Deuss Ex Machina # 416 - v lese se obává, že je obklopen

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_416_--_v lese se obává, že je obklopen

10 Eylül 2012 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-DFRNT-Silent Witness (Mekha & Zimze Mix) (Echodub)
>2<-DFRNT-Cruise (Echodub)
>3<-Tineidae-Sky Of Glass (Tympanik Audio)
>4<-Tineidae-Paper Birds (Tympanik Audio)
>5<-r.roo-Au Fall (Tympanik Audio)
>6<-r.roo-From You (Tympanik Audio)
>7<-Ex Nihilo-Stonecarver (CD-R) (Far From Cloud)
>8<-Ex Nihilo-Damascus (Dub) (CD-R)
>9<-Biome & Thelem-Juganu (New Moon Recordings)
>10<-Biome-Pentagon VIP (New Moon Recordings)

v lese se obává, že je obklopen
(416)

derdest olunup, bunca yıpranmaya rağmen yanlış olanlara sahip çıkış, el altında tutuş, dile getirip çokça seslendiriş hep gaza gelmeyip! hiç gazdan eksik olmadan hareket ediş bir nümayiş bin nümayiş pozisyonu sağlam belleyiş, yeni yeni pozisyon bellemeler, bellenenler doğrultusunda sinkafa koşar adım eylemlerin birbiri peşisıra sergilendiği bir coğrafya tasviri. tahayyülün beklentilediklerinden, dimağa taşıdıklarından ne eksik ne fazlası dosdoğru can yakıcı, öç alıcı, hıncı yüceltici bir nirengi noktasından diğerine hareketlenmelerin coğrafyası. hareket edenlerin, hakaret çekenlerin coğrafyası. per per tepinilip üzerinden söylemlerin gerçekleştirileceği, can yakıcılığı bir yana tutsak bile salt insanlığı ayaklar altına alabilmek için kendilerince uygun bulunan davranışların peyderpey sergilenebildiği bir algı doğruluktan bu kadar uzaklaştırılmış yurt tasvirinin ne kadar yabana atılmayacak bir çürümeyle yüzyüze bırakıldığımızı örneklemektedir. devran dönerken, olan biterken, gün geceyle kavuşurken durmaksızın güncellenen tel-tel dökülüp de hiçbir yaraya, merhem olmayıp tam tersine daha da fecaatine yol vermeye, zemin oluşturmaya hazır v nazır bu duruşun getirdiklerinin bütünlüklü tasviridir denk getirip dile dökmeye çalıştığımız çürüme.

yargıların çok zamandır önceden sipariş edilmiş, ön ayak olunmuş dile getirilenler çerçevesinde her dem aynı tornanın başka bir eşiğinden kolajlanıp, damıtılan bir simya bütünlüğü ile tasvir olunduğu, dökümlendirildiği, açık edildiği yolu v zemininin bina edildiği bir sath dahilinde gözle görünüp, akla yatkın olmayanların kervana düzülebilirliği karşısında aklın ne zaman kullanılacağı sorgusudur beraberinde paylaşmak istediğimiz. büyük cümlelerin, büyük vecizlerin, anlamından v bağlamından daha heybetli görünmesine çabalanılan seslendirmelerin etrafında, yamacında olanların nelerden istinat edildiği, hangi koşullar gözetilerek sergilendiği sadece bir defa bile olsa irdelendiğinde oluşturulan bu simyanın nasıl da karanlık bir somutlaştırma, karanlığı somut kılma hamlesi olduğu okunabilecektir. görülebilecektir. görmekten imtina ederek, kulakları tıkayarak lafazanlık şerbetinden bolca içip hiçbir halta yaramayacak olan muktedir algısını paylaşarak, dökerek, kırarak, onarılmayacak bir biçimde hasara uğratarak oluşturulan yıkıcı dilin tahakkümü vesikası bütün bu farkındalılık sahasının ne kadar daraltılmış olduğunu gösterecektir. ne kadar dar bir alandan mürekkep olduğunu yineletecektir.

birbirimizin dilini anlamayıp, meramını işitmeyip, yok yere zamanı heder edip, delip geçenlerin hepitopuna kapıyı ardına kadar aralatıp, sonrasında da ne yapalım elimizden bu geliyor kadüklüğünün ortasında bir cümle bile önemini korumaktadır. tek bir cümle bile önemini asla yitirmemektedir. vicdanların nadasa terk edildiği, ikinci bir emre kadar ötekisine sarmanın, sarıp da laf salatasıyla beraber sinik sinkaflara başvurmanın, bir medeniyet beşiği tasvirine bile zahmet edip sahip çıkmayıp, üzerini çizmek adına ne varsa onun eksik edilmezliği, muktedir dilinin altında saklı tutulan, gösterilmez varsayımlanan baklaların nasıl da usul usul yerinden kımıl kımıl harekete geçirildiğini sunumlandıran bir tahayyüldür ortalamaya, güne dahil etmek istediğimiz. vicdansızlık bambaşkadır bu sahada. vicdanı kötürüm eylemenin, her dem eleştirilip durulan faşizm diskürüne sahip çıkarak ben bu ülkenin asıl sahibiyim böbürlenmesinin, has sahiplenişi bir kenara terk ettiğimizde dahi ortaya çıkan manasızca yüklemlerle, atfedişlerle, boğuntuya getirilip bazen 140 karakter bazen daha uzun vecizler, makaleler halinde dökümü gerçekleştirilenlerin sıklıkla söylenip durmadan ikrar edilen bir içimizde ötekisi istemiyoruz sonucunun, neticelendirmesinin tam karşılığını oluşturduğu beyan edilesidir.

tek bir falso dahil verilmeksizin kart kurt denilenin, aslında dağda yeşeren bir 'personna' olduğundan, ırmani dediğinin bir zamanların dostane, milleti sadıkasından bugün basitçe kullanımının bile küfür olarak tanımlandırılabildiği, kimin annesinin ne olduğu seceresinin her şekilde herşeyden üstün, yeğ tutularak kıyasıya kurcalandığı bir sofranın tertib edildiği, edilebildiği bir alana yaygınlaştırılan bir dışavurum ama içten yıprata yıprata sessizleştiren bir vesikanın tanzim edilebildiği bir konumlandırma. bina edilip durmadan tekrar edilenlerin bir noktadan sonra başta söylenmiş olan latif sözcüklerin, kıymetli kardeşliğin nasıl da kılıç artığı insanlara bile reva görülebildiğinin halen bunun geçerli olduğunun tekrarlandığı birer, ikişer, üçer beşer manşetlendiği bir duvar tazeleme. duvara karşı. yitirilenlerin mesnetsizce istatistik olarak ele alındığı o bahisten başkasının da söz konusu dahil edilmediği bir mabadda, kaybedilen "göz nurları" olarak sıkış tıkış denk getirilmeye gayret edilen asuri kardeşlerimizin durumu, bir yerinden bulsak da kurcalasak diyerek hem bağlılıklarının durmaksızın sorgulandığı, hem de inanç makamında kişisel özgürlüğün nasıl ayaklar altına alındığından dem vurulabilmesi için iki de bir masaya sürülüp durulan kızılbaş kartının çekilip durulduğu bir alanda vicdansızlığın götürdüğü yer çürümeden de azade değildir. olmayacaktır da..

bunca çektirilenin yetmezliğine kani olunduğundan daha bir onlarca yıl daha közde yargılamaya girişilen darbe meselinin baş mihmandarlarından ne kadar hesap soruluyorsa o kadar hesaplanarak, ince, kıyıdan bir mizansenle v ayarla şekillendirildiği bu dönüşüm yurdunda denekliğimiz başlı başına at başı koşturulmaktadır. yerseniz yapılanların ardından, oluşan havanın karanlığı önemsenmeden, münferittir o münferittir yaklaşımından uzaklaşmadan her türlü değerlendirmeyi serzeniş olarak ele almanın getirip bıraktığı nokta o körlüktür. körlendikçe kck basın davası'nda yaşanan müsamarenin kofluğu bir yana, insana verilmeyen değerin her ne olduğunun belirginliği bir kere daha anlaşılır. hiçbir şekilde sorun yoktur, gelgelelim üçer, beşer, onar yüzer insanın canının alındığı bir savaş durmaksızın devam ettirilir. bunun adı da operasyondur taaruzdur başkasıdır. şehirlerde ses verenleri linç köyünde ses çıkartanları yakıp yıkmak, derdest etmek, daha silahın ne olduğunu bilmezden silah kuşanıp vatan dediğinin canla başla anlayarak, anlaşarak, söze v sese sahip çıkarak savunulmasından öte yol olmadığı yıllarca tekrar edilen olsa da fazla şehitnamırın göz çıkartmaz denilerek bu kadar abes düşünülüp yitirmenin bir sanal oyun tezgahında yaşananlar sığlığında değerlendirilmesi gibi garabetlikler v daha fazlasının açmış oldukları, sermiş olduğu ibretlik vesikalar utancı daha da perçinlemektedir. perçinlemektedir de utanmak ne aradır. hangi dardadır.

barış diline yakinen sahip çıkmak, göz ardı etmemek suçtur, gel gelelim batıp içinde kalakaldığımız bataklığı daha da yaygınlaştırmak nefret ekip ha'bire nadasa mahsül beklemek en safiyane tabirle saflık değilse nedir. normalleşme diye tutturulan yolların, vesayetin haki renklisinden azadeliğin, dili döndüğünce, aklı yettiğince bir şeyleri paylaşarak doğrunun ne olduğunun yeniden inşasının karşısında aşılmaz duvarlar bina ederek nere varılır? nereye ulaşılır. nereye gidilir? quo vadis türkiye? hakikat olarak belletilmiş olan ezberlerin hakkaniyetten uzaklaştırılma payı söz konusu edildiğinde nasıl göreceli bir tanımlama olmadığı, yaşandıkça, yaşatıldıkça ne menem bir şey haline dönüştürüldüğü böylesine afaki, açık v seçikken hala ama v fakatlara gebe kalıp, bel bağlayıp medeti durup dururken kendiliğinden gelecek bir şeymiş algısında çürümekten ötesi yoktur olmayacaktır. bilindikliğini sorgulamaktan imtina ederek, bugünün kısmeti ona hakaret, yarının kısmeti şuna hakaret gelgelelim başvezirim hiç kimseler bulamazsa sathın dışında olanlara cebbelleşmek, onlara laf yetiştirip ak kaşık oyunlarına devam etmek bütün bütün bu polemik değil, hasbelkader değil bilinçli bir kurgunun güncelliğinde, taşıdıklarında ne zaman hafzalayı, yolu aklı düze taşıyacaktır. ne zaman söylenenler silsilesinde yaralarımızı kanırtmaktan, canlarımızı ayırt etmekten, yitip gidenlerin ardından, en doğalından, en beklenmediğine oh olsun şiarından, temennisinden alıkoyacak ulan biz bir yerlerde hata ediyoruz ama hangisi bulamıyorduk çözümlemesini beraberinde getirecektir.

gayya kuyusu nam bu kulvar hepimizi derinlerine çekerken nefessiz kalmaktan ötesine geçmeye ramak kalmışken durmadan istiflenen acılara sonu düşlemek için adımlamak, harekete geçmek edibese, yeterartık diyebilmek zorda mıdır? zorunluklu olmadıkça yol kestirilmez eşiklerde midir? haleti ruhiyenin karanlığında bir kere daha sorgulanasıdır tümden... yalnız bırakıldığımız, yalnızlaştırıldığımız, yazık ki giderek modern hayat tahayyülü dahilinde hemen hemen pek çok şeyi örtbas edebilecek, etmeye yarayan izolasyondan payımıza düşeni aldığımız boylu boyunca güncellendiğimiz durmaksızın hizaya çekildiğimiz, bakıldı ki bu tedbirler hiç işe yaramıyor o halde zurnanın zırt dediği yerin yoklanageldiği pratiklerin devreye sokulduğu, tecritin normal bir durummuş gibi alenen savunulageldiği bir eşiğe buyur edildiğimiz bir güncelliği yaşıyoruz. bir güncellikte hayatın getirdiklerinin yanında başımıza durmadan örülen çorapların dış kapının mandalı belletmelerin, hiddetin ayarının çoktandır eşik v dereceleri alt üst ettiği bir tavır bütünüyle yüz yüze kalıyoruz.

aynı bağın gülüyüz! diyerek bangır bangır anons geçilip, şarkı tutturulurken hayat devam ediyor ya o ya bu seçeneğinin dayatıldığı, tercihlerine zorlatıldığı türkünün, anlam v bağlamının yerle yeksan edilmesinin mübalağasız önemsenmediği, dahası unutturulduğu bir güncelliği yaşamakla müreffeh yarınlarımızı arıyoruz. usul uslu. yerseniz. yalancı dolmaların dolduruşa getirmelerin ötesinde hemen hiçbir işlevselliği bulunmayan hamasi nutukların, beylik lafların, ağalık ahkamların, atıldı mı mangalda kül bıraktırılmayan önermelerin hep alkış kıyamet b'yalnızlaştırılıp izole etme çabasını daha belirgin kıldığı evrelerden geçiyoruz. aynı nakaratlarla duyumsatılmak istenen, pekiştirilip ambalajı tazelenen bir ayrıştırma meselinin tek bir hamlesi bir evresi olduğunu komple yekten unutma v unutturulmaya çabalanıyoruz. çalışılıyoruz. sorun, mesel, problem nasıl adlandırırsanız neye göre atfedersiniz edin belirlenmiş olan kırmızı çizgilerin ötesine tek bi'adım dahi geçilmediğini örnekleyebilmek bunca örnek mevcutken güllük gülistanlık bir düzenin, sorgulamayı nadasa terk etmiş bireyleri olarak bize verilen, bağşedilen boş zamanlarımızda birbirimizi yemek adına muktedirin sunduklarından seçenekler seçtirilip duruyoruz. avuntuyu, izole edilişimizi bir kenara terk eyleyip birbirimizi yermek, gırtlak gırtlağa düşmek gibi ata sporlarımızla değerlendiriyoruz.

balkon konuşmalarında duyumsatılan kardeşliğin nasıl apar topar bir düşmanlık saplantısına zamanla dönüştürüldüğüne tanıklık ediyoruz. zor olanın kolay belletilmesinin dört tarafı düşmanlarla bezeli, sarılmış bir coğrafya masalına biat edip, riayet göstererek insanlığın katlinin müsamere veya kumpanyasında adlarımıza kesilen biletlere talip oluyoruz. olduruluyoruz. modernizm sorgusu, erkin, yönetenin hesap verebilirliği bir kenara mutlak itaatin ne kadarına riyaet ettiğimizi örnekleyen deneylere denek belleniyoruz. durmaksızın tekrar edilip yinelenen saygın bir veriymişçesine tasnifine girişilen, didişip durulan gel gelelim, bakıp görelim kesintiye uğratılmadan sürekli kılınıp devinimi sağlanan yegane şeyse ide uygulanan baskılamalardır. daraltımı mümkün kılındıktan sonra bir iki üç sefer yetmez her defasında bir kademe daha ağır v hazininin devreye sokulduğu bir tek yönlü etkileşim sahanlığı bina olunur. akıl fikir dört bir yana yetiştirilirken bu diyarın şu ya da bu sorun veyahutta vehamet düzeyi belirgin olan fecaat, felaket v daha çoğuna karşı aynı sakız çaklatılır. monologlar yaygınlaştırılırken, sabit fikrin ayrıştırılamazları, aşılmazları bir kez daha ikrar olunur. kocaman bir ahvali agora boyutuna indirgeyerek, buna göre hareket ederek, yön tayinine girişerek belletilmiş olan düşman okumalarından birer cüz daha iktibas olunur.

her yer ekranlar, yazı akar camlar, bilgi ekranları sürekli güncellense de muktedirin hislere gark olmuş, içinde bir virüs gibi yaygınlaşmış olan taraftar olma, ayar verme suskunlaştırma gibi edimlerinin başka örnekleri olgu v olaylara dahil olunur. bağımsız yargıya müdahale etmekten kaçınmayan, akil siyasete engel, aklın fikrin tez elden lazım gelenine sağırlık günyüzü buldurulur. durum budur. adı konulmayacak savaş devam ederken beşebab, şemzinan v ötesinde bol adetli, kimin kimden üstün olduğunun hesabının sorgulanabildiği azrail istatistikçiliği, cana verilen pahanın düşük v hazinliği duyumsatılır. gösterilip gerisin geriye aynı kir v irin yüklemli nutuklar okunmaya devam olunur. durum budur. üzerimizden atılmış bir yük merhalesine handiyse el mağrifetiyle biraz da sağı solu tırpanlı kalsa da yarım yamalak bir bileşkede uzağımızda olduğu  hesabının sorulduğundan dem vurulan on iki eylül bin dokuz yüz seksen darbesinin güncelliğini koruduğu ayan beyan ortalıkta, yürürlükte olduğu meydandadır. bitirilmemiş tümceler, yarıda kalan hikayeler, hangi bir yanından tutsanız orasında bir eza v cefa ki bütün bunları hala tamamlayamamayı sağlatan dirayeti görünür kılan has tahrifatçılığın bu yurttan bir an olsun ayrıştırılmadığı alenidir. durum budur.

o günler içinde neyse bugünlerde de aynı aşılmaz koşullar, dayatımlar, efelenmeler, hizaya çekmeler çeker çekmez yön belirlemeler, öz olmadıktan sonra her ne olursanız olun isterseniz ağzınızla kuş tutun hainlik payesinden az veya çok payınıza düşeni almak konusunda bir sıkıntı duymayacağınız bir karanlık kararlılığı. kararlılıkla şekillendirilmiş bir kasvet, irin yığını hala v burada. durum budur. topyekün atıfların paldır küldür sözlerin, boşta bulundum söyledimlerim, onu demedim bizahati bunu demek istemiştimlerin kaçarı, sapma payı sadece erk-muktedir-iktidar yapısına aittir çıkarsamasını doğrulatan bir tasvir bütünleştirilir. sorun mesel v veya problem olağan dışı her ne varsa görünene dahil olunan, edilenlerin hepitopu toplamı bakarkörlük, sağır duymazlık ile nefretin küflü bir simyasından mütevellit bir linç etme diskurudur. vavelyalar tazelenip dururken özgürlüğün ö'sü, demokrasinin d'si, adaletin a'sı, hakkın hukuğun h'ı, kürt, alevi, ermeni, süryani, yezidi, zerdüşt, vd. her durumda ötekisi olarak sunulmaya gayret olunanın esamelerini hiç okutmamak adına, ne düşünüyorlar diye düşünmemek, topu taça atmak, yolu yordamı saplanışlar kuru gürültüler ile donatarak her birimize yol, su v elektrik pardon, tahkikatlar, tehditler, manşetlemeler, fişlemeler, ucu açık atfedişler, mahkemeler, mahpusluklar, tecrit v hatta ölümleri bir araya getirmektedir. yanyana kılmaktadır.

yol nereye sorgusu belirgin bir biçimde uçurumdan aşağısını göstermekteyken korkuları, sindirmeleri bir gece ansızın gelebilirizleri tertipleyen, topaçlatan bir utanç tablosu bu ülkenin sırtına yük edilir. üzerinden otuz iki yıl geçse de darbenin tüm can yakıcılığının, korunaklılığının sağlandığını gösteregelendir. bütün bu korunaklılığın dönemsel, geçip gider bir tavır olarak ele alınmasındansa giderek yerleşik, gömülü, ilişik bir diri tutma gayreti olduğu nettir bu kesindir. boşa doluya kesilen ahkamlar dizisi tam da o müptezellik  başlangıcı on yılda bir gelen sonuncusu otuz iki yıl önce zuhur eyleyip halen süren darbe güdümünün, yarasının bırakınız pansumanı neredeyse bile isteye kördüğüm edilerek kötürüm kılındığı, çabaların o odağa doğru kırıldığı alenidir. bir yanımız, bir yönümüz, bir yöremiz bir yamacımız değil her an her saniye vukuat olarak denkleştirilebilecek, izolasyonu salt bir dışarı çıkartmaktan öte anlamlara kavuşturan, yalnızlığı v yalnızlaştırmayı istiklal caddesi'nde yürüyebilecek kitleler merhalesine kilitleyen, siyaset pratiği dili v kelamı kullanmak isteyenleri sine-i gerilla saflarına geri postalatan, bunu dillendirebilen eğitimi naçar kıldırmak adına, düzenlemelerle çözümsüz yarınsız kılarak, uyuturken sıra dahilinde tutarken kendi bildikleri her ne varsa onu okumaya devam eden, biat ettiren bir perspektif meydana getirilir.

kindarlığı handiyse bir motif  kabilinden çabalaya çabalaya anonimleştiren veçhelere imza atılan, kırk bin takla attırılıp anayasa komisyonunda sonuç olarak kör tuttuğuyla idare eder düzeyinde sinik, ana yapıya devletu alinin statükosuna zerre halel getirmeyen darbe ile yüzleşirken bir yandan sivil olanlarına zemin sağlayan bir ülke profili çözümsüzlük tarlasının kutsanan vesikası karşımıza çıkartılır. gerçekliğe aykırı, akla ters, bilince aykırı, vicdana ters, temammüle aykırı, hukuka hepten ters, adilaneliğe aykırı özgürlüğe ters, bunca değininin toplamında, bütün meselin, ikrardan arındırılıp çözüm ile sonuçlandırılmasına, ortak akıl perspektifine geçişe daha kaç yol vardır? daha kaç tecrübe edilesi sahne v utanç vesikasının ardından uyanış. uyanabilmek. anlayabiliyor musunuz? son söz: sınırlar kadar hiçbir kısıtlamadan sıkılmadım ve kendi sınırlarım içinde sınırsızlığımı kurdum. hiç değilse bana özgü bir sınırsızlık, kendi suskum, kendi çığlığımın sınırsızlığı... "tezer özlü"

>>>>>Bildirgeç
Yüzü Olmayanın Gözleri - Bülent USTA - Birgün*

1980’den bu yana tek bir günü yaşıyoruz: 12 Eylül. 12 Eylül’ün tüm kurum ve kuruluşlarıyla, en önemlisi siyasi bilinciyle hâlâ yaşamaya devam ediyor oluşu, yüzü olmayan bir ülke olmaya mahkûm ediyor bizi. Benim asıl merak ettiğim şey, toplumca en ağır şekliyle yaşadığımız bu işkence ve baskı dönemini nasıl içimize sindirebildiğimiz? 12 Eylül mağduru pek çok kişinin, 12 Eylül’ün siyasi bilincini içselleştirmiş olması ise, yaşanılan toplumsal travmanın kolay kolay atlatılamayacağını gösteriyor. Kim bilir daha kaç 12 Eylül geçecek, 13 Eylül’e ulaşabilmemiz için.

12 Eylül, bu ülkeye, bu topluma yapılmış en büyük kötülüklerden biriydi. Paul Ricoeur, “kötülük gelişerek saldırır” der, kendisiyle yapılan bir söyleşide. 12 Eylül de, tıpkı Ricoeur’ün dediği gibi, çok sayıda evreden geçip gelişerek saldırdı bu ülkenin iyicil, özgürlükçü güçlerine. Topluma dayattığı kısıtlı ve göstermelik demokrasinin totalitarizmi hazırlamaktan başka bir şeye yaramadığını, bugünkü hükümetin ürettiği siyasete ve yaptıklarına bakarak görebiliriz. Siyaset tarihimizin belki de en ironik olan şeyidir, 12 Eylül demokrasisi ürünü olan bir siyasi partinin, meydanlarda 12 Eylül’le hesaplaşılacağının propagandasını yapmış olması.

YKY’den çıkan ve Mehmet Rifat’ın çevirdiği “Eleştiri ve İnanç” adlı kitapta yer alan söyleşisinde Paul Ricoeur’ün tespitlerinden birisi de, Almanya örneğinden yola çıkarak yirmili yılların demokrasisinin II. Wilhelm Almanyası’ndaki otoriter geleneğe özgü hiyerarşik yapıları yok ederek totalitarizme direnmenin bütün etkilerini ortadan kaldırdığını iddia ediyor olmasıydı. Bugünkü hükümet de, totalitarizmin önünde engel olabilecek hiyerarşik yapıları demokratikleşme bahanesiyle etkisizleştirdi. Medyadan yargıya, elindeki tüm araçları kullanarak her yerden büyük bir kuşatma altına aldı muhalif çevreleri ve tüm bu olumsuzluklar yaşanırken demokratik bir ortamda yaşandığına dair bir yanılsama yaratmak için, darbe davaları, Kürt Açılımı, 12 Eylül’ün yargılanması gibi çeşitli siyasi manevralara da başvurdu. Ahmet Şık gibi bir gazetecinin henüz yayımlanmamış kitabı yüzünden aylarca hapsedilmesi, darbecilerin işbirlikçisi olarak topluma sunulması, yaşanan sürecin nasıl bir akıldışılığa varabileceğinin önemli bir işaretiydi. Bir taraftan sansür davaları sürer, sansürü ağırlaştıran yasa tasarıları hazırlanırken, bir taraftan da Başbakan’ın çıkıp sansüre karşı olduğunu, sadece edebiyatta değil genel olarak ifade özgürlüğünde standartların yükseltildiğinden bahsettiğine tanık olduk. Türkiye hiçbir zaman bu hükümetin dönemindeki kadar böylesine manipüle edilmemiş, böylesine karmaşık ve tehlikeli bir biçimde örgütlü yalanlarla hakikat lincine tanık olmamıştı.  

Paul Ricoeur, aynı söyleşisinde, demokrasinin içinde taşıdığı en büyük tehlikenin, yurttaşı genel iradenin karşısında yalnız bırakacak koşullara karşı dirençsizliği olduğunu söylüyordu. Yurttaşı, genel iradeden koruyacak hiçbir ara kuruluş kalmazsa, totalitarizmin yığınlaştırma eyleminin kaçınılmaz bir hal alabileceği uyarısını yapıyordu Nazi Almanyası örneğini işaret ederek. Otoriter geleneğe özgü o hiyerarşik yapıların elbette savunucusu olunamaz. Ama “12 Eylül Demokrasi”si, tam da Ricoeur’ün yaptığı uyarıya fazlasıyla uygun zayıf bir demokrasi örneği olarak, bu tehlikenin canlı bir örneği haline gelmiş durumda. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak deyimi, yaşadığımız sürece çok uygun düşüyor. Bazı sosyalistlerin, bu süreci Kemalizmle hesaplaşma fırsatı olarak görüp, neredeyse koşulsuz desteklemesi, ciddi anlamda bilinç kayması yaşadıklarını gösteriyor. Yağmurdan kaçıyorduk ama şimdi dolu başladı ve yağan dolunun taneleri gittikçe büyüyor. Kemalizm tasfiye edilirken, var olan boşluğun özgürlükçü yapılarla değil de totalitarizmle dolduruluyor oluşunun sonuçları gerçekten ağır olabilir. Eskinin otoriter yapılarına karşı gösterilen direncin daha fazlasını totalitarizme karşı göstermekten başka bir yol yok.

Bu sürecin böylesine akıldışı bir biçimde yaşanıyor olmasının nedenini anlamak için,  toplumun “12 Eylül Kötülüğü”nü nasıl içine sindirebildiğine bakmak gerekiyor. Gerçekten o “büyük kötülüğü” içimize sindirebildik mi? Yeryüzünde, bir balon gibi şiştikçe şişen ve tıpkı bir balon gibi patlayıp totalitarizmin zehirli gazıyla insanları boğacak bu kötülüğü sindirebilecek bir toplum bulunduğunu zannetmiyorum. Bütün mesele, elimizin kolumuzun sımsıkı bağlanmış olması. Hem de öyle sıkı bağlanmış ki, artık elimizin kolumuzun olduğunu unutmuş, derin bir umutsuzluk ve çaresizlik içinde bir kurtarıcı bekler hale getirilmişiz. Oysa, elimiz kolumuz yerinde. Sadece onları nasıl hareket ettireceğimizi bilmiyoruz. İçine hapsedildiğimiz o derin umutsuzluk, adalet arzusunu hissetmemizi engellediği sürece de, 12 Eylül’ün o zehirli gazla dolu balonu, patlayacağı güne kadar şişmeye devam edecek.

Bugün 12 Eylül... Dün de 12 Eylül’dü, ondan önceki gün de... Türkiye’nin en uzun ve karanlık gününü sona erdirip gerçek anlamıyla 13 Eylül’e ulaşamadan, ne denizi deniz, ne gökyüzünü gökyüzü gibi göreceğiz... Yüzümüz yok ki, gözlerimiz olsun...

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala "akil" olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar... Akıldışı olana müdanasız ihtimam v özenle sahip çıkıldığı, değme akıldan yoksunluk ile donatılmış beyitlerin hala dört bir bucağı sardığı bu mabette sözü ile yolun karanlığından, karartılmasının ötesini görebilmek adına çaba harcayanlarımız var çok şükür... Bülent USTA'nın Birgün Gazetesi'nde yayınlanmış olan Yüzü Olmayanın Gözleri başlıklı makalesi bu anlamda dikkatle, satır satır okunulası bir derleyiş meram. Yazarın ve Birgün Gazetesi'nin anlayışlarına binaen makaleyi meramımızın altında sizlerle paylaşıyoruz...

 ...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar - İmamın Ordusu - Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme - İnsan Hakları Derneği
Dünya Basın Özgürlüğü Günü: Dünya Çapında Gazetecilere Yönelik Saldırılar - Uluslararası Af Örgütü Uludere'yi Unutma! - Emrah DÖNMEZ - Youtube
Engin Çeber İçin Adalet İstiyoruz - Amnesty Int'l
Yüzü Olmayanın Gözleri - Bülent USTA - Birgün
Ülküm, Hesap Vermemek, Yağ Gibi Üste Çıkmaktır.. - Yetvart DANZİKYAN - Radikal
Aritmetik - Aslı ERDOĞAN - Yeni Özgür Politika
Dağın Altından Haberler - Umur TALU - Habertürk
Tahrip Gücü Yüksek Ölüm - İbrahim GENÇ - Yüksekova Haber
Fikri Sabit Zabitler - Ragıp DURAN - Bir + Bir
Kürtsel Dönüşüm Yasası! - Veli BAYRAK - Jiyan
32 Yılda Ne Değişti? - Reyhan YALÇINDAĞ - Yeni Özgür Politika
12 Eylül’den Öte - Arif ALTAN - Özgür Gündem
Allende’yi Hatırlamak, 11 Eylül ve 12 Eylül - Aziz ÇELİK - Sol Defter
AKP’nin Kürt Sevdası: Ya Benimsin ya da Mahkememin - Foti BENLİSOY + Selin PELEK - Jiyan
12 Eylül Infografik - Digital Fabrika via Visual.ly
Hak Getire! - Sultan KOMUT - Bianet
Perişan Evli: Direneceğiz - ETHA
“İyi Niyetliler” Kapınızda… - Zeynel Abidin KAPLAN - Muhalefet.org
Tüsiad’dan Hükümet’e: Susmamızı Beklemeyin - ANF
Canan: Bu Bir Halk Savaşıdır - Ömer OĞUZ - Yüksekova Haber
Denizler, Google’dan Polis Fezlekesine Taşındı! - Cumali AKKAŞ - Evrensel
Başbakan ‘Zırvalamıyor’ Bilerek ‘Yalan’ Söylüyor - Veysi SARISÖZEN - Özgür Gündem
Önder: Halep'le Arşın Diyalektiğini Nasılmış Bir Görelim - İMC
Türkiye: Faili Meçhul Cinayetler ve Kayıplar için Cezasızlık Sona Ermeli - İnsan Hakları İzleme Örgütü
Hrant Dink Ödülü Beşikçi ve Memorial Topluluğu'na - Beyza KURAL - Bianet
Journalists Face Terrorism Trials Over Kurds - Constanze LETSCH - Sydney Morning Herald
Turkey Puts 44 Journalists On Trial For Terrorism - Thalia RALPH - Global Post
İzlenim: Bu Duruşma Gerçek Mi? - Murat ÇAKIR - Yeni Özgür Politika
'Yılgınlığa Yer Bırakmayın' - Murat ÇAKIR - Oğuz Ender BİRİNCİ - Emek Dünyası
Neden Hemşince Değil Kürtçe Konuştum - Evrim KEPENEK - Savunma Metni - BiaMag
Ahmet Şık: "Suçum" Hakikati Doğru Zamanda Söylemek - Ekin KARACA - Bianet
Gazetecilik Hakkında - Nilay VARDAR - Ayça SÖYLEMEZ - Açık Radyo
Türkiye'de Sansür Olmadığının Üç Kanıtı - Ümit ALAN - Birgün
Tetikçi Gazetecilik Hedefe Doymuyor - Karin KARAKAŞLI - Agos
Vakit'i Sorgulama Vakti - Özgür MUMCU - Radikal
Medyanın Halleri - Metin VAROL - Özgür Gündem
15 Eylül Mitingi Yeni Bir Başlangıçtan Çok Final Eylemi Sayılabilir - Yunus ÖZTÜRK - Sol Defter
12 Eylül Mirasyedilerine Karşı 15 Eylül!- Aslı AYDIN - Muhalefet.org
Yeni Hukuk; Ya Müşterisin Ya Düşman - Göksel ARSLAN - Başka Haber
Türk: Erdoğan’ın Telaşı Kürtlerin Birliğidir - ANF
1876, 1913, 1923, 1960, 1971, 1980, 1997, 2007 ve Diğerleri - Xwe Metin AYÇİÇEK - Yeni Özgür Politika
Basının 'Canlı Bomba'larından Suç Duyurusu - İMC
Boncuğu Kim Yuttu? - Pınar ÖĞÜNÇ - Radikal
'3 Yaşında Boncuk Yuttu, 14 Yaşında Rıza Gösterdi, 22 Yaşında Hak Etti!' - Birgün
Son Üç Yılda 1286 Çocuk Anne! - Korsan Dergi
ICG’den ‘Çatışmayı Bitirme’ Stratejisi - Kurtuluş TAYİZ - Taraf
Müjdemi İsterim! Çözüm Bulundu - Gözde BEDELOĞLU - Birgün
'Aman Kürt Siyasi Hareketinden Uzak Durun' - İMC
Baydemir: Galileo Geri Adım Attı Ancak Beşikçi Atmadı - Diyarbakır Belediyesi
Kırk Yıl Sonra Sarî Xoce Dîyarbekir'de - Şeyhmus DİKEN - BiaMag
Koruculara 1 Lira Zam! Tililili - Özgür AMED - Ajans Amed
Duygudaşlık Bitti, Bölünüyoruz Biz... - Aysel TUĞLUK - Jiyan
Kürd Sorununu Kim Çözer? - M. Latif YILDIZ - Yüksekova Haber
Arab World: Turkish Difficulty, Kurdish Opportunity - Jonathan SPYER - The Jerusalem Post
Başbakan’dan Emekli Askerlere İhanet Suçlaması - Evrensel
Der Zor Cehenneminden TKP Teşkilat Bürosu´na: Salih Zeki (Zor) - Selçuk UZUN - Hayastaninfo
Tekinsiz 2015’e Doğru, Üstelik Hrant Dink’siz... - Alper GÖRMÜŞ - Taraf - Agos
Yasin Hayal Tahliye'ye Doğru - Habergâh
Kaz Dağları'nı Siyanürle Yıkamak! - Nihal KEMALOĞLU - Akşam
Dilan - Yüksel GENÇ / Bakırköy Kadın Cezaevi - Özgür Gündem
“Bijî Ciwanen Kurd” - Rêşad SORGUL - Ajans Amed
Türk Vatandaşın Kürt Vatandaşı Anlaması İçin - Rüya YÜKSEL - BiaMag
Nakarat - Mithat SANCAR - Açık Radyo
Türk Kalkınmacılığının Savaş Dili - Ferhat KENTEL - Taraf
Trabzon Valisi, 'Bunlar Rum Dölü Bu Yüzden İstemiyorlar Hes'i' Dedi Mi? - T24
Vicdani Retçi Süver Yeniden Tutuklandı - ETHA
Kıyıya Vuran Dalgalar - F Tipinden Öyküler - Deli Dalgalar
Radikalizm ve Ölçü - Halil TURHANLI - Birgün
Greenspan ve Neoliberal Aklın Kriz Temayülleri - Orkun SAKA - Agos Şapgir
Can Debt Spark A Revolution? - David GRAEBER - The Nation
Moda Düşünmek - Cüneyt UZUNLAR - Açık Koyu
Engelli İşçiye Önce Asansör Yasağı Sonra İşten Çıkarma - soL
Benim Oğlum Bir Doktor - İshak KARAKAŞ - Jiyan
Sert Süzülme - Ahmet TULGAR - Ahmet TULGAR Blog
12 Eylül Kalemleri Kıran Yazarları Lâl Yapan Âmâ Yapan - Adil OKAY - Ege Postası
Karanlığa Karşı - Ertuğrul ÜNLÜTÜRK - Evrensel
80’lerin Kültürel İklimi - Nurdan GÜRBİLEK - Muhalefet.org
Hungere Newayen Derin Aramê Dikran - Mehmet AFŞAR - Korsan Dergi
Tarlabaşı’nda Sanat: Yıkıma Dek Görülebilir! - Begüm Özden FIRAT - Bir + Bir
Kırıklar - 14-15 - Ali Duran TOPUZ - Utay


DFRNT Official
DFRNT - Fading Album Review By Rosie CRAIG via Louder Than War
DFRNT Insight #44 
Tineidae Artist Page via Facebook
Tineidae Artist Page via Tympanik Audio
Tineidae - Lights Album Review By Robert HELBIG via NBHAP
r.roo Official
r.roo Artist Page via Tympanik Audio
r.roo - Mgnovenie Album Review via Idie Youdie
Ex Nihilo Artist Page via Facebook
Ex Nihilo Artist Page via Soundcloud
Ex Nihilo - Stonecarver Preview Fall From Cloud via Soundcloud
Biome Official via Myspace
Biome via Hedmuk Bass Music
Biome - Fabric Live Promo Mix via Fabric London
Thelem Official via Twitter

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromosMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel silence deads - ghazali kori
ghazali kori's flickr page

>>>>>Poemé
Enkaz Kaldırma Çalışmaları - Didem MADAK

Enkaz Kaldırma Çalışmaları
I-
Bir tezgahtar parçasıyım ben
Üç kuruşluk acıya müdahale edemem
Kanatlarımda sigara yanıkları
Gül diye okşadım onu yıllarca
Sen istersen derdim müşterilerime
Sen istersen kalbimin hepsi de melek olsun
İnanırdım bazen bir kase bal bile umutsuzdur.
Gül tutan bir adam aradım yıllarca
Rakamlar büyür, şehir küçülürdü.
Vazgeçtim, vazgeçtim sonra
Beni anneme götürsün bindiğim bütün taksiler.
Kalbim neden isli bir şehir?
Kalbim! Neden ben?
Bir tek aşk sözü söylememiş gibiyim.

II-
Bir tezgahtar parçasıyım ben
Kendime alıştım bodrum katlarında
Geceleri yokluğum karşıladı beni
Kuru yapraklar sererdi merdivenlerine
Viks sürdüm burnuma, coca-cola içtim
Ağlamaklı oldum kaç kere çilek reçeli yüzünden.
Büyülendim Sibel Can çalınan taksilerden
Büyülendiğin şeyler,
Büyülenmediğin şeyleri döverdi bilem.
Neden sen böyle çocukluk resmiydin kalbim?
Kendime alıştım bodrum katlarında
Artık bir karanlık bağımlısıyım.
Kezzap attı yüzüme sokak lambaları
Tenekeden bir aydınlıkla kestim
Hayatla ilgili bütün bağlarımı
Hazırım ben
Bir anne ismine bağlamayı her şeyi:
Füsun...

III-
Acıklı sözler kraliçesiyim ben
Yağmur bir daktilo kız kadar hızlı
Hızlı daha hızlı
Fazla vaktim kalmadı
Artık ifadem alınmalı.
Asaletim de sizin olsun baylar, rezaletim de!
Beni bir sutyen lastiğiyle asın.
İnanın kendimin
“Yokluğunda çok kitap okudum”
Bana birkaç hayati meseleyi ödünç ver kalbim
Görüş günlerinde seninle konuşabilmem için.
Kalbim neden ben?
Sırf sevinsin diye seni bir kere bile
Elinden tutup parka götürmedim.

IV-
Melankoli ve kolonya şişesi
Kalbim ile İzmir aynı şey mi?
Boyunlarında simsiyah birer halka
Kumruların hepsi de dişi mi?
Gugukguk yusufçuk
Nerdesin? Burdayım.
Bekleyin, bekleyin geliyorum!
Melankoli ve kolonya şişesi

Hayatımın üstünde imkansız kuşlar uçuyor.

V-
Kalbimi bıraktım bir yanıbaşımda
Kanatlarımda hep böyle yalnız başıma
Son şiirimi de kaybettim.
Kalbim! Neden ben?
Son çocukluk resmimi de bir yabancıya gönderdim.

Kaynakça: Antoloji

Comments