Deuss Ex Machina # 425 - 2012_326_34-68_4k0/000_l00p

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_425_--_2012_326_68_4k0/000_l00p

12 Kasım 2012 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
a-Paul Corley - She Is In The Ground (Bedroom Community)
o-Paul Corley - Narrow (Bedroom Community)
z-Spectral Being - Ancient Memory (Already Dead Tapes)
n-Spectral Being - Upon A Circular Dawn (Already Dead Tapes)
x-Mogwai - Rano Pano (Tim Hecker Remix) (Rock Action Records)
y-Mogwai - Too Raging To Cheers (Umberto Remix) (Rock Action Records)
g-Emeralds - Search For Me In The Wasteland (Editions Mego)
gx-Emeralds - Through & Through (Editions Mego)
f-Efterklang - The Living Layer (4AD)
k-Efterklang - Between The Walls (4AD)

2012_326_68_4k0/000_l00p
(425)

söylevler boca edilip duruluyor. bütün bildiklerimiz sanki birer ikişer üçer beşer tekrarlardan ibaretmiş gibi dönüp dolaşılıp birbirinden farklı olmayan teranelerin emir erliğine teslim ediliyor yeknesak makamdan seslenişler hep aynı denilegelenin sıradanlaştırılması, bağışıklık kazandırılması süreci olabildiğince hızlılıkla ilerletiliyor. menfii olanın müspettir müspet diye yutturulmasının bağrında olan biten insana oluyor. her ne oluyorsa ona ısrar edene oluyor. haddizatında düşünselliği unutmak koşuluyla devreye sokabileceğimizi söyleyip duranların muktedirliğinde ancak etliye, sütlüye dokunulmayacak şeyler için aklımızı, zihnimizi her ne ise meramın kendisini temellendiren yapılandırma merkezi onun adına yormamız örnekleniyor. örneklendiriliyor. derin uykunun kendisi kabuslara kapıyı aralatmaktayken, buyur etmekteyken hala naçarlık her duruma karşı söylevi geliştirmek değil günün getirdiklerinde eldekini de yitirmenin başka safhaları önümüze çıkartılıp durulurken olan biten yine insana oluyor. düşünmek unutturulanların bunca çokluğunda günün getirdiklerinde yüklenişlerimizi sayabilmek, dökebilmek için bir vesile. en azından öyle belledik bugünlere kadar. nereden başladık nereye doğru ilerliyoruz sorgusunda hep o başlangıç çizgisinin gerisine doğrusu uzağına doğru yönlendirildiğimiz meydandayken, demokrasi oyunu bir müsamereden başkacasına evrilmiyor.

halkın fikriyatı değil, seçilmişin tahakkümü ve olur verdiklerinin, kani olduklarından ortaya çıkartılma şartı koşulmuş olan bir mizansenin kendisi haline indirgeniveren bir demokrasi trajikliğinde düşünmek de marjinal bir eylem haline dönüştürülüyor. zaten ne biliniyorsa tersinden onların hemen pek çoğunda arada sıkıştırılıp durulan bir simgeleştirici yafta marjinal bizim güncelliğimizin gerçekliğini de tanımlandırmaya devam ediyor. yoksunlaşıyoruz. aklın getirdiklerini değil başvezirden başlayarak esip gürleyenlerin, birliği ve beraberliği zihinlerinde nasıl öngörüyorlarsa öylesini, gerisi mühim değildir kestirip atmalarıyla bezeli olan bir mizansenden bir diğerine koşuyoruz. neticesi hep yara, hep derinlemesine bir iz, kıyam olsa da varsın olsun durmak yok yola devam şıkkında ensede pişirilen bozanın kıvamı arttırılmaya devam ediliyor. müdanasız bir biçimde sessizlik mevhumu yaygınlaştırılırken ona buna akıl gani gani dağıtılırken buraların tümü birbirinden ayrıştırılmayacak anlamda öznel, özgün sorunlarının hepsine karşı bir vurdumduymazlık, iki sessizlik muştulanıp duruluyor. sorun mu ne sorunu altı üstü milyonlarca insanın akıllarının ucunda bile yerini muhafaza etmeyen, umursanmayan gelgelelim bakıp görelim epey hallice bir nüfusun başında bir giyotin edasıyla kah gaz bombası, kah bildiğiniz füzeler, top mermileri en olmadı mermiler ile simgeleştirilen hakiki bir sonuca dönüştürülen sorunlara karşı umursamazlık sergileniyor.

büyük devlet takıntısı, bozuk koster, durmaksızın fişteklenen hiddet tanecikleri, şiddet söylemleri, bedeviler, ayılar ve ağza alınmayacak belaltı vuruşlarla harı, ateşi hiç tükenmemecesine sürdürülüyor. enikonu bulunduğumuz yerler birer hücre haline dönüştürülüyor. bildiğimiz, bildiğiniz hücre. içerisi dışarı fark ettirmeyen her alanında büyük biraderin gözünün kulağının varlığı tesis edilmiş, dokunma yanarsın işaretleriyle bezeli bir mabadda yaşama tutunmaya çalışıyoruz. böyleyken böyle. kolay değil, kelama dönüştürebilmek yıllar yılıdır sürüp gideni hatim ettirecek anlaşılır kılabilecek olanı bulup denkleştirmek bir satırlık menzilde. bir sayfalık mesafede. onun içindir ki parçaları ayrışık yerlere konuşlandırılmış olan bu mizansenler ülkesinde, her dem yeniden yola çıkmak lazım geliyor. anlamak anlamlandırmak ve yaşatılanların sürekliliğinin sadece ve sadece baskıcı olan o bilindik zümrelerin varlığını koruyan, umursayan gerisini koyverip unutuş tarlasına sallayıp duran bir bileşke halinin bu ülkenin hasılı kelam gerçekliği olarak resmedildiğini anlamlandırabiliyor. böyle bir tanımın etrafında ağar gibi kirlenmişlerin, türksolu gibi neşriyatların, özdil gibi kalemlerin, haberden gayrı herşeyi sunan sitelerin varlığını, kinin ötesini tasavvur dahi etmeye gerek duymadan ağzına geleni söyleyenlerin bir yerlerde halen fişteklemekte oldukları nifak tohumlamasının nelerden mürekkep olduğunu anlamlandırır kılıyor.

ayrışıyoruz. kırılmalar v dökülmeler yaralarımızı onarılmaz hallere sürüklüyor. yaramızdan kan oluk oluk akarken de, kah kabuk bağladığına kendimizi avuttuğumuz zamanlarda da bir şekilde rotaya dahil edilen böylesi bir yığın elinde derlenip toparlanan, güne dahil edilenlerin peyderpey sunduğu yegane şey acıların sürekliliğidir. aritmetik oyunu değil ki bir sen bir ben kazanalım bu oyunda. bunca kirli harala gürelede. ne kelama odaklanılıyor ne sözün kendisine kıymet biçiliyor. varsın olsun ölen ölsün ben dönmem yolumdan tutturmasıyla beraber bütün birikim, bunca hınç hemen hiç eksik edilmiyor. dünün şartlanmışlıklarını alaşağı etmeye teşne olup bugün aynı fenalıkların altına imzalarını atmaktan kaçınmayanların sahnelemelerinde, dillendirdiklerinin kıyasıya eleştirdikleri o devlet geleneğinin devamlılığı olduğu bu kadar afakiyken, hesap kitap ortadayken halen güllük gülistanlık bir yerde yaşadığımız savlaması biraz fazlaca kadük kaçmıyor mu. hala mı eyyamcılık, rıza göstermek ve ötesi. kendiliğinden sorunların çözümlenebilirliği gibi bir durum söz konusu edilme şartları ortada bile değilken nasıl bunca rahat bir biçimde paldır küldür bazı şeylerin ömrü bunca kısaltılabiliyor. böylesi bir rahatlığa erilebiliyor. sorun mu sorun morun yoktur. işaretlemeler mi kantır strayk oyun bildiğin oyundan etkilenmiş çocuklar, açlık grevi mi konuştuk halloldu, çözüm mü yok o bildiğiniz muamma!, hayat mı bu sathı mahalde hep cehennem be arkadaşım diye lafı bağlayası geliyor insanın.

çekimserliğini çoktan kenara terk etmiş olanların dillendirmeye doyamadıkları fecaatlerin etrafında gözümüzün önüne, aklımızın kenarına terk edilen oyalanasınlar bunlar bu mevzularla biz de işimize, azarilliğimize, derdest edebilmeye, hınç almaya, kitleleri gaza getirmeye, dünyanın efendisi falanı filanı olma çabalanımına devam ededuralım diyenlerin mabadında insana sıra ne ara gelecek! düşündünüz mü? yok saymak, baştan savmak, önemini değerlendirmek bir yana yerin dibine sokabilmek için şans olarak değerlendirilegelen kimi şeylere sahip çıkmak, dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek için elini oğuşturmaya devam edenlerin kirli savaşın taa kendisini sürdürün ne olursa olsun yollu göndermelerine aynen riayet ederek nereye evrildiğimiz meydanda değil midir? nereye koştuğumuz, halimizin has resim altı hala mı okunamamaktadır. yok oluyor çürüyor ve nihayetinde kıyamet kıyamet diye bekleşiledurulanın bizahati kendisini yaşıyoruz. her an ve her dakika. mebzul miktarda bir tahayyül değil bu yahut betimleme. neye karşılık geliyorsa bizahati onun kendisidir şu iki satırda anlatmaya çablandığımız. bir yerlerde silinip üzeri çizilenlerden olabileceğimiz vakti zamanında tecrübeyle sabitlenmişken halen geçer akçe oldurulmasına karşı bir endişenin kendisindendir bu kadar   dillendirmeye uğraş didiş olduğumuz. bir şekilde yazmaya teşne olduğumuz, çalıştığımız. çabalandığımız.

altmış sekiz günün arından bitirilerek yarın bir gün unutulacak olan tutsakların hangilerinin derdine kaniyiz, hangilerinin neyden tutulup da içeriye mahpus edildiğini bilmediğimizi yineleyebilmek için tüm bu meram. üzerinden on yedi yıl geçtikten sonra hala net bir yanıt bulunamayan, niceleri gibi münferittir münferit diye diye unutturulmaya, geride kalanları avutulmaya devam edilenler kervanına katılan fehim tosun gibi kayıp edilenlerin akıbetlerine zihin yorabilmek içindir bu meram. bir gün bizler de ansızın yok olmayalım diye!. bir tespit, bir ahkam kesilmesi karşısında bariz hinliklerin sergilendiği nice basın emekçisinin tutsaklıklarının sene-i devriyesini, özgür basının ne demek olduğunu, hangi bedeller ödetilerek nasıl algıların karşısında ses edildiğini yineleyebilme çabasına eklenme çabasıdır bu meram. anca beraber kanca beraber. unutuşun tarlasına çoktan terk edilmeye hazırlanmış olan üzerinden tam iki yüz seksen altı gün geçmesine rağmen hala kimin elleriyle, hangi amaç doğrutusunda vatandaşına bomba yağdırılabildiğinin hesabının sorulamadığı roboski kıyımını unutmadığımızı yineleyebilme kısmına ihtfanedir bu meram. sorumlular sorumsuzluklar sergilemeye devam ederlerken kah bomba, kah biber gazı, kah cop, kah dokuz sütuna manşetlerle bu halkın ötekisi diye sunulanlarına bu hayatı nasıl dar ettiklerini artık isteseler de saklayamadıklarınızı ikrardır meram.

görünen imgelemin nelerden mürekkep olduğu artık belirginleşmişken hala yok o öyle sandığınız gibi değil, böyledir ve şöyledir diye argümanlarını sergilemeye doyamayanlara illallah demek edi bese, yeter artık imidir şu gördüğünüz kelimelerden mülhem bulmaca. unuttukça, unutmaya nail oldunukça daha başımızdan ne eksik edilmeyeceğini tam kesitremediğimiz bir modern zaman tasavvuruna karşı uyanmanın zamanı henüz gelmemiş midir? seslenip durduğumuz kendi sıkış tıkışlığımız, bunca nefessiz konuluşumuza rağmen hala yola koyulmak için hangi emarelere bekleyedurmak lazım olandır. hiç düşündünüz mü. yarın geçmiş olmadan! bir türlü düze çıkmayan, elbirliğiyle çıkartılmayan, derdest edilebilmesinin bunca kolaylıkla sağlanmasının önü alınmayan her durumda şartlanmışlıkların, önyargıların paralelinde el altında tutulan değişim ve dönüşümün empatiyle değil tahakkümlere dört elle sarılmasından halen geçtiğini cismanileştiren bütün bütün bu hayat denilen akışın dinamiklerini perişan ederken hala herşey güllük gülistanlık bahsine sıkı fıkı tutunanların, aradan kelama karışılan, meramı anlamlandırılmaz belleten bir yargının kendisidir yalanlar. bu belleyiş çabalarının sacayaklarından birisi ayrıştırılmak istenmeyen öğesi olan yalanlar. bir iki sonra ipin ucu koyverilen hangi durumlarda nasıl bir tepkime verilmesi gerektiğinin epey hallicedir birbirine karıştırıldığı tam anlamıyla derinlemesine yol aldığımız bataklığı anlamlandıran bir edimdir yalanlar.

hakikat ve tam manasıyla hakkaniyet mevzubahis ise bunun gibi önceliklerimizden olanların manipüle edilip kırmızı çizgilerin ardına taşındığını gösteren, haddizatında hır gürün bütün anlama çabalarının önüne hiddetle budur suru duvarını ördüğünü irdeleyebilmemize olanak sağlayandır yalanlar. bıkılıp, usanılmayan el yordamıyla bile bunca bilginin ortalıklarda olduğu bir zamanda halen büyük birader mitinin korunaklılığını tabu kıldırılması vesair anlamlarını dökümlendiren bir ağın kendisidir yalanlar. topumuzu bir günde alaşağı, ideyi çürüğe, aklı unutuşa terk etmemizi salık verdiren, bunu dikte ettiren bir yapının bizzat kendisidir. zehri halen içimize çekmeye devam ettirildiğimiz. kahrını, ızdırabını bir ömür çekmeye mecbur kılındığımız, buradan öte köy yok şuradan öte yol yok denilerke başka seçeneklerin daha en başında devredışı bıraktırılmasına şahittir yazıldığımız masalların beşiği yalanlar. sürümcemesiz bir şekilde, kesintisiz olarak insani olanı ayaklar altına alınırken vicdan muhasebesini bir vitrin düzenlemesinin parçası olarak değerlendiren, şartlar bunları ve daha fazlasını gerektiriyordu diye üzeri çizilen doğruların katili olan yalanlar. bu şekilde gerçeklik dönüştürülürken bu menzilde hiddetin kendisiyle mesaiye zorlatandır yalanlar.durmaksızın, akış devam ettirilirken hangi konularda sınıfta kalmayı sürdürdüğümüzü zihine kazıtmakta olandır yalanlar.

bugün bu şartlar bu iklim böylesine sert ve aşılmaz kılınmışsa, böylesine bağnazlıkla hemhal aşılmazlıklarla kolkola biraradalığı, hamuru sağlam karılmışsa ne yapılması gerektiği konusunu diri tutan, nesneleştiren zihine düşünmeyi, aksinin sonu olacağını personaya bildiren bir vesikalayıcıdır yalanlar. görmekten çekinmeyene. karaşınlık her dem kuşkuları öne sürerek, şüpheleri ortaya taşıyıp kaybolarak, mütemadiyen biz biliyoruz ne naneler çevriliyor bahsinin kıvılcımı yakılarak, bundan işkillendirerek devamlılığı sağlanan bir edim. dün nasıl hayatın merkezine konumlandırıldıysa bugünlerde de bunca yalanla kolkola güncelliği kapsayan bir eylemin kendisi. muktedirliğin görmeyi unutturup duymayı hafızdan defettirip bilmenin tamamen devredışı bırakmasının akıbeti çok belirgin olan unutturma vurgusunun bir başka öğesi olan karaşınlık. günümüz bunca yıkımla hemhal tecrübeden düşe kalka ilerleyememe, olduğumuz yerde sabitlenme ile ilişkilendirilmiş bir neticeden ibaret ve ilişkiliyken hala durmadan ilerlediğimizin yansıtılması, hakir görüyorlardı zamanında çok şükür bugün o ah aldıklarından, ettiklerinden hemen hiç geri kalmayan bir dönüşümü tamamladıklarını avaz avaz duyurmaktadır. usulüne uygun yansıtmaktadır. mesel ortada dağ gibi yükselirken, blöf, şov ve benzerleri ile donatılmış cümleler lacivert takımların, vatan elden mi gidiyor (bu kaçıncı kez!) şiarında yol katedenler içinse birer linç pratiğinin halen temellendirilebiliyor olması düşündürücüdür.

kapsayıcılık çoktan bir kenara atılmışken iddianamelerin fantazileri kıskandıran coşkunluğunda çarmıha gerilenlerin, yaftalanarak suçlu ilan edilenlerinn birer insan değil suç objesi, üreteni, vicdansızlar olarak resmedilmesi, terör örgütü yapılarından birisi ya birimi olarak gösterilmeye ve anılmaya çalışılması bu düşündürücülüğü derinini bildiğimiz o gayya kuyusunu resmiyete dökmektedir. hiçbir şart ve koşul altında muhalif söyleme, bunca eğreltiliğe karşı tepkimeye ve kelama geçit bırakılmaması, bilakis tüm düşünüp harekete geçenleri hah işte şüpheliler, içimizdeki hainler, ekmeğimize ortak olan, yiyip içip arkamızdan hançerleyenler bahsinin gösteregeldiği düpedüz, kapkaranlık bir kuyunun kendisidir ötesi değil. manidar çözümlemelere gerek bıraktırmayan bir biçimde her neyle karşılaşıyorsak onun tam dengidir. bu dipsiz kuyu. iyi polisliğin, kötü polisliğin pay edildiği, ahkam kesmelerin had bildirirken kutsiyet atfedilmiş olanların hınçla yolunu kesiştirenlerin eriyip de giden bedenlere bir gıdım tuz, bir gıdım şekeri bile çok görenlerin, olmadığına kendilerini kandırmaya devam ettikleri bu savaş ikliminin sahadan evlerimizin içlerine kadar nüfus ettiğini görebilmek için alim olmak gerekliliği yoktur sanırız. olmayacaktır. bir yapılandırma, kurgusal bir izleğin içerisinde yönetmenin algısına, empatisine ve tahayyülüne göre tam vaktinde devreye girecek kurtarıcı, kahraman veya adlandırılışının her ne olduğuna sizin karar verebileceğiniz karakter yok yanıbaşımızda.

olup biterken bunca şiddet , şirazesinden de zıvanasından da çıkmış hiddet bir gösteri öğesi değildir. tam aksine düşünülmesi gereken bir gerçeklik trajedisidir. günler günleri kovalarken suskunlaşmaya biat  arttıkça pusun yeri göğü kapladığı bir cehennem tasviri gerçekçil kılınmaktadır. yaşadıkça, nefes aldıkça derinden yaralayan cinsinden bir yer altı aylık ve iki yaşında bebeklerin babalarına sarılmalarına müsammaha gösterilmeyen tam aksine dört bir yandan mukavemet ile aşılmaz duvarların örüldüğü bir cehennemdir burası. ömrü hayatını bundan sonra ve ötesini hesaba kitaba çok da katmadan, hayatlarını ortaya koyan açlık grevini gerçekleştirmiş tutsakların b1 vitamini ihtiyaçlarını, eylem bittikten sonra tedavilerini bile aksatmaktan geri kalmayanların nefesler tükettikleri bir cehennemin bizahati kendisidir burası. sempatik görünme maksadını geçtik empati denilen edimin nasıl çift taraflı çalıştırıldığını, seçimlere göre muamelelerin düzenlendiğini ve halen bunun geçer akçe olduğunu belleten hareketlere imza atılandır bu cehennem. emeğin karşısına emek örgütü, hakkın karşısına hak örgütlerinin konuşlandırılabildiği, aman sus yerin kulağı vardır efendimiz bize çok çoook kızar korkusuna sıkı sıkıya tutunanların hamlelerini doğrudan yana değil eğriden, mazlumdan yana değil muktedirden taraf seçtiklerini tazeleten bir cehennemdir burası.

kıyamların, tehcirlerin, tecritlerin vakıa, nümayiş eden bulmuştur, bulacaktır. sorun mu ne sorunu o sizlerin hüsnü kuruntusu. vicdan dediğinizi hangi terör yardakçılarının, uzantılarının hangi amaçlar doğrultusunda kullandıklarını çok iyi biliyoruz. biber gazı diye ortalığı velveleye verdiğiniz öldürmez bilakis hizaya getirir. bunlar ve dahası gibi nice laf salatasının dengi haline dönüşen karanlık kararlılığın!, eylem ve pratiklerinin paralelinde yaşamak zorunluluğudur bizleri halen karalamalara yönlendiren. ses çıkartmak konusunda uğraştıran. çatlak ses edenler olmayaydı nasıl da güzelce idare edildirdi bu gözel yurt psikolojisinden illallah demenin ivedilikliğini meydana serilmektedir. cehennem laf ola beri gele diyerekten değil tamamen bu ülkenin her anındaki her olumsuzluğu, vakayı tanımlandırmaya hali hazırda tek başına yeterliyken, "el aman" feryadı artık işitilesidir. el aman, yeterliliği, kaniliğiyle başlı başına bu resmin karşılaştığımız görünümü, kadrajı dahilinde ortak temennimiz olması gerekendir. birbirinden ayrışık değil de tekmilini birden bir arada görebildiğimiz vakit bu cehennemi yapılandıranların bunca yaşatmama çabalarının karşısında halen yaşamı savunmak için elimizde başkaca bir şansımız olmayacak. bir daha böylesi bir dönemeç, yoldan dönmek şansımız, ihtimalimiz olmayacak!. bilelim...  

>>>>>Bildirgeç
Ölümü Değil, Çözümü Konuşalım!.. -  Selma IRMAK / Diyarbakır E Tipi Cezaevi - Özgür Gündem*

Sonbaharın en dingin en durgun demlerini yaşıyoruz. Sarmaşığımızın sararan yaprakları kendini usul usul boşluğa bırakmakta... Doğa huzurlu bir sesizliğe hazırlanmakta... Oysa cehennemin yüreğinde yaşıyor gibi bir hisle kavruluyoruz. Hergün başka bir söylemle irkiliyor, dehşet verici sözlerle sarsılıyoruz. Körleşen vicdanları insanlığımız acıyarak izliyoruz.

12 Eylül tarihinden beridir devam eden açlık grevleri en kritik sürecini çoktan geride bıraktı. Günlerdir adeta kızdırılmış bir sacın üzerinde yürüyor, bir ateş hattından geçiyoruz. Hükümetin başı tarafından fütursuzca sarfedilen sözler, bu ateşe benzin dökmekte, harlanmaktadır. Adalet Bakanı ‘ya hayırlı bir söz söyleyin ya da susun, söz orucuna girin’ demişti. Bunu en çok başbakana söylemek gerekiyor sanırım. Başbakan söylemleriyle, kutuplaştıranı ayrıştıran bir tutum sergiliyor. Çözüm değil, ölümü davet ediyor. Açlık grevlerini değerledirme biçimi vicdansızlık sınırlarını çoktan aşmış durumda. Her durumdan kendine pay çıkaran, politik bir çıkar elde etme gayretinde olan Başbakanın bir zamanlar bir ‘dava’ insanı olduğu, zalime karşı mazlumun yanında yer almayı emreden idealin sahibi bir insan olduğuna kim inanır? Sık sık andığı Şeyh Edebali’nin sözlerini düstur edinmesi şöyle dursun, kemiklerini sızlatan pratikleri hangi ruh haliyle açıklanabilir?

İdrak etmekte zorlananlar için şunu söyleyelim: ‘İnsan iradesi her şeyin üstündedir!’ Tıbbın da, ilmin de açıklamaya gücünün yetmediği yerde insanın iradi duruş gerçekliği vardır. Bir öğün yemeği dahi atlamayanlar elbette iki ayı geçen bir açlık grevinin sürdürülemeyeceğini sanır. İmkansızın mümkün olduğunun en açık ispatı, işte eylemimizdir!... Bu eylemde yer alan her bir arkadaşımız yaşamla yaman bir mücadele vermiş, iradesi suyla sertleşen çelik gibi güçlenmiş insalardır. Yaşam algısı kısa bir ömür, konforlu, rahat bir hayat biçiminde değildir. Evveli ve ahiri birlikte yaşayan, geçmişi bugünle harmanlayan, yarının mayasını kurma üzerine tasarlanmış bir yaşam algısı vardır. Politik ve varoluşu öncelemiş, baştan ayağa vicdan olan insanlardır. Eylemdeki bir arkadaşımızın, Başbakan’ın “bir yerlerden talimat alıyorlar” sözü üzerine, “evet, talimat alıyoruz, vicdanımız bize talimat veriyor” sözü bence her şeyi açıklamaya yeter de artar bile. Elbette böyle bir yaşam felsefesini algılamak her beynin kaldırabileceği, muhakame edebileceği bir gerçeklik değildir. Başbakan bu nedenle bir kuzuyu arkasına alarak açıklamalar yapmakta inciler dizmektedir.

Yapılan açıklamalar, fütursuzca sarfedilen sözler eylemin gücünü ve anlamını düşürme amaçlıdır. Küçümseme, hafife alma, yiyip, içiyorlar türünden beyanlar itibarsızlaştırma denemeleridir. Türkiye kamuoyu ve devrimcileri bu türden ithamlara yabancı değildir. Bu tutum aslında devletlerin tipik savunma refleksleridir. Devlet güvenliğini sağlama almak için oluşturduğu koskoca bir sistemle yetinmez bir de böylesi taktikleri devreye koyar. Zaten işkence yöntemlerinden biri psikolojik şiddet değil midir? Esasen işkencenin temelinde psikolojiyi çökertme, ruhu ele geçirme, kişiliği parçalamaya, yaralamaya dönüktür. Küfürler, taciz, tecavüzler itibarsızlaştırarak teslim alma, direnişten düşürmeyi hedefler.

Bir süredir açlık grevi eylemine dönük yürütülen psikolojik savaş, tam da bu türden bir işkence yöntemiyle yürütülüyor.

Manüpülatif bu yöntemin bir diğer amacı da kamuoyunu yanıltmadır. Dikkat edilirse kamuoyu bir süredir eylemin taleplerini, eylemcilerin kamuoyuna söylemek istediklerini değil, Başbakan’ın şahsında hükümetin ithamlarına verilen cevapları konuştu, tartıştı. Bir tür savunma psikolojisi geliştirmek durumunda kalındı. “Vardı, yoktu, şöyle değil, böyleydi” tarzı açıklama yapma zorunluluğu bile, hükümete manevra yapma, gündem saptırma olanağı yarattı.

Yürütülen psikolojik savaş ya da propagandanın yöntem olarak ABD patentli olabileceği konusunda kuşkularım var. Amerikan yöntemi çokça örneklerine tanık olduğumuz kadarıyla, hep şöyle seyretmiştir; “Yalan-dolan, iftira, önemli değil, yığınların hassasiyet göstereceği bir söylemi ortaya at. Karşı taraf kendini aklamaya çalışırken sen amacına ulaşmış olursun zaten! Rakibini hep savunma pozisyonunda tut ki psikolojik üstünlük sende olsun. “Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da savaşlar hep böyle çıkarılmadı mı? Başbakan’ın akıl doneleri de bu yöntemi deniyorlar. Ama kötü bir taklit biçiminde tabi... Mesela Almanya’da Merkel’le yaptığı basın açıklamasında cebinden çıkarıp gazetecilere gösterdiği aylar öncesine ait yemek fotoğraflarıyla Başbakan biraz ters köşe oldu kanımca. Merkel gözleri fal taşı gibi açılarak bu tutuma pes! demiştir herhalde. Çünkü hayretle, tahmin ederim biraz da kıskançlıkla bakıyordu Başbakan’a. “Ben bile bu kadarını yapamazdım!” diye aklından geçirdiğini düşünüyorum.

Ama korkunun ecele bir faydası yok. Tüm bu beyhude çabalar bu haklı ve anlamlı eylemin gücünü gölgelemeye yetmedi, yetmeyecek. Psikolojik savaş yöntemleri, işkencevari taktikler de eylemlerin moral ve heyecanından bir gıdım eksiltmedi. Ama sarfedilen sözler gökkubbe altında nahoş sedalar olarak kaldı. Günü geldiğinde o sözler sahibini rahatsız eder elbette. Çünkü, el eli yıkar, el döner yüzü yıkar.

İnsan şuna hayıflanıyor; hani şair diyor ya, dostluk da düşmanlık da mertçe olsun! Her savaşın kendine göre etik-ahlak kuralları vardır. Başbakanın kimi zaman öykündüğü Selahattin Eyyübi’nin savaş meydanında sergilediği incelikli, ağır başlı, kendini bilen, düşmanında saygı uyandıran tutumunun yanından geçen bir davranışı var mı?

Esamesi bile okunmuyor. Kaldı ki biz düşman değiliz. Ortak vatanda birlikte ama eşit ve özgür yaşamak isteyen kardeş iki halkız...

Cezaevlerinde bedenlerini açlığa yatıranlar da bu gerçekliğe işaret ediyor. Yaşamın doğal akışının sağlanması için böylesi bir eyleme başvuruyor. İki halk arasında göçen köprüleri onarmak, kopan bağları doğru temelde yeniden inşa etmek için çırpınıyorlar...

O nedenle kamuoyuna sözümüz, şimdi ölüm değil, çözümleri konuşmanın zamanı. Eylemlcilerin talepleri etrafında kilitlenmek, taleplerin hayat bulması için daha ciddi ve sonuç alıcı bir gayretin içinde olmak gerekiyor.Toplumda duygusal bir atmosferin olması çok olağan ve insanidir. Ne varki salt duygulanım sorunların çözümüne yetmiyor. Yüreğin sesini dinlemek kadar gereğini yapmak duygularımızı anlamlandırır. Anadilde savunma talebi eğer toplumsallaşırsa, kamusal alanda kaullanım ısrarı genelleşir, kitleselleşirse de sonuç alıcı olur. Bu talep tutuklular ve cezaevindekilerle sınırlı kalırsa ne kadar sonuç alıcı olur? Öte yandan anadilde eğitim talebi en doğal hak iken, devlet, uyguladığı asimilasyon politikalarının gücüne güvenip, bu hakkı bir lüks, olmasa da olur, pozisyonunda tutmasında biraz da bizim yaklaşımlarımız etkili değil mi? Keza Kürt sorununun çözüm anahtarı İmralı’da ise Sayın Öcalan’ın sözünü ettiği sağlık, güvenlik, serbestlik koşullarının sağlanması için daha sonuç alıcı bir yürüyüş ve çaba gereklidir. Hiçbir mücadele kolay koşullarda seyretmemiştir. Çok ağır bedeller karşılığında haklar elde edilmiştir. Mahatma Gandi bedenini açlığa yatırırken Hindistan halkından açlık grevine girmesini değil, İngiltere sömürgeciliğine karşı mücadele etmesini istemiştir. Örneğin pazarlarda İngiliz askerlere mal satmama, ısrarla ve inatla İngiliz kumaşı yerine Hint kumaşını salık vermiştir. Dünyanın jandarması İngiltere, Hint fakirinin önünde böyle yenilgiye uğramış tasını,tarağını toplayıp gitmiştir.

Ezcümle, kimse ölümü ağzına almasın. Ölüm bizden uzak olsun. Daha yaşayacak çok baharlarımız var bizim. Ölümü değil çözümü konuşalım, çözüm için çareler arayalım, çabalayalım. Unutmayalım, barış için ter dökmezsek, gözyaşı dökmeye devam edeceğiz...

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala "akil" olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Bu savaş ikliminde bile olsa gerekliliktir. Gerekliliğimizdir. Özgür Gündem Gazetesi'nde yayınlanmış olan Selma IRMAK'ın "Ölümü Değil, Çözümü Konuşalım" başlıklı makalesi hemen bu minvalde okunması, bilinmesi elzem olan tespitleriyle gündelikliğin tatavlasında kaynayıp giden pek çok şeyin farkına varabilmek için yardımcı bir metindir. Selma IRMAK ve Özgür Gündem  Gazetesi'nin anlayışlarına binaen metni sayfamıza alıntılıyoruz. Okudukça ötekisi sandığınıza vakıf olabilmek, anlayabilmek beklentimizi yineleyerek...

 ...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar - İmamın Ordusu - Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme - İnsan Hakları Derneği
Uludere'yi Unutma! - Emrah DÖNMEZ - Youtube
Avrupa Birliği - 2012 İlerleme Raporu - European Commission Document Stuff
İşkence ve İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamelenin ve Cezanlandırmanın Önlenmesi ve Tutuklu Hakları - 21. Rapor - CPT
Turkey: Respect The Rights Of Hunger Strikers - Amnesty International - Af Örgütü
Ölümü Değil, Çözümü Konuşalım!.. - Selma IRMAK / Diyarbakır E Tipi Cezaevi - Özgür Gündem
Jîyan Xweşe - Pervin BULDAN - Yüksekova Haber
Anaların Ahı - Erdoğan ZAMUR - Ajans Amed
Neden Vicdan? - Eleştirel Abi - Eleştirel Medya Günlüğü
Faysal Sarıyıldız’dan Mektup Var! - Sarphanuzunoglu.net
Abdullah Öcalan: Açlık Grevlerine Son Verilsin - ANF
Jailed Leader Calls For End Of Kurdish Hunger Strike - Ivan WATSON & Gül TÜYSÜZ - CNN
B 1’in Tutuklanmasına, Urfamisin'in ve Antepsin'in… - Ahmet NESİN - AN's Blog
Erdoğan’ın Sinirleri ve Açlık Grevi - Foti BENLİSOY - FB's Tumblr
'Meram'ınız Hakkı Öldürüp Vermek Mi? - Ali TOPUZ - Utay
Chomsky: Açlık Grevinin Talepleri Makul - BBC Türkçe
Günler Geçiyor… Gel De Yaşa… - Kollektif Meram - Futuristika.org
Zalimler, Mazlumlar ve Yok Hükmünde Olanlar - M. Ender ÖNDEŞ - Özgür Gündem
Polis, Kolçak'ı Hedef Alarak Saldırdı - ETHA
Demirtaş: 'Başbakan Tehdidi ve Şantajı Görmek İstiyorsa Türkiye'nin Tarihine Bakmalıdır' - İMC
Modern Zaman Diktatörleri - Özgür EYLEMCİ - Ajans Amed
Açlık Grevi Yazıları - Kollektif - Özgür Gündem
Baba, Onlar İnsanmış Ama! - Demiray ORAL - DYH
Le Monde: Çıkmazı Aşmak İçin Öcalan'la Müzakere Yapılmalı - ANF
Haklılığın İnadı / Erdoğan’ın İnadı - Ragıp DURAN - Bir + Bir
Baş Harfi R... - Özgür Gündem
34 Yalnız Bir Sayı Değildir - Açık Radyo
Elindeki İp Erdoğan’ın Boynuna Dolanacak! - Gülseren YOLERİ - Yeni Özgür Politika
Tehlikenin Farkında Mısınız? - Rober KOPTAŞ - Agos
Bu Davayı Kaçırmamalısınız! - Nebahat Kübra AKALIN - Başka Haber
‘Davaların Hepsi Demokrasi, Hukuk ve Adil Yargılama Hakkına Aykırı’ - Pressout
Mahkeme, Sıcak Suyu Çok Gördü - Elçin YILDIRAL - Sevgim DENİZALTI - Birgün
‘Akif Beki ve CPJ’ - Kenan KIRIKAYA - Pressout
Türkiye'de Hapishanenin Tarihi ve Estetize Edilen Ölüm - Mustafa EREN - BiaMag
2023 Vizyonuna İdam Cezası Yakışır - Hıdır TOK - Başka Haber
Okul Formasıyla Kemik Testi, Sonra Cezaevi - Pınar ÖĞÜNÇ - Radikal
14 Yaşındaki Çocuğu Tutuklamak İçin Yaşını Büyüttüler - Medyanın Günlüğü
Zulüm Olağanlaştıkça Zalim Sıradanlaşır! - Amed DİCLE - Ajans Amed
Anadili Temelli Çokdilli ve Çokdiyalektli Dinamik Eğitim - M. Şerif DERİNCE - DİSA
ÇHD: Hayata Dönüş'ün Failleri Hesap Verecek - ETHA
1920'lerden 1984'e Dek Armut Toplayan Bir Halk: Kürtler - Mahmut KAPTAN - Zeki ve Samimi
İsveçli Vekillerden Erdoğan'a Sert Eleştiriler - Murat KUSEYRI - ANF
Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu... - H. EYLÜL - Kızıl Bayrak
Pespayeler Zinciri - Kadir CANGIZBAY - Birgün
301 Hâkimi Ombudsman Adayı - Agos
Bakan Şahin, Alevi Evlerinin Counter Strike'dan Etkilenen Çocuklarca İşaretlendiğini Söyledi - İMC
Halka Gözdağı Verilmek İsteniyor - Vural NASUHBEYOĞLU - Evrensel
Bütün Şehri Fişliyorlar - Ahmet ALTAN - DYH
75 Yıldır Dua Edecek Bir Mezarları Çıralarını Yakacak Bir Taşları Yoktur - Ferhat TUNÇ - Yeni Özgür Politika
Ne Mutlu Türküm Diyene! - Erkan Tufan AYTAV - Haber 7 / Agos
Her Şey Olur #529, Draft-Progress-Original - Cem DİNLENMİŞ - CD's Tumblr
Tanrıkulu: Mayınlar Ne Zaman Temizlenecek - ETHA
Kürt Meselesini Filmlerle Konuşmak - Ayça ÇİFTÇİ - BiaMag
Ana Dilinde Eğitim - Zana FARQÎNÎ - Özgür Gündem
O Darağaçlarını Kuranlar, Hayırla Yadedilmedi Pek.. - Yetvart DANZİKYAN - Radikal
Renault İşçileri Fabrikayı Terk Etmedi! DİSK’e Geçmek İstiyorlar! - Sol Defter
Taban Örgütleri-TİS Komiteleri Kuralım, Mücadeleyi Kucaklayalım - Bursalı Bir Sınıf Devrimcisi - Kızıl Bayrak
Arçelik İşçisi De Ayağa Kalktı - Evrensel
Çatışmaların Şiddetsiz Çözümünde Bir Duayen Johan Galtung'la Söyleşi - Açık Radyo
Değerlerimiz - Cüneyt UZUNLAR - Açık Koyu
Donkişotlar ve Yel Değirmenleri… - Xwe Metin AYÇİÇEK - Yeni Özgür Politika
Ankara’da Devlet Terörü - Kızıl Bayrak
Vatansever! - Lütfi Doğan TILIÇ - Birgün
ABD İsrail Saldırılarını Desteklediğini Açıkladı - Korsan Dergi
Ortadoğu’nun Üvey Evladı: Filistin! - Cengiz GÜNAY- Akademik Perspektif - Medyanın Günlüğü
"Sizinle Konuşurken Bombalar Düşüyor" - Rusya'nın Sesi
#opIsrael – Anonymous Stands By Palestine In This Time Of War And Grief - AnonRelations
Anonymous Takes Down Over 650 Israeli Sites, Wipes Databases, Leaks Email Addresses And Passwords via TNW
İzlanda: Eylem Halindeki Doğrudan Demokrasi - Thorvaldur GYLFASON - Halit YERLİKHAN - Agos Şapgir
'Kadrolu Yalancılar ve Kirlenmiş Vicdanlar' - Ayhan BİLGEN - Evrensel
Hiçliğin/Boşluğun Örgütlenmesi - Rahmi ÖĞDÜL - Birgün
Maraton, Weber, Marx - Ferhat KENTEL - DYH
Yıkılsın Bu Sistem - Hakan TUNÇ - Korsan Dergi
Cumhuriyet'in 'Pathos'u - Sibel KARADAĞ - Başka Haber
Aşağıdan Bir Meram! - Aşağıdan.org


Paul Corley Official via Bedroom Community
Paul Corley Official via Twitter
Paul Corley On About Disquet via Resident Advisor
Spectral Being Official via Facebook
Spectral Being Section via Microphones In The Trees
Spectral Being Live At No Fun House In Kalamazoo, MI. 15.03.2012
Mogwai Official
Mogwai - A Wrenched Virile Lore Review By Darren CARLE via The Skinny
Mogwai - Rock Action Podcast Series 12 Episodes
Emeralds Official via Editions Mego
Emeralds - Just To Feel Anything Album Review By Mike DIVER via BBC Music
Emeralds' Steve Hauschildt Plugs In On The Twinkling ‘Interconnected’ via Fact Magazine
Efterklang Official
Efterklang Official via 4AD
Efterklang - Piramida Albüm İncelemesi - Zülâl KALKANDELEN - Zülal Müzik / Cumhuriyet

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
Untitled By Jon Eswards via Flickr

>>>>>Poemé
Devran Ters Yöne Dönüyor - Bülent ÖZCAN

Dönüyor devran dönüyor,
Devran ters yöne dönüyor...
İşkence, açlık, kıyım var;
Devran ters yöne dönüyor...

Zindan içinde zindanlar,
Kurşuna dizilir canlar,
Ölür nice genç insanlar,
Devran ters yöne dönüyor...

Hiroşima, Halepçeler
Zincirler ve kelepçeler,
Ana babasız bebeler,
Devran ters yöne dönüyor...

Tarih kör topal ve sağır,
Duymaz seni bağır bağır;
Gözyaşı, zulüm ve kahır,
Devran ters yöne dönüyor...

Kaynakça: Şiir

>>>>>Podcast Ünitesi
Deuss Ex Machina # 422 (22.10.2012)
Deuss Ex Machina # 423 (29.10.2012)
Deuss Ex Machina # 424 (05.11.2012)

Comments