Deuss Ex Machina # 266 - Cubra Las Ventanas Y Las Paredes

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_266_--_Cubra Las Ventanas Y Las Paredes

07 Eylül 2009 Pazartesi gecesi "banttan" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Album Of The Week: Ducktails-Landscapes (Olde English Spelling Bee)
>1<-Ducktails-Deck Observatory (Olde English Spelling Bee)
>2<-Ducktails-Seagull's Flight (Olde English Spelling Bee)
>>>>>Myspace Keşifleri / Talents From Myspace<<<<<
>3<-Jam's-Echos Du Coeur (Self Released)
>4<-Jam's-Sentiments Eparpillés (Self Released)
>5<-Ochre-Raido (Benbecula)
>6<-Ochre-Lunar Suburbia (Benbecula)
>7<-aAirial-Untitled #3 (Self Released)
>8<-aAirial-Useless Tune (Self Released)
>9<-Lusine-Tin Hat (Ghostly International)
>10<-Lusine-Double Vision (Ghostly International)
>11<-Dub FX-Intensions (Self Released)
>12<-Dub FX-Love Someone (Self Released)

Cubra Las Ventanas Y Las Paredes (266) – Duraksanmamış Arsızlığın Kinlere Yolu Açık Tuttuğu Bir Zaman Mevhumunda, Hangi Derede Hangi Arada Yolumuzu Düze Çıkartacağız? Fikri Nedir Seslere Ne Zaman Kavuşturacağız? Özgürce, Korkulara Gerek Olmadan, Boynumuzdaki İlmiğimiz 29 Yaşına Girmiş İken Sormak Lazımgelir: Quo Vadis? (Eylül – Zor Günlükler)

>>>>>Bildirgeç
Fikri tespitlerin dayanacağı yegane önemli unsurun kendi içerisinde olabildiğince tutarlı bir biçimde kurulması ve yapılandırılması olduğuna hemfikiriz. Söz ve beraberinde eklenen her bir detayın ancak ve ancak bu hattın üzerinde varlığını şekillendirip, kesin olmasa bile doğruyu aramak sözkonusu olduğunda bizlere yardımcı olacağı su götürmez bir gerçeklik. Nedensiz fırtınaların zihinlerde oluşturduğu bulanıklığın, âna ve gündeme göre aniden değişim gösteren yüzeyselliklerin ise ufkun yakalanabilmesini, değişkenliklerin türlü çeşit ötesini uygulanabilirliğine mani olması da kaçınılmaz bir öğe. Şimdi ve burada olabildiğince tekil söylemlerin, kendimiz söylüyoruz kendimiz yine bile bile aynı hatalara bağımlı kalıyoruz bakışımının da enikonu katıcıllaşmaya başladığından dem vurulabiliriz İcazet duyulmamasına karşın mümkün olanı tahsis edebilmek için elde kalan bilgi ve birikimin de bu yolla heba edilmesi açıkcası düşündürücü son kertede. Vakıf olunan her bilginin uygulanabilirliğinden tutun da, düşünselliğe katkılarına kadar ötesi berisi son derece iyi gözlemlerle beraber pekiştirilebilen söylemler geliştirmek niye bu kadar zordur. Her güzergahın neredeyse aynı kapıya çıktığı argümanları birbiri peşisıra takip edip, ilintileyerek nereye kadar çıkmazlardan çıkmaz beğeneceğiz. Soruların ve esasında sorunların çözümsüzlüğünün fayda değil aksine zarar getirdiğinin farkına varamayacak mıyız? Yaşadığımız müddetçe boyunduruğu altında bulunup, neredeyse hiç hareket etmeden sabitlikle terbiye edilmeye, yönsüz, sabit bakışlarla hemhal olmaya devam mı edeceğiz? Kendi içerisinde bu kadar tutarsızlık fiili bir biçimde ayan beyan ortada iken utanmaya vakit bulabilecek miyiz? Utanabilecek miyiz? En başında, ilerlediğimizi sandığımız ileri noktalarda hala kendi ayağımıza yeni bağlar bulmaya devam ediyoruz. Takılıp da düşmek için. Sorunların merkezine değil etrafında kopartılanlara ilgimizi canlı tutmaya devam ettikçe epeyce bir süre daha aynı rutinin bileşenleri halinde bulunacağız. Sözün bittiği noktalarda vah vahlanmaktan bir fazlasına teşebbüs dahi etmeyeceğiz. Bu mudur hakkaniyetli bir biçimde insanlığın gerekliliğini talep etmenin karşılığı. İnsana dair olanın teferruatlardan arınmış hallerinde yaşanabilir kılınmasını sağlamak için çaba göstermek zul müdür? Bu kadar karaşınlığın sonucunda gün gelip de hesabını verebilecek miyiz, uygulamaya bir türlü koyamadığımız, gerçekliğini sorgulamadan tenkitte bulunduğumuz fikirlerimizin? Sözü yarıda tüm işleri havada nadasa terki diyar mı eyleyeceğiz? Kuma gömülmüş devekuşları misali herşeyden bir haber olduğumuz masalına kendimizi daha da fazla inandırarak. Konforlu modern şehirlerimizin ‘cubicle’ hücrelerinde ayan beyan herşeyden soyutlandığımızı sanarak.

Bu notun yazılmaya çalışıldığı 7 Eylül gününün sabah saatlerinde şehr-İstanbul’un, yükünü çekmekte olan İkitelli, Mahmutbey ve Halkalı semtlerinde bu çelimsiz fikri ayrıştırmaların, bir türlü doğrusuna karar verememelerin neticesinde yitirilen insanların varlığına şahitlik ettik. Sabahın mahmurluğunu yırtarcasına ortalığı yıkıp geçen yağmur-sel felaketinin düşündürdükleri bu çıkarsamaları beraberinde getirmekte. Bir şehir düşününüz ki hemen pek çok şeyi Allah’a emanet biçimde eğri büğrü korunmaya, yaşanabilir kılınmaya çalışılsın. Bile bile fikri hataların ısrarcılığında inanılmaz bir biçimde inat edilsin. Elde tutulan gözle görülen problemlerden dem vurulduğunda kimsecikler üzerlerine alınmak zorunda hissetmesin. Kaldı ki, zorunluluklar yerine getirilsin. Bir şekilde oluşan doğal felaketlerinin de hemen tümünde aynı argümanlar sergilensin. Milletimizin yanındayız, yaraları saracağız, zararı tazmin edeceğiz. Dönüp dolaşılan, zamanın hızlıca ilerlemesine karşın bürokrasimizin, siyasi elitimizin vesair yönetici addedilmiş olan seçilmişlerimizin bizlere uygun buldukları yeterli açıklamaların hepi topu bu üç cümlecik içerisinde saklı. Fikrin mealen özü bu kadar sabit. Geliştirmelerin, cana önem vermelerin, koskocaman bir şehrin yönetiminin idrakından olabildiğince seri bir biçimde kendini koruma yolunu tercih etmek. Sorumluluk söz konusu olduğunda işi takdiri ilahi kolaycılığına, oralar çok su aldığında devreye sokulabilecek doğanın intikamına, insanlık olarak kendimiz ettik sonucunu da hepimiz ödedik basiretsizliğine bağlantılamak yekten mümkün kılınıyor. Nasıl olsa demokrasi dediğimizi halkın kendi kendini yönetmesi başlığından uzaklara taşıyalı, sorumluluğu olan herkeslerin aynı ölçülerde bu kentte elbirliğiyle yapması gerekenleri zamanında hatırlatamadığımız bir gerçeğin içerisindeyiz. Çemberin içi ve dışı aynı yoğunlulukta sorumsuzluk örnekleriyle şenlendirilmiş bir biçimde açmazlar silsilesi.Doğal etkenlerin karşısında mümkünatlar dahilinde ayakta durabildikçe memleketler belirli seviyelere ve medeniyete ulaşmıştır. Hepi topu aynı olgularla durmaksızın iliştirilen fikir yürütüyoruz sahteciliğinin, derme çatma kent planlamacılığının, istimlak edilmesi gerekli iken durmadan mesken ve işyeri halinde konut bina edebilmenin göz yumulduğu (nedendir acaba?) dere yataklarının iskana açılmasının, birbirinin peşisıra teferruatları çoktan esgeçilmiş kent yapılarının tanzimindeki aceleciliğin (geçitler, köprüler, sahil şeridi düzenlemeleri vs.), doğanın kendisinden nemalanmak için hesap sorulursa diyerekten direk topu taça atmaların, ikidebir konuyu doğanın hınç almasına getirenlerin aslında her sene o sözünü ettikleri doğadan daha da fazla yaşam alanlarını tahrip etmelerinin mümkün kılındığı bir kentte daha ötesini düşünebilmek şu anda masalları çağrıştırıyor. Herşeyden uzakta ve her durumda kati suçlu bulunabilecek bir ülkede yönetişim de yöneticilik de bu kadar tavizsiz kör kör göz parmağıma sürdürülüyor. Eksik olan husuların tatbikinden, yenilenebilirliğinden sürekli yapabiliriz söz ve gayesinden ise ancak iş işten geçtikten sonra taa ki bir daha başımıza nicesinden geleceğini tahmin dahi etmediğimiz bir doğa olayına kadar hatırlanmayacak olan vecizler ilişitirilyor. Gürül gürül boş vaatler sıralanıyor. Dinledikçe insan olanı iyice düşündüren, hadi canım sizde dedirten vurgulamalar, vesairi kinayeli tenkitler, bizden öncekiler, sıranın en dibindekiler yapmamışlardı biz yapacağız gibi kolaycıl lokmalar.

Yarıda bırakılan her cümle gibi kuvveti bir türlü doğrusunu tesis etmeye yetmeyenlerin şehir yönetmek konusunda herkesleri paylaması bu konunun daha da derinleştirilebilir bir diğer yüzünü tanımlar. Kısa ve net bir biçimde. Tavır alınması gerekli olan sorumluluğun beraberinde getirdiklerini ne kadar uygun bir biçimde uygulayanları başımıza yönetici seçtiğimiz gerçeğidir. Yitirilen insanların pek çoğunun gerekli uyarılar ve önlemler alınmadığı için yitirilmesinin hesabının sorulmasıdır. Devletin varlığının sadece sözcükler, imalar veyahutta topyekün iş işten geçtikten sonra yapılan açıklamalar, şatafatlı cümlelerle olmayacağı bilincinin farkındalılığına ulaşılmasıdır. Nüfus artış hızına paralel olarak bir türlü hizasına tam olarak oturtulmayan barınma hakkının, mesken ediniminin nasıl şartlarla ve nereleri kapsadığının ifşaasının açık ve seçik olarak ilanının talep edilmesidir. Aradan geçen on beş yılda Ayamama deresi gibi ıslahını tamamlamadıkları derelerin kıyısında yaşam ve iş sahalarının yapılandırılmasına dair hangi uyarıların yürürlüğe konulduğunun talebidir? Yaşanan her doğal felaketin doğal olmayan sonuçlarında mutlaka suçu biryerlerde aramamanın gerekliliğinin kanıksanmasını talep etmektir. İnsan olabilmenin, 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti sıfatını taşıyacak bir Büyükşehiri mi yoksa eksikler yamanarak ayakta tutulan bir Megaköyün hemşerileri mi olduğumuzun açık ve seçik yanıtının talebidir? Kesinliklerin, fikirlerin sabit kılınmasının getirdiği geveşekliğin, adam sendeciliğin hudutlarında yitirtilmiş otuzbir canın hemen ardı sözün taşınması gerekenlerdir. Hataları kabul edemedikten, yanlıştan dönemedikten sonra kaseti başa sarıp hep aynı bölümleri işittirmek, tekrar etmek de büyüklerimizin boynunda ağır bir yük olsun. Notu ve cümlelerimizi, İsmet Berkan'ın “O Minibüse Bir Daha Bakın” başlıklı makalesinden yaptığımız alıntı ile noktalayalım:

Önce içinde beş, tepesinde ise bir başka araçtan gelen bir kişinin bulunduğu bir minibüsün suda sürüklenmesini, bir otobüse çarpmasını ve o altı kişinin insanüstü gayretlerle kendilerini kurtarıp otobüsün üzerine tırmanmasını bir fotoroman gibi kare kare izledik fotoğrafların yansıdığı ekranda.
Ardından bir başka can pazarına, İkitelli’deki TIR garajında yıkıntıların, enkazın ve çamurun içinden kurtulmaya çalışan iki kişinin yaşam mücadelesi kare kare geldi önümüze.
Sonra... Sonra yerde yatan cesetler.
***
Tam yedi kişi, tam yedi kadın, sel ve çamur üstlerine akınca daha yeni bindikleri bir minibüsün içinde sıkışmış ve ölümlerin en korkuncuyla karşılaşmışlardı.
O minibüsün fotoğrafını birinci sayfamıza koyduk.
Bakın, görün.
Yedi emekçi kadının dün sabah öyle feci biçimde ölmeseler nasıl bir hayata mahkûm olduğunu, her gün fabrikadaki işlerine nasıl bir tabutun içinde gidip geldiklerini görün.
Onlara oturacak bir koltuğu, bütün gün çalıştıktan sonra yorgun argın eve dönerken etraflarını seyredecekleri ve belki bir nefes alacakları bir pencereyi bile çok gören o patronlarını merak ediyorum şimdi.
O yedi emekçi kadın için vicdan azabı çekiyor mu acaba? Düşünüyor mu, bu nakliye aracı yerine adam gibi bir servis aracı kiralasaydım, o çalışanlarım bugün hayatta olabilirdi, diye? Bir damla gözyaşı dökecek mi ölen yedi kadının ardından, ‘Ben onları daha yaşarlarken ölüme mahkûm ettim’ diyerek içi sızlayacak mı?
Acaba insan taşımaya uygun bir servis aracı tutmayarak ya da almayarak sağladığı tasarruf ne kadardır? O paraya değer miydi yedi insanın hayatı?
***
İyi bakın o minibüsün resmine.
İnsanlığımızın, insanlıktan uzaklığımızın resmine. Etrafımızda yaşanmakta olan ve dünkü gibi ansızın sona eren hayatlara karşı duyarsızlığımıza, vurdumduymazlığımıza iyi bakın.
İçi çamur dolmuş o minibüse iyi bakın.
Ben o resme bakakaldım. Şöyle okkalı bir küfür bile savuramadım. Nefesim kesildi. O insanların nasıl öldüğünü düşündükçe gözlerim doldu.
İsterim ki siz de iyi bakın o resme.
O minibüsün içinde geçen hayatları ve o hayatların bitiş şeklini getirmeye çalışın gözlerinizin önüne.
İsterim ki o fabrikanın patronu da iyi baksın resme. Kendini hayal etsin o minibüsün içinde veya ailesini, çocuklarını.
” (10.09.2009)

Genişletmeye çabaladığımız her bakışımda muğlaklıkla yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Düzü tersi yolu öte taraflardan besleyerek rutin olarak sağlanmışlığın dışarısını imlemeye gayret ediyoruz. Her seferinde ha gayret bu sefer olacak dediğimiz anlarda yine yeniden kendimizi o darlaşmış kapsamsız kıyılarda buluyoruz. Değişimi beraberinde getirmeye çabaladığımız durumları da böylelikle heba etmek belirli bir noktadan sonra kanıksanan alaşımı belirginleştiriyor. Yoksunluk dahilinde bıraktırıldıkça söz yeni eşiklere ulaşamıyor. Ulaştırılmıyor. Önüne biriktirilen engellemeler bir şekilde salt muğlaklıkla buluşturuluyor. Fikir kendi rotasında belirginleşmeye başladığı andan itibaren sizin, bizim ayrışımına gebe bıraktırılması da bu değişkenliklerin kurgulanabilmesinde ne kadar fazlaca ayrışıma yakın durduğumuzu göstermekte. Kendiliğinden başlatılabilecek herhangi bir adımın dahi mutlak kesin hatlarının, o çok bonkörce bahsedilmiş gibi ikide bir kafamıza kakılıp duran kırmızı kırmızı çizgilerin sağladığı sözde özgürlük ortamının bir kademe dahil ötesini meşrulaştıramıyor. Aksine daha da fazla çelimsizlikle, daha yolun başında pek çoklarımızı pes ettirmeyi başarıyor. Eğrisi doğrusu bir kazanım için herkesin aynı tepkimelerle aynı doğruların peşine böylesi bir bilgiye erişim çağında mümkün değilken bunu talep etmek deyim uygunsa abesle iştigale kapı aralatıyor. Salt sözcük veyahutta fikirlerin düzen olarak sunulmuş eğriliklerin bir kısmına alternatif oluşturmasını bile isteye yok saymaya başka uygunca bir tanım lügatımızda bulunmuyor. Geçmiş ve gelecek arasında bir odağı ileriye taşıyabilmek, yoksaymaktan bir türlü fark edemediğimiz hatalarımızdan dersler çıkartabilmek için elde kalan bakışımların mümkün mertebe yolunu açmamızın gerekliliği bir kere daha hatırlara düşüyor. Geçtiğimiz Pazartesi akşamı Dinamo FM 103.8’de sizlerle paylaştığımız Deuss Ex Machina programı dahilinde birbirlerine paralel seslerle bu derinlerde bıraktırılmış olan muğlaklığın yüzeylerine doğru müzikal bir seyyahlık gerçekleştirmeye çalıştık. Yönü ve fikriyatlarıyla hep aynı noktalara hücüm etmekten imtina eden, zihinde çoruşmaya yüz tutmuş, dahası unutulmuş ayrıntılar ile yeniden buluşabilmek için vesile teşkil etmesini temenni ederek. Durmaksızın aynı kemikleşmiş argümanların her daim karşımıza çıkartmış olduğu savların ötesinde nelerin bizleri bekleyebileceğine kafa yormaya çalıştık. Elbette değişimler şimdiye kadar sabitlenmiş olan doğru bildiklerimize dair çıkarsamalar yaparak, onları sorgulayarak sağlanabilir. Ancak en başından bu yana inandığımız hayata bir kademe daha yaklaştıran ve bu girdap halini almış yanlışlıkların aşılabilmesinde kararınca bir katkı sağlayacak olan seslerin izlerine itimat etmeye devam ediyoruz. Geçişler ve ani dönüşümler ile bir anda oldu bittilere teslim edilen yeni gerçekliklerimizin aslında ne kadar uzağında durduğumuzun farkına vardırabilirsek ne ala. Bu minvalde oluşturduğu mizansenleriyle kimi zaman teatral bir zaman yolculuğu, kimi zaman da geleceğe dair önermelerde bulunmayı kendine vazife edinen Matthew Mondanile aka Ducktails’i Olde English Spelling Bee etiketiyle yayınlanmış olan Landscapes albümü aracılığında küçük anektodlarla sizlere sunuyoruz. Alternatif müzik kendi ekseni etrafında mümkün mertebe deneysellikten beslenen açılımları gerçekçi kılmış bir disiplin. Belirginleştirilmiş ses öğelerinin ve müzikal sınıflandırmaların tavizsiz bir biçimde sahip çıkıldığı popüler müziği de duyumsamak mümkün. Tam tersi zor dinlenceliklerin anahtarını elinde tutan emprovize kurgulamaların çeşitlemelerini de. Bütününde hemhal ettirilmiş seslerin önyargı duvarlarını eksiltmeye, aşmaya doğru teşebbüs edildiğinden de dem vurabiliriz her halükarda. Bağ kurulan her yeni ses ve müzikal izlek bir noktada eskinin de aynalanmasıdır. Tüketime sunulmuş kulağa aşina gelen kayıtların tutturdukları yolların daha detaylandırılmış örneklerini de bu duruma dahil edebiliriz. Alternatif üst başlığı altında şekillendirilmiş olan her yeni aynı zamanda geleneksel olan dinlenceliği de genişletme imkanı sağlar. Büyükçe bir hazne içerisinde gelişitirilmeye müsait ses çözümlendikçe, ilave edilen her yeni tonal atakla, yorumlamayla beraber bu disturun devamlılığını da sağlamakta. Tutulan form ve üretilen çeşitlemelerle beraber şimdilerde bu damıtımı son derece yaratıcı gözlemlerle kayıt altına almakta olan bir isim Matthew Mondiale ya da Ducktails. 80’li yılların kültleşmiş, kanıksanmış popu ile ilintilediği 70’lerde ivme kazanmış olan psychedelic müziğin birleştirildiği bir kurgunun şimdinin alternatif ses yelpazesinde tanımlandırılmış hallerinde kayıtlar ortaya çıkartmakta. Nostalji öğesini kendini aynen tekrar eden biçimlerde değil de işin espirisine enikonu kafa yorulmuş nitelikli örneklemlerden bahis açmak konusunda da yeterli referanslar barındıran bir müzik oluşturmakta. Birbiri takip eden seriler halinde yayınlanmış olan kayıtlarında da bu türler arasında geçişler ve deneysellikleri duyumsamak mümkün. En başından bu yana kollektif bir izlek sunmayı başarmış olan Kaset kültürünün de savunucularından bir prodüktör. Spencer Clark, James Ferraro ve Steve Warwick gibi isimlerle tanışıklığının ardından birbirleri arasında ürettikleri kayıtları paylaştıkları bir sistem olarak kaset kısa sürede müziğinin başat öğelerinden birisi haline gelir. Başından veyahutta ortasından dinlemek mecburuiyetinde olmadığımız compact disc, mp3 gibi teknolojik atılımlara karşın, dinlenilen kayda ortak oldukça, sabır gösterildikçe kulaklarda yer edinen detaylar ve şenlikli kurgular arasında bağlar ortaya çıkartan kasetin müziğine daha uygun olduğunun da her vesileyle altını çizmekte. Kayıt kendi içerisinde dönüştükçe, eklenen katmanlar, çıkartılan öğelerle beraber tüketim metasından daha farklı bir serüven karşımıza çıkartılır Ducktails kayıtlarında. Eğitimini tamamladıktan sonra Massachusetts’de yaşadığı yedi yıl içerisinde şeklini kazanmış bir proje olur Ducktails. Belirgin ayrışımlarla somut bir doğa müziğinin de duyumsatıldığından bahsedebiliriz, bu modern kent algısının dışındaki alanlarda türetilmiş kayıtlarda. Kurucusu olduğu Future Sound Recordings etiketinden 2007 yılında yayınlanan 1992 Demo kaydı ile uzun külliyatının ilk örneğini dinleyicilerle paylaşır. Dışarıdan tamamen ayrıştırılıp, izole edilmiş bir mekan dahilinde kotarılmış ev hali kayıtlardan mülhem bir toplama çalışmadır 1992 Demo. Olduğu gibi ham halleriyle ileride kulaklara çalınacak olan Ducktails formunun da belirgin öğelerinin başlangıç noktalarını kayıt dahilinde irdeleyebilmek mümkün. İlk yüzün açılış parçası olan ‘Crystal Vision’ derinleştirilmiş gitar partisyonu üzerinde kurgulanmış, Lynchvari yönetmenlerin filmlerinden apartılmış izlenimi uyandıran efektler yardımıyla şeklini bulmuş yarı melankolik bir başlangıcı sağlar. Tam aksi bir istikametin kurgusu olarak kayıtta yer bulan ‘Pizza Time’ ise alabildiğince disko-funk bağlarıyla 80’li yıllara bir selam işlevi gösterir. Kasedin B-yüzü ise ‘Theme To Cruisin’den başlayıp nihayetinde ‘Double Dream’le sona eren yedi dakikalık bir emporvizasyon çoğaltımını tanımlandırır. Bozulup yeniden türetilen her bir sesle beraber, geçmişe ayna tutulmakta olan bir çağrışımlar dizisi kulaklara ulaştırılır. Yolun alternatif kanadında damıtılmış seslerin pekala rahat dinlencelik içerisine de değerlerini taşıyabileceğini afişe eden bir denemedir, deneyimlemedir 1992 Demo.02 katalog numarasıyla yayınlanmış olan ve kayıtlarının Berlin’de gerçekleştirildiği Dreams In Mirror Field kısaçaları ise tamamıyla başkalaşmış seslerin evreninde tasarlanmış izlenimi uyandıran, sesleri mikroskopik ölçekte yeniden kurgulama yolunun tercih edildiği, ağırlıklı olarak drone neşriyatına uygun gidecek öğeler ihtiva eden bir güzelleme halini tanımlandırır. 15’er dakikalık iki ayrı bölümün birbirleriyle uyumlu bir biçimde yer yer sertleştirilmiş endüstriyel ses kuşaklarına da yolu bağlantılanan bir hücum kayıt olduğundan da bahsedebiliriz. Tonal vurguların en naif örnekleriyle açılan her iki parçanın ilerleyen dakikaları boyunca dinleyene hayata dair sorular sordurmayı başaran pek çok farklı bakışımı bir arada şekillendirildiği detaylar karşımıza çıkartır Matthew Mondanile. Yeni Akım Folk / Americana ile Disko Funk temellerinin birbirlerinden yadsınamaz bir biçimde ayrıksı duruşlarına karşın tek bir potada nasıl kurgulanabilir sorusunun yanıtı olan II debut albümü bir tür özet kabilinden sanatçının türler arasında geçişlerine dair öğeleri barındırır. Serin bir yaz dinlenceliği halinde pop tasvirinin minimalist gitar akorlarıyla buluşturulduğu ‘Tropical Heat’le kayıt açılır. Kısa süresine karşın kırsal bir melodi ezgisi halinde süreduran ‘Backyard’ psychedelic ‘The Mall’ parçasına ilintilenir. Kurgu ilerlemekte iken durmaksızın bir ses yelpazesi değişimine de vakıf olunur. Yüzeyler belli belirsiz pop nağmeleri ortaya çıkartıken durmaksızın devinim halinde bulunan döngüler, ses kesitleri, katmanlarla beraber ‘Afternoons Tray Sliders’ gibi bir nevi şahsına münhasır örneklerin de çalışma içerisinde kaydı daha öznel kılan çalışmalar arasında gösterebiliriz. Beach Boys gibi surf müziğinin tanımlandıran ekiplerden birisinin şimdiki zamana taşınmış halleri üzerinde belirginleşen ‘Let’s Rock The Beach’, düşük yoğunluklu gitarların giderek ağırlaşan drone eksenine dahil olduğu ‘Status Quo’ ile kaydın finaline ulaşırız. Bungalow Records gibi geçmişin popüler müziğinden yenilik peşinde koşan türetimlerle bağlar barındıran elektronik kurmaca ‘Neptune City, NJ’ kaydın derinlerine saklı bırakılmış olan zamanın gerçekliliğini sorgulatan bir düzenleme olur. Ducktails başlığı altında yayınlanmış kayıtların hemen tümüne sirayet etmiş olan sahte nostalji dalgasına karşı da esaslı bir yanıttır II. Los Angeles’lı kendin pişir kendin paylaş etiketi olan Not Not Fun’dan yayınlanmış ikinci albüm Ducktails içerisinde bu benzeşen hat üzerinde yavaş yavaş taşların yerine oturtulduğu bir devamlılık kaydı olur. Eski kayıtlarda yer edinmiş parçaların üzerine yapılan deneysel yorumların ve yenilikçi bakışımla kotarılmış önermelerin de paralel bir biçimde devamlılığının sağlandığı bir albüm olur Ducktails. Herşeyden önce bahsedilmesi elzem olan ne kadar atıl durumda bırakılmış olursa olsun 80’lerin popüler müziğinden fazlasıyla feyz almış bir albümdür. New Age’inden Brian Eno’nun isim babası olduğu Ambient’a, Asansör Müzikleri olarak da tarif edilen standartları fazla zorlamayan uysal, rahat dinlenceliklere, Psychedelic Rock’tan Americana’ya varan bir ses yelpazesinin varlığının altını çizmeliyiz. Orkestral kurgusuna bağdaşık bir biçimde melodikanın Ambient kavislerinde tasarlandığı, biçim kazandırıldığı ‘Beach Point Pleasant’, öncül halinden bambaşka bir yoruma dönüştürülmüş techno vuruşların alttan alta kendini hissettirdiği ‘Pizza Time’, puslu yıldızlı gecelerin müziği halinde duru perküsyon vuruşlarının şenlendirdiği ‘Horizon’ ve ‘Daily Vacation’ gibi reggae’nin Amerika’nın batı sahillerine ulaştırıldığında nasıl bir kimlikle karşımıza çıkabileceğinin örneklemi ‘Daily Vacation’ gibi sürprizler kulaklarımıza çalınır. Albümün kapanışında yer edinen 11 dakikalık ‘Surf’s Up’ bütün bu eksenler ve disiplinler arasında dolaştırılan müziğin nihayetinde varacağı sonucu basit bir biçimde ileten, yoğun ambient dokunuşlarına sahne olan bir betimleme olur. Ne bir eksik ne bir fazla.Olde English Spelling Bee şirketinden sunulan ‘Landscapes’ albümü bütün olarak yukarıda değinmeye çalıştığımız müzikal yansıların katmanları üzerine eklemlenmiş yeniyi aramakta olan bir çeşitleme. Toplu gösterim. Bütün o yıllanmış müziklere dair önemsenmemiş, üzerinde durulmamış detayları belirgin hale getirmeye çalışan bir dinleyici / üreticinin iş o raddeye geldiğinde nasıl bir dönüşümle ve zamana uygun bir biçimde kayıtlar gerçekleştirmesi gerektiğinin alenen ders alınası kaydını oluşturur. Özet kabilinden rahatlıkla dinlenebilecek gürültü kavislerinin deyim uygunsa teoride oluşturulan pek çok tasarının nasıl yarıda kaldığını daha rahat bir biçimde anlamlandırmamıza vesile teşkil eden işinin ehli bir prodüksiyon olduğunu belirtmeliyiz. Yine yeniden fazlasıyla temizlenmeden ait olduğu özün kirli seslerini itiva eden, sesin compact disc’e aktarımına karşın hala analog tınlamasını sağlayan eski takısının devamlılığının sağlandığını söylemeliyiz. Kulağa basit gelen bir synthesizer tınısını dönüştüre dönüştüre sonunda Ambient rock haleti ruhiyesine ulaştırıldığı ‘On The Boardwalk’ ile albüm açılır. 80’lerin Hair Metal gruplarının dış görünüşleri dışında müziğe armağan ettikleri gitar tekniğinin izdüşümü olarak kısaltabileceğimiz bir havanın yankılandığı, albümdeki enerji patlamalarından ilki olan ‘Landrunner’ gibi ani geçişler albümün bir kaç satır önce değindiğimiz iddialı duruşunu da sağlamlaştırır. Hemen ardılında yer alan ‘Roses’ ise bir önceki parçanın hırçınlığını alaşağı edercesine yine aynı akordan yola çıkarak yapılandırılan düşük tempolu bir ağıdın tasvirini üstlenir. Programımız içerisinde de paylaştğımız ‘Deck Observatory’ Ambient nüvesinde başkalaşmaya yüz tutmuş olan minimalist yakaşımın tonu iyice belirginleştirildiği kavislerinde dolaşan bir kurgu dinleyene iletilir. 70’lerin ozan yorumcu kimliğinde dinlediklerimizle bağdaşık türetimi olan ‘Spring’, tek başına gitarın bu kadar rahat bir biçimde blues damarlarına zerk edildiği bir yorumlamaya ev sahipliği yapan ‘Wishes’, Klaus Schulze, Tangerine Dream gibi zamanında çok çok muktedir kayıtların altına imzalarını atmış isim / grupların Ambient kapsamında derledikleri somut müziğin izlerinde yol alma gayretinde olan ‘Seagull’s Flight’ ile albümün final noktasına ulaşırız. ‘House Of Mirrors’ Portland cenahı dahilinde zikredilen Yeni Akım Folk müziğine alternatif bir duruşu imler. Genişleyen zaman dilimi içerisinde hikayesini anlatmaya namzet bir ozanın son çağrısıdır, aynaların evi. Dinlemek isteyene. Dinlemesini bilene. Matthew Mondanile zamanımız dahilinde kıymeti bilinesi, çarçabuk berheva edilmemesi gerekli olan bir külliyat portresi ortaya çıkartmakta. Alternatif müzik disiplininin tüm önyargılarını ve günahlarını yüklenerek, kimi zaman onlarla hesaplaşarak kalıt albümler ortaya çıkartmakta. Pasaklı, sinik, bile bile lades dedirten cinsinden mizansenlerle süslü püslü kendimiz ettik böyle böyle sahteciliğinin günden güne tavan yaptığı müzik aleminde, işinin hakkını verenlerden. Tüm yönleriyle ve farklı kayıtlarıyla beraber keşfetmeniz, tavisyemizdir.

...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
O Minibüse Bir Daha Bakın – İsmet BERKAN – Radikal
Bir İstanbul Masalı – Enver AYSEVER – Birgün
Deprem Olursa – Derya SAZAK – Milliyet
Cuntanın Kuklası – Özgür MUMCU – Birgün
Bana İyi Bak General – Ece TEMELKURAN – Milliyet
Mezarsız Veysel Güney’den Darbecilere Sorular – Ethem DİNÇER – Radikal 2
Grev Güncesi - Sabah / ATV Emekçileri

Değerlendirilesi Güncel Makale ve Yazılar
Selin Götürdükleri – Kali Rind – Serbest Yazarlar
Bir Fotoğraftan 12 Eylül Şarkısı – Göksel Durutuna (Der.) Ntvmsnbc
Ölmek Ne Garip Şey Anne – Abdullah Tarık ÇAKIR – Keep Talking
Yoksul Olmak Artık Bir Suç Mu? – Barbara EHRENREICH – SolFaSol
Sailing Conversations, Volume 1: Sublime Frequencies – George GLIKERDAS – Foxy Digitalis
Massive Attack: 'Phantom Funk? Who Said That?' – Alexis PETRIDIS – The Guardian / Music

Ducktails Official
Ducktails At Myspace
Ducktails Interview – M.Hugh STEEPLY – Tiny Mix Tapes
Ducktails Landscapes Album Review – David BEVAN – Pitchfork
Ducktails Informative – Mersenne – Undomondo
Jam’s At Myspace
Jam’s At Last.FM
Ochre Official
Ochre At Soundcloud
Ochre At Benbecula
aAirial At Myspace
aAirial – Musique Pour Jours De Pluie Albüm Eleştirisi – Sühan GÜRER – Dinleme Parkı
aAirial – Poussières d'étoiles Video At Youtube
Lusine Official
Lusine At Myspace
Lusine – A Certain Distance Informative – Ghostly International
Lusine Official Page At Ghostly International
Dub FX Official
Dub FX At Myspace
Dub FX At Bandcamp

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>Info Go-R-Sel
In Anthony McCall's You And I, Horizontal At SFMOMA By Steve RHODES
© Steve RHODES Whole Set
Ducktails Photos Courtesy From 1-2-3: Capitodeneuve Flickr Set
4: Ducktails At Discogs

>>>>>Poemé
Nerden Gelip Nereye Gidiyoruz? – Nazım HİKMET

Başlangıç

Doğrultup belimizi kalktığımızdan beri iki ayak üstüne,
kolumuzu uzunlaştırdığımızdan beri bir lobut boyu
ve taşı yonttuğumuzdan beri
yıkan da, yaratan da biziz,
yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada.

Arkamızda kalan yollarda ayak izlerimiz kanlı,
arkamızda kalan yollarda ulu uyumları aklımızın, ellerimizin, yüreğimizin,
toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte.

Kanlı ayak izlerimiz mi önümüzdeki yollarda duran?
Bir cehennem çıkmazında mı sona erecek önümüzdeki yollar?

1

Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
çocukların avuçlarında yeşerecekler.

Çocuklar ölebilir yarın,
hem de ne sıtmadan, ne kuşpalazından,
düşerek de değil kuyulara filân;
çocuklar ölebilir yarın,
çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,
çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında
arkalarında bir avuç kül bile değil,
arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında.
Kırematoryum, kırematoryum, kırematoryum.
Bir deniz görüyorum
ölü balıklarla örtülü bir deniz.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında,
yaşanmamış günlerimiz
çocukların avuçlarıyla birlikte yok olan.

2

Bir şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Beş şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Yüz şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Yok olan şehirlere şiirler yazılmayacak,
şair kalmayacak ki.

Pencerende bir sokak bulvarlı.
Odan sıcak.
Ak yastıkta üzüm karası saçlar.
Adamlar paltolu, ağaçlar karlı.
Penceren kalmayacak,
ne bulvarlı sokak,
ne ak yastıkta üzüm karası saçlar,
ne paltolu adamlar, ne karlı ağaçlar.
Ölülere ağlanmayacak,
ölülere ağlayacak gözler kalmayacak ki.
Eller kalmayacak.
Negatif resimcikler dalların altındaki
yok olmuş olan dalların altındaki.
Yok olmuş olan dalların üstünden
o bulutlardır geçen.
Güneye götürmeyin beni,
ölmek istemiyorum...
Ölmek istemiyorum,
Kuzeye götürmeyin beni...
Batıya götürmeyin beni,
ölmek istemiyorum...
Ölmek istemiyorum,
Doğuya götürmeyin beni...
Bırakmayın beni burda,
götürün bir yerlere.
Ölmek istemiyorum,
ölmek istemiyorum.
O bulutlardır geçen
yok olmuş olan dalların üstünden.

3

Tahta, beton, teneke, toprak, saman damlarımızla iki milyardan artığız,
kadın, erkek, çoluk çocuk.
Ekmek hepimize yetmiyor,
kitap da yetmiyor,
ama keder
dilediğin kadar,
yorgunluk da göz alabildiğine.
Hürriyet hepimize yetmiyor.
Hürriyet hepimize yetebilir
ve sevda kederi,
hastalık kederi,
ayrılık kederi,
kocalmak kederinden
gayrısı aşmayabilir eşiğimizi.
Kitap hepimize yetebilir.
Ormanlarınki kadar uzun olabilir ömrümüz.
Yeter ki bırakmayalım, yaşanmamış günlerimiz yok olmasın çocukların
avuçlarıyla birlikte,
boşluğun karanlığına çıkmasın negatif resimcikler,
yeter ki ekmek ve hürriyet yolunda dövüşebilmek için yaşayabilelim.


Çağırı

Tanrı ellerimizdir,
Tanrı yüreğimiz, aklımız,
her yerde var olan Tanrı,
toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte
ve bestecisi sayılarda ve satırlarda ulu uyumların.

İnsanlar sizi çağırıyorum :
kitaplar, ağaçlar ve balıklar için,
buğday tanesi, pirinç tanesi ve güneşli sokaklar için,
üzüm karası, saman sarısı saçlar ve çocuklar için.

Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
çocukların avuçlarında yeşerecekler.

22.11.962

Comments