Deuss Ex Machina # 274 - The Big Sleep In Search Of Hades

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_274_--_The Big Sleep In Search Of Hades

09 Kasım 2009 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Album Of The Week: 2562-Unbalance (Tectonic)
>1<-Léo Ferré-Thank You Satan (Barclay)
>2<-Jay Farrar and Benjamin Gibbard-Big Sur (F-Stop/Atlantic)
>3<-Jay Farrar and Benjamin Gibbard-Breath Our Iodine (F-Stop/Atlantic)
>4<-Metavari-Twilight Over Akaishi (Crossroads Of America Records)
>5<-Metavari-Io, Apollo, And The Veil (Crossroads Of America Records)
>>>>>Myspace Keşifleri / Talents From Myspace<<<<<
>6<-BOP-Nothing Makes Any Sense (Med School)
>7<-BOP-Random Thoughts (Med School)
>8<-Harmonia & Eno '76-By The Riverside (Appleblim & Komonazmuk Remix) (Amazing Sounda)
>9<-Antipop Consortium-Volcano (Lavaflow Mix) (Big Dada Recordings)
>10<-2562-Lost (Tectonic)
>11<-2562-Dinosaur (Tectonic)
>12<-Fever Ray-Seven (Martyn's Seventh Mix) (Rabid Records)

The Big Sleep In Search Of Hades (274) – Uzlaşı Fikren Gerekli Görünenleri Anlayabilmek İçin Elzem, Bir Yardımcı. Konuşulanları Bir Biçimde Yargılamadan Edinebilmek İçin, Bir Aracı. Karaşınlığın Ortasında Yeniden Başlangıç Noktasına Dönülmesi İçin Yapılanlar Mı Yolumuzu Düze, Zihnimizi Berraklığa Taşıyacak? Hades’in Kapısını Çalmaktan Usananlar Ayyuka Çıksın!

>>>>>Bildirgeç
Mukabele edilen fikir olgusunun, esastan uzaklara denk düşürülmesine, türlü çeşit karaşınlıkla beraber taçlandırarak gözlerimizin önünde yeniden şekillendirilmesine çabalanıldığı bir eşikteyiz. Sözün çıkış noktasını çok daha önceden belleğimizden silmiştik. Geldiğimiz yeni eşikte oluşturulmaya çabalanan, gedik ve yolların nasıl oluyor ise oluyor dar kapsamlara vehmedildiğini öngörmekteyiz. Şifai çözümlemeler yerini zaman zaman kindarlıkların pejmürdeliğine, lafın düzünün tersinin birbirlerine karıştırıldığı kafa karışıklıkları ile dolu bir yanılgılar evresine duhul ettirilmekte. Pek çoğunda, üzerinde ortak bir yolun bulunmasına çaba sarf edilmesi gerekli olan konuları, bu kısır döngü içerisinde yitirip gittik. Önem atfetmediğimiz, kendi kendiliğinden çözüme ulaşacağını varsayarak zamanın akışına bırakmak dışında kılımızı kıpırdatmadığımız olgularda bu keskinlikler peşimizi bırakmaz hale geldi.

Bir akışın içerisinde olabilirliği istisnai bir biçimde bulunan hadiselerin meydana gelmesime artık enikonu şaşırmaktan da geri durmamamız az da olsa bu sebepten kaynaklanıyor. Sözsüzlüğümüz ile ifratın sınırlarına ulaşıyoruz hızla. Karaşınlık makul! olanı yeniden tanımlandırıyor. Yapılandırılmaya çalışılan her çabanın karşısında mutlak surette oldurulamazlar konduruluyor. İki arada bir derede kalına kalına nerelerde hata yaptığımızı bile bir türlü tartışma zeminine taşıyamıyoruz. Tartışma adabından uzaklaştırlıyoruz. El etek çektiğimizi sadece düşünsel bir geliştirme olanağı değil aynı zamanda geçmişimiz, günümüz ve geleceğimizin topyekün ipotek altına alınması olduğunu bir kere daha belirtmeliyiz. Sözü anlamaya gayret göstermeden, fikire itimat etmeden, dile pelesenk olmuş yanlışa yanlış diyemedikten sonra döne döne kendi etrafımızı kaplayan bir duvarın inşaasına ortak oluyoruz. Harcını görmezlikten geldiğimiz, işitilmez olarak yaftaladığımız, dile getirilmesine bile manidar bir biçimde karşıt olduğumuz sözcükler ile beraber sağlamca harcını kardığımız duvara.Konumlandırma, konuları elden geçirme, zihinlerde bâki kalmış acabalara çözüm yollarını bulamadıktan sonra daha uzunca bir süre varlığını koruyacağına kani olduğumuz duvara.

Derinlemesine bir ayrıştırmanın uzunca süredir üzerinde elbirliğiyle kotarılmasına çabalanan yansımalarını da muhteviyatında barındıran bir duvar. İzahat ve anlaşılırlığın üzerine çekilmiş engellemelerin, kırmızı çizgilerin makul olanın ne demek olduğu konusunda bile tek bir an olsun ardımızı bırakmadığı şüphelerle birleşim noktası oluşturan duvar. Kanıtlanmaya çabalanan ötekilerin elinden, dilinden ne çok çektiğimizi açmaya özen gösteren, bir şekilde bizlerin iyiliği için de yapılandırıldığına biat etmemiz istenen duvar. Kaybettiğimiz zamanın, anlam ve bağlamından koparıp uzaklara taşıdığımız çözümlemelerin, mesnetsiz yargıların, nefret söylemlerinin birbirlerine kavuştuğu duvar. Dört bir yanımızda düşman olduğu savının üzerine daha da korunaklaştırılan, kelimelerin bariz bir biçimde manasızlaştırılmasının müsebbipleri arasında anılabilecek duvar. Yekpare ve tek, yıkılmaz, dönüştürülemez, zamanın gereklerinin karşısında tadil edilemez bir olguyu simgeleştiren duvar.

Yirmi yıl önce devri kapatan Berlin Duvarı'nın yıkılışının bu seneki kutlamaları sırasında insan ister istemez yerkürenin dört bir yanında bina edilmiş görünür / görünmez duvarların varlığı karşısında düşüncelere dalmakta. Birisini yıkmak için verilen mücadelelerin yoğunluğundan, edilen sözcüklerde karşımıza çıkan ortak dilden, izandan bir başkasının yapımı sırasında nasıl da sıradan bir olguymuşçasına karşılanılıp uygun bulunduğunun ikiricikli halleriyle karşılaşılmakta. Yıllar boyunca süregiden açmazların insanoğlu üzerinde hangi etkilerle, böylesi durumların karşısında buna benzer önlemlerle kendini korumaya çabaladığını anlamamıza vesile teşkil eden bir turnusoul kağıdı işlevini sağlamakta. Demokrasinin işlevselliğinde manidar bir biçimde yapılmaya çalışılan müdahalelerin, kimliğinden bağımsız olarak salt insan olarak yaşam sürebilmenin nasıl zorluklara gebe bıraktırıldığını, ilkel ideolojik takdimlerden ve riyakarlıklarla donatılmış baskıların uzağını tahayyül etmekten ıraklaştırıldığını, düşünselliğin pek farklı yüzeylerinde, çoğu zaman iltimas göstermek bir yana giderek ağır cezai müeyyidelere kapı aralatıldığı bir duvar metaforunu ortalığa sermekte. Bir örnekleştirilmiş, zaman uzamında değiştirilip insanın elinde bulunması elzem haklarının unutturulması, baskı altına alınması konusunda bir yardımcı öğe haline dönüştürülen bir imgelem olan duvar.

Hatalardan ve acılardan ders almak yerine aynı kör kuyulara tekrar düşmekte bir beis taşımayanların sürüklemeye devam ettirdikleri, devamlılığını başka başka noktalarda yeniden oluşturmaya gayret ettikleriyle, varlığını sürdüren bir metafor. Takip etmeye çabaladıklarımız artık internet denilegelen bir bilgi ağının içerisinde çeşitli başlıklar altında belleğimiz ile buluşmak için hazır ve nazır bulunmakta. İş ki sözün doğrusunu, yapılanların hatalarını anlamak için çaba sarf etmekte. Birkaç tıklamanın ötesinde, ulaşılabilir bilgiler ipin ucunun çoktan kördüğüm olmuş halini anlamamız için yeterince açık bir kaynağı bütünlemekte. Fikriyatın kıyısından köşesinden bağlantılanmış olan her kaynakçada insanlığımızın utanç verici hallerini okumak mümkün. İsrail'in yıllardır istikrarlı bir biçimde yapımını sürdürdüğü Batı Şeria'nın yaşam damarlarını tıkamaya varacak kadar iç içe katmanlaştırılmış haliyle oluşturduğu duvarın varlığıyla söze başlayabilmek mümkündür. Yaşam sahasının daraltılmasından, adım atılacak alanların bile deyim yerindeyse önceden tespit edilip uygun bulunmuş bir kısıtlıkla şekillendirildiği bir ayrıştırmadır duvar haddızatında. Güvenlik bahanesi ile topluca bir halkın açık hapishanede yaşamaya mahkum edilmeye çalışılmasıdır burada söz konusu olan. Yadsınması gerekli olan bir tarafın diğeri üzerinde kurmaya çalıştığı psikolojik baskının derece derece arttırılmasıdır. Görmek isteyenler için, sorunların çözümlenmesini değil bilakis daha fazla derin ayrılıklara neden olacağı çok belli bir yapıdır. Ezcümle güvenlik duvarı vesair başlıklar altındaki onun tamamlayıcısı olarak adledilmiş uygulamalar bütününün görünen kısmıdır. Aysbergidir.

Duvar imgesinin gerçek hayatta olduğu kadar internet üzerinde de varlığını kanıtlayan bir uzamı olarak zikredebileceğimiz Büyük Çin Ateş Duvar'nı da bu bağlamda örnek olarak paylaşabiliriz. Çin Bilgi İşlem Bakanlığının çatısı altında kurulmuş olan Ateş Duvarı ile sansürün varlığını gözlemleyebilmek bir kere daha mümkün kılınır. Rejimin tehdit olarak gördüğü kelimelerin aranmasından herhangi bir ağ sitesinde yer alan haber yüzünden yine tehdit unsuru olduğu kurumun çizdiği çizginin dışına çıkmış bir makale, yazı veyahutta resmin yer aldığı sitelerin engellenmesinin, en kısasından sansürün resmiyet kazandırılmış halini ortaya çıkartan bir örnektir: Büyük Çin Ateş Duvarı. Birbirlerinden farklı görünse de aslında ortak payda da fikrilerin paylaşılmasından, konuşulur kılınmasından endişe edildiğini ortaya çıkartan bir örnektir bu Batı Şeria'dan başlayarak geliştirilmekte olan Utanç Duvarı gibi.

Kısaca değinebildiğimiz bu iki türün yanında bir görünüp, bir kaybolan duvarların varlığından da bahis açıp ilave cümleler katabiliriz. Yoğun bir biçimde nefreti takdis etme sözkonusu olduğunda aşılmaz duvar imgesini kullanabileceğimiz örnekleri çoğaltabiliriz. Dışlanmışlığı aynı zamanda da ötekisine husumet besletmek için giderek daha fazlaca üzerine oynanan öteki adledilen, herhangi bir sorun sırasında kötü ile ilişkilendirilmekten bir an dahi vazgeçilmeyen bir durum aslında iliştirmeye ve derinleştirmeye çalıştığımız satırlarımız aracılığıyla sunduklarımız. Ürkütücü olan toplumun geniş katmanlarınca da benimsenen bir görüşmüş aldatmacasına sıkı sıkıya bağlar kurulan, birilerinin haklarından layıkıyla geleceğiz derken, yaptıkları vavelya ile neredeyse ortalığı tozu dumana katmaktan başkaca bir amaca hizmet etmeyen bir önyargı zincirlemesi vuku bulmakta. Bu durumu yüzeysel üstünkörü bakışımın, kendisine benzemeyenden öc almasının yeni bir şekli olduğunu da ekleyebiliriz. Ekranlarda birbirlerine geçmiş görüntü karaşınlığının ortasında çıkagelen vurgulamaların, gönderme kisvesi altında yaftalamaların, eksiğimiz kalmış gibi yıllardır üzerine bir hamle gerçekleştirilmemiş olan sorunlara karşı duyarlılık sergilenecek beklentisi içerisindeyken tam tersi köşeye yatırılmaların mahcubiyeti ile bir kere daha karşı karşıya bırakıldık. Dilin ayarının nasıl kaçırıldığını, sözü açılımın gerekliliklerinden nasıl başkaca taraflara çekilebileceğini görmek bile yılın 2009 olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda bazı konuları hala aşamadığımızı, oluşturulan görünmez duvarların artık belirginleştirilme vaktinin geldiği sonucuna bir kere daha ulaştığımızı ortaya çıkartmakta. Nasıl olmasın ki?

1937-38 yılları arasında Dersim’de gerçekleştirilen kıyımın şimdilerdeki Kürt açılımının çözüm yollarından bir seçenek olarak kullanılmasını, örnek olarak sunmak ne demektir? İnsanların üzerine günlerce bombaların yağdırıldığı, ülkenin dört bir yanına sürgüne yollandığı, binlercesinin öldürüldüğü kırımın, satır aralarındaki özü barış olan bir açılım dahilinde seslendirilmesinin, üstelik yapısından dolaylı olarak, sıklıkla sosyal demokrasiden bahis açan bir partinin, halkını temsil ettiğini öne sürebilen milletvekilinin demeçleri karşısında ne ilave etmeye çalışsak eksik kalacaktır. Orta yol bulamadan tepelemesine nefret tohumları ile elde edilecek birkaç seçim puanın herhangi bir üstünlük sağlayamayacağı, üstelik ırkçılığın tırmandırılması dışında da bir amacı olmamasına karşın savunulma konusunda yalnız olunmamasıdır can yakıcı olan. Harap edilen duvarların yerine yenilerinin eklenebilirliğinin eskisinden de kolayca olduğunu bir kere daha hatırlatılmasıdır acı olan. Fırsat bulunduğunda nasıl bir iklimin hepimizi beklediğinin ve nasıl dar bakışımın resmi söylem haline dönüştürülebilirliğidir yürek burkan. Kindarlığın görünür hale dönüştürülmesinden sonra 180 derece geriye dönüşlerin ve özürlerin altından sopa gösterilmesidir, zihinleri yorgun düşüren. Sözün berhava edilmesinin, lafazanlığın ve sesi daha fazla çıkanın takdis edilmesidir iş bu raddede düşüncelere daldıran. Duvar karşımızda durmakta. Unutmaktan, dile getirmekten çekindiğimiz müddetçe varlığını korumaya devam edecektir. Notumuzun tamamlayıcısı olarak Ümit Kurt’un kaleme aldığı ve Birikim Dergisinde yayınlanmış 'Hafaza-i Beşer Nisyanla Malûl Mü?' başlıklı makalesini sizlerle paylaşıyoruz.

“Geçmişi tarihsel olarak dile getirmek, o geçmişi ‘gerçekte nasıl olduysa, öyle’ bilmek değildir. Buna karşılık, bir tehlike anında parlayıverdiği konumuyla, bir anıyı ele geçirmek demektir”.
Walter Benjamin

Madem Benjamin’le başladık, onunla devam edelim. Üstad şöyle diyor: “Mücadele etmemiz gereken kişilerin yüzleri maskelidir”. ‘Geçmiş’ fikri ve ‘geçmiş zaman’ kavramı zihnimizde biraz buna benzer bir çağrışım uyandırıyor galiba. Yüzleri maskeli olan kişiler aslında bizleriz, bizim suretimizde cisimleşen ve otantik sahibi “biz” olan geçmişimiz. Çoğu zaman kurtulmak istediğimiz, yüzleşmekten ödümüzün koptuğu, kuytulara terk ettiğimiz; ama bir şekilde dönüp dolaşıp bizi bulan ve iyileşecek yaraları olduğu umudunu taşımak istediğimiz için “bugün” ve “şimdi” olarak kalan geçmiş. Ve onun hemen arkasından gelen ve aynı düşünce trenine binen diğer hayati kavramlar: ‘(tarihle)yüzleşme’, ‘(tarihle)yüzleşme korkusu’, ‘hatırlama’, hatırlamanın yarattığı ‘travma’ ve bu düşünce havzasındaki en sarsıcı kavram; belki de en devrimci pratik ‘hafızanın başkaldırısı’. Bu başkaldırı kendi hikâyesini, kişiliğini, kimliğini, varoluşunu ve köklerini arayanların bir başkaldırısıdır. Bu başkaldırının biricik muhatabı, geçmişi hasıraltı etmek, tarihlerinin zifiri karanlıklarını örtmek ve hafızalarını adeta kefensiz hayaletlere çevirmek isteyenlerdir. Tarihin tahrif edilmiş bu özel yorumuna, geçmişin kamburundan kurtulmak saikiyle her türlü siyasal ve sosyal araçları kullanarak geçmişi hatırlatabilecek her şeyi inkâr etmek, engellemek ve bastırmak stratejisine, resmi ideolojilerin bu en büyük payandasına verilecek hegemonik kodlar ve cevaplar özellikle 1980’lerden sonra “hafıza patlaması”, “hafızanın intikamı”, “hafıza konjonktürü” nosyonlarında ete kemiğe bürünür. Bu her biri engin anlam dünyalarına tekabül eden parolalar, geçmişle hesaplaşmak kavramı ile bütünleşir ve yeknesak hale gelir.

Türkiye’nin geçmişle hesaplaşma konusundaki ürkekliği ve adeta Kafkavari korkularının siyasal ve toplumsal tarihimizin üst üste yığılmış nisyan katmanlarını daha da derinleştirdiğini söylemek mümkün. Nedenleri ve sonuçları üzerinde yeterli derecede kafa yorulmamış, acılarıyla/korkularıyla yüzleşme cesaretini gösterememiş, mağdur bıraktıklarıyla bir diyalog sürecine girmemiş, onlarla karşılaşmaktan imtina etmiş olayların ve dönemlerin kaba bir envanteri bile bize “nisyan katmanları” ile ilgili yeterli fikir veriyor. TC kuruluşuna giden yolu başlangıç noktası olarak alırsak, hiç şüphesiz ilk sıraya “Ermeni Tehciri” diye sunulan olaylar bütününü koymamız gerekir. Bu labirentten ilerlediğimizde, ana durakları “Milli Mücadele/İstiklal Harbi”, “Tek Parti döneminin kurulma sürecindeki hesaplaşmalar”, “İstiklal Mahkemeleri”, “Kürt isyanları ve tenkil-tedip hareketleri”, “6/7 Eylül olayları”, “1 Mayıs 1977”, “Kıbrıs ve Türk Mukavemet Teşkilatı”, “27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbe ve rejimleri”, “ülkücülerin istihdam edildiği gayri nizami operasyonlar”, “Sivas katliamı”, “28 Şubat süreci”, “1984’ten günümüze Güneydoğu’daki gayri nizami harp” (Mithat Sancar, Geçmişle Hesaplaşma: Unutma Kültüründen Hatırlama Kültürüne, İletişim Yayınları, 2007, s. 255-6) olan uzun bir güzergâh çıkıyor karşımıza. Bu bağlamda kalkış noktamız siyasal toplumumuzu ve vatandaşı olduğumuz devleti “geçmişle hesaplaşma” ile ilişkilendirirken, böyle bir ilişkilendirmenin bam telini hatırlama ve hesaplaşmanın neden gerekli olduğu, nasıl bir işlev gördüğü, hangi yordamlarla yapılabileceği, hangi yöntemlerin hangi tarihsel şartlar altında ne gibi sonuçlar doğurabileceği ve bu sonuçlarla nasıl mücadele edilebilineceği gibi konular üzerine yoğunlaşmak olmalı.

Yukarıdaki anlatılanlardan mürekkep bu süreci “negatif bir geçmiş” olarak isimlendirebiliriz. Buradaki negatiflik paradoksal gibi gözükse de esas itibariyle geçmişle kurulacak ilişki unutma ve bastırma üzerinden değil; aksine hatırlama ve hesaplaşma kavramlarıyla özdeşleşiyor. Radikal, dönüştürücü ve hukuksal bir iç sorgulamayı gerektiren böyle bir geçmişle hesaplaşma perspektifi “hedefi belirlenmiş bir muhasebe iradesini dışa vurur” (Mithat Sancar, Geçmişle Hesaplaşma: Unutma Kültüründen Hatırlama Kültürüne, İletişim Yayınları, 2007, s.30). Bu yaklaşıma göre, geçmişle hesaplaşmayı insan hakları, demokrasi ve hukuku devleti ilkelerine dayanan bir siyasal kültür ve sistem inşa etmek ve daha da önemlisi toplumsal barışı tesis etmeye yönelik ‘demokratik bir proje’ olarak görmek gerekir.

Bu bağlamda şiddet, baskı, haksızlık ve acı birikimleriyle yüzlememiş ve hesaplaşmamış olmak, günümüze toplumsal kutuplaşmanın daha da derinleşmesine, hukukdışılığın bir norm haline gelmesine, öfke, nefret ve linç kültürünün yerleşik hale gelmesine yol açıyor. Bu durumun izdüşümlerini Türkiye’nin siyasal ve toplumsal tarihine geriye dönüp bakarak görmek mümkün. Bu nedenle, Türkiye’nin hiç vakit kaybetmeden “hatırlama kültürü” üzerine payandalandırılan bir geçmiş politikasına ve bu geçmişte yaşanmış tüm zülüm ve haksızlıkların cezasız kalmamasını sağlayacak bir geçmişle hesaplaşma sürecine girmesi gerekiyor. Bundan kaçınmak, bunu ertelemek unutulanın, unutturulanın ve en nihayetinde bastırılanın sadece ve sadece tahrip gücü daha yüksek bir biçimde geri gelmesini sağlar. Toplumsal/kolektif hafızası bastırma ve unutma ile şamil olan Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşmesinin ve hesaplaşmasının sağlanabilmesi adına yapılması gerekenlerin en başında resmi ideolojinin, onun bütün aktörleri ve araçlarının; bu unutma ve bastırma eğiliminin ürettiği rıza mekanizmasını meydana getiren toplumsal ilişkilerin bütün boyutlarıyla sorgulanması elzem. Bu sorgulama aynı zamanda yeni bir toplumsal demokratikleşme projesinin ve medenileşme sürecinin de fitilini ateşleyecektir. Ancak şunu unutmamak gerekir ki: Türkiye’de böyle kapsamlı bir geçmişle hesaplaşma sürecinin uç vermesi güçlü bir toplumsal talep ve demokratik bir siyasal irade gerektirir.

Türkiye’nin geçmişle ilişkisinin tarihine egemen olan Tanıl Bora’nın deyimiyle “nisyan katmanları”nın harcını “unutma” ve “bastırma” (hem de devlet eliyle) oluşturur. Nisyan kültürüne karşı hatırlama kültürünün ve geçmişle hesaplaşma politikasının hayati gerekliliğini tartışmak tüm vicdanlara bir çağrı; sorumlu, olgun ve etik bir birey olmak adına Kantçı bir çaba ve son kertede Türkiye’de toplumsal demokratikleşme ve bir arada yaşama iradesinin tohumlarının atılması ve yeni nisyan katmanlarının önüne geçilmesi açısından onurlu bir başlangıçtır. Böyle etik-vicdani bir çaba ve irade toplumun normalleşmesi, geçmişiyle yüzleşmeyi bastıran ve bunu meşrulaştıran baskıcı ve kıyıcı rejimlerin meşruiyetlerinin sorgulanması adına da insani bir girişimdir. Buradan hareketle, bu başlangıç egemen iktidar ilişkilerini, kapsayıcı bir doktrinisazyon süreciyle içselleştirilmiş resmi ideolojiyi ve toplumsal ilişkilerin altında yatan algı, çıkar ve beklentilerin yerini ve ağırlığını sorgulamayı içeriyor.

Ve bitiriyoruz. Murat Belge’nin deyimiyle Türk(iye) toplumunun kurucu ideolojisi olan, geçmişle yüzleşme zaafımızın yegâne müsebbibi ve belki de geçmişe dair travmatik korkularımızın en korunaklı barınağı, bu kör milliyetçiliğin salyalarını her yere akıttığı, ruhumuzu ve zihnimizi çölleştirdiği şu günlerde geçmişimizle yüzleşmeye ve hesaplaşmaya; “nisyan katmanları”nı eritmeye her şeyden çok ihtiyacımız var. (22.02.2009)Yarısında bırakılmış olan onlarca cümleyi nasıl toparlayacağız? Birbirinden uzakta konumlandırılmış hemen hepsi aynı ortak dertlerden mürekkep kelime öbeğinin altında kalanlarla yüzleşebilecek miyiz? Yoksa beklentilerimizi bir sonraki bahara mı bırakacağız? Pek çok defasında da olduğu gibi. Yine yeni ve yeniden. Tamamına erdirilmiş her bir cümle aslında hayat yolunda almaya başladığımız mesafelerin görünür kılınmasını sağlar. Bir yerde kronolojik olarak sıralanmış bir hayat güncesidir. Dert ve keder olduğu kadar sevinçlerinde yer bulduğu bir bileşkedir aynı zamanda. Kullanılan yöntemlerle beraber kişiye özgün olabileceği gibi herkesi de kapsayabilecek yönler keşfedilebilir. Yazılanların birbirleri ile oluşturdukları yapıda anlatılmak istenenin ufak da olsa bir kısmı su yüzüne çıkartılır. Takdim edilen, taklit edilip bir örnekleştirilenin yanında taze bir önermeyi de barındırır. Her ne kadar yarıda kalmış görünse de aslolan noktaların nerelere iliştirilmesi gerekliliğinin hatırlardan çıkartılmaması gerekliliğidir. Günler akıp gittikçe biriktirmeye başladıklarımız, başkalarının bakışımlarında ne kadar yer edinecektir? Eklenen sözler düşüncenin özünde neleri önemsediğimizi, yansıtmak istediklerinizi son derece iyi bir biçimde sunacaktır. Giderek grileşen bir iklimde varolmasına özlem duyulan şifai çözümlemeler de ha keza. Pekala gündelikliğin getirip bıraktığı noktalarda düşünmeden karar almaları aşabilmemiz için gereksinim duyabileceğimiz nefeslik molalar bu cümle dizininde yer almakta. Yol uzun, dert çok hangisine yanayım diyeceğimize mümkün mertebe söze kavuşturup, içeriğini tamama erdirebildiğimiz her cümle ilerisini görebilmemiz için bir yol sağlayacaktır. Kendiliğinden bir gelişim olamayacağının, hakkın temininin öylesine bir boşvermişlik ile söz konusu olmayacağının da hemen hepimizin zihninde belirgin olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda cümlelerin önemi daha fazlaca belirginleşmekte. Gündem maddelerinden, kulak aşinalığına sahip olduğumuz epey fazlaca müzisyenin okunası müziklerine dair kaynakçalara ulaşmamızı sağlamış, fikri genişletmelerde hakkını anmadan geçilmemesi gerekli olduğunu düşündüğümüz sarardıkça güzelleşen müzik kültürü dergisi Roll, içinde bulunduğumuz Kasım ayında vedasını okurlarıyla paylaştı. 144. sayfasıyla toplamda ise 150 sayılık bir külliyat içerisinde sunduklarıyla beraber yarıda bırakılmış nice cümlemizi toparlamamıza imkan sunmuş bir derginin vediasında da bizlere sunduklarının önemini bir kere sizlerle paylaşmalıyız. Deuss Ex Machina’nın müziği bağsız ve bağlantısız üretimlerden derlenerek şekillendirdiği yapısının harcında kattıklarından dolayı bir şükran borcunu herşeyden önce okurları olarak iletmeliyiz. Yıllardır sundukları çözümlemelerin, müzik denilince akla gelenin sadece tüketilip unutulan bir fon tamamlayıcısı olmadığını bizlere bir kere daha hatırlattıkları için. Sararan her yaprakta, alternatif sesler ile yerlü üretimleri dahası pek çoğu gözümüzün önünde bulunmasına karşı anaakım medya tarafından paylaşılmamış nice ses emektarını görünür kıldıkları için minnettarlığımızı paylaşmalıyız. Geçtiğimiz Pazartesi akşamı Dinamo 103.8’de canlı olarak yayınlanmış olan Deuss Ex Machina dahilinde yukarıda kısaca değinmeye gayret gösterdiğimiz, Roll dergisinin çağrıştırdıklarının üzerine kelamlarla donatmaya gayret ettiğimiz bir bölümü ardımızda bıraktır. Ne çok yarım, devrik cümleyle imtihanımız olacağını bir an olsun unutmadan, müziğin kulaklarımıza sunduklarını çeşitlendirmeye devam ettik. Bu bağlamda elektronik dans müziğinin sacayakları arasında yer alan techno ve dub müziklerinin izleri üzerinde şekillendirdiği, alameti farikası haline dönüşen melodik kurgulamalarıyla dubstep müziğinin vitrinini oluşturan projelerin altına imzasını atmış Dave Huismans’ın 2562 projesini ikinci uzunçaları olan Unbalance’ın rehberliğinde sizlerle paylaşıyoruz.Detroit Techno, Belleville Üçlüsü olarak da anılan Juan Atkins, Kevin Saunderson ve Derrick May tarafından simyasının oluşturulduğu bir müzikal izlek. 70’li yılların deneysel akademik elektornik seslerinden, şehrin müzikal kapsamını geliştirmiş soul, rhythm & blues ve ağırlıklı olarak da funk öğelerinin çatısı olagelmiş Motown Records’a, Kraftwerk gibi günümüz müziğinin yaşayan efsaneleri arasında rahatlıkla anabileceğimiz, ürettikleri albümleriyle elektronik müziğin rahatça ulaşılabilirliğini sağlamış grubun müziklerinden esintiler ihtiva eden bir bileşke detroit techno’nun ilk dönemini oluşturur. Dozu kararında ayarlanmış sert ritimlerin tekrarlarında ilintilenmiş olan robotik seslerin, endüstriyel tınılarla düzenlemelerinin hayat bulduğu bir makina müziğidir. Referans noktası olarak alınan ses öğelerinin kimi parçalarda daha fazla ön plana çekilebildiği, katmanları arasına iliştirilmiş bağlaçların varlıklarıyla beraber salt bir dans müziği rutinin dışını da belirginleştirilmesine ihtimam gösterilmiş bir tür. underground müziklere özgün bir şekilde uzunca bir süre neredeyse sınırlı sayıdaki plak kayıtları içerisinde varlığını sürdürmüş, daha sonraki evrelerinde karşımıza çıkan Underground Resistance kollektifleri gibi anonim kimlikleri altında paylaştıkları kayıtlarla beraber aşina olunmamış techno müziğinin hudutlarının genişletildiği örneklerden de dem vurabiliriz. Kollektif kimlik müziğin bir ticari meta olmasının dışında dinlenilmesi için özel bir çabanın gerekliliğini taşıyan, edinilen her bir kayıt aracılığıyla, içeriğin üreticinin hayal gücünün sınırsızlığında şeklini bulduğu bir müzikal disiplinde alternatiflerin de yapılandırılmasını kolaylaştırır. Ses tek bir kanaldan ilerletilmektense oldukça derinleştirilen kurgulama biçimlerinin günyüzü bulduğu kayıtlar bu anonim üreticilerin ellerinde şekillendirilir. Yönü belirginleştirilen müzik zamanla, minimalden, endüstriyele ve elektroya, idmden, dubtronicaya kadar değişken formlarda arz edilen alt dallara ulaştırılır.

Dave Huismans’ın 2562’ya uzanan seyrüseferinin başlangıcında da techno’nun Avrupa’yı etkisi altına aldığı doksanlı yılların başlangıcında üretilen örnekler ilk elden karşımıza çıkar. Quadrophonia, Joey Beltram, Speedy J, Rene & Gaston, Fierce Rullin' Diva gibi dönem içerisinde yayınladıkları kayıtlarıyla nam salmış üreticilerin dinleyicisi olarak Huismans’ın elektronik müzik ile yolu kesişecektir. Resident Advisor’a vermiş olduğu röportajda da değindiği üzere zamanla detroit technoya, Clone Records ve Rush Hour gibi Hollanda’nın öncül elektronik dans müziği etiketlerinin çalışmalarına kadar ilerletilen bir keşfetme ve özümseme dönemini ardında bırakacaktır. Detroit technonun yanına, drum and bass ve idm gibi yeni önermeler ihtiva eden müzikal türlerin eklenmesiyle beraber Huismans’ın daha sonra kayıtlarında karşılaşacağımız müziğinin bileşkesinin çıkış noktalarını belirginleştirebilmek mümkün olacaktır. Bu birikim bir sonraki evresini djlik kariyeri ve zamanla müziğini oluşturmasına zemin sağlayacak olan bilgisayar ve yazılım edinimi ve öğrenimi süreçleriyle geçilecektir. Havasından mıdır suyundan mıdır yoksa bize sundukları nitelikli müzik cevherleriyle gönlümüzde apayrı yeri bulunan Bristol’ün dubstep türünde isminin anılmasını sağlayan Rob Ellis a.k.a DJ Pinch’in Tectonic Recordings etiketinden yayınlanan Channel Two / Circulate kırkbeşliği 2562’nun ulaşılabilir ilk örneğini oluşturacaktır.Horsepower Produtcions, Loefah, Digital Mystikz, D1, Hatcha gibi dubstepin İngiltere’de fitilini tutuşturmuş grup ve sanatçıların çalışmalarının uzağında olmayan bir örneğini tanımlandıran Channel Two kırkbeşliğin a yüzünü oluşturur. Teknoesk kurgunun aksak ritmler deryasına transfer edildiği örneğin katmanlarında oldukça minimalist bir yaklaşım sergilenmesine karşın dinleyen tarafında olan eski dinleyiciler için önemli kısa geçişlerin yer aldığı bir epik kurgu ortaya çıkartır, Huismans. Basic Channel, Maurizio gibi dub techno’nun yapısını belirginleştirmiş projelerin izlerinin üzerinde ilerleyen Circulate dans ettirir kurgusu ile beraber nitelikli bir üreticinin daha elektronik müzik sahnesinde ismini duyurmasını sağlayacaktır. 2007 yılının Ekim ayında yayınlanan ikinci kırkbeşlik Kameleon / Channel One bir önceki müzikal girizgahın devamlılığını sağlayacak, öte yandan da Huismans’ın ilintilemeye gayret gösterdiği ses harmanına dair yeterli bir bütünlüğü ortaya çıkartacaktır. Vurmalılar üzerine bindirilmiş olan endüstriyel kesitlerin Detroit technosu ile dubstepi birbirlerine yakınlaştırdığı Kameleon, Benga’nın debut albümü olan Diary Of An Afro Warrior’ın kapsadığı seslerle yakınlık barındıran bir kurgunun hayat bulduğu Channel One ile nihayetinde debut albüm Aerial’a ulaşırız. Tectonic Recordings etiketinden yayınlanan kayıt dahilinde techno ile dubın birleşimlerini, Güney Londra’ya özgü bir disiplin olarak kimi kaynaklarda yer edinmiş olan dubstepin genişletilebileceği sınırları belirginleştirme gayesiyle yola çıkılmış bir albüm olduğunu ilk elden iletebiliriz. 2562 mahlası altında sunulan tüm yapımlarda olduğu gibi technonun zaman tünelinden apartılmış geçişlerini de, dubstepin iflah olmaz deneyselliğini de yeterince verimli bir biçimde sunulduğu bir kayıt olur Aerial.

Bir şekilde çevirmenlik vazifesi gösterir. Dar bir alanda ve sadece sınırlı bir kitleye hitap etmektense olabildiğince çok dinleyiciyi dusbtep disiplini üzerinde meraklandıracak yetkinlikte vurguların ortaya çıkartıldığı bir çalışmadır Aerial. Dijital dub ile egzantrik ambient yansılarının birleştirildiğinde çıkan sesin karşılığını oluşturan Redux ile albüm açılır. Yer yer sinematografik ambient öğeleriyle geri beslemesi yapılan parçada oldukça dingin bir başlangıcın sağlandığını da belirtebiliriz. Yüksek ekolu basların, Dominik Eulberg gibi doğa seslerinin peşinde koşturan minimal technocuların sıklıkla el altında tuttukları bileşenler ile buluşturulduğu, ilerlediği her saniye boyunca gelişmeye devam eden bir tını hüzmesinin ortaya çıkartıldığı Morvern, isimsiz dubplatelerde yayınlandığı günden bu yana dub ile technonun birbirlerine uygunluğunun takdim edildiği Moog Dub gibi parçalarla albümdeki sesler arası serüven devam eder. Albümün doruk noktası olarak kısaca tanımlayabileceğimiz Techno Dread Berlin ile Croydon arasında bağın kuvvetli özgün yansımasını gösterir bir şarkıdır. Döngülerin sürüklediği parça dubstepin endüstriyel yüzeyleriyle de son derece uyumlu bir dinlenceliği sağlar. Greyscale’de bu havanın daha somut bir biçimde Basic Channel, Rhythm & Sound eksenine uyarlandığı bir düzenleme olarak, 2562’nun nev-i şahsına münhasır kurgusunun tescilli örneklerinden bir diğeri olarak kayıtta yerini alır. Albümün kapanışında yer alan The Times bütün bu disiplinler arası geçişkenliklerin özünü ortaya çıkartan bir kurguya ev sahipliği yapar.2562’nun ikinci albümü olan Unbalance 2 Kasım tarihinde Tectonic Recordings etiketiyle dinleyicilere sunulur. Aerial albümünün açmış olduğu müzikal yolun bir sonraki durağını temsil eden Unbalance, dubstepin dönüştürülebilirliği üzerine de bir manifesto kabilinden değerlendirilebilecek detaylarla ortaya çıkartılmış bir bütünlüğe sahiptir. Dans müziğinin birbirine benzeşen kurgularının ötesinde, var edilmiş her sesle beraber daha farklı bir dinlenceliği ortaya çıkartan, rutine düşülemeyecek kadar fazlaca seçeneğin sunulduğu bir müzik türünün kapsadığı alana dahil edilmiş seslerle 2562 yeni dönemeçleri belirginleştirmeyi başarır. Geliştirmeye devam ettiği ses kolajında bir yanıyla geçmişi öte yanıyla da geleceğin müziğini duyumsayabilmek mümkün olur. Üstelik bunu sadece bir albüm bedeli karşılığında herkesle paylaşır. Flashback aksak ritmlerin Detroit techno kuşaklarının üreticilerinin sıklıkla kullanageldikleri partistyonlarının paralelinde bir bakışı ortaya çıkarttığı kurgu ile albüm açılır. Yitirilen zamana dair gidip geri gelen vokal kesidinin suretinde bir sorgunun gerçekleştirildiği Lost bir bakıma Burial gibi kısa kesitleri birleştirdiğinizde kendinize özgü bir resmi oluşturmanıza imkan sunan üreticinin sunduklarıyla beraber rahatlıkla dinlenebilecek bir odağı temsil eder. Vurgular endüstriyellik ile takdis edilmişse de bir noktadan sonra yazının en başından bu yana değindiğimiz yeni müziğin illa ki kalıpların dışına çıkacağız derken derbeder bir hale büründürülmemesine önemli bir örnek olur Lost.

Flying Lotus, Samiyam, Hudson Mohawke gibi rap ile akıllı dans müziği motiflerinden farklı alaşımlar yakalamaya gayret eden üreticileri takip edenler için biçilmiş kaftanlardan birisini oluşturan Dinosaur, kuvvetle muhtemel sıkı bir “battle” parçası olma yolunda ilerlemekte. Albüm ile aynı adı taşıyan dub techno özünde deneyselliğin ortalığa salındığı, sonik seslerle derinliğinin arttırıldığı Unbalance, akıllı dans müziğinin seceresine rahatlıkla dahil edilebilecek kadar eklektik yapısıyla beraber giderek farklılaşan bir 2562 kurgusunu dinlemeye devam ederiz. Kullanılan sesler artık enikonu sertleştirilmiş vurgularla kulaklara misafir olur. Bunun bir yansıması olan Who Are You Fooling?, Cabo San Roque’nin Luciano’ya teslim ettiği Calypso parçasının ağırlaştırılmış bir halini de çağrıştırır. Techno odağına bir adım daha fazla yaklaşıldığı, çevik bir manevra ile acid house’a da göndermelerin bulunduğu albümden yayınlanmış olan ilk kırkbeşlik olan Love In Outer Space ile finale ulaşırız. Tekil katmanların birbiri ardına sahne aldığı, elektronik dans müziği külliyatı içerisinde de kendine has bir yer edinebileceğinin şimdiden garantisini verebileceğimiz, ambient techno Escape Velocity 2562’nun müzikal değişimler peşinde koşmaya devam edeceğinin kanıtını oluşturmakta. Dave Huismans, burada yer veremediğimiz A Made Of Sound projesiyle gerekse de 2562 mahlasıyla yayınladığı kayıtlarda elektronik seslerden genişçe bir resim oluşturmayı başarmakta. Yukarıda bahsi açılmış disiplinlere kulak aşinalığı bulunanların ısrarla edinmelerini son söz kabilinden paylaşabiliriz.

...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Hafaza-i Beşer Nisyanla Malûl Mü? – Ümit KURT – Birikim Dergisi
Dersim Katliamı ve CHP’nin Vicdanı – Leyla İPEKÇİ – Taraf
Kürtlere Vuralım – Nazım ALPMAN – Birgün
38 – Dersim Katliamı Belgeseli – Çayan DEMİREL
Genel Bakış – Seviyesiz – Seviyesiz Siyaset
Baklayı Çıkarmak – Kaçakkova – Serbest Yazarlar
Şiddeti Fark Etmeyen Toplum – Orhan TEKELİOĞLU – Radikal 2
Gerçek Sosyalizme Bir Şans Daha - Slavoj Žižek – Radikal
Grev Güncesi - Sabah / ATV Emekçileri

Değerlendirilesi Güncel Makale ve Yazılar
Onurun Yüzü – Karin KARAKAŞLI – Radikal 2
Benim Kalemim Var... – Cahit AKIN – Kaynağım İnsan
Gençliğimizi Roll’dun Gittin – Dolphinished Monkey Business – Alter[ed] native
Grischa Lichtenberger – Unubium / ~Treibgut EP Kritiği – Okan AYDIN – Fasitdaire
Roedelius - Works (1965 – 2005) – Nolan MICRON – Castles In Space
Kraftwerk: In Praise Of Electronic Beatles – Alan McGee – The Guardian / Music

2562 / A Made Up Sound Official At Myspace
2562 Dubstep In The Arena Interview – John Citizen – Resident Advisor
2562 RBMA Interview – Video At Vimeo
2562 Fact Mix # 81 At Fact Magazine
2562 Unbalance Album Review At Bass Music
Léo Ferré Official
Léo Ferré At Wikipedia
En Uzlaşmaz Fransız: Léo Ferré – Donat BAYER – Radikal 2
Jay Farrar Official
Ben Gibbard At Wikipedia
Jay Farrar and Benjamin Gibbard Official One Fast Move Or I’m Gone
Jay Farrar and Benjamin Gibbard Interview – Mike Ragogna – The Huffington Post
Metavari Official
Metavari At Myspace
Crossroads Of America Records Official
BOP Official
BOP At Myspace
BOP At Med School
BOP Cast On Hospital Records Podcast Via I-Tunes
Harmonia & Eno‘76 – Tracks & Traces Album Review At The Big Takeover
Roedelius / Cluster Harmonia At Myspace
Harmonia & Eno ’76 At RCRD.LBL
Harmonia & Eno ’76 Remixes Critic On Kompakt.FM
Antipop Consortium At Myspace
Antipop Consortium At Big Dada Recordings
Antipop Consortium - Flourescent Black Albüm Eleştirisi – Sühan GÜRER – Dinleme Parkı
Fever Ray Official
Fever Ray At Myspace
Martyn / 3024 Official
Martyn At Myspace

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel Dale Grimshaw – Annar_50 - Jonathan Darby – Annar_50
Generation Undone / Jonathan Darby Exibition Informative
Annar_50’s Flickr Page

2562 Photos Courtesy From Below Listed Web Sites:
D - S - P -

>>>>>Poemé
Yüzde Yüz/süzlük Yeni Bir Yüz Artık – Yılmaz ODABAŞI

"götürür
uykulu atları onları
çarmıhlar çıkmazına
"
-Lorca-

(artıktık artık):

uğultuların artığıyız be çocuk
spermlerin, rahim kanlarının, eski dolunayların
kesilip yakılmış yapanıl ağaçların, susan dağların
aldatılmış avuntuların, kirli lavaboların, anlaşılır günahların
ezberlerin, "ilk"lerin, dinmeyen şehvetlerin
ve kimsesiz özlemlerin, tanıdık kederlerin, zalim yenilgilerin
apansız sevinçlerin, gündelik zaferlerin;

-zaferler tiner gibi uçucu, yenilgiler kalıcıdır...-
*
bayat yenilgilerle
tükürülmüş hayatların gündüzlerinde
ve miyop gözlerinde, yorgun gölgelerinde
artık
artıkların da artığıyız biz
geceleri bir yıldız ansızın kayarken gökte
düşün ki milatların tortusuyuz biz...
*
daha yorulur günler, güller anısı, dikeni kalplerimizde
hasretim tabutunu da taşır
kaç bahar vurulur hırslı, telaşlı günlerimizde?

bakabilsek utanacak, duyabilsek ağlayacaktık
ne upuzun yaşayacak cesaretimiz
ne an'lara, günlere iz bırakacak sabrımız kaldı
herkes geldi ve gitti
vicdanlarımızda yalan yanlış nice iz kaldı...
*
çok inançlar: kutsayıp tapınışlar
yok! yok inançlar: tükenerek, savrularak kalışlar!
çok aşklar : yok aşklar...
*
yüzde yüz/süzlük yeni bir yüz
artık
tükürülmüş
hayatların
gündüzlerinde
böyle
savrulacaktık!

karaya
vurmuş
yaralı
martılar
gibi
yalnız
yaşayacaktık!
*
yaşayıp
yaşamdan
çok
şey
umarak
yetişkinler ormanında kaybolacaktık!

kaybolacaktık
kaybolmakta yeni bir yol var sanarak...
*
iradesiz iştahlarımızla
vicdanlar emzirip günleri avutacaktık
sanal aşklar, nankör şehvetler arasında
ağrıyarak körleşen duyularımızla
buruşturup yılları anısız kalacaktık...

hayatlarımıza hükmeden dişliler arasında
günlerimizi ihanetle kutsayıp
özgürlüklerimizi domates gibi satacaktık

artıktık
artık
satacaktık... satacaktık!
*
saman balyaları gibi oturup yılların sofrasında
ağrılarla uyuyup çağrılarla uyanarak
zaaflarımızla kol kola dolaşacaktık
1+1+1=0
artık yeni artıklar olacaktık

Comments