Deuss Ex Machina # 413 - difference and repetition

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_413_--_difference and repetition

20 Ağustos 2012 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Dans Les Arbres-Les Cimes (ECM Records)
>2<-Dans Les Arbres-La Vapeur (ECM Records)
>3<-Sidsel Endresen & Stian Westerhus-The Rustle Of A Long Black Skirt (Rune Grammofon)
>4<-Sidsel Endresen & Stian Westerhus-Drawing An Arc (Rune Grammofon)
>5<-Emanuelle de Raymondi-BV 07 (ZerOKilled Music)
>6<-Emanuelle de Raymondi-BV 10 (ZerOKilled Music)
>7<-Mika Vainio-Magnetism (Touch)
>8<-Mika Vainio-Magnetosense (Touch)
>9<-VNDL-Night At Slaeg (With Pleq) (Hymen Records)
>10<-VNDL-Novar (c0ma Remix) (Hymen Records)
>11<-Björk-Dark Matter (Alva Noto Remodel) (One Little Indian)

difference and repetition
(413)

bilindik, tanıdık, aşina... her defasında sözün bittiği yer olarak nakşettirilenlerin, duyumsatılanların günün v gündemin en ön safhalarına taşınanların, yamaca tutturulanların peyperdey dizildiğinde bir, iki bölük yan yana durduğunda ortaya koyduğu simgeleştirdiği kaçınılmaz bi'biçimde kırılmaların hayatlarımızı alt üst ettiği gerçekliğidir. bu vurgudur. kolay v tek bir satırla cümle oluşturabilmek birbirine denk düşürülebilecek anlamlar, anlatımlar kotarabilmenin bu kadar zora koşulmasının sebeplerinden birisi de budur bir ihtimal. her defasında sözün bittiği yerle hemhal, bağdaş olunup hep o noktaya ulaşmanın, orada sabitlenmenin v ötesine ulaşamayacak olmanın getirdiği varsayımının enikonu götürdüğü, hepimizi taşıdığı mercii böylesi bir gri alandır. kümenin, yapının, kürenin v alanın geri kalanında bir bahis açılacaksa eğer durağanlığımızın nedenleri sorgulanacaksa eğer birbirimizin diline, vicdanına karşı demediğimizi koymadığımız bir alanın varlığını sorgulayarak, hesap sormayı zihinden geçirerek yola koyulabiliriz. okuyoruz, izliyoruz, duyuyoruz v bir şekilde sunulabildiği kadarını görüyoruz. sunulduğu kadarıyla vakıf oluyoruz.

gözün gör dediğini, aklın idrak ettiğini çekincesiz, aracısız v yalansız dolansız olarak sorgulamaya girişebildiğimizde durumun her defasında bozacı, şıracı ilişkisiyle beraber sunumlandırılan eksenden uzak bir alanı gösteregeldiğini söyleyebilmek mümkündür. bir çarkın içerisinde bir o yana bir bu yana koşar adım ilerlerken durmaksızın yeni eşikler, aşamalar arasında tercih mecburiyetine tutulmuşken, ya o ya bu şıkkının, ya şunun yahutta bunun taraftarısın algısının dirençli bir çözümlemeyi uzağımıza yönlendirdiği aşikardır. düşünmedikçe sorgulayıp engin cümlelerin değil basit v kanalize edilmiş, dayatılmış olanların ötesindekine ulaşmayı kafaya koymadıkça daha çok sınavlarda sözün bittiği yerleri göreceğimiz muhakkaktır. velev ki ötekisinin diline pelsenek ettiklerinden bir hayır gelmeyecek olsun, velev ki her dedikleri doğrunun ta kendisi olarak sınıflandırılsın, öyle tanıtılsın vicdan bir kere de karşısındakini işitmek, bir kere de söz hakkı tanımak üzerinden geçmez mi, geçememektedir mi? nedir?

günümüzün getirdiklerinin farklı perspektiflerden irdelemeye gereksinim olmaksızın yalın bir biçimde tahliline girişildiğinde, zihinde tartılıp biçimlendirildiğinde her defasındaki bunca ağır yüklenişlerin, ensemizde pişirilen bozaların peyperdey sunumlandırılan niteliği kendilerine merhem bile olmayacak tasvir v önermelerin bütününde kısacası bütün bu cinnet sarmalının mabadında hayata ulaşıp kelamları oradan düzmeye, önümüzü, geleceğimizi görebilmeye daha kaç vardır, kaç durak? yeksan edilen, sükun etmiş olan, eşikten buyur edilmiş olan manasızlığın, sağır duymaz uydururculuğun her dem taze her dem el altında tutulmaya devam edilen nifak tohumlamasının, ondan bölücü, bundan yancı, bir diğerinden içimizdeki irlandalı benzetmesine yakın duran yakıştırma v atfedişlerin seslendirilmesi karşısında akil olana daha kaç vardır? akil olanın peşinden ilerlemek, bunu arayabilmek için didinmek uğraş vermek elzemken daha ne kadar kafayı kuma gömüp her şey olurunda v yolunda diyenlerin evet bunu halen ısrarla v inatla yineleyebilenlerin çizdikleri rotanın içerisinde ilerlememeye mahkum kalacağız. şimdi düşünme zamanı değilse hangi aralıktır o vuslat? yanlışın yankısını bulduğu ilk nefesten bu yana devinimin sürekli güncel tutulduğu bu coğrafyada yalnızlığımızın ironik olmayan anlarında, şapkalarımızı önümüze alıp düşünmeye kaç merhale vardır, kaç aşılması gerekli eşik?

kolay kolay her şey kolay şiarının başımıza örmediği çorap kalmamışken, bir fileden kurtulduğumuzu varsayarken bir başkasının zorlu mücadelesine dahil olmak, ama asla v kata çözümlemeye dair, nihayetlenmesine dair bir kuvvetli algı, duruş sergilemeden; yol hepimizi nereye taşıyacaktır, ulaştıracaktır. zihne düşürülen, simgeleştirilen v budur bu kadardır diye iliştirilenlerin bir millet tahayyülü içerisinde sergilenmeye devam edilen, kör bir inatla sunulmuş olan ötekisinden öç alıp demediğini bırakmama, yarasını kanırtmak adına en olmadık şeyleri sergileyebilme, erkanın beklentilerini, ahalinin tahayyüllerini başkaca okuyarak, buna yorarak geliştirilen sözümona açılımların, sözümona yeni sözcükler türetmenin, eylemlere girişmenin nasıl da kör kör parmağım gözüne şeylerden mürekkep olduğu bugün yinelenesidir. ortalık toz dumandan, can pazarından geçilmezken hemen her güne bir yeni ağıdın yakılması söz konusu edilmekteyken hala bildiğimizi okumaktan, bu kararlılığımızdan zerre şaşmayız bakışımının, tahakkümünün götürüp, ulaştırıp dımdızlak hepimizi terk eylediği yer duyarlılık sahasının tarumar edilmiş kırsalıdır. duyarlılığın istimlak edilmiş halidir.

kolaycıl işler bakanımız sayın şahinbeylerin diline pelesenk ettiği vurgularında değme faşizan unsurların yıllardır düşünemediklerini paldır küldür söylemesinden tutunuz, kabinenin ağır üyeleri arasında kıdemini her defasında duyumsatan çelikli, barınçlı v hiddetli beylerimize kadar uzanan, ana akım medyanın neyden haberdar edip, neyi önemsemesi gerektiğini biat etmez yahutta dediklerine riayet etmezlerse nelerin başlarına gelebileceğini muştulayan pejmürdeliklerin has be has sahiplerine varasıya çeşitlendirilebilecek bir ulema çevresinde olan bitenlerin ta kendisi duyarlılığın çiğ çiğ lime edilmesidir. bölük pörçük kılınmasıdır. defaatle yinelenmesi gerekli olan birbirimizin sesini duymamamız için ortalığa kestirilen kakafoninin dört bir yanımızı çerçevelemesi, hepimizi mahkum kılmasıdır bu v benzeri yönelişimler zaman mevhumu içerisinde dün orada bugün burada görüp de yaşadıklarımızın hemen hiç rastlantısal değil tam aksine hesaplı kitaplı birer felaket projesi olduğu gözler önüne serilmektedir. felaket uzlaşılacak zemin bırakmaz, dilden medet umulması için yola çıkılan meram, akil yolculuğun önünü almaktan gayrısını paylaşmaz.

felaket düz ayak yinelenmesinde beis görülmeyen hakir görülmeleri adına söylenmesinden çekinilmeyen, hedef gösterilmelerinden kaçınılmayan mutlak ötekilerin varlığının takdis edilmesinin açtığı yaralardır. yaralarımızdan hala kan damlarken, hala acının kendisi varlığını muhafaza edip her yanımızı felç etmeye devam ederken düşünmekten, harekete geçmekten gayrısıyla avunmak biraz fazla polyannacılık değil midir? o bilmediğimiz yerlerde, en azından eşiğimizden uzak bellediğimiz yer v yurt merceğinde olan bitenlere tepkimenin şirazesinden çıkmışlık ile alaşağı edilmesine olan biat gayya kuyusunun, karanlığın en alt kademelerine teslimiyet değil midir? teslim bayrağı değil midir? hayatı hayra yormak bir yana her anını daha bütünleşik, birbirine denk tasvirler, sınavlarla donatmaya devam edildiği müddetçe her ana bir ölüm, her ana bir yıkım sığıştırılmaya, kadim halkların kardeşliğini onarılmamak üzere yıkma gailesiyle hareket edilmesinin neticelerinin kıyamet diskurundan ne farkı olacaktır? yahutta hala kalmış mıdır böylesi bir farklılık.

algı v dönüşüm bir sarkaç gibi başımızın üzerinden sallandırılmaya devam ettirilen, roboski'ye sus, şemzina'ya pus, antep'e lal, malatya'ya ya yahutta başlı başına bir insan öğütücü haline dönüştürülmüş kapital başkenti şehristanbul'a kadar her yerde karşılaşmaya başladığımız suskunlaştırma o olmadı linç edebilmeye kadar varan kiminde nümayiş, kiminde neredeyse oh oldu denilebilecek bir seviye yoksunluğunun karşılık olarak dillendirilebildiği bir ortamda "hayat ne yana düşer". hayata tutunabilmek hangi yana. problem olan mesellerin üzerini unutmakla, ölü toprağı serpmeyle, benim halkım işini bilir, çok da güzel öcünü, tepkisini ortaya koyar pışpışlamasının kör bir hiddet sarmalından geriye pek de bir şey bırakmadığı gün gibi ortadadır. meydanda olan günümüzün, gündelikliğimizin yamacında birbirimize vermemiz gerekli olan asgari saygının, asgari empatinin yerinde yeller estirilmesidir. tekrarlamak lazımsa hayat ne yana düşer bu gri mevzide, karanlıkça zapt edilmiş bu kara parçasının dört bir yanında. tam teşekküllü karşılığını bulmak için hayatı sözün bittiği yerden sözün kaynağına doğru seyyahlığa akıl ne zaman dank edecektir.

duyarlılık dediğimiz koşar adım birilerinin el aman feryat figanlarını önemserken, burnunun tam dibinde olduruluveren ama her ne hikmetse görünmezlik v bilinmezlik zırhıyla ayrıştırılamaz bir biçimde izole edilip ayrıştırılan, önemsenmediği her dakika yinelenen durumlar karşısında da gerekliliğini koruyan, biz beşeriler için sınav özelliğini muhafaza eden bir edimdir. harala gürelenin içerisinde tehlike geçti diye söze başlanana kadar uygulanan, yinelenen ele şeker yurda zehir zemberek damıtımların, alaycıl neredeyse ironik bile olmayan tespitlerle günün kotarıldığı, bugünkü duyarlılık tecrübesinin de heder edildiği bir eksende, durmaksızın düşünmeliyiz. kaderin ördüğü ağlar, alınyazısı v bilcümle vakiaların nasıl da insan eliyle kotarıldığını göz önüne getirdiğinizde bu tespit daha bir anlamlı olacaktır. taşlar yavaş yavaş yerlerine oturacaktır. böyledir. insan eliyle kotarılanın şirazesinden çıkmayı olağan, dimağın kırk yıl düşünse gelmeyeceği şeyleri sıradan, kolay kolay dile getirilemeyecek şeylerin, hakaretamizlik düzeyi v düzeni dahilinde olduğunun okumasının v fikrin / zikrin bu doğrultuda yapılandırılmasının hepimizi taşıdığı yer medeniyet mezarlığıdır. medeniyet diyerek levhası çakma, içeriği küflü bina edilen gayya kuyusudur. ta kendisidir.

her dem yanlışlara tutunarak doğrular türetmek, doğrunun her ne olduğunu unutmak v unutturmak adına savlanan şeylerin hepitopunun incir çekirdeğinden küçük ama bir yandan da çorbadan çıkan sinek kadar 'can sıkıcı' olduğu yinelenesidir. akılda tutulasıdır. akıl tutulmalarının, boş vermişliğin, kural tanımazca giydirmelerin, göndermelerin yanı başında durulup düpedüz düşünce tahlillerine girişildiğinde duyarlılık nam edimin nasıl da yenilip yutulduğu yerle yeksan edildiği ortaya çıkacaktır. lime lime edilen hayatlarımız, bölük pörçük kılınan günlerimiz v tabii ki yarınlarımızdır. ümitvar olmayı bir kenara terk ettirip, salt dayatımların, ikilmeye gerek duyulmaksızın sürümcemesiz diretmelerin yanında v refakatinde bunca kadüklüğün birbirlerine lehimlenerek oluşturulan yapıyadır sözlerimiz, seslenişlerimiz. mutlak doğru olarak savlananların perspektifini bir de diğer yanından bakıldığında ortaya çıkarttığı meram budur, bu noktadadır. imlenen simgeleştirilen peyderpey katara eklenilen, düzayak güncelliğin harala gürelesinde tozu dumana kattıran muktedir aklının sunduklarına iki kere göz gezdirdiğinizde duyarlılık halinin bile isteye nasıl tahrif edildiğini, yönünün kapsamının değişitirildiği ortaya çıkacaktır. tutturulan yolların yok oluşu cismanileştirdiği aşikardır.

sorun mesel v mesnedinin kendisine uygun görülüp biçimlendirilen v son tahlilde durumun muğlaklıktan ötesine taşınmazlığı, arafta tutulduğu zamanın güncelliğinde, şimdisinde karşılaştıklarımızın toplamı bu betikte tanımılama çabasına giriştiklerimizden daha elimdir. daha yoğun bir biçimde enikonu tartılası, uzun uzadıya düşünülesi acıların varlığını gösteregelendir. duyarlı olma halinin kalıplaştırılmış bir retorik, rutinlere bağlı bi'tepkime olarak resmedildiği, dostlar alış verişte görsün cümbür cinnet yurdunda halimizin perişanlığı ortadadır. halimizin nice olduğunu vesikalamaktadır. hangi birisine dert yanasınız, hangi birisinde uzakta kalasınız, kalbi kapatasınız, vicdanı mühürleyesiniz. hangi birisinde sürümcemesiz al gülüm ver gülümü bol ayak oyunlarını ifşaa edesiniz. duyarlılık nam edimin içinde, bunca şey birer birer açık edilip, malumun ilamına girişilmiş iken, düz ayak ötekileştirme deneyinin bir sonraki aşamasına geçilmişken hazır kıta. dünümüzde yaşatılanlardan pay çıkartıp hesap sormak mümkün olmadıkça bugün de yarın da başımıza örülecek çorapların, dibine kadar itileceğimiz kuyuların, yarların da sonu gelmeyecek, getirilmeyecektir. gördüğümüzü varsaydığımız şeylerin nasıl birer süzgeçten sunumlandırıldığı, birbirine bağlı veya bağımsız kelimelerin tam eksiği gediği olmaksızın alarm zillerini devreye soktuğu bu güncellikte duyarlı kalabilmek, olana bitene illa v billa tepkimeyi faşist bir tutum takınmadan sunmak, sahip çıkmak hala ütopik midir?

duyarlı olup, hassasiyet ihtiva eden! ama her dem münferit bir kıtanın, grubun sağlı sollu oraya buraya güruh halinde girişmelerinin önü alınmaması gerekli, onu da mı yapmasınlar canımlı cicimli yaklaşmasının tam teşekküllü vesikasıdır. hep aynı, her dem bayat hikaye. hep aynı bayat ama her defasında insanın benliğini altüst eden, çözümsüzlüğü derinleştiren, izolasyondan sonraki evreleri söz konusu kılan, cismanileştiren bugün x'i yarın y'yi tefe koymak için bir yardımcı, yıkıcı kandan medet umulan kararlılığın sergilendiği bir acı kumpanya. öylesine derin bir dehliz ki içine çekildikçe sanki yüzeydeymişiz gibi bir yanılsamanın, hüsnü kabülün seslendirilip onlarca yıllık yalanlara tutunmaya devam edildiği, bir cenah. üç orada beş burada, yedi şu dağın ardında şehit, ışığa yürüyen hemen karşı köşede leş!, ele geçirilip etkisiz kılınması mübah (sanki o insan değil tam teşekküllü bir makine, cansız bir persona kopyesi) sayılanlar, yediği kaba pisleyenler olarak resmedilen b.arınçların basıncı bol hedef, inş'nin lafları ağızlara tıkayabilmek için fırsat bu fırsat diye debele durduğu bireyler, insanlar. insanlık ne ara bu bayat, içi geçmiş küflü bolca salyalı, çokça sövmeli faşist söylemlere, sonunda hep her daim ölüm olan bu karanlık simsarlığına teslim bayrağını çekti. ne ara içimizde ötekisini ayrıştırma operasyonları için birer başlangıç olarak genç bedenlerin ölüleri, ölümleri üzerinden siyasi söylem geliştirilebildi ne ara.

konuşmayı, çözümlemeyi bir kenara terk edip ne ara cehennem zebaniliğinin yeryüzündeki temsilciliği adına bu kadar heveskar olundu. hangi ara. kayıp edilen, kaybedilip unutuş tarlasına terk edilen, rotasından şaşırtılıp bambaşka istikametlere koşturulan, dünün önemli gündem maddelerinin değil bugün v bu şartlanmışlığın getirdiğinin bol keseden atılan, saçılıp durulan nefret fiştekleyici, savaşı pışpışlayıcı, laletayin olarak değerlendirmekten öte enikonu ürkütücü bir dille duruşla kurulan, edimlerle sahip çıkılarak, muhafaza edilip serpilen, bir acı katarı yüklenişimiz haline dönüştürüldü ne ara!. yüklendiklerimiz sanki daha az evhamlanılası, daha seyrek düşünülesi şeylerden mürekkepmiş gibi durmaksızın biçarlığımıza ekle-çıkartma yapılanlar düşündürücü değil midir? şemzinan'da gizli kapaklı ortaya konulanlar, bir millet savaşıyor naraları uzağımızda gördüğümüz ölümü eşiğimizden içeri hemen her gün taşırken düşündürücü değil midir? lafı ağzınıza tıkarım, tepkimelerini lince taşıyanları mübalağasız saf saf onaylıyorum diye buyruk verenlerin olan biteni hayat devam ediyor diskuru üzerinden çözümlediklerini varsaymaları, ölümleri adına ister asker, ister gerilla, isterseniz sivil vd. birer istatistik olarak sunumlandırılması, onu da sansürleyip kesip biçip bilinmesi uygun görülmüşler türünden yarım ağız bir seslendirme v haberdar etme durumu duruşu düşündürücü değil midir?

ölmekten v öldürmekten gayrısını, hiddetten ötesini, bölünmezlik vurgusuna basa tepe, ötekisi olarak bellenene sardırılmayan, saldırılmayan bir ülke görünürde yok mu bütün bunlar hep peşimizde olan bir gulyabani kabusu mudur? münferit bir bakışımı seslendirip, görünür kıldırmıyoruz. yalın bir cümle kurabilmenin yeterince zor, sarp olduğu bir coğrafyada hakkın v hukuğun, adaletin v eşitliğin   bekasının nice konulduğunu duyumsatmaya gayret ediyoruz. kesintiye uğrayan, kesilip biçilen, önüne setler çekilip tabu haline dönüştürülen, gel gelelim sorunun kendisinden kurtulmayı değil daha uzunca bir süre beraberliğimizi kotarmaya gayretli olunan bir simyanın, çabanın karşısında ses çıkartmaya çalışıyoruz. ülke sadece birilerinindir o da sadece ülke ismiyle müsemma atfedilmiş olan ahvalin kendisidir aforizmasına el verilen gazetenin utanç defteri olarak tanımlandırılabilecek, içinizdeki faşisti salın gitsin, öfkenizi patlatın, ötekisinin üstüne çağrısının akıl almaz bir biçimde ivme kazanması, yankı bulması çabasında akıl bunun neresinde diye düşünmeye çağırıyoruz.

tefe koymanın, höt zöt demenin, başkalarının maşalığını hemen hiç gocunmaksızın yapıp ederken, hemen hiç tepkime vermeyenlerin kendi halklarından olana reva gördüklerininin, savaş ikliminin, linci onaylatan, göz ardı eden mazrufu değil zarfa odaklanan, didaktikliğinin terör menendini diri tutmaya yanaşmalarındaki aceleciliğin kurda kuzu teslim etmelerin, bolcana fırsat yaratılıp kahir eksen ağıza gelen, akla düşenlerin zikredilmesinin kakafonisinde adına barış dediğimiz edimin, özlemini daha uzunca bir süre günden ırak tutacağının farkındalılığını duyumsatmaya çalışıyoruz. hayat sanıldığı kadar da kolay değilken, üstüne üstlük rutinlerimizin ağırlığının belirli bir kademeden sonra artması, sonu gelmez bir biçimde burada olasılıklar dahilindeyken nereye kadar bu ketumluk hali diye hamle yapmak istiyoruz. zalimin zulmüne karşı şeytanın yanında durmayı hala tercih v tasvip edenlerin açıktıkları yaralar, yaralarımız neticesi ölümle sonuçlanan hamlelerine illallah demek sahi ne ara mümkün olacaktır? ilgileniyor musunuz?... işitiyor musunuz?... erip de bunca bedbinliğe ses çıkartıyor musunuz?...

>>>>>Bildirgeç
Düşünürün Düşünceli Halleri - Arif ALTAN - Özgür Gündem*

Son düşünceli halleri pek ürkütücü. Gerillaların yol kontrolüne takılan BDP’lilerin Şemdinli görüntüsü hepsini bir düşündürmüş pir düşündürmüş. Verimli bir malzeme, paha biçilmez bir hazine. Her biri köşesinden günlerdir azap içinde sayıklıyor. Hızını alamayanlar var. “Katil BDP katil PKK ile kucaklaşmış!” Bir alay becerikli kadın ve erkek. Metalik bir sürtünmeden çıkan ve sinirleri darmaduman eden korkunç sesler. Bu bir alay kadın ve erkek düşünür, düşünüp düşünüp duruyor. Öyle tuhaf bir hal ki, sakatlanmadan işin içinden çıkmak çok zor. Yine de sözünü sakınan yok. İhtiyat ve tedbir dinamitlenmiş. Kendi aklını bile havaya uçurma pahasına fitillerin ucunu her türlü alçaklığa bağlayarak tutuşturan bir çılgınlar ordusunun tek sesli korosu. İyi de bu panik hal, o pek “düşünceli” bilge hale nasıl tahvil edilecek? Çıkarlarının derecesini ölçerek bunların her birini önem sırasına göre izleyen o becerikli ve tam teçhizatlı düşünür ordusunun şu akla ziyan soğukkanlılığına ne oldu? BDP binaları bir bir ateşe verilmeye başlandı. Toplu linç fotoları özenle karartılmaya, nahoş görüntüler çirkin ve ayıp manzaralar diye mozaiklenmeye başlandı. Haberler, eski zamanların dehşet ve kıyamet duygusuyla, fal taşı açılmış gözler eşliğinde sunuluyor.

Bitirilecek Kürtler elbet. Düne kadar fazlasıyla emin oldukları Sri Lanka usulü imha düşleri ağır yara alsa da, eninde sonunda olacak bu iş. Şimdilik sadece lokal anestezik bir sızıdır huzursuzluklarının kaynağı. Tabi bir de kış boyu bir Tamil leşi diye üstünde tepindikleri Kürtlerin cüretkar dirilişidir dillerini sürçen. Kafaların tası, tepelerin tozuyla birlikte atmış. Fakat bir sükunet de var. Çağların deneyiminden süzülmüş bilginin işaret ettiği saf ilimden bilirler: Cüret, bir devlet ayrıcalığı. Eşkıya duyarlığıyla çekilen hizanın içine ederek öne fırlayan düzen bozguncusu şu “katil BDP’liler” varsın bu toprakların duyduğu en uygar cümleleri kursun. Kurutulur, tümünün kökü kurutulur. Aykırı sesten arınmış yüce düşünce kulübümüz, bütün binalarını, bütün tersanelerini ateşe verir, damlarını başlarına yıkar. Kaçış yok, bu kez hiç kurtuluş yok. Hele şu Şemdinli fotosuna en vakitsiz anda düşen bu “korkunç kara adam” imgesi bir temizlensin, gerisi kolay.

Dedik ya düşünür familyası  Şemdinli’de “şimdiyi” düşünüyor, çok derin düşünüyor. Mızrak  çuvala, kırk kilometrelik alanıyla koca Şemdinli bir cümleye nasıl sığdırılır diye kapkara hesaplar içinde boğuşup duruyor. Yıl boyu düşüncede imha ettikleri ne varsa topyekün taarruz halinde zihinlerine saldırıyor. Fakat tabi ki pes edilecek bir durum yok. Kürtlerin imhasından duyulan hazzı kalıba döken, vaziyetin gerekli kıldığı anlarda bu hazzı ölümcül bir kasvete büründürmesini de bilir. Rezil bir zihinsel üretim tam bir düzen içinde sunulmasa hakikate yamanma çabasındaki yalan, hakikaten iğrenç bir yama olup çıkar. Sırıtan her kelimeden arınmalı ki, sarsılmaz bir iradenin suretine tam oturabilsin düşünce biçimini alan her yalan. Kendi seri katillerine baştan aşağı giydirilen sonsuz şefkat, başka türlü ötekine sonsuz bir kin eşliğinde nasıl yansıtılır yoksa? Şimdi bu ağır iklimde nerede bir ağzını açan, bir hareket eden, bir ölü taklidi yapmayan Kürt varsa, bu hesap dışı kendiliğinden kinin yönelimi altında. Ya yanacak ya da tiksintiyle yüz çevrilecek.

Hayatını sözüne şahit kılan, sözün onuruna leke düşürmeyen aklın, güzelliğin ve vicdanın son Mohikanları da yüce Başbuğ’un bir kaş çatmasıyla temizlendi ya ekranlardan ve gazetelerden, evcimen barbar kültürün vakanüvüsleri tarihin bu zor döneminde bir engelle karşılaşmadan kelimeleri yuvarlayıp duruyor. Yeni atanmış bir süvari subayı çevikliği hakim bütün yazdıklarına, konuşmalarına. Bir aşk, bir vecd hali, kendiliğinden ruhuna sirayet ediyor olağan yaşantısına kaygısızca gömülmüş her faninin. Doğru ya, kıyım mabetlerinin rahipleri tatmin edilmeli ki sefiller sürüsü bir teselli bulsun; dillerine kuvvet, kelimelerine heyecan, seslenişlerine bükülmez bir tını ondan sonra gelip yerleşebilsin.

Hayranlık ve dehşetin birbirine karıştığı bir dikkat yoğunluğunun yorgun düşürdüğü duyuları, iktidarın sunduğu sonsuz olanaklarla yeni bir keskinlik kazanıyor. Merceklerini Kürtlere tuttukları her yerde dile gelen yarım hakikatler, dolaylı ya da direkt bir öldürmeye azmettirme itkisiyle sahici bir nitelik kazanıyor. Fakat asla anlamayacakları şeydir: Yürüttükleri akıl, salgıladıkları yalan, “içerdiği yarım hakikatlerle hakikatsizliğin tamamıdır çoktan.” Bu hakikate sadakatsizlikle köpürtülen son Kürt kıyımı dalgası, sınırları kan ve dikkatle çizilen yeni Kürt algısı, düşüncenin özgürlükten ve hayattan tümden iptali ve boşanması sürecinin son hamlesi.

Düşünürlerimizin Kürtlere dönük derin düşünceli hali buradan, tutkulu ruhlarının uyanışı ise üstlendikleri misyon bilincinden ileri geliyor. İstisnasız hepsinin derin düşüncelerine lirik patlamalar eşlik ediyor. Yapacak bir şey yok. Savaş yayılma belirtisi gösterdikçe coşkularına garip bir tiksinti eşlik etmek zorunda kalacak. Yoksa başka türlü düşünürlerimizin kapıldığı düşünsel ve duygusal savrulmada, bu yoğun lirizmin saf ölü nesnesi olmayı bile hak etmeyen Kürtler, bir bakarsın diri ve gerçek bir insan kütlesi biçiminde karşılarına dikilmiş. Derin, onları çok derinden düşündüren de bu galiba.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala "akil" olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar... Arif ALTAN'ın kaleme aldığı Düşünürün Düşünceli Halleri başlıklı makalesi tümden, bütünleşik parçalarıyla, değinileriyle v sunduklarıyla meramımızın paralelinde okunmasını salık vereceğimiz bir okuma parçasını oluşturmaktadır. ALTAN'ın v Özgür Gündem Gazetesi'nin anlayışlarına binaen bu meramı sitemize alıntılıyoruz...

 ...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam...İyi Haftalar...

Dans Les Arbres Official
Dans Les Arbres Informative via ECM Records
Dans Les Arbres - Canopée Album Review By Stef via Free Jazz
Sidsel Endresen Official
Stian Westerhus Official
Sidsel Endresen & Stian Westerhus - Didymoi Dreams Album Informative via Rune Grammofon
Sidsel Endresen & Stian Westerhus - Didymoi Dreams Album Review By Themilkman via The Milk Factory
Emanuele de Raymondi Official
Oğuz Büyükberber Official
Emanuele de Raymondi - Buyukberber Variations Album Informative via ZerOKilled Music
kenarlık #9: Emanuele de Raymondi - Buyukberber Variations - dRWarp - Deuss Ex Machina
Mika Vainio Official via Media Loca
Mika Vainio - Fe3O4 - Magnetite Album Informative via Touch
Mika Vainio Interview By Vito CAMARRETTA via Chain D.L.K.
VNDL Official via Facebook
VNDL At Soundcloud
VNDL - Gahrena: Paysages Electriques Album Review via Igloo Magazine
Björk Official
Alva Noto Official
Dark Matter Details via Björk.fr

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo  – PromosMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
matches by b r e e via flickr
b r e e's flickr page

>>>>>Poemé
Hücremde Ayışığı - Refik DURBAŞ

Sesimi sesinin üstüne koyma
kara gecede, karanlıkta, acılı
yüreğimde yeşerdiyse de alevi ölümün
kan boğmadı daha korkuyu
kırılmadı kin ve öfkenin fidanı

Sesini sesimin üstüne koyma
ağzımda prangası tutuklu rüzgâr

Yanlış arama ölümden başka
kurşuna dizilen resimlerde
acıyla örülmüşse cesetler
ve ağlıyorsa hücremde ayışığı
üzgün değilim, hüzünlü asla

Yanlış arama ölümden başka
sırtımda falakası tutuklu rüzgâr

Yüreğimde mezarlar açma artık
kazıdım hücremin duvarına çünkü
zamanı kucaklayan öfkemi
acıdan üretilen sesimi
gençliği damıtılmış günlerimi

Yüreğimde mezarlar açma artık
elinde kırbaçları tutuklu rüzgâr


Çıplak taş, demir kapı, sessizlik
korkuyu mu bekliyor o nöbetçi
niçin hiç konuşmuyor yıldızlar
şafak söktüyse nerde kar filizleri
uyusam uyansam her yerde bahar

Çıplak taş, demir kapı, sessizlik
sesimde zincirleri tutuklu rüzgâr

Tek değilim artık, çoğaldım ölüme
deli rüzgâr, çıplak suyun rahminde
artık ne hücrem, ne yalnızlık
eskisinden düşmanım karanlığa
ama hâlâ yanıyor yüreğimde işkence

Tek değilim artık, çoğaldım ölüme
yüzümde kelepçesi tutuklu rüzgâr

-Söyle kim hak kazandı ölüme
Kaynakça

Comments