Deuss Ex Machina # 310 - Každý Červené Srdce Svítí Směrem K Rudé Slunce

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_310_--_Každý Červené Srdce Svítí Směrem K Rudé Slunce

26 Temmuz 2010 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Harold Budd & Clive Wright-Prelucid (Darla Records)
>2<-Asuna + Opitope-Mirage Of A Liquid (Students Of Decay)
>3<-Asuna + Opitope-In The Small Train (Students Of Decay)
>4<-Monoceros-Pizzicato Spoon (Imaginary Nonexistent Records)
>5<-Monoceros-Camper (Imaginary Nonexistent Records)
>6<-Arp-Alfa (Dusted) (Smalltown Supersound)
>7<-Arp-From A Balcony Overlooking The Sea (Smalltown Supersound)
>8<-Autolux-Transit Transit (ATP Recordings)
>9<-Autolux-Highchair (ATP Recordings)
>10<-My Sleeping Karma-Lakshmi (Elektrohasch Schallplatten)
>11<-My Sleeping Karma-Tamas (Elektrohasch Schallplatten)
>12<-DDR-Tanklar Ve Yığınlar (Peyote Müzik)

Každý Červené Srdce Svítí Směrem K Rudé Slunce (310) – "Konuşmaya Değer İnsanlarla Konuşmazsan İnsanları, Konuşmaya Değmez İnsanlarla Konuşursan Kelimeleri Yitirirsin. Sen Öyle Biri Ol Ki Ne İnsanları, Ne De Kelimeleri Yitir." Kǒng Fūzǐ (Konfüçyüs) Farkındalılığı Arttırmak Bir Yana Zar Zor Bina Edilmişin Topyekün Yıkımına Müsammaha Gösterildiği Günlerde İkame Ediyoruz. İçerisinden Dışı Dışarısından İçi Neredeyse Sağır Duymaz Uydururlarla, Kurtlarla, Şahinlere Bırakılmış Bir Kâbus Canlandırılıyor. Ne Emek Verilen Kelime Amacına Ulaşıyor. Ne De (Hasılı) Kelam Edebileceğiniz İnsanlar Ortalık Yerde Bırakılıyor. Ne De Olsa Yanlıdır, Ne De Olsa Yanlıştadır, Ne De Olsa Haindir, Ne De Olsa Odur, Ne De Olsa Budur. Tartışılması Asıl Gerekli Olanın Derinlerine Batıp Kaldığımız; Irkçılık Bataklığı Olduğunu Fark Edebilmek Neden Zor Gelir Yoksa? Kimliklerimizin Hangisinin Diğerinden Üstün Olduğunu, Hangisinin Taşın Altına Elimizi Sokmamız Gerekmeyen Olduğunu, Hangi Durumlarda Nasıl Tepkimler Verilmesinin Uygun Olacağının Bildirildiği Bir Mizansenin Sathındayız. Susmanın Gereklerini Yerine Getirirken Yerimize Kararı Çoktan Vermişlerin Ölen Canlarda, Yıkılan Hayatlarda, Zaten Yokken İyice Silinen Yaşam Alanlarında Nasıl Kötülüğü Yücelltikleri Aşikardır. Son Bir Haftadır İşitilenler Sağda Solda Yazılıp Çizilenlerin Ezcümlesi Aslen Barış Adını Unutturmaktan Gayrısını Amaçlamadığı Son Derece Nettir. Yıkıntılarla, Yıkımlarla Artık Mozaiğin Mermer Haline Dönüşümüne Bağışıklık Kazanmış Durumdayız. Suskun Kalabilmenin Ehven Olduğunu, Her Olumsuzlukta Galebe Çalanın O Olduğu Konusunda Artık Yalnız Değiliz. Muktedir Olanların Hınçlarını Alabilmek İçin Nasıl Punduna Getirdikleri Her Durumu Kullanmaktan Çekinmediklerini Biliyoruz. Gerçekten Görebilmekten, Afrasız Tafrasız Ve İnce Hesapsız Konuşmaktan Nasıl Alıkonulduğumuzu Şimdilerde Bir Kere Daha Fark Ediyoruz. Yüzümüz Kızaracağı Yerde Oh Olsunlar, Beter Olsunlar Diyebilmeyi Tarih Tekerrürden İbarettir Kıssasına En Kestirmeden Bağlayanların Âmalıklarını Seyretmeyi Sürdürüyoruz. Ne Kelimeleri Ne De İnsanları Yitirmeden Artık Bir Tiz Çığlık, Uzaktaki Bir Düşünce, Bir Türlü Yakınlaşamadığımız Ufuk Çizgisi Kıvamına İndirgenen, Çoktan Yaftalamalarla Savunulmasının Da Mazallah Önümüzdeki Günlerde Unutturulabileceği Apaçık Ortada Olan Barışın Yokluğuna Alışabilecek Misiniz? Yoksun Kaldığımız Şartlandırılmışlıklar İle Düşünmesi Bile Korkutucu Keskin Bakışımların, Ellerde Sopalar, Dillerde Hakaretlerin Doludizgin Gittiği Bir Cehennem Midir Alayımızın Hakettiği?
[Küçük Harflerle Konuşabilmek Kelimelerin Değerini Asla Kaybettirmez / Fasikül 15:34)

>>>>>Bildirgeç
Pro Patria Mori: Vatan İçin Ölmek (Öldürmek) Ya Da Vahşetin Estetiği - Derviş Aydın AKKOÇ*

"My friend, you would not tell with such high zest
To children ardent for some desperate glory,
The old Lie; Dulce et Decorum est
Pro partria mori.”
(Wilfred Owen, 1917)

Tüm toplumlar “savaş kurbanlarını” şu ya da bu şekilde estetize etmişlerdir. Siyasi, hukuki ya da dini bir değer uğruna “hayatını ortaya koyan” ve ortaya koyduğu bu hayatı, savaş esnasında yitiren kişiler ya tanrılaştırılmış ya da kahramanlaştırılmışlardır. Gerek Antik Yunan’da gerekse Roma İmparatorluğu’nda “vatan için ölmek” (pro patria mori) genel siyasi düşüncenin önemli bir bileşenini oluşturuyordu. Patria, yani vatan, Yunan’daki polis ya da Roma’daki respublica kavramlarıyla doğrudan ilişkiliydi. Öte yandan vatan için ölmeye, siyasi ve hukuki söylemin bir parçası olması hasebiyle manevi bir içerik yüklenmişti. Kantorowicz’in belirttiği üzere Antik dönemde patria salt coğrafi bir anlama sahip değildi. Vatan kavramı daha ziyade yurttaşların (politai) içinde yaşamlarını sürdürdükleri “evren” (kosmos) anlamında kullanılıyordu. Bu kosmos, Yunan’da polis, Roma’daysa respublica’da cisimleşiyordu. Bu nedenle vatan için ölmek, aslında yurttaşların siyasi bütünlüğünü ifade eden polis ya da respublica için ölmek demekti. Örneğin geniş bir alana yayılan Roma İmparatorluğu kendi “bütünlüğü” içinde bir kent (polis) olarak tasavvur ediliyordu. “Roma’nın gittiği her yer Roma’dır” söylemi de, bu duruma atıftı. Kantorowicz’e göre, Romalı bir asker Galya, Suriye ya da İspanya’daki bir çarpışmada hayatını kaybettiğinde pro patria (kahraman) olarak ölüyordu. Ne var ki, Roma İmparatorluğu bir patria, vatan değildi. Patria’dan ziyade orbis Ramanus (Roma dünyası) vatan kavramının yerine geçiyordu. Bir başka ifadeyle bu geniş imparatorluğun savunulması esnasında yaşamını kaybeden insanlar respublica Romana (Roma siyasi bütünü) adına hayatlarını feda ediyorlardı.

Yunan’daki polis ya da Roma’daki respublica uğruna ölenlere karşı büyük bir “saygı” duyuluyordu. Kantorowicz’e göre, bu saygının altında yatan saik başlangıçta “ölülerin geri döneceğine dair dini korkuyla” alakalıydı. Söz konusu dinsel korkudan hareketle daha sonra ölülerin yarı-tanrılaştırılması süreci yaşandı. İÖ V. yüzyılda savaş kurbanlarının estetik-mitik kurgulanma süreci son şeklini aldı. Savaşlarda ölenler için ilk defa “resmi mezarlar” yapılmaya başlandı. Ölüler, mezarlar ya da törenlerle onurlandırılıyordu artık. Epik şiirlerde, felsefi anlatılarda, dinsel söylemlerde savaşçıların “cesaretleri”, “fedakârlıkları” ve “kahramanlıkları” işleniyordu.

Ne var ki, bu onurlandırma pratikleri tek taraflı değildi. Şöyle ki, resmi onurlandırma sadece zafer kazanmış güçler için değil, mağlup güçler için de geçerliydi. Savaşta hayatını kaybedenlere yönelik olarak karşılıklı saygı duyuluyordu. Sözgelimi Homeros İlyada adlı eserinde kendi halkı olan Akhaları savaşçılıkları ve erdemleri bakımından överken, düşman güçlerin başında yer alan ve ağır bir hezimete uğrayan Hektor’u da övüyordu. Zira düşman, düşman da olsa hâlâ insandı. Düşmanın düşman olma hali, onun belli bir “estetik bütünlüğe” kavuşturulmasını gerekli kılıyordu. Bu nedenle Antik dönemde savaşçıların cesetlerine yönelik estetik bir hassasiyet geliştirilmişti. Ölüm, belli bir kutsallık tasarrufuyla güzelleniyordu.

Antik çağın “savaş kurbanı” ve savaşçı imgeleri, Ortaçağ’a girişle birlikte çözülmeye başladı. İmge ikiye bölündü. Ortaçağ’da insanlar polis ya da respublica için değil, efendisi ya da lordu için ölüyordu bu defa. Manevi içerik, bir başka anlam ve değerler kümesi tarafından yeniden kurgulanıyordu. Daha sonra Hıristiyanlığın da etkisiyle vatan için ölmek ile Tanrı için ölmek arasında bağ kuruldu. Vatan ve Tanrı kavramları birbirlerinin muadili olarak tahayyül ediliyordu. Kişinin hayatını “Tanrı’nın Krallığı” uğruna feda etmesi ile dünyevi krallık uğruna feda etmesi arasında paralellikler kuruluyordu. Ölenleri nitelemek için şehitlik kavramını kullanmak yaygın bir hal aldı. Zamanla efendi ya da krallar adına ölenler ile Tanrı adına ölenler arasındaki ayrım silikleşti. Böylece Antik dönemin vatan kavramı niteliksel bir değişim geçirdi; coğrafi anlamda ülkeye, siyasi anlamdaysa devlete göndermede bulunmaya başladı. Vatan kavramının devlete ve siyasi iktidara olan mesafesinin ortadan kalkmasıyla imgenin bölünmüş yapısı yeniden birleştirilmiş oluyordu. Dönemin sonuna doğru insanlardan hayatlarını talep eden siyasi iktidarlar, hem Tanrı’ya hem de siyasi temsil olarak krallığa vurgu yapıyordu.

Modern devlet paradigmasına geçişle birlikte vatan kavramının Ortaçağ’ın sonlarında kazandığı anlam, Weber’in ifadesiyle “büyüsünü” yitirdi. Mistik unsur olarak Tanrı kavramı vatan kavramının çeperlerine itildi. I. ve II. Dünya Savaşlarında vatan için ölmeye atfedilen tarihsel ve kültürel anlam, büyük ölçüde dağıldı. Bu durum oldukça ürkütücü bir düzeye ulaştı. Öyle ki, Kantorowicz’in gözlemiyle “bir askerin hayatını, hayat kaybına eşdeğer herhangi bir manevi karşılık olmaksızın istemek üzeriyiz” (Devlet Kuramı, Dost Kitabevi, s. 125). Modernliğin ölme ve öldürme biçimlerindeki kritik eşik de, burasıdır. Siyasi iktidarlar egemenlikleri altında olan yurttaşlarından hayatlarını talep ederken, talepte bulunduğu hayatların karşılığını sunma hususunda kifayetsiz kalmıştır. Herhangi bir yeni değer yaratamamışlardır. Geleneksel şehitlik anlayışını modern ölümlere uyarlayarak, ölümü “ulusal onur”, “vatanseverlik” gibi söylemlerle telafi etmeye çalışmakla yetinmektedir modern siyasi iktidarlar.

Vatan sözcüğünün modern yeniden değerlendirilmesiyle, sözcüğe yüklenen anlamlar Antik modeldeki kullanım biçimine tuhaf bir biçimde geri döndü. Vatan mefhumu siyasi iktidar olarak, dünyevi devletle ilişkilenmeye başladı. Lakin Antik dönemin düşman ve savaş kavramlarına değer bahşeden unsurlar ya yapısal dönüşümlere uğradı ya da büsbütün ortadan kalktı. Geleneksel yiğitlik ve kahramanlık söylemleri tuzla buz oldu. Zira düşman kavramının insan kavramıyla olan ilişkisi kesildi. Modern anlamlandırmada düşman, “onura” sahip değildir. Düşman, onurdan ziyade belirleyici sıfat olarak “hayvanlık” çağrışımlarını da barındıran kahpelikle tanımlanır. Öyle ki, düşman terörle mücadelede olduğu gibi “düşman statüsüne” dahi çoğu zaman sahip olmayabiliyor. Düşman cephede konuşlanır, hayvanlarsa inlerde. Düşmanlar göğüs göğse çarpışmada öldürülüyorken, hayvanlar inlerinde avlanıyor artık.

Bu durumun yansımasını Türkiye’deki “kirli savaşta” gözlemleyebiliriz. Kürt Sorunu özelinde öldürülmüş “savaşçıların” burunları ve kulakları kesiliyor; gözleri oyuluyor. Cesetlere yapılan kötü muamelelerle cesedin temsil ettiği düşman kuvvetler aşağılanıp, çirkinleştiriliyor. Bu durum bir de-estetizasyon, yani çirkinleştirme süreci olarak değerlendirilebilir. Fakat bana öyle geliyor ki tam tersi biçimde de değerlendirilebilir. Öyle ki, modern savaş ve düşman gerçekliğine uygun yeni bir estetiğin tedavüle sokulduğu kanaatindeyim. Bu estetik vahşetin, çirkinliğin estetiğidir. Öncelikle ve sadece korkuyu eksen almaktadır bu estetik. Varlığıyla dehşet saçan, kanı donduran vahşet estetiği modern devlet aklının tezahürüdür. Modern devlet, M. De Sade’ın güzellik ve çirkinlik arasında yaptığı ayrımın geç de olsa farkına vardı gibi: “güzellik basit bir şeydir, olağandışı olan çirkinliktir. Güzellik basit anlamıyla çarpıcı olamaz. Çirkinlik, çürümüşlük çok daha sert bir darbe yaratır, çok daha güçlü sarsar” (Sodom, Çiviyazıları, s. 57). Türkiye’de “çirkinliğin gücü” 1990’ların ortalarında keşfedildi. Bugünlerde yeniden görünür hale geldi. PKK üyelerine ait cesetlere yönelik çirkinleştirme uygulamalarının, Kürt toplumunda “sarsıcı” ve “sert bir darbe” yaratma amacıyla gerçekleştirildiği vakıadır. Cesetlere birer leş muamelesi yapılarak, mücadele edilen insanların, insan olmaktan kaynaklanan itibarları ellerinden alınıyor. Bu durum da anlaşılırdır zira Antik dönemin karşılıklı saygı anlayışı, yerini topyekûn bir saygısızlığa bıraktı.

Türkiye’de Kürt Sorunu özelinde Kantorowicz’in gözleminin geçerli olduğu kanısındayım. “Herhangi bir manevi karşılık olmaksızın” askerlerden yaşamları isteniyor. Vatan için ölme fikri sıcaklığını, seferber edici gücünü halen muhafaza etmektedir. Fakat mesele burada değil. Asıl sorun, vatan kavramından anlaşılan tasavvurun belirsizliğindedir. Coğrafi olarak vatan için mi yoksa siyasi birlik olarak “vatanın bölünmez bütünlüğü” için mi askerlerden yaşamları talep ediliyor? Tanıl Bora, Türk milliyetçiliğinin söylemsel olarak vatan sözcüğüne yüklediği anlamın “haritalardan” ve “kilometrekarelerden” ibaret olduğunu belirtiyor. Bu tespite katılmamak mümkün değil. Harita olarak vatan, devlete dolayım kurmanın da yegâne vasıtasıdır. Bu tasavvurda Türk kimliği dışındaki çeşitli etnik unsurların kültürel çokluğu bir zenginlik değil, zillet belirtisidir. Terk-i diyar etmek zorunda bırakılanlar diyardan olduğu kadar haritalardan da sürülmüş, silinmişlerdir.

Vatanın bölünmez bütünlüğü esprisi ile “devletin bölünmez bütünlüğü” esprisi arasında kurulan bağda bir müphemlik söz konusudur. Türkiye’de vatan için ölmek ya da öldürmek devlet için ölmek ve öldürmek anlamına geliyor. Fakat hâkim ideolojik söylem tam da bu durumu peçelemek üzere işliyor. Zira niçin ve neden savaştığı hakkında pek bir fikri olmayan insanları, ölmeye ve öldürmeye şartlandırmak, başka türlü mümkün değildir. Vatan sözcüğü siyasilerin muhayyilesinde haritadan ibaret olduğu için, terörle mücadele esnasında ormanların yakılması gibi uygulamalardan imtina edilmiyor. Ormanların yakılmasıyla birlikte insanların yanı sıra, hayvanların da varlığı silinip gidiyor.

Devlet özgülünde gerçekleşen süreç, bir bakıma PKK için de geçerli. PKK de yılları bulan bu savaşta militanlarından hayatlarını talep ederken eski “manevi karşılıkları” epeyce bir aşındırdı. Gerillalar niçin ölmektedirler? Bu soru aslında Türkiye kamuoyunda bir başka önemli sorudan sonra geliyor: PKK ne istiyor? PKK’nin siyasi talepleri, militanlarının ölme ve öldürme gerekçesidir. PKK tarafından öne sürülen gerekçelerin belirsizliği, dahası politik taleplerin mütemadiyen değişmesi, sanırım Türk halkından önce Kürt halkı nezdinde kimi soruların sorulmasına neden olacak, oluyor. Hakikaten Kürt gençleri niçin ölüyor? Parçalanmış bir vatan imgesi olarak Kürdistan için mi, kültürel-anayasal haklar için mi, devrim için mi, “demokratik özerklik” için mi? Niçin bu ölmeler, öldürmeler?

Wilfred Owen’ın dizeleri bugün her zamankinden daha bir çarpıcı. Şaire göre, vatan için ölmek (pro patria mori) “eski bir yalandır”. Bu yalanın böyle şevkle dile getirilmemesini talep ediyor Owen. Bilhassa da bu yalanın yaratacağı “umutsuz şöhrete” heves eden çocuklara karşı…

* Pro Patria Mori: Vatan İçin Ölmek (Öldürmek) Ya Da Vahşetin Estetiği - Derviş Aydın AKKOÇ'ın kaleminden Birikim - Aylık Sosyalist Kültür Dergisi'nin internet sitesinde yayınlanmış makaledir. Yazarın ve Birikim dergisinin anlayışlarına sığınarak Deuss Ex Machina'ya alıntılıyoruz.

...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Pro Patria Mori: Vatan İçin Ölmek (Öldürmek) Ya Da Vahşetin Estetiği - Derviş Aydın AKKOÇ - Birikim
Komşuma Dokunma! - Necmiye ALPAY - Radikal
Linç Kültürünü Aşmalıyız - Yaşar SEYMEN - Birgün
Bu Kimin Savaşı? - Burcu KARAKAŞ - Bianet
İnegöl Ve Dörtyol’da Fail Belli - Irkçılığa Ve Milliyetçiliğe DurDe!
Çözümsüzlükten Irkçılık Batağına! - Mithat SANCAR - Taraf
'Sarhoştum Hatırlamıyorum' Teranesi - Kemal ULUSALER - Birgün
Sarhoş Amigoların Asayiş Olayı! - Sendika.org
Haydi Türkiye Üzüme! - Ece TEMELKURAN - Habertürk
Kürtlerin Hedef Alındığı İnegöl Bir Göç Kenti - Bianet
İşte Devlet'in Rolü! - sol.org.tr
Demokratik İnfial - Bülent USTA - Birgün
Ölüm Siyaseti - Etyen MAHÇUPYAN - Taraf
Medya "Taş Atan Çocuk" Demekte Israrlı, Çocuğu Dinlemiyor - Bianet
Uyuma Medya, Erol Zavar Da Ölüyor! - Ersin TOKGÖZ - Radikal
Herkese Demokratik Özerklik! - Ertuğrul KÜRKÇÜ - Radikal 2
Cephelerden Notlar - Umur TALU - Habertürk
Şenay DÜDEK: Ahmet KAYA'ya büyük haksızlık yaptık! - Sevilay YÜKSELİR - Sabah
Ham Kasetteki Düdek - Mehveş EVİN - Milliyet Cadde
Grev Güncesi – Ankara Tekel Direnişi
Grev Güncesi - Sabah / ATV Emekçileri
Türk Nasyonal Sosyalizminin Kısa Tarihi - Murat UTKUCU - Birgün
Vahşetin Resimleriyle Dans - Mehmet SOYLU - Kronik Muhalif
Semih KAPLANOĞLU: "Vicdan Zamanı Taşır, Artık Hesaplaşalım" - Berivan TAPAN - BiaMag
Ölüme Edebiyat - Gökhan KARAHANER - Futuristika!
Parayla Çocukluk Ne Kadar Kolay... - Dolphinished Monkey Business - alter[ed]native
Az Uçuş Sertifikası - Aglea - Ztopya
Hayır De! - Wolfgang BORCHERT "Sonra Yapılacak Tek Şey Var" - Eleştirel Günlük


Harold Budd & Clive Wright Interview At The Echoes Blog
Harold Budd & Clive Wright Informative On Darla Records
Harold Budd Official
Harold Budd At Myspace
Clive Wright Official
Clive Wright At Myspace
Asuna + Opitope - Sunroom Official Album Informative At Students Of Decay
Asuna + Opitope - Sunroom Album Review - David MURRIETA - The Silent Ballet
Opitope Official
Opitope At Myspace
Monoceros Official
Monoceros At Myspace
Monoceros Tales From Late Night Remixes Official Informative On Inrecs
Arp At Myspace
Arp At Smalltown Supersound
Arp Rootmix / Minimal Mix For Two Turntables At Root Strata Blog
Autolux Official
Autolux At Myspace
Autolux At ATP Recordings
My Sleeping Karma Official
My Sleeping Karma At Myspace
My Sleeping Karma - Ahimsa - Live At Underground -Köln (28.03.2010)
DDR Resmi Site
DDR Myspace Sayfası
GSMH: DDR - Yiğit A. - 13Melek

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – misak[nospam]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
They No.55 - Zhangxiaophoto / Xiao Zhang
Zhangxiaophoto / Xiao Zhang's Flickr Page

>>>>>Poemé
Devran Ters Yöne Dönüyor - Bülent ÖZCAN

Dönüyor devran dönüyor,
Devran ters yöne dönüyor...
İşkence, açlık, kıyım var;
Devran ters yöne dönüyor...

Zindan içinde zindanlar,
Kurşuna dizilir canlar,
Ölür nice genç insanlar,
Devran ters yöne dönüyor...

Hiroşima, Halepçeler
Zincirler ve kelepçeler,
Ana babasız bebeler,
Devran ters yöne dönüyor...

Tarih kör topal ve sağır,
Duymaz seni bağır bağır;
Gözyaşı, zulüm ve kahır,
Devran ters yöne dönüyor...

Kaynakça: Şiir.gen.tr

Comments