Deuss Ex Machina # 187 - J'étais Mort Effrayée, Maintenant Je La Pense Un Arrangement Très Sage. Il Est Comme Une Lumière Qui Est éteinte

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_187_--_J'étais Mort Effrayée, Maintenant Je La Pense Un Arrangement Très Sage. Il Est Comme Une Lumière Qui Est éteinte

15 Ekim 2007 Pazartesi gecesi “canlı” olarak gerçekleştirilmiş programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Fennesz-5 (Editions Mego)
>2<-Fennesz-Blok M (Editions Mego)
>3<-Metamatics-Personal Jesus (Original Mix) (Hydrogen Dukebox)
>4<-Radiohead-15 Step (Not On Label)
>5<-Radiohead-Reckoner (Not On Label)
>6<-Radiohead-Weird Fishes / Arpeggi (Not On Label)
>7<-Fujiya & Miyagi-Casettesingle (Tirk)
>8<-Kettel-Any Waken Sly Blonda (Djak-Up-Bitch [DUB])
>9<-Kettel-Now Find Another Moon (Djak-Up-Bitch [DUB])
>10<-Tracey Thorn-Grand Canyon (Ada Vocal) (Virgin Records UK)


J'étais Mort Effrayée, Maintenant Je La Pense Un Arrangement Très Sage. Il Est Comme Une Lumière Qui Est éteinte Bölüm(187) – Kadrajın dışında kaldık, tükene tükene nihayetinde tab edilen resimlerdeki soluk birer gölge olduk. Bitmeyen Çilemiz “Persona”ya emanet... (IngBerg)

>>>>>Bildirgeç
Tahayyül ettiğimiz genişliğin sınırına vardığımızda yer alan bir kavram : “Yetişkinlik”. Özgün ve kendi doğruları ile anlaşılmaya / alışılmaya çalışılan yaşamın, daha henüz çok çok çok başlarında olduğumuzun belirtisidir aniden karşımıza çıkıveren bu kavram. Erdemli olmak için okumanın dahası hayırlı evlatlar olabilmenin gailelerinden, “başlangıç” noktalarından birisi. Aidiyetine haiz olduğumuz kendi dünyamızın sınırlarından “kamusal” alan kavramsallığına geçişimizden itibaren “yetişkinlik” bizim peşimizi bırakmayacak, ecele kadar bize yol gösterecek bir eşik tamlaması, fabl “karga”sı. Düzenin içinde kendince yer bulabilmenin, kafa dengi olmanın nelerle ölçüldüğünü arşınlayabilmenin ve en önemlisi gerçekliğin taban noktası. “Burası Yetişkinler Dünyası” : Hayaller Az Önce Tüketildi.

Keşmekeşler ile donatılmış, ara bağlantılarda bazen bilakis kaybolmaktan zevk aldığımız bir yumağın parçacığı olan “yetişkinlik” sığındığımız eski püskülüğün de üzerine üzerine adım atmaktan ziyadesiyle çekinmememiz gerekliliğini fısıl fısıl söyleyip durur. Seksenlerin başında doğmuş (bu satırların yazarı da dahil) olan her bir bireyin ikilemleri, geçişleri ile tabii büyümenin yanı sıra ekranların giderek şenlendiği, elini attığında teknolojik bir nimetin “yalnızlığı” giderdiğine kanaat getirilen öbek öbek deli saçmaları ile karşılaşıldığı, “az” yerine “bol bol” kavramının yerleşikleştirildiği, özümsendiği bir tecrübe düzeneği olarak da değerlendirebiliriz bu kavramı. Modern yaşam diye diye eninde sonunda belirsizliğin daha çok bizi içine çekmeye çabaladığı bir post-yaşam kuramsalında, hayalperestlik şimdilerin “Don Kişotluğu” olarak anılmakta.

Söylemler ve söylenenlerin daha çok tarışılarak ifade edildiği, nadide bir gelişmişliğin, açılımın, sözün vs. bile bazen günlerce “kamuoyu” önünde tartışılıp neticeye bağlandığı, bireylerin toplumsal ilermelerinin daha sağlıklı kılınabilmesi için neredeyse “kültürel” bir devinimin gerçekleştirildiği eni konu “ahir” dediğimiz zamanların üzerinden sadece yirmi sene geçmiş. Bilimin öngördükleri ile yaşamsal ve ananevi olanın ilettiklerinden bir “karma” çıkartabilmenin belki de en kolay olduğu zamanlardı tüm bu metodolojinin geçtiği günler. Ayırt edilemeyecek farklılıkların temas noktalarında derin sondajların yapıldığı; nicelik anlamında değil “nitelik” olarak da bireysel gelişimin savlanmasıydı tüm bu günlerin içeriği. Aradan yıllar geçtikten sonra ise fark edemediğimiz şey “yetişkinlik” sınırlarına girdiğimiz halde “atalarımızın” aynı hatalarını birer kere daha tekrar etmekten, kaçınmamamız: “Houston – Olduğumuz Yerde Saymaya Devam Ediyoruz. !!!”

Tüm bu yönelişimler, şimdilerde birer tüketim imgesi haline dönüşmüş bulunan yapay ortamlamaların sanallığını yıkabilmek içindi. “Tüketen” konumunda nihayet yükselmiş olan “yeni nesil” yetişkinler olarak karşı konulamayacak yönlendirmeler, işaret fişekleri ve reklam bombardımanları ile taaruzların neticesinde eski doyurganlığımızı, tahayyül sınırlarımızı, tahammül hoşgörülerimizi ve hüsnü-kabullerimizi giderek tabana / limitine indirmeye başladık. İstemsiz gibi gelebilecek yanılsamalarda dahi hep bir hinlik, hep bir birer bit yeniği topaçlaması keşfetmeye çabaladık. Sınırlarımızın sınırsızlığı bilginin nispeten arayan herkesin kolayca ulaşabileceği kadar engin bir ağ içinde paylaşımda olsa da “bilmemne[nokta]com” un “önerilerini” daha önemser olduk. Farkında olmadan tekrara düşüp düşüp, dial-up günlerimizi yâd eder hale döndük. Kitlesel gelişimin yerini birbirlerini alaşağı etmeye ant içmiş “hırçınlığın” sularına kulaç atarken uyandık. Belki bir kabus veyahutta bir yaşanmışlık ama genele vurduğumuzda gri bulutların eskisinden de fazla, üstelik daha basık bir biçimde üzerimize üzerimize eğilmesinin yegane sebeplerinden birisi de bu “aç gözlülük” değil midir? a) okur, b) yazar.


İnsallığın doğası gereği olarak bahsedilmiş bulunan sevinç ve hüzünlerimizi de “trendlerin” belirleyiciliğine bırakıverir olduk. Eleştirmekten çekinmediğimiz, sürekli aynı melodramın farklı yorumları olarak tamlanan, cilalanan, yenilendikçe çürükleri ortaya çıkan “seviler” arabesk temaşanın baştacı olarak lime lime edildiler. Sevinç ve kavuşmaların bir tık mesafesinde böylesi “banal” konular yüksek entelijansiyamızı da sıkıntıya sokacak bir biçimde bir virüs özelliği kazanmaya başladı. Asıl bahsedilmesi gereken “sevgi” bir ütopik macera olarak sterillendirildi, özenle hijyene erişilmezliğe ulaştırıldı. Alametlerin giderek kötüye doğru çıkması da bu çıkarsamaların artık birer “gerçek” olduğunu ortaya çıkartıyor. Vakitsiz, tedbirsiz en önemlisi hissiyatsız ve kimyası bozulmuş bir yaşam formu olmaya doğru koşar adım ilerliyoruz.

Deuss Ex Machina’nın bu haftaki önerisi olarak sizlerle paylaşacağımız olan çalışma da bu minvalde “arz-ı endam” eyliyor. Karşıt konulmaz bir şekilde, atfedilmiş olanı “adını da koyalım tam olsun” kay(ıp)bedenlerin müstesna yitirişlerinin nedenlerinden, sosyal fobilerimizin ve unuttuğumuz sevgilerin, ayrılışlarının eziciliğini, kırıcılığını aidiyetsiz bir melankoli dünyası içerisinde nakşeden “Radiohead” ve yedinci stüdyo çalışmaları olan “In Rainbows”a sözü getirmek istiyoruz. Özelinde 1992 yılında televizyonlarımızı sarsan bir konser performansı içerisinde “Ben Ne Halt Etmeye Buradayım ?” deyip fişin gerçekten bazı anlarda çekilmesini vaaz eden bir isimdi “Thom Yorke”. İstemsiz bir biçimde haddinden erken büyümeye başlayan “seksenler” kuşağının ergenliğinde önem arz eden birkaç parçadan ve gruptan bir diğeri daha hayatımızın içerisinde kendisine yer buluyordu. O günlerin ardından, Radiohead takdis etmeye, merak edenlerin merakını gidermeye, farklılıkların görsellikte olması dışında hemen hemen tüm sorunsalların müşterek olduğuna dair şarkılarını söylediler, paylaştılar. Tüm katı kurallar ile belirlenmiş “sosyal aidiyetleri” değişik metodlar ile herkesin anlayabileceği kıvamlarda sözlerle payladılar, birer “Rockstar” mertebesine ulaşmak yerine sizden, bizden birisi gibi, olduğundan ödün vermeden “melodik” akisleri ustalıkla ifşa ettiler. Payelerin geçici olduğunun hepimizden çok farkında olmaları bile onları “başımızın üzerinde” tutmamız için geçerli nedenlerden birisi oluyor.

Bu “insansı” yönü ağır basan müzikal hikayelendirmelerin bir devamlılığı olarak “In Rainbows” albümünü tanımlayabiliriz. Göçebe kültürü gibi dolanıp durduğumuz şu yerkürede sırtımızda giderek yüksek yüksek kuleler inşâ eden sorunları, başkalarının gittiği izlerin yerine “doğal” hallerinde irdeleyen ve çözümlemelerini barındıran bir kayıt bütünü. Bir yerden durdurulamayan modern zamanların, bir saliseliğine de olsa “ağır-çekim” tekrarında düştüğümüz ofsaytların, defansif kayıplarımızın gidip gidip de “gol” atamamamızı; öte yandan artık on beş senedir kendilerini takip eden dinleyicilerin de mustarip oldukları “kangren” halindeki depresif hallerden de adam akıllı yırtılabileceğinin ve bütün öz’ün çıkışın içte olduğunu ikrar eden bir çalışma “In Rainbows”.

Mp3 teknolojisinin giderek seküler/kullanımı ve ulaşımı kolay bir oynatıcı haline dönüşmesi ve herkesin imdisinde müzikle eş anlamlı bir tanımlamayı barındırması neticesinde, Radiohead’in sağladığı bir diğer değişiklikten de bahsetmek istiyoruz. Milyonlarca dolarlık birikintiler olarak görülen modern zamanların müzisyenlerinin birer motif olmaktan öteye götüremeyen, tüketim çılgınlığının vebali büyük aktörlerinden “plak endüstrisine” de okkalı bir yanıt olarak tamamen dinleyicilerin insiyatifine bırakılmış bir ücretlendirme ile grup, müziklerini aracısız bir biçimde sunmayı tercih etti. “Inrainbows.com” sitesi üzerinde yaklaşık 1.5 Milyon dinleyicinin de bu etkileşimli sunuya tepkisiz kalmaması, iyi müziğin tüm katı kurallar ile örülmüş yapılandırmalarından ırak bir biçimde ve gayet sade bir şekilde amacına yönelik olarak sunulabileceğini de kanıtlamayı başarıyor.

Johnny Greenwood’un Pitchformedia’ya vermiş olduğu mülakatta olduğu üzere “In Rainbows”; “Kid A” ile “Amnesiac” albümlerinin açmış olduğu eşiğin kimi zaman öncülü kimi zaman da tüm bu kurgu yumağını ve ses izleğinin ardındaki yansımasından müteşekkil. Stüdyo içerisindeki deneysel kurgulama yöntemleri ve yap boz teknikleri ile hali hazırda pek çok konserde dinletmiş oldukları parçalarında yeniden yaratılmasının önünün açıldığını belirtiyor. Gerçekten de eni konu 10 parçalık bir derleme kayıt ile tüm yaşamsallığın sınırlarında bir serüvene ortak olabilmek de çağımızın başkalaşmışlığının, teknolojik ilerleyiciliğinin ve tüketilmesine karşın kültürel verimin halen yerinde olabileceğini, etkisini sürdürebileceğini de gösteriyor.

Thom Yorke’nin geçtiğimiz yıl yayınlanmış bulunan solo çalışması “The Eraser”ın devamlılığını, Radiohead’in de müziğinde bu atonal, eklektik, deneyselliğin nerelere ilerletildiğini duyumsamak bir kazanım olarak hanemize yazılıyor. En başından söylediklerimizi tekrar edersek de; “yetişkinlik” sınırlarına dahil olmakla beraber hala derin endişeler ve korkular taşıyan kimlikler olarak, sancılarımız, uyum / uyumsuzluğumuz, aşk acısı gibi kişiden kişiye etkisini arttırıp azaltan gerçeklikler konusunda yardımcı olabilecek, rahatlatacak bir potansiyel “In Rainbows”un sosyolojik çatısını oluşturuyor.

2006 yılında gerçekleştirdikleri turnenin kapanış konseri olan “Kopenhag” da seslendirdikleri “15 Stop”; Birbiri içine yüklemlenmiş ses kolajı ile eklektik ses dehlizinde “Kid A” albümünde paylaşmış oldukları melankolik musikinin, aralara sıkıştırılmış söz öbekleri ile de nereden, nereye doğru meyil ettiklerini gösteren başarılı bir albüm açılışı gerçekleştiriyor. Bu belirsizlik konumundan istifade etmiş, melodik köprülerin, punk-blues-elektronika arasında sallandırıldığı, duvarlara atılmış çentikler gibi “vücut kapanları” mimleyen, yivleyip sert doz ile eleştiri yağmuruna tutan “Bodysnatchers”, Yitirilip kara deliğin içine terk edilen ayrılışların acısını, yürek burkan bir folk öğesi ile bütünleyen; sözlerde artık bir “alamet-i farika” haline gelmiş bulunan “Thom Yorke”nın sesini duymanız ile beraber ve birkaç kere ardı ardına dinlediğinizde gözyaşlarınızı akıtması olası “Nude” eskimiş defterlerinizin yeniden tek perde gösterime girmesini sağlıyor. İnsancıllığımızın, nasıl fersah fersah gerisine düştüğümüzün de acı bir kanıtı gibi öbek öbek artan bir melodram ile.

Pete Paphides’in 10 Ekim tarihinde Times gazetesinde yayınlanmış olan “In Rainbows” makalesinde değindiği; “Aphex Twin’in digi-folk saydamlaştırması “Richard D. James” albümünden aldıkları ilhamı gerçek enstrümanlar ile donatarak ortaya çıkartmaları” olarak tanımladığı; Post Rock doz arttırımına da tabii olabilecek yüksek bir performans ortaya çıkartan albümün yüksek noktalarından birisi olan “Weird Fishes / Arpeggi”; aksak ritimler ile başlayıp bir yağmur seremonisine dönüşen, “Resminin ortasında bir figürüm sadece, bütün istediğim sadece seninle yaşamı paylaşmak” sözlerine özellikle vurgu yapılan bir “Explosions In The Sky” ardılı güzelleme “All I Need” 3.50 dakika içerisinde tüm meramı anlatıyor. Deneysel tamlamaların, inayetine ulaşılmış bir meskun mahalde sakinlik tonajlı caz müziğinin, Yorkean yorumlaması “Reckoner” ile içsel hesaplaşmalarımızın derinlerinde bir artı bir eksi diyerek kendimizi tartabilmeyi, madalyonun öteki yüzüne göz atabilmeyi başarıyoruz.

Radiohead’in külliyatında alışık olmadığımız kadar açık kartlar ile oynanan bir durum müzikalleri olan “In Rainbows”da bir sonraki durağımız; “Americana” disiplini içinden kopup gelmiş hissi uyandıran ve pop ana akımının tüm zihinlerinde bir aydınlamayı sağlayacağına şimdiden kanaat getirdiğimiz “House Of Cards”, inkar edip, yıkılan hayallerin izini süren bir betimleme. Gerisin geriye dönüp her şeyi sıfırlamak için, daha fazla harcayacak vaktin, birkaç baharın daha olmayacak; sihir bitip tükenecek türetmesini üretmenizi sağlayan “metropol” insanına gerçek kaygıları için tasalanmaları gerektiğini hatırlatan, “Paranoid Android” türetmesi “Jigsaw Falling Into Place” bizleri finalde yer alan “Videotape” parçasına ulaştırıyor. Pitchforkmedia’nın deyiminden alıntılayarak “Kid A” Soundtrack’inin finali olan, keşmekeşliğimizi çelişik ilişkilerimizin üzerine bir güzelleme olan ve biten ilişkinin ardından, bütün olaya geniş bir bakış ile durum değerlendirmesini, biriktirilmiş olan öfkenin, koşulsuz tek taraflılığın eziciliğinde, infilak etmeden önce herşeyi açıklamanın “çat çat çat” diyerek gerçekliği yüzünüze vuracak bir gizli ahkam bombası “Videotape”.

Albümün şimdilik ulaşılabilir olan “düz versiyonu” burada nihayete eriyor. Parçaların birbirleri ile uyumunun daha ilk dinlencede fark edildiği bir kayıt; “In Rainbows”. Thom Yorke ve ajan şürekası, genleşmeye, deforme olmaya başlamış “şehirliliğin” acı yönlerinde iyi birer kurguyu ortaya çıkartmayı başarıyorlar. Naif bir müzikal izleği kabullenip tekrarlamak yerine, daha fazla deneyerek (ama ilham alarak, ama sentezini ortaya koyarak) bir karşı duruş gerçekleştiriyorlar. 15 yıldır kendilerini takip etmiş, onlarla beraber büyümüş dinleyicilere de anlamlı mesajlar taşıyorlar. Tüketilen nesiller olarak yok olmamak için, sıradan kalmamak için. Potansiyellerin olduğu gibi kabul görüldüğü ayrıntıların üzerinde savaşırmış gibi insanların birbirlerini denemedikleri bir Dünya yaratabilmek için. Cesurca ve ivedilikle... Tekrardan “Play” tuşuna basıyoruz: Modern çağların feylezoflarını dinlemek için için .....

Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Fennesz
Fennesz At Myspace
Fennesz At Mego
Metamatics At Hydrogen Dukebox
Metamatics / Norken At Myspace
Radiohead
Radiohead In Wikipedia
Radyokafa
Jonny Greenwood Talks In Rainbow At Pitchfork
Pitchfork’s Guide To In Rainbows
Radiohead In Rainbows Review At Proodos
Fujiya & Miyagi
Fujiya & Miyagi At Myspace
Tirk Records At Myspace
Kettel
Kettel At Myspace
Tracey Thorn
Tracey Thorn At Myspace

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
info[at]dinamo.fm - http://www.dinamo.fm/ - misak[at]dinamo.fm
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
Persona From Bergmanorama
© http://www.bergmanorama.com/
>>>>>Poemé
Ecce Puer- James JOYCE

Karanlık geçmişten
Bir çocuk doğuyor;
Sevinç ve üzünçle
Yüreğim parçalanıyor.

Dinginlik içinde beşikte
O yaşayan yatıyor.
Sevgi ve acıma
Açmalı gözlerini!

Körpe yaşam buğulandı
Camın üzerinde;
O fani dünya
Geliyor geçmeye.

Bir çocuk uyuyor:
Bir yaşlı adam öldü.
Ah, terk edilen baba,
Bağışla oğlunu!

15 Ocak 1932

Çeviri : Kenan HANOK

Comments

Radnor said…
biz genç çocuklar için radiohead kavramı oldukça uçsuz bucaksız bir derinlik barındırıyor,hayatı tüketirken müziği de tükettiğimiz gibi kendimizi de diğer nesneler misali harcıyoruz,bence radiohead'ten çıkan her tını bu manyakça içgüdüsel sahip olma arzumuzu kesen bir güç yayıyor bedene...eminim çoğu insan için çok romantik veya ezik bir durum bir müzik grubuna bu kadar saygı sevgi beslemek ama dayanaklar da sınırlı hayatta,bu ingilizlerin müziği de en samimilerinden ++tracey thorn da bir numerodur kalplerde
@radnor
Hoş geldin öncelikle,
Haklısın, kimlik keşmekeşimiz, irdelemeden dinlemeyi kavga etmeden tartışmayı becermemiz biraz da bu işin bu kadar büyülü hale gelmesini sağlıyor. Radiohead o hep gidip te dönülememiş olan uç noktalara bizden çok önce varmış da bize yol gösteren yüce abileri oynuyorlar. Oynuyorlar kaba kalır, gidipte çakılı kalmayın, sorunların içinde boğulmayın der gibi anlatıyor Yorke zaten. NME (her ne kadar eskisi gibi ciddiyeti kalmamış olsa da) bile bütün kritiklerden ayrı sadece onları anlatan iki sayfada bu minvalde şeylerin altını çiziyor. Evet büyüyoruz ama bilmeden ve görmeden hiç değilse dinlemeden olmasın kabahatlarimiz.
Benzeş duruşu, çirkin ördek diyorlar ama öyle iyi bir ses olsun ben de kaz olayım yanisi Tracy Thorn, Ben Watt ile gerçekten etkileşimli bir ikiliydiler. Ancak solo albümde de aslolanın biraz da doğru tonlama, haleti ruhiye cümbüşlerinin kıvamlı kullanımı olunca, aradaki hırpalanmışlık hariç hala etkin ve hala çok iyi bir dinlence sunuyor.
Müzik bazen bir çok cümlenin söylediği şeyi en kısa sürede anlatır. Hiç anlamadan, anlamlandırılmadan, sessizce çok hem de çok...