Deuss Ex Machina # 421 - kesintili kesit... aksamı her dem mekanik, devrik

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_421_--_kesintili kesit... aksamı her dem mekanik, devrik.

15 Ekim 2012 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
a1-Soft Gates - Duplication (Self Released / CD-R)
a2-Soft Gates - Oz Crystal (Self Released / CD-R)
a3-Atlantis - The Mountain And The Sun (Futuresequence)
a4-Atlantis - Landa's Alphabet (Futuresequence)
a5-Actress - IWAAD (Honest Jon's Records)
a6-Actress - Jardin (Honest Jon's Records)
b1-Kangding Ray - Telur (Stroboscopic Artefacts)
b2-Kangding Ray - Antar (Stroboscopic Artefacts)
b3-Xhin - As It Unfolds (Stroboscopic Artefacts)
b4-Xhin - Them (Stroboscopic Artefacts)
b5-Eugene Carchesio - Circle Music Two (Room40)
b6-Eugene Carchesio - Circle Music Seven (Room40)

kesintili kesit... aksamı her dem mekanik, devrik
(421)

kelimelerin sağladığı enginlik dahilinde birbirine benzeşen sözcüklerden ırakta bir yerlerde, bir denklikte seslendirişler v tahayyüller gözlerimizin önüne durağanlıktan uzak, üzerinde uzun uzadıya düşünülesi derin derin tartışılası bir vesikanın varlığını enikonu denkleştiriyor. okunmadığı için kenara yığıntılanan, bir köşeye atılan epey hallice yekünün, matbuatın bir noktasında, bazen tek bir sayfasında; umulmadık deryaların varlığını keşfetmektir bu aynı zamanda. şifaen, sözle olan yolumuzun kesiştirilmesi, bunun yanında kaynakçalığın nispeten daha az önem atfedilmiş yanılgısını üst üste koyduğunuzda bir kelime bazen binlerce sesi tanımlandıran, binlercesiyle açıklanabilecek bir vakıayı net bir biçimde çözümleme imkanını sağlıyor. söz konusu ediyor. yerleşik kalıpların, düzayak sanrıların, her dem oldu bittilere getirilmiş olan işin doğrusunu değil eğrisini ön plana çekmeye gayret eden avaz avazlığın yanında sığınılabilecek bir limanı temsil etmektedir. haddizatında. bunca tebelleş olunanın, yüz göz olunanın yanında hemen üstten atmalık, sıra savmalık bir deneyimleme değildir o kelamlar.

her durumda haberdar olunup ahkam kesilebilir olarak tanımlanmış, bellenmiş olanın yanında neye ne kadar önem atfettiğimizi, neyden beslenerek hangi soruları sormaya bir çaba iki özen gösterdiğimizi duyumsatan bir denkliktir. arada kaldığımız, sıkış tıkışlığımız içerisinde belirgin olan duyarlılık nam edimin nasıl bir vitrin çalışması, ambalajlama güdüsü olduğunu bundan nemalanarak ötesine kafa yorulmamasının salık verildiği bir zaman diliminde önceliğini hemen hiç kaybetmeyendir. okuduğumuzu ne kadar anlıyoruz? okuduğumuza ne kadar değer atfediyoruz, erebiliyoruz? kendiliğinden bir rota v yol belirginleştirmek için kelamın ortaya döktükleri bir başlangıç vesilesiyken bunu per per tepinerek lime lime edip, nefsi köreltmek adına yüz kırk karakterlerde sündürmek, bu olmamış, öteki anlamamış diğeri hiç kıyısından geçmemiş ama lafazanlığın dolaylarından birer ikişer dökümleme çabasının hangimizi nereye taşıdığı meydana çıkmaktadır. bu pejmürdelik saiği içerisinde denk getirilenler, denk düşürülerek yola dizilenler, kelam haline dönüştürülenler klişelerin yeniden dökümlendirilmesiyken hala ama v fakatlardan nemalanmak neyin nesidir?

kimliklerin, dillerin ortaya çıkarttıkları varolanın yanında görünmesine hiç çaba sarf edilmeyenleri bizahati duyumsatmaktır. gel gelelim bizim gibi tepeden diktelerin pat diye bir anda devreye sokulduğu bir deli kuyuya taş atsa kırk akıllının ortak akıla başvurup da o taşı çıkartamadığını deneyimlenmesine sahne olan bu cenahta duyumsamak için okumak gerekmektedir. okuduğunu kurallara bağlı, kırmızı çizgilerle donatılmış, bu aşılmaz, şu delinmez olarak savlanan şeylerden arındırmak gerekli iken hala tatavla peşinde koşulması günü daha da karanlık kılmaktadır. okumuyoruz, göz ardı ediyoruz. okumuyoruz gözümüzün ucunda baktığımız şeylere dair yalan yanlış ne varsa dilimizde evirip çevirdiğimiz kekremsi harfleri sırasıyla dizmeye devam ediyoruz. anlamıyoruz, anlamak için çaba sarf etmiyoruz. deneysellik olsun diye entelijansiyanın en kıdemlisi olmak adına değil bu ülkenin dosdoğru yaşamak zorunda bıraktırıldığı heyhulalara, garabetliklere v daha fazlasına karşın ortak aklın ne olduğuna kafa yormuyoruz. yormayınca da kendi küçük cemaatlerimizin günden günden ot, çöp diye ayrışan kümelerinde kendiliğini kaybeden kuklalaşmış tasvirciler haline dönüştürülüyoruz. sesimizi duyan var mı?

yalnızlaştırıldıkça, izole olmaktan çekinilip durulan o sanal cenahın bir parçası haline dönüşmek için "mesai" harcayan, bu uğurda çabalara girişmek mecburiyetini kendinde görenler haline dönüştürülüyoruz. yoksunlaştırıldıkça anaanakımın zaten hiç görmediğine karşı daha tekinsiz, daha tedbirsiz yakalanıyoruz. bilmediğin ufkun bir yanında bir köyün ortalık yerinde mühimmatın ne işi olduğunun sorgusunu, köylük yerin yamacına konuşlanmış olan birliklerin gerilla ile savaşında kurşundur seker, ahmet mi mehmet mi nereden bilecek benim 'mehmet' kardeşim diye atfedilen vurdulu kırdılı savaş halinin küçücük çocukları aramızdan almasına yol verdiği bir zamanda barışın gerekliliğini değil sunulan gereksizlikler üzerinden zamanı heba ediyoruz. buna ilişerek, alışarak yaşamanın gerekliliklerini yeniden örüyoruz!. aslında ölüyoruz günden güne ama kimse üzerine alınmasın diye onu da sessiz sedasız kılıyoruz. vehameti anadil polemiklerinin çevresinde sergilenen sizlerin her ne olduğunu biliyoruz diye üstten üstten konuşmaların, afedersiz zerdüştlerin akla gelmesi için basbayağı münafık bir zihne sahip olunması gereken çıkarsamaların başvezir ya da vekili, amiri veya memurunun diline düştüğünde, o bahisler ortaya çıkartıldığında bir iki kem küm sonrası bağışıklık kazanılması düşündürücü değilse nedir? neyin nesidir?

polyannacılık hikayesinde bir sonraki dönemece gelesiye kadar bunca bedbinlik hali, bunca kederlendirici şeyin ortasında kırk gündür aç kalan bedenlerin taleplerini duyumsamak, söze karışmak yahu onlar da terör örgütü üyesi-sempatizanı denkliğine, yaftalamasına bir an olsun düşmeden konu anlam v bağlamını yitirmeden söz konusu edilebilecek midir? hasılı kelam insana ulaşılabilecek midir? toplumsal duyarlılığı münferittir münferit diye diye enikonu linçlerin olağanlaştırıldığı, her x'im diyenin karşılığı olarak al bu da sana 'y' denilerek yeni densizliklerin sergilenebildiği afakı saran karanlığın, bünyeye sirayet etmiş olan işimize gelmeyene karşı bir güzel kulaklarımızı tıkarız abinin sonu en azından ölüm kadar feci değilse nedir? her neye ilintilenmelidir. iliştirilmelidir. yap boz paramparça. tüm parçalarında bir şeylerin eksik edildiği, bir şeylerin önüne engeller çıkartıldığı bu kadar göstere göstere devam edilirken kafayı kum içerisine gömmek neyin çözümü olacaktır. pekala o değer atfettiğiniz, önemsediğiniz şeylerin yanında bu sathı mahali asgari müşterekte paylaşmak zorunda olduğumuz lgbtt bireyler için avcılar'da düzenlenen linç ediyoruz gecelerine ne demelidir? neyin nesidir?

birbirimizi türk, sonradan türk, yarım türk, enikonu dönme, sonradan görme, beyaz türk, siyah türk, karbeyaz türk, yeşile bulanmış türk, muhafazakar türk, laikçi v ulusalcı türk diye belirgin bir ayrıştırmanın sonu getirilmeyecek bir safhası dahilinde bütün bütün yaşadıklarımızın sorgusuna ne zaman girişebileceğiz. hangimizin ne olduğunun, ne mutlu olduğumuzun değil de ne kadar insan yerine konulduğumuzun, sesimizi ne kadar duyurabildiğimiz ile ölçülebileceği bir cenah olmak dururken halan aferin için didişilmesi korkunç değil midir? kırk takla atılarak referandum sürecinin sakızı anayasa yazılacak sürecinin son halleri, hallenişleri tüm çıplaklığıyla nerede durduğumuzu göstermektedir. okumuyoruz geçiyoruz! bir yerinde kilitlenip, öbür evresine geçilen gelgelelim anadilde eğitim hakkından en temel sendikal haklara kadar pek çok şeyin karar hükmünde kararnameler, gece operasyonları ile tertip edildiği yeniden biçimlendirildiği bir zamanda hakkaniyetli bir anayasanın yazımı nasıl mümkün olacak, nasıl gerçekliğimiz olacaktır? seçilmişlerim kafa karışıklığı bir yana sınırlarımızın çok ötesinde izlanda'da yirmi beş yurttaşın fikirleri doğrultusunda temellendirilip, halktan gelen yönlendirmelerle şeklinin sağlandığı anayasa yazım süreçleri, demokrasi dediğimiz şeyin her ne olduğunu bir kere daha ispat ederken bu sathın kendisinde böylesi şeyleri düşünmek, tahayyül etmek, talepte bulunmak koskocaman bir ütopya mıdır hangisidir?

utanç vesikaları ne bu satırlara ne de bu meram sahanlığının sınırlarına yazmakla tükenecekken, tüketilebilecek bir şeyken hala gak guk denilmesinin hala en gerekli olan konularda sessizliğin ortak bir paydaymış gibi seslendirilmesinin ceremesini çekmeye devam edecek olmamız da mı düşündürücü değildir? gerekli gereksizi bir kenara yinelemekte fayda var insanı konuşmaya, anlamaya, çözümlemeye dahası hayat dediğimizin böylesi bir utanç vesikası olmadığını daha ehven bir şey olduğunu kanıtlayabilmek için kaç tecrübe gereklidir. kaç tecrübenin yaşatacakları üzerinden bir şeyler kafaya dank edebilecek uyanılıp yola konulabilecektir? kendi işittiklerimizin üstüste birikintisi bile bunca çekimserliğin, ucu bana dokunmasınların hepimizi her ne hale koyduğu meydandayken bir kere daha seslendirelim istedik. yolumuz nereye muhafaza altına alınıp, oradan kesilip buradan biçilerek yeni yeni teğeller atılıp hemen arkasından vazgeçilip, pas geçilip durmadan kararsız kazımlığın son hamlesiymişçesine "önemlilik" atfedilerek her defasında boşluğa denk getirilen, zarar ziyan eylenen bir demokrasi kumaşına sahibiz. makastarın ustalıkla kestiğinde nizami bir kıyafet olarak ortaya çıkanın, çıkartılabilenin bizim ustaların ellerinde ne hallere konulduğunu nasıl bile isteye heder ettirildiğini, hurdaya ayrıldığına bir kere daha şahit yazıldığımız bir demokrasi kumaşına sahibiz.

kesik parçaların, hem kol hem bacağa uyabileceğinden, hem bedene hem ruha hem içe hem dışa, görüntüyü kurtarabileceğine olan sebatın, handiyse toz kondurulmaz özgüvenin getirilip ortasına bırakıldığı, biçimlendirmekten ziyade varolanın da tanımsızlaştırılmasına ön ayak olunan bi'demokrasi kumaşı ahalisiyiz. halkın sahipliliği belirli bir nokta, kademeden sonra önemsiz bir detaymışçasına ele alınıp değerlendirilirken yapılanların hepimizin günü, geleceğini dar ettiğine, bir beden küçülmemizi salık veren bir algı sınırına terk ettiğini, gördüğümüz v acı acı tecrübe etmeye muvaffak olduğumuz bir demokrasi kumaşına sahibiz. hem bizim hepimizin, hem muktedirin has seçilmişlerinin tıyneti v zihniyetlerine göre rahatlıkla hiç ama hiç istif bozmadan kullanabileceği, kesiklerin yeni yaralar ortaya çıkartacağı, dönüştürebileceği iyi veya kötü yanılgısı ikileminde boyuna makastarın kesintiye uğradığı, şaklayan makasın bazen giyotin gibi herşeyi biçip döktüğü, yerle yeksan ettiği, ucubenin belirli bir karşılığı olarak atfedilebilecek bir demokrasi kumaşına sahibiz. demokrasiyi aşılmaz duvarlar, mütemadiyen suskunlaştırılan, biat ettirilen, yol isteyen her kim olursa olsun dur denilen, merehem isteyene, akıl danışana başka kapıya diye kovalamaların sergilenebilmesi bunun da alkış kıyamet sergilenmesi kumaşımızın nasıl kullanıldığını, hangi ellerde nasıl hallere dönüştürüldüğünü belirginleştirmektedir. belli etmektedir.

belirgin kılınan aidiyetlere göre tavır almaların, dengine göre laf satmaların, çarptırmaların, hizaya çekmenin, boyuna huyuna v önyargılara göre yaftalamaların, edep had bildirmelerin katara dizildiği, göz önüne getirmektedir.demokrasi kumaşının her bir dip odağı olan teğellemelere haiz alanların, nasıl üstünkörü çalakalem çizildiğini örnekleyendir. tasvip edilenlerin yanında onanıp kabul görmesi mümkün olmayan nice akıl almaz tutumun peyderpey sergilenebilmesi, bir kurmaca, kurgu masal içerisinde değil bizahati can yakan bir gerçekliğin içerisinde adımlatıldığımızı, yol aldığımızı, nefes almaya çalıştığımızı kesin bir biçimde duyumsatacaktır. duyumsatmaktadır. tedbirin hep önceden alındığı bu o şu da bu kategorisinden, onun sözü şifa bunun sözü zehir olarak tasnif edilmeye girişildiği halen de bunun önemli bir tutum olarak muhatap alınacaklar için önemli bir kıstas bellendiği, gel gelelim esas sözün sahiplerine bu aşamalar, yıldırmalar yüzünden kimi zaman hiç ulaşılamadığı bir düzenek bina edilmekte, yükseltilmektedir. o tezgahın üzerine, makas durmadan çalışmaya devam ederken. gördüğümüz kısır döngünün bir ayağı, evresiyse eğer henüz görmeye nail olamadıklarımızın hali v meali takdirlerinizedir elbette. kolayca dönüştürülebileceği sanılan v buna göre hareketlerin yol aldırıldığı bu sathı mahalde görünen köy kılavuz istemese de yaşadığımız güncenin hakikat okuması her günü bir sınayış v sınav mertebesine taşımaktadır.

üstelik sadece bu kadar az betimleme v buz dağının handiyse yüzde beşlik bir kısmına ancak vakıf olunabilmişken. buna ayılabilmişken sınav edimi gün akışında önemli bir sahayı kapsamaktadır. uyu, uyan ye iç v her sınavdan başarıyla geçebilmek için kırmızı çizgilere riayet et. belle, didiş görmek için çalış ama neden sorgusuna girişme. anlamak için dinle!, çabalan gel gelelim bütün burada bellediklerini sırf kendine sakla. düz hatların eğri büğrü haline dönüştürülmesi, keskinleştirilmesi enikonu teferruatlardan arındırılıp sorunu v meseleyi öne çıkartırken kafanı kumdan hiç ama hiç çıkartma. yeltenme bile hareket etmeye. orada adil, burada kapsayıcı, şurada barışçıl dilin getirdiklerinden bahis açanların bunu belletmeye, idrak ettirmeye didinenlerin neden bu sathı doksanların kirli v karanlık yüzüyle buluşturma teşebbüs v faaliyetlerine değinme. bil ama unut. gör ama hafızandan ilelebet sil. akıl var ama fikri taça çıkar. alim olma balık ol!. duy amma velakin önemseme. gayya kuyusu hepimizi ayrısız gayrısız şahsiyetlerin yapıp ettiği mendeburluklar ile oyalatılırken roboski'nin bir benzerinin nasıl denk getiriliyorsa artık geliye tiyari'de de sergilenmesine, insanın katledilmesine, katilin varlığı bunca meydandayken büyütülecek bir şey yoktur bir hataymış olmuş seslenişlerine kan, kanabil. ahmet mi mehmet mi ayrılması uzun bir hikayeydi a burada da benzeş bir savlayışın aynı mekanik hissiyatsızlığın vurgulanması için tüm gün boyunca sıranı, haddini bil v bekle.

yanıtlanmayan sorular yığın gibi dururken bir ayı çoktandır aşan siyasi tutsakların neden aç kalma gereği duyduklarını!, açlık grevinin dönülmez aşamalarını tercih ettiklerini sorgulama. lâl kal, âma ol. zihni kullanma, heves etme. çünkü dokunursan yanarsın, ilişirsen cız kurcalamaya devam edersen kafanda patlayacak biber gazı olacaktır duyumsanması, ya duyulursa! histerisi hala hepimizi kilitlemeye devam ediyor  bir kere daha. kilitlenmek düz bir metafor olmasının, bunca sınırlı değerlendirilmesinin yanında neredeyse muktedirlik v payandalarınca uygun bulunmayan hemen hemen her konuda pat diyerek güne taşınıyor. akil olanı arama çabasının nafile bir teşebbüs olduğunun altını yüklemlerle donatabilmek adına şans belleniyor. çaba bir noktada eylemi tetikleyince denklem çorap söküğü gibi çözülmeye, derinleşmeye devam ediyor. fikrin tahrif edilmesi bunca ama v fakata sıkış tepiş yapışılması tüm klişelerin birer ikişer yeniden seslendirilmesine zemin sağlamaktadır. her barış diyeni öcü, her kürd diyeni bölücü, ermeni diyeni hain, o diyeni bu şu diyeni beriki olarak atfetmek, her insani öncelikler diyeni ayrıştırıcı, nifak tohumcusu, emeğinin karşılığını tam v eksiksiz talep edeni çıkarcı, bir seslendiriş olarak kişisel görüşlerini paylaşmasını anılıp durulan münferit kesimlerin, duyarlılık sahiplerini tahrik edici! olarak tanımlandırmanın, biliyorsunuz teröristle kucaklaşan bir parti gibi gerekli gereksiz seslendirmelerin bizahati kılçıksız faşizm tutumunun onların kumaşını biliyoruz tavrının yol verdiği aşılmazlıkların peyderpey tekrar edilebilirliği bu kilitlilik halininde istikrarlı bir biçimde sürekliliğini sağlıyor. sağlamlaştırıyor.

anlamak için gösterilmesi gereken çaba toplamı, nasıl da göreceli seçmelere denk getirilerek ona ayrı buna ayrı bir düzlemde yeniden şekillendirildiğini meydana seriyor. herşey yeniden başlıyor. tanımlananların hakkaniyeti göz ardı etme düzeyi yükseldikçe sessizliğe mahkum ondan medet umar haline dönüşen kitleler yaratılmaya, bu saik diri tutulmaya devam ediliyor. iletişim olanaksızlaştırıldığından bu yana kimin neyi önemsediği, hangi gerekçelere dayanarak bir şeyler düzeltmek, onarmak adına yola çıktığı unutturulanlar arasına dahil ediliyor. demokrasi kumaşımıza vurulan her neşter, pardon makas dünün vesayeti baskıcılığının tahammülü bellekten silmiş hamlelerinin devamlılığında bütünü lime lime eden bir toplamı meydana çıkartıyor. bin kere düşünüp bir kere kelamı türetebilmeyi olumlama olarak ele almayı v halen herşeyin yolunda olduğuna inanabilmeyi bir masal kurgu bütününden acı bir deneyim haline dönüştürüyor. zamanın ruhunda yapılan edilenler tümden kişiliği, kollektif kümenin en kıyısında ölüme terk ediyor bilincinde miyiz?

hiç telaşe etmeyiniz dedi dış ses. sizlerin bu duyarsızlığınız beni bitirdi dedi iç ses. herşeye bir kulp tutup ondan yeni sözler söylüyorum diye diretmeyin dedi dış ses. mahir olan öfke bir hitabet sanatıdır deyip ha'bire fırça kayana söylesene bunu dedi eğer zahmet olmazsa kısmını da ilave ederek iç ses. bizim eylediğimiz takılacak kulp değil boşa heder edilecek zamanımızın kalmadığıdır kısmını da sektirmeden. düz mantıksınız, ileriyi görmüyorsunuz, konjüktürün ne manaya geldiğini bilmiyorsunuz dedi dış ses. ne geldiyse bu başa siz anlamazsınız, bilmezsiniz diye kesin konuşmalarınızdan başımıza geldi, durmak nedir hiç bilmediniz gazla, copla, darpla kapı bacayı kafaya kırarak, evi barkı derdest ederek, yakarak, tahakküme olur vererek bugüne getirdiniz hala mı düz mantık dedi iç ses. hala mı sağır duymaz güzel güzel uydururculukla mesai. kolay değil memleket dedi dış ses!. memleket dediğin rutinlere bağımlı, korkulara bağışıklık kazandırılmış, kafasına bomba yağsa buna bine minnet etmesi salık verilen, zorlanan şerrin türlüsü getirilirken başa halal gelmesin yurduna, başına söylem v diğer seslendirmelerden gayrısını önemsemeyen bir yer midir dedi iç ses. bu mudur!. süreklilik dahilinde dün dündür, bugün bugündür dedi dış ses. evet dedi, dün ne ettiyseniz bugün aynısını roboski, colemerg , geliye tiriye'de, amed'de, afyon v wan'da, esenyurt v istanbul'un varoşlarında bir kere daha yineliyorsunuz dedi çekincesiz iç ses. hayıflandı dış ses. bir iki kelam daha edecek oldu. bunca felakete sessiz kalan, göz yuman dilsiz şeytandır dedi iç ses. başvezirin kullanmaktan çekinmediği bir taşlamayı yüzüne söyledi. onu bunu bilmem dedi dış ses... yoluna devam etti... oyun mu perde mi! başlangıç mı son mu? hakikat için didişmek mi yoksa dar alanda kısa paslaşmalar mı... hepsini düşünmek için fırsatımız, zamanımız kalacak mı kıssası bizlere kaldı. şimdi v burada.

>>>>>Bildirgeç
İktidar Aygıtlarına Karşı Bedenler - Göksun YAZICI - Bir + Bir*

Çok uzun bir mesafeyi kat etmiş bir Zen rahibine bu kadar yolu nasıl yürüdüğünü sorduklarında cevabı oldukça kısa olmuş: “Adım adım.” Halil Savda, 1 Eylül’de “ben küçük bir adım atıyorum” diyerek Roboski’den Ankara’ya kadar gidecek barış yoluna çıktı, adım adım ilerlediği yolunda ona katılıp destekleyenlerle kartopu gibi büyüyerek Ankara’ya vardı. Halil Savda ve diğer barış yürüyüşçüleri barış yolunda yürürken bir tek Osmaniye Valisi Celalettin Cerrah’ın bıyıklarına takıldı. Osmaniye’nin “hassas bir bölge olduğunu ve diğer illere benzemediğini” ileri süren bir emniyet yetkilisi, Vali Cerrah’ın emri olduğunu söyleyerek barış yürüyüşçülerini Adana il sınırına bırakacaklarını söyledi. Cerrah ve polisleri “barışın yolu buradan geçmeyecek” diyordu. Halil Savda ve diğer barış yürüyüşçüleri direnç gösterdiğinde ise onları kelepçeleyip yaka paça emniyet otosuna bindirdiler. Çeşitli “hassasiyet”lere, “toplum barışa hazır” laflarıyla savaşı destekleyen devlet aygıtlarını ellerinde tutanlara karşı, Halil Savda ve diğer barış yürüyüşçülerinin kafalarında barış fikri ve bu fikirle hareketlenen bedenlerinden başka bir şeyleri yok. Çıplak bir beden olarak duruyorlar devletin savaş aygıtlarının karşısında. Cerrah’ın ve iktidarın çocuklarının ise başka bir bedeni daha var; tam da etten kandan olan bedenleri ve özgürleştiren fikirler taşıyan kafaları yok etmek için donatılmış şiddetten başka bir şey olmayan beden —egemenin yaygınlaşmış bedeni. Egemenliğin bedeni, etten kandan olan bedenlere musallat olup onları Cerrah gibi bıyıklı yapıyor. İktidar aygıtı olan bu bıyıklar, iktidara karşı olan her bedeni neredeyse güdüsel bir şekilde tetkik edip yok etmeye yöneliyor. Ellerinde bu kadar şiddet aygıtı varken hâlâ korkuyor olmalarının sebebi, şiddet dolu ikinci bedenlerinin onlara verdiği sömürme, öldürme ve aşağılama yetkisinin kendilerine sağladığı avantajları kaybetme korkusu. Kendisini egemen addeden bir millete mensup olursa toprağın güzelliği ve hayatın zevkleri de ona ait olacak. İktidar aygıtlarının hizmetine sunulan bedenlerin bedenden çok aygıta benzemesi de ancak yok ederek, dışlayarak yaşayabilecek olmasından kaynaklanıyor. Halil Savda ve diğer barış yürüyüşçüleri yoruldular, sıcak altında kaldılar, çadırda uyuyup Cerrah’ın kelepçelerine direndiler, ama bedenleri şimdi daha bir güzel; kafalarındaki barış fikrinin bu kadar uzun bir yolu adım adım kat ettirecek kadar bedenlere güç vermesi, iktidar aygıtlarına bulanmadan varolmanın bir biçimini örnekliyor. Tüm iktidar aygıtlarından kurtulacak olursak aslında sadece beden ve zihin olduğumuzu ve zihinde de her bedeni özgürleştirecek upuygun fikirlere sahip olabileceğimizi de görebiliriz. İktidarsız, tahakkümsüz bir dünyayı kurmanın düşü, bütün bedenlerin mutlak eşitlik zemininde birbirlerine verebilecekleri tadın düşü olsa gerek. İktidar aygıtları şiddeti bedenlere nakşederek bazı bedenleri hizmetçisi yapıyor, diğerlerini de hizmetçilerinin kölesi yapmaya çalışıyor. Ama direnç yine bedenden geliyor işte, şiddeti içselleştirmeyi reddeden diğer bir beden üzerinde tahakküm kurmayı reddeden, kendi bedeninde tahakküm kurulmasına izin vermeyen bedenler ise, Halil Savda ve diğer barış yürüyüşçüleri gibi, az gidip uz gidiyor, dere tepe düz gidiyor, tam kırk gün boyunca adım adım yürüyüp Roboski’den Ankara’ya giden yolu bir barış yolu olarak kutsuyor. İktidar aygıtlarına sahip olanlar bir arpa boyu bile yol gitmemek için direniyorlar, kendi çıkarlarını bırakmamak için bedenleri yok etmeyi seçiyorlar, ama ne yaparsa yapsınlar, her bedeni yok edemeyecekler. Kimi barış yolunu yürüyerek yaratacak, kimi barış için her şeyi yapmaya göze alacak. Halil Savda ve diğer barış yürüyüşçüleri Ankara’ya hoşgeldi. Ankara’dan Roboski’ye barış yolunun taşlarını döşediler. “Roboski’yi unutursak kalbimiz kurusun!” İktidar aygıtlarının “operasyon kazası” diyerek yok ettiği hayatların mekânından iktidarın mekânı bellediği ulus-devletin başkentine giden başka bir yolun mümkün olduğunu gösterdiler. Adım adım yürüyen bedenleri tahayyül gücünü ve başka yolların imkânını açtı.

Açlık grevleri

76 hapishanede 10 bin tutsak 12 Eylül tarihinde dönüşümsüz, süresiz açlık grevine başladı. Açlık grevinin kırkıncı gününde bilinç kayıpları görülür oldu. İktidar aygıtlarına karşı yine bedenler direniyor, tutsak edilmiş özgürlüğü elinden alınmış bedenler iktidar aygıtlarının bedenlerinin her hücresine giremeyeceğini açlık grevine girerek haykırıyorlar: “Bana her istediğini yaptıramazsın!” BDP Eşbaşkanı Demirtaş, açlık grevlerini Abdullah Öcalan’ın durdurabileceğini söyledi. Açlık grevindeki tutsakların talepleri de, Öcalan üzerindeki tecridin kalkması ve barış için müzakerelerin başlaması. KCK tutuklamalarında Kürtçe savunma reddedildiği için süreç tıkanmış durumda, iktidar aygıtları “bana göre hava hoş” demeye çalışıyor. Fakat AKP’nin referandum ve seçimlerde aldığı oy oranına güvenerek “yaptım oldu” türküsünü söylemesi yine ona kaybettirecek, çünkü her ne kadar seçim sistemindeki barajla, şimdi de bölgeler ve belediye tanımlarını değiştirerek yapmaya çalıştıkları seçim hilesine rağmen “mutlak iktidar” diye bir şey olmadığını anlayacaklar. Lord Acton’un “iktidar çürür, mutlak iktidar mutlak olarak çürür” sözlerini yeniden hatırlayalım.  Amerikan büyükelçisinin Karayılan için önerdiği, Ladin’e uygulanan “yargısız infaz” önerisine BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’tan çok yerinde bir cevap geldi. Kışanak, büyükelçi ve AKP’nin  arkasında yirmi milyonun durduğu bir halk hareketini “terör” olarak damgalayamayacağını söyledi; bunun için çok uğraşsalar da. Kendini iktidar aygıtlarıyla özdeşleştiren Türk milleti de nasıl bir işbirliğine girdiğini iyice düşünmeli. On bin tutsak gerekirse ölmeye yatacaklarını beyan etmiş durumda. Eşit olarak muhatap alınmayacaklarsa ölmeye hazır olduklarını, bedenlerinin köle olmasındansa açlıkla yavaş yavaş erimeyi tercih ettiklerini söylediler. İktidar aygıtları kan ile yaşayan bedenlerin gücüyle besleniyor, fakat bu kadar ölümün altından kalkamayacağını da bilsin. Çünkü her ne kadar arkasına Amerika’nın mutlak gücünü alarak iktidarın “meşruiyet” kriterlerini burjuva temsilî demokrasisinin bile gerisine çekmeye kalksa da, yine her iktidarın “meşruiyet”e ihtiyacı vardır. Eğitim sistemini budayarak, dindar nesil yetiştirerek meşruiyetini verecek kişileri tam bir teba olarak biçimlemeye çalışsa da, onlara inanmayan ve meşru işler yapmadıklarını söyleyen insanlar olacaktır. On bin tutsağın açlık grevine kulak tıkamak toplu katliam yapmaktan farksızdır. İnsanların üzerine bomba yağdıran ve buna “operasyon kazası” diyen bir iktidarın, otuz senedir süren savaşta on binlerce insanın ölümüne kulaklarını tıkamış olan egemenin uslu çocuklarının ülkesinde, ne kadar susturulmaya çalışılsa da, bu sesler ve ölmeye yatan bedenler “kâbus” olarak geri dönecek onlara. Açlıktan bilincini kaybeden bedenleri susturamayacaksınız. İmralı’daki tecrit bir halkın sesinin ve müzakere gücünün tecrit edilmesidir; açlık grevindeki tutsakların söylediği budur. Benim sesim tecrit edildi, sesimi geri verin diyen bedenlerin açlıktan erimesine kulak tıkayanlar, sadece Kürtçeyi değil, Türkçeyi de öldürecek, çünkü kendine eşit muhatap tanımayan Türkçe katliam ve ölümden başka bir şey dile getiremeyecek. İşte bu konunun sadece “Kürtlerin meselesi” olmaması ve “demokratik tavrın” da “destek vermek”ten daha fazla bir şey olması bu yüzden. İktidar aygıtının kendini özdeştirdiği dilin içine doğanlar, yani anadili Türkçe olanlar, kendi dillerinin iktidar aygıtları tarafından zaptedilmesine karşı çıkmak zorunda. Yoksa sevgilisine “seni seviyorum” dediği dilin dayattığı ölüm ve katliamla, Türkçe sevmenin imkânsızlığıyla karşılaşacak. “Bugün hava ne güzel” cümlesi Türkçe olduğu için havayı puslandıracak. Bir dilin iktidar aygıtı tarafından ele geçirilmesi, en çok bu dilin içine doğanları yaralar, çünkü bir dil ancak “eşitlerarası” bir alan yaratabiliyorsa gerçekten dildir. Türkçenin kendisine eşit görmediği bu toprakların dillerini eşitimiz olarak duyamazsak, on bin tutsağın bedenlerinin sözüne kulak tıkarsak, aşık olmanın, dostluğun ve dünyayı kucaklamanın Türkçesi olmayacak. Açlıktan bilinç kaybına uğrayan, konuşma yetisini kaybetmek üzere olan tutsakların bedenleri eşitlik için konuşurken, bizler obez hallerimizle konuşabileceğimiz dili yitireceğiz. Bu yüzden “edi bese!” ve “yeter artık!”. Hâlâ Türkçe konuşmanın bir olanağı varsa, bu ancak Türkçedeki tüm barış ve eşitlik sözcüklerinin harekete geçirilmesiyle mümkün olabilir. Dilimizi iktidar aygıtlarına kaptıramayız!

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala "akil" olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar v okumalar. Birer okuma parçası olmasının az daha ilerisinde, Bir + Bir neşriyatı sunup getirdikleriyle bu algı sahası daraltılıp, baskı altına alındıkça konuşulması hala elzem olanların derdest edildiği bir zamanelikte söze karışmayı hala mümkün kılan bir vaha olmayı sürdürüyor. Göksun YAZICI'nın İktidar Aygıtlarına Karşı Bedenler başlıklı makalesi bu doğrultuda, anaakımın görmediğini açık seçik sunan bir secereyi karşımıza çıkartıyor. Beynin bedava adledilmesinden kelli olur olmadık saptamaların adını anmak, ondan tertip edilen fiştekleyici sözlerin ötesinde ciddi ciddi enikonu tartılası, tartışılası, düşünlesi bir kelam. Bir + Bir'in v Göksun YAZICI'nın anlayışlarına binaen makaleyi sayfamıza iliştiriyoruz...

 ...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar - İmamın Ordusu - Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme - İnsan Hakları Derneği
Uludere'yi Unutma! - Emrah DÖNMEZ - Youtube
Avrupa Birliği - 2012 İlerleme Raporu - European Commission Document Stuff
Halil Savda ve Arkadaşları Ankara’ya Ulaştı - ANF
İktidar Aygıtlarına Karşı Bedenler - Göksun YAZICI - Bir + Bir
Erdoğan'ın Despotluğu ve 'Çözüm' Tartışmaları - Kadir CANGIZBAY - Birgün
Beni Yak Kendini Yak, Herşeyi Yak - Kemal BOZKURT - Radikal Blog
Ant Diyorlar Faşizmin Adına! - Hakan TUNÇ - Korsan Dergi
Açlık Grevinin Anlamı - Necmiye ALPAY - Özgür Gündem
Ucu Ölüm Orucuna Dayandı - İrfan SARI - Yüksekova Haber
6 Gün Oldu Duymuyorum Artık. Siz Duyun Bizi! - Berxwedan YARUK - Radikal Blog
Açlık Grevinde Kritik Eşiğe Gelindi - BBC Türkçe
Açlık Grevleri ve Suskunluk - Leyla ALP - Emek Dünyası
Bir Kürt’ün Açlık Grevi Kaçıncı Günde Haber Değeri Taşır - Demiray ORAL - Taraf - DYH
Açlık Grevi ve ‘Camdaki Gölgeler’ #KurdishHungerStrike... - Fırat DENİZ - Ajans Amed
Tutsak Aileleri: Bu Sese Kulak Verin - Yüksekova Haber
Turkey: Hundreds Of Kurdish Political Prisoners Go On Hunger Strike - Ruwayda Mustafah RABAR - Global Voices
'Başbakan'ın İki Cümlesi Bile Bu Hayatları Kurtarabilir' - Etkin Haber Ajansı
Cezaevlerindeki Açlık Grevleriyle İlgili Olarak HDK'dan Yapılan Açıklama - Alıntılar & Referanslar
Açlık Grevleri İçin AKP ile Yapılan Görüşme Olumlu Geçmedi - Korsan Dergi
İnsan Kardeşinin Dilini Bilmez Mi? - Kemal BOZKURT - Radikal Blog
Kim(ler)in Ülkesi - Emin NERGÜZ - Solukbeniz
Kayıp Yakınları: Bedenlerini Ölüme Yatıran Tutsakların Taleplerine Kulak Verin - İHD Diyarbakır Şubesi
'Anadilin Hak Olmadığını Söyleyenlere Tavır İçin Yola Çıktım' - Alper ATALAY - Emek Dünyası
Emniyet Müdürünün Vicdanı! - Şeyhmus DİKEN - BiaMag
Gözkapaklarında İki Satır Ölüm - Uğur KUTAY - Birgün
Kırmızı Başlıklı Kuzu ve Şeytanî Meseleler... - Özgür AMED - Radikal Blog
Dikenli Güller - Sezin ÖNEY - Taraf - DYH
Göral: AKP Savaş Hükümeti Olmayı Tercih Etti - İbrahim AÇIKYER - ANF
Urfa'ya Paşa Geldi, Tezkereye Temaşa Geldi - Ali TOPUZ - Utay
Roboski Komisyonu Çadır Tiyatrosunun Son Perdesine Hazırlanıyor - Emek Dünyası
'Güzel Anam, Gözleri Kurumuş ve Öyle Kendini Bırakıyor Serhat'ın Mezarına...' - T24
Dün Roboski Bugün Geliye Tiyarı - Zeki DARA - Birgün
''Türkiye İnsan Hakları Karnesi Biziz!'' - Berfun ÇAĞİNLİ - Bianet
‘Romanları Asimilasyon İçin Sürdüler’ - Murat KUSEYRİ - Yeni Özgür Politika
Hasan Karakaya: Ermeni Olsaydım Akit'teki Bazı İfadelerden Rahatsız Olurdum - Hazal ÖZVARIŞ - T24
Erzurum’a Her Gün Uçak İnse… Var Mısın AKP? - Yetvart DANZİKYAN - Agos
Trabzon'da Kürtçe Dersleri - Frederike GEERDINK - Kurdish Matters
Ana Dil Hakkı - Ertuğrul ÜNLÜTÜRK - Evrensel
'Anadilin Hak Olmadığını Söyleyenlere Tavır İçin Yola Çıktım' - Emek Dünyası
Siyaset Sıkışması - Hüseyin CİVAN - meydan
“Anne Beni Öldürecekler!” - KA - Solukbeniz
Ateş ve Çocuk - Cevahir ÖMÜRCAN - PolitikART
Rizgar, Dilgeş, Hêvîdar ve Cesur Sonsuzluğa Uğurlandı - ANF
“KCK Faaliyetlerini Durdurmalı!" - Akşam Postası - Rusya'nın Sesi
Eros Türk Olsaydı!... - Veli BAYRAK - Gyank!
Ülkemizden Şeytan Manzaraları - Emin NERGÜZ - Solukbeniz
Dink Ailesi Avukatları Ali Öz İçin Yargıtay’a Başvurdu - Agos
Kürt Sorununda Geriye Doğru: Mozaikten Mermere - Eren AKSOYOĞLU - Birgün
Boşaltılan Köyler / Gundên Ku Hatıne Valakırın - Fırat ÇAPRAZ - Bianet
Quick Study: Andrew Finkel On Turkey - The Economist
Akçakale’den Sarıgazi’ye Savaş Sürüyor - meydan
Suriye-Türkiye Olası Savaşı Üzerine: Oyunbozan!... - Özgür ERZİNCAN - Ajans Amed
'Türkiye'nin Köprü Rolü Kuşku Yaratıyor' - Christian Science Monitor - Anka - Birgün
Syrian Jet Row Masterminds Got Themselves In Stupid Situation - Sergey DUZ - The Voice Of Russia
"Apaydın'da Neyi Araştırdınız?" - Bianet
taş atan çocuklar için atılacak taşlar - Melis GÖKER - Deliler Evinden Anılar
Dali’nin Yarım İnsanları - İskender KAHRAMAN - Yüksekova Haber
Hem Görevsiz Hem Yetkisiz Yargı! - Reyhan YALÇINDAĞ - Yeni Özgür Politika
Yaşasın İleri Demokrasi! Gazeteciye Müebbet Hapis! - Muhalefet
Tutuklu Gazeteci Bedri Adanır’dan Mektup Var - Burcu KARAKAŞ Weblog
Gazetelerin İnternet Deklarasyonu ve Gerçekler - Haluk ŞAHİN - Bielog
Yeni Ülke’nin Hazırlanması - Günay ASLAN - PolitikART
Potansiyel Tehlike İşçi Mücadelesi - Tufan SERTLEK - Sendika
Banu Güven: Erdoğan Tekçi Bir Lider Konumunda - Emek Dünyası
Nazilik Fena, Ama Naziler Dünya Ahret Kardeşimizdir - Sevan NİŞANYAN - Nişanyan Siyaset ve Tarih Yazıları
Nişanyan ve “Çoğunluk”.. - Yetvart DANZİKYAN - Makaleler
İlkokulda Dağıtılan Skandal Kitap: 'Einstein Pistir, Ermeniler Gerginlik Çıkarır, Freud Sapıkların Babasıdır' - Başka Haber
Irkçılık Ozan Arif’le Ders Kitaplarında - Evrensel
Angus Kökenli Danalar ve Kürt Kökenli Mehdi - Selman KÛRD - Ajans Amed
Sofra İslamcılığı Veya Statükocu Kapitalist İslamcılık - Sizo Krat - Gyank!
Sevilay Yükselir: Cemevlerinde Yapılan Ayindir - En Son Haber
Nefret Söylemi (ve Toplum Olmak) - Serdar KAYA - Taraf - DYH
Ahmet Hakan'la Türkiye'deki Azınlık Algısını Konuştuk - Azı Karar Çoğu Zarar - İMC
Geçilemeyen Sınırlar Konuşulamayan İnsanlar: Ülkelerarası Araştırma Yapmak (1) - Salim Aykut ÖZTÜRK - Agos ŞapGir
Dolaylı Eylem - Ulus BAKER - Ege BERENSEL - Birikim
‘Ama’sızlık Özlemi - Orhan ALKAYA - T24
Gülmeye Hasret Bir Coğrafyanın Kimliği, Çığlığı ve Umudu: Arjen Arî - Berken BEREH - Evrensel
Sosyal Medyada Yeni Gőrseller, Faşist Propaganda ve İdeolojik Tutum - Eleştirel Abi - Eleştirel Günlük
Mesai Saati Sonrası Aktivizmi ve Öfkeyi Örgütleyememek - Sarphan UZUNOĞLU - Sarphan UZUNOĞLU Weblog
Çalışanlar İçin Manifest - Dazayn Weblog
Kırıntılar - Ragıp DURAN - Bir + Bir
Ellinci Yazı - Aslı ERDOĞAN - Yeni Özgür Politika
FARC-Kolombiya Delegeleri Kasım'da Havana'da - Etkin Haber Ajansı
Devrimci İdeoloji - Cüneyt UZUNLAR - Açık Koyu
Sorel’den Benjamin’e Şiddet - Halil TURHANLI - Birgün
Noam Chomsky'den Suriye Analizi - Rusya'nın Sesi
Noam Chomsky Gazze'de! - Dünya Bülteni
Gaza-Bound Aid Ship Boarded By Israeli Forces - Al Jazeera
'Afganistan'da Çatışan İslamcılar, Filistin'de Neredeydi?' - Etkin Haber Ajansı
ABD'ye Barbekü Partisi İçin Gelmedim - Sultan KOMUT - BiaMag
“Neşet Ertaş Türkiye’de Bir Müessesedir.” - Emre DAĞTAŞOĞLU - Açık Radyo
‘Yaşşa Marko!’ - Sevag BEŞİKTAŞLIYAN - Agos ŞapGir
Culture In Defiance: Continuing Traditions Of Satire, Art, And The Struggle For Freedom In Syria - Jadalliya
NATO ve Anaakım Medya - Colin TODHUNTER - Sendika
Bir Taraf Mutsuzsa Mesele Kapanmaz - Özlem GALİP - Yeni Özgür Politika
Expeditions In Sound And Music - Undomondo Kollektifi

Soft Gates Official At Myspace
Soft Gates - Talking About Everything Video via Vimeo
Soft Gates - Life Club Official  MP3 Download
Atlantis Official - Handstitched*
Atlantis Mix via Mixcloud
Atlantis - The Lost Island Album Critic By Andy GILLHAM via Fluid Radio
Actress Official via Twitter
Actress Official Informative via Elastic Artists
Actress, More Cerebral Than Your Average Techno Artist - Ben Beaumont-THOMAS via The Guardian
Kangding Ray Official
Kangding Ray - Live At La Gaïté Lyrique 24.02.2012 via Youtube
Xhin Official
Xhin Live At Rhythm Factory London via Technopodcast
Stellate 3: Kangding Ray / NSI / Xhin / Reformed Faction Review via La Chroniquothèque
Eugene Carchesio - Circle Music Informative via Room40
Eugene Carchesio Interview by Andrew TUTTLE via Cyclic Defrost
Eugene Carchesio Articles via Mimaroğlu Music Sales

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.


Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel untitled: tc "young bloggers and activists combating hate speech online", council of europe - budapest, hungary, 20-27 may 2012 by ysmediainitiatives
ysmediainitiatives' flickr page

>>>>>Poemé
Kimse Gibi Gam Yüküne Karıştım - Haydar ERGÜLEN

kim olsun kimse gibi aşkın hüsnüyusufu

susan o dinleyen o su gibi susayan o
alıp satılan çile yanıp yanılan mecnun
sorunca bir keşişin -yalnız bakışlı biri -
gam yüküne karışmış kalbindeki uykuyu

kim gülüyor üstüne çarşıdaki abdalın

yükü taş olan şaşkın hırkası kum denizi
ırmağa sedef çeker gövdesi güz kokulu
boynuna ip uzatan yardan el almış bi kez
perçemi çizer sırrını bu dünya aynasının

kim hoş tutmuş üzülüp dağınık bedenini

oyuncu başıyla bir alicengiz eksik
hayat cinnete perde kuliste mübalağa
ölmeden bir çağırırlar fısıltı ülkesine
söyletirler ayna tutup: neyime cengaverlik

kim yaza benden ayrı şehr'içinde şehrengiz

kalbini küle tutmuş yangın gözlü hokkabaz
kendi kendine kanlı bu dünya sahnesinde
alkış ki ayıp ona bir başka dünya da yok
şaşırıp kimin yerine oyuna girse

kim acıta söz ile kalbi tamam olanı

münafığın tahtında altın tacı pas tutan
soyunarak toplanan bayrak açmış şeytana
sanki dünya beyazdır ya ak libas giymeye
bir çocuğun özründen tenine sağlık bulan

kim kalbini mezata düşürmüş boş diliyle

çerçi yok dükkan yok sanki ya ferman verilmiş
güya dünya kalp pazarı mülk niyetine
kalp kalesi beyiydim avcı ilmine kandım
eskidim kocadım düştüm pul kıymetine

(Sırat Şiirleri 1981- 1984)

Kaynakça: Antoloji

>>>>>Podcast Ünitesi
Deuss Ex Machina # 420 - 08.10.2012 - roadside.picnic dialogues

Comments