirildiği  yeşertilip, filizlendirildiği kara parçasında uyanabilmek muktedirin çirkefliklerine ne zamandır.

barış dilemenin türklük karşıtlığına, türk izini silmeye varasıya türlü fantezilerle şekillendirildiğini duyurulmasına iplerin sicimlerin dar ağaçlarının yeniden kurulmasının seslendirilmesinden, kaçınılmaz bir biçimde bebek katillerinin yanında safında mı duruyorsunuz çemkirmelerine kadar sündürülen sömürülen bir barış çabalanımı ya da seremonisi var. gel gelelim baktıkça, hatırladıkça eskiyi eskide kaldığı sanılanları, unutturulduğu yineletilen pek çok şeyde insana, insanlığın asgari değerinin bile takdim edilmediğini bildiğimiz bir haller toplamı karşımıza çıkmaktadır. milliyetçiliğin en dengesiz, tıynetsiz unsurlarını seslendirenlerin, faşizmi enikonu sıradanlaştıranların bayraktarlıklarında canhıraş bağrışlarında saklanmaya, izole edilmeye çalışılan her yerde, her şart ve koşulu göz önünde bulundurarak taşın altına elini koymaya gayret edenlerin seslenişlerini sindirmek yatmaktadır. silmek amaçlanmaktadır. bu ne mersiyedir ne de methiye. bu ne isyana çağrıdır ne de yaşayanların yerine bir şeylere dair kelam bütünleştirme. kimselerin sözcüsü olmadığımız gibi, kimsenin vitrinde, görünür olanın dışında neye yandıklarından emin olamadığımız zaman mevhumunda; hala vicdanın ne kadar gerekli bir şey olduğuna dair bir çıkarsama çabasıdır bütün telaşemiz. hatırlatmasıdır.

kirini ölümün kokusunu, yaşama kast edişlerin sınırsızlığından az çekilmemiş gibi hala sağır sultanın işittiğinden uzak konumlamaların, akil adamlar diye ortaya serimlenen altmış üçlük grubun, yaşamaya devam eden ermenilere has aşina bir tavır olan goygoyculuk makamından bir şeyler eyleyeceklerini; bizahati imaj değerlerini yükseltecekleri bir seremoniye, müsamereye dönüştürülmesine ses etmek, yuh artık o kadar da değil demek ne zamandır, hangi zaman!. nasıl akla düşürülmelidir ki kaybedecek daha fazla zamanımız, canlarımız ve ötesi yokken artık açılımların, paketlerin, vaatlerin değil hakikatlerin gerçekliğine varabilmek için çabanın gerekliliği. bir yandan ses etmeyin sürece zeval gelmesin seslendirilmesi öte yandan kafasında 'kurşun ile bulunan murat izol'un cesedi. soruşturulmasına gerek duyulmayan ceylan önkol gerçekliği. nedendir bilinmez sessizliğin tarlasına terk edilen nicelerinden haberdar olmadığımız cumartesi anneleri'nin çağrılar ve seslendirişlerinde yüzleşmeyi bekleyen hakikatlerini bekleyen sorgulayışlar. başka bir tarihin yazılmasına karşı, başka bir ülke tahayyülü olarak janjanlanıp sunulan ve iyiden iyiye '1984' platosunun bize rastgelen en nadide örneklerinden birisine bi'zahmet uyanıp yeter artık demek ne zaman!.

laf ola beri gele kabilinden değil iktidar güçsüzlüğünü arsızlığını, muktedirin ben kabadayılığının altında duran korkularını, bölünme paranoyalarının yersizliğini, geçersiz türetmesini bizahati hatırlatmaya insana v sadece insanlığın gereği olan anlamlara ulaşmaya daha kaç menzil vardır! bir yerinden başlanacaksa tanımlandırmaya, tanımladığını anlamaya, anladığından yeni istikametler belirlemeye, bu döngü ve devinim yahutta başlangıç ve bitiş çizgileri arasındaki seyyahlıkta, kısacası hayatta üzerinden hiç atlamayıp uğrak edilesi bir çatı olarak bir daha asla hemhal olunasıdır. nihayetlendirildiği varsayılan oysa soluk alınıp verildikçe varlığını korumaya devam eden ön yargıların nasıl bile isteye tahakküme evrildiğini ona dönüştürüldüğünü, baskıcılığın laletâyin bir tavırdan çok daha fazlası istenerek / gözetilerek kotarıldığını ilan olunan bir sahanlığın mihmandarlarındandır bir daha asla. yok yere değil tam hatırdan düşecekken nerede olduğunu, yaşadığını idrak ettiren rast gelişlerin mekanına benzeştirebileceğimiz bir sahanlık. korkularımızla bir başımıza terki diyar edildiğimiz; resmi söylemin bakar körlük üzerinden yükseltildiği bir uzamda sistemli dayatımların çokluğunun idrakına erdirendir bir daha asla menzili.

yok oldukça, önemsizliğe terk, biçimsizliğin türlüsüne rehin, hakkaniyete uzak kılınan böylesi vurgulanan bir yerde kazın ayağının ne olduğunu bir kere daha tattırandır. arsızlık ile şifasızlığın reçetlenendirildiği, aksinin umudun toptan rededildiği anlarda, her neyin başa getirildiğini muntazaman işleyen, arşivleyen bir kurgunun merkezidir bir daha asla. görebiliyor musunuz. hatırlıyor musunuz. mevhum epey derin, meram epey çetrefilli, kalabalık yaşatılanlar birer imge çarpıştırmasından çok çok çok daha ağırken evet haddizatında böyleyken o arşivle yüzleşmek, sorgulamak, helalleşmek, görebilmek ve kayıtsız kalmamak, nihayetlendirmek bütün yarıda kalmış, bırakılmış süreçleri ne zamandır diye hatra düşürülesidir. süreç diye koşar adım giderken alelacele, pür dikkat sessizlik patkasında sızıp güne karışıp duran avazları duyumsamak ne zamandır. bir arada böylesine birbirinden ayrışık duruyor intibasıyla yanyana yaşayıp duruyor olduğumuz halen zannedilirken, karasızlıklarla hemhal, ağız birliği edilirken, nefretin tüm tonları gaz ve tazyikli sularla tasvirlenirken, arkamızdan hançerleyenler klişesinin konumlandırılması, rövanşizm gibi yan desteklerle beraber bir daha asla diye umarken, bedeller ödediklerimizi yeni sürümleri hayatlarımıza sokuşturulurken uyanmak ne zamandır, hangi zaman?

unutturulduğumuzu, çoktan sınavı verdiğimizi sandığımız edimlerin aslında hiç te uzağımıza konumlandırılmadığını fark etmek, bilmek zaten bir yerde sorumlulukları hatırlatmaya devam eden bir çalar saattir. her çalışında bir beş dakika daha diye ötelenen, ama olan bitenin o beş dakikalara sığdırılabildiğini acı acı tecrübe edebileceğimiz bir çalar saat!... fikri tadilatların, düşünsellik makamındaki daralatımların, gündelikliği toptan rehin kalınan bir rutine dönüştürülmesinin bunca davul zurna gösteriminde şeylerin tersliğini fark etmek hangi aralıktadır. hayatın alenen bir açık hava cezaevi halini tasvir etmesi bile bir şeylere ayılması konusunda yol göstericiyken gerçekten görebilmek, anlama çabasına girişmek ne yandadır. korkulara terk edilip, itiş kakış derdest etmelerin bir türlü nihayete erdirilmemesi bunun tahayyül dahi edilmemesi bir daha asla dediğimiz eşiğin manidar bir biçimde hayatımızdaki konumunu güçlendirmektedir. parçalanmış imgeler, hayaller, sözler, geçmişte kaldığı varsayılan, öyle belletilen şeylerin şimdiki zamanda nasıl kervana düzüldüğünü bilmek, yaşam dediğimiz başı ve sonu bilinmezlik içindeki döngünün hep rastlantısallıktan mı ibarettir menzilini yamacımıza ulaştırır.

zihin, başkaca şeylere bunca devlet destekli görüntü pornosunda kanalize edilirken, olabiliyorken, nasıl da kimi konularda kırmızı çizgilerin varlığını bile isteye son derece korunaklı tutulmaya devam ettirildiğini, rast geldiyse vardır bir hikmeti, sebebi döngüsünün durmaksızın bağlantılanmasınadır seslenişimiz. çok kolayca ifade edemiyor olsak da basitten zora ilerledikçe, hayat zorlukların 'aşama aşama' yükseltildiği bir deney sahası mıdır? kolay diye bir şeyin bırakılmadığı, hemen her şeyin tozduman karşıtlıklar, rövanşist betikler illa bedeller alıncak, alınacak o bedeller diye adlandırıldığı bir cenahta hakkaniyet ne yana düşer? belirsizlik şaiasının düşünselliği ipoteği altına aldığı, tahakkümü kotaran muktedirin biçimlendirdiklerinde bir daha aslanın bir şablondan ötesine varabilmesi, ulaşması nasıl söz konusu edilmelidir? yanyana durup, yaşıyorken düşünüyor musunuz? tenezzül eder misiniz? gösterilmesine zorunlu, zoraki bir mesai harcanan, bizzat bilindikliği bir kara propaganda benzeri olarak temellendirilen konularda, özdeki değişimlerin bir biçimde muğlakta konulduğu bir zamanda aklı başa devşirmek ne zamandır diye sual edilesidir. teşhir edilenin hemen ötesi, işte içimizdeki "x'"ler düzeyinde resmetmeler sürdürüldükçe (bkz. ombudsman sözleri) çemberin dışında kimsenin kalmayacağı biline biline yol nereye diye sorgulanasıdır.

giriftleşen ülke resminin hatra düşürdüğü sorgular meydandadır. bilincin nasıl dönüştürüldüğü, her şeyin sineye çekilir bir yansı, tavır ile dağıtılması, unutmaya kapının aralık bırakıldığı müddetçe, önemsiz küçük tefek sorunlar o yaşadıklarınız algısı, söyleminde soru ve sorunlar fay kırıklarımız sonun mihmandarları olacaktır. bir seneyi aşan bir zaman sonrası duyarlı kesimlerin dışında adlarını ne ananın, ne soranın kaldığı roboski kıyamının neticesizliği, kaza sonucu! öldüğünün duyumsatıldığı, nedense bildiğimiz üzere sonun karanlığın hiç de öylesine rastlantısal bir biçimde gelmediğini hafızamıza kazımamıza vesile çocuk! ceylan önkol'un katlinin davasına takipsizlik kararı verilmesine uzanan bir fay kırığı düzlemi. fay kırıklarıdır bahsettiğimiz. bu bahisler ağır geldiyse! basbayağı eyiye giden ekonomizde! bir gece ansızın ilişikleri kesilen  koç üniversitesi'ndeki gibi taşeron şirketlerin emeklerini yedi-yirmi sömürdükleri işçilerden, dahası adlarını şansa öğrendiğimiz yahut hiç bilemeyeceğimiz nice güvencesiz, kaçak çalışan emekçilere uzanan bir modern zamanlar köleliğinin fayına dikkat kesilebilir. hatırlamaya çalışabilirsiniz.

uzun soluklu derli toplu resme bakma gayretine cidden düşüldüğünde buralarda andıklarımız gibi niceleri karşımıza çıkacaktır. tutturulup gidilen yolların, bol kepçeden sallanan ahkamların, vurdumduymazlıkların bütünü altında kalakaldığımızın vesikası ortaya çıkacak anlamlandırılabilecektir. helalleşmek bahsi açılırken biatın, yüzleşme söylemi seslendirilirken tahakkümün, özgürlük bahsinde gaz bombalarının, zorbalığın yeniden filizlendirildiği bir yurtta bir daha asla! mühim bir meseledir. rastlantısallık dehlizlerinde hesaplı kitaplı yozluklar elem verici fecaatler güne dahil edilip duruluyor. muktedirin dilinde bir barış, demokrasi ve hürriyet. gel gelelim bir daha asla bahsinde değindiğimizi, unutmadığımızı, unutamadığımızı epey hallice bir kısımca masal olarak sanılanların hiç te öyle olmadıklarının hakikatine varabilmek, hesabını istemek ne zaman söz konusu olacaktır. ne zaman gerçekçil olacaktır. yaşadığımız günce derde, kedere, düpedüz irin yüklü sözlere hemhal edilirken, dört yandan şifasızlık üzerine bahisler aralıksız reklam edilirken, insana ait olanı duymak ne zaman!.. insanca yaşamak bu sınırlarda ne zaman!... hangi zaman...

>>>>>Bildirgeç
Newroz günü büyük bir gövde gösterisiyle, aynı zamanda şenlikle başlayan süreçten sonra ortalığın toz duman olması beklenirdi. Olmadı… Çünkü kimse yeterince anlayamadı ne olup bittiğini. Herkes yaşanan sürece bir yorum getiriyor elbette. Öcalan’ın İslam’a vurgusundan Başbakan’ın kurnazlık peşinden oluşuna kadar bir dizi eleştiri, temkinlilik çağrıları, akil insan tartışmaları, yasal prosedürler gazete sayfalarını dolduruyor doldurmasına ama, gerçekte ne olup bittiğini ya da ne olacağını kimse anlamış değil…

Öcalan’ın mektubunu düz bir mantıkla yorumlamak da, Başbakan’ın açıklamalarını ciddiye alıp tartışmak da faydasız. Benim öncelikle bir edebiyatçı olarak gördüğüm şey, aslında bu toprakların “barış” denilen şeye uzak olduğu gerçeği. İşte bu uzaklığı mesele etmemiz gerekiyor, iktidarların ne dediğinden çok. Yıllar evvel “Eşik Cini” adlı öykü dergisini çıkartırken barış dosyası yapmayı düşünmüştük. Sonra edebiyatımıza yakından bakınca, aslında barışla ilgili öykü yazılmadığını fark edip hayal kırıklığı yaşadığımızı hatırlıyorum. Son yıllarda başladı barışla ilgili öyküler yazılmaya. Ama o kadar yeni ve eksik ki… Savaşla kurulmuş bir devlette sadece kahramanlık öykülerine ve şiirlerine yer verilmesi doğaldı, tarihin derinliklerine uzanan militarist söylemin kökleri, kanla sulanıp cesetlerle gübrelenmişken…

Bizim için barış, galip ile mağlup arasında yapılan bir anlaşma ya da iki güç arasında gerçekleşen bir uzlaşma anlamına geliyor daha çok. Belki bu barış, iki devlet ya da ordu arasında yapılıyorsa, anlaşmak ya da uzlaşmak yeterli olabilir. Ama iki halk, üstelik yan yana, iç içe geçmiş iki halk arasındaki bir barıştan söz ediliyorsa, anlaşma ya da uzlaşmadan daha fazlası lazım. Öncelikle iki tarafın da kendisine dönüp bakabileceği eleştirel bir ortamın oluşması gerekiyor. Bugüne kadar halklar neden barışmayı tercih etmedi sorusuyla başlanabilir düşünmeye. Hâlâ iki tarafın da derin kuşkular içinde olduğu ortada çünkü. HDK Heyeti’nin Karadeniz turunda yaşadıklarını, örgütlü bir provokasyonla karşılaşmalarıyla açıklamak yetersiz.

Sosyal demokrat olduğunu söyleyen bir emekli öğretmenin, övünerek Maraş katliamına katıldığını ve yeniden o olaylar yaşansa, aynı şeyleri yapacağı itirafını duymuştum bir defasında. 12 Eylül’den sonra sistemli bir şekilde örgütsüz bir toplum yaratıldığı, sonrasında da her tür radikalliğin yerini fanatikliğe bıraktığı bir gerçek. İnsanlardan radikalleşmeleri değil de fanatikleşmeleri istendi hep, siyasetsiz bir siyaset ortamı yaratılarak. Bu ortamdan en iyi faydalanan da Başbakan ve onun siyasi partisi oldu. Benzer bir fanatiklik Öcalan’a duyulan sevgide de görülebilir, her ne kadar Kürt hareketi geçen yıllar içinde, teorik ve örgütsel birikimini ciddi bir biçimde artırmış olsa da... İşin ilginci, Türk solunun Kürt hareketine yaklaşımındaki tepeden bakışı ve nasihat verme yarışı… Eğer illa biri nasihat verecekse, o nasihati Kürt hareketi verebilir ki, onların da bunu yapmaya pek niyeti yok. Boynuzun kulağı geçtiği ortada. Hatta bu boynuz kulak benzetmesi, Öcalan ve Kürt hareketi için de geçerli. Ama bu durum, Öcalan’ın Kürt hareketi içindeki önemini azaltmıyor elbette. Simgeleşmek böyle bir şey…

Paul Ricoeur, “uzlaşım” yerine iyi düşünülmüş ve tartışılmış “kanı”lar ve düşünceleri öneriyor Metis Yayınları’ndan çıkan “Neden Nasıl Düşünürüz?” adlı kitabın bir yerinde. Çünkü hakkaniyet, kalıcı bir barış için olmazsa olmaz tek koşul. Ve bu hakkaniyet çabası, öncelikle egemen olanın, yani devletin görevi. Gerillaların yasal güvence olmadan hem silahlarını, hem de cezaevlerindeki önderlerini ve arkadaşlarını bırakıp gideceklerini sanmak akıl kârı değil. Eğer bunu yapacaklarsa da bir karşılık beklemeleri çok doğal. Ama mesele de bu değil zaten. Mesele, bizim barıştan ne anladığımız ve barışı ne kadar arzuladığımız. Ricoeur’ün bahsettiği gibi iyi düşünülmüş ve etraflıca tartışılmış birtakım kanılara sahip olabilirsek ve bu kanıları demogojilerden arındırarak etik bir projeye dönüştürebilirsek, insanların ellerindeki silahlar kendiliğinden çalışamaz hâle gelir. Barışı kapsamlı bir proje olarak düşünmeden ve militarizmi toplumun kanından temizlemeden bu topraklarda rahat bir uyku uyumamız mümkün değil.

Bu aralar aslında canım biraz sıkkın. Paul Celan, Ingeborg Bachmann’a mektubunda şöyle yazar ya: “Hayat bize kolaylık göstermiyor.” Göstermeyince göstermiyor. Bir süredir Balıkçılar Kahvesi’ne uğramayan Macit Amca’yla Kadıköy İskelesi’nde karşılaştım geçenlerde. Önce sevinsem de, “Ne işin var burada” diye soramadan kolumdan tuttu ve beni İskele’nin yanındaki çay ocağına sürükledi. “Aramızda kalsın biraz ciddi bir hastalığım var. Çocuklar duysa şimdi endişelenirler” dedi, sanki ben az endişelenecekmişim gibi. Yanındaki poşetten o meşhur kara kaplı defterini çıkardı. Bütün hayatının, hatta daha fazlasının bulunduğu o gizemli defteri… Bana verdiği emanetin ağırlığıyla yaşıyorum o günden beri… Haftaya o kara kaplı defter…

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala "akil" olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Bülent USTA, Birgün Gazetesi'nde kaleme aldığı makale ve meramlarında değinmeye çabalandıklarımızı serimleyen, yeni rotalarda yeni karşılaşmalarda nelerle hemhal olabileceğimiz bahsinde önemli zihin çözümlemelerine olanak sağlayan yazılamalar gerçekleştiriyor. Uzlaşmadan Barış... başlıklı makalesinde de bu minvalde dikkatle satırları okunası, irdelenesi bir meram örneği karşımıza çıkartıyor. Bülent USTA ve Birgün Gazetesi'nin anlayışlarına binaen makaleyi sayfamıza iliştiriyoruz..

...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Belgesel: Ağlama Anne, Güzel Yerdeyim - Ümit KIVANÇ

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
emekbizimdir via nykhaos

>>>>>Poemé
Tarih Kötüdür - Barış PİRHASAN

İşte gençliğimin şiirleri
İlk gençliğimin
Güzel şeyler
Deli saçmaları
Beceriksizlikler
Şehvetle titreyen parmaklarla yazmışım onları.

Bir çocuk için
En güzeli
Belki bütün yazdıklarımın en güzeli
Gövdemi ılık
Kirli
Pırıl pırıl bir havuzda düşlerdim
Göğsümde nilüferler
Su çiçekleri

Garip bir çocuk dediler bana
İçine kapalı
Güçlü
Onun koluna girerdim
Zayıflığı çekerdi beni
Acımasız pırıltısı
Geceleyin kendini sevmesi
Organları

Çocukluğumun şiirleri
Hepsinde umarsız bir çığlık
Zavallı
Traji-komik
Şanlı tarihim:
Ne zorbalar geçmiş beynimden
Ne haksız kıyımlar olmuş gövdemde
Kimler can vermiş hapishanelerde
Hangi sınıf egemen?

İlk şiirlerim
Alaycı bir göz
Kirpiklerinde tohum
Düzensiz patlamalar
Yaralı omuzlarım
Biri kavga türküsü
Acemi
Çığlık çığlığa
Yarım

Bütün bunlar şimdi geçmişte kaldı
Çocukken yazdıklarım beni yüreklendiriyor
Bir budala gibi
Yoksul bütün halklar gibi
Şaşkın bir el yazısıyla
Ayaklanmalar tasarlıyorum.

kaynakça: şiir.gen.tr

Comments