Deuss Ex Machina # 455 - threshold apprehension

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_455_--_threshold apprehension

24 Haziran 2013 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
1. Panabrite - Opaque (VCO Recordings)
2. Panabrite - Zenith (VCO Recordings)
3. Tricky - If Only I Knew (Feat. Fifi Rong) (Studio !K7)
4. Tricky - We Don't Die (Feat. Francesca Belmont) (Studio !K7)
5. Vatican Shadow - Snipers As A Breed Tend To Be Superstitious (Hospital Productions)
6. Vatican Shadow - Encryption Nets (Hospital Productions)
7. Aramaki - Reversed Intellect (Mixgalaxy Records)
8. Aramaki - Object (Mixgalaxy Records)
9. Aoki Takamasa - Rhythm Variation 04 (Raster-Noton)
10. Aoki Takamasa - Rhythm Variation 02 (Raster-Noton)

threshold apprehension
(455)
hangi yarıda konulmuş cümlenin, o üç noktanın ardında biriktirilenlerin söylenmek istenenlerden ve iz bırakanlardan, delip geçenlerden sonra yola koyulmak için yeniden çabalanmadık ki? hangi cümlenin her ne, her nasıl ve her hangi koşullar dahilinde not edildiğini artık bildiğimizden kimin neyi önemsediğini, kimin neyde kendine-herkese yandığını gördükten sonra, buna erebildikten sonra yola koyulmadık ki. her eksik cümlenin, her eksik intibanın arkasında şunu da söylemeli diye çabalanmadık didinmedik ki. ne ettiysek ne eyleyebildiysek işte bu üç noktanın devamlılığında sirayet edeceklere dertlendiğimizdendir. oldu bitti, o kahrı çekmekle mükellef bellenişimizedir sözümüz. seslenişlerimiz.

yarıda kalmış cümlelerin, eksik gedik, ya da düşük vecizlerin bahsi hep açılmayanlar olarak biriktirilenlere dair bir tepkime olduğunu aleniliğini duyumsatmaktır çabamız. yolun bir yerinde, yazının tam da başında en sonunda söyleyeceğimizi yinelemeliyiz bir kere daha: -düşündükçe varım diyebiliriz. düşünüp, taşındıkça hatayı nasıl yapa yapa doğruya en iyiye ulaştırma niyetine varıyorsak yarım cümlelerimizle de bu tahayyülü pratiğe dökebilmek hala en büyük meşgalemiz. en büyük didişimiz. sabıklığın, akla zarar tespitlerin, ortalığı gerip yay gibi bırakanların dile sese ve söze tahammülsüzlüklerinin utanç vesikalarında yarıda kalmış olan her ne varsa asıl şimdi idrak edilesidir.

asıl şimdi bir avaz anlamlandırılasıdır. öyle yahut böyledir diye bir kestirip atmanın gereksizliği ile herkesin kendi sözünü pekala savunabildiğini gördüğümüz günlerden geçiyoruz. yaşıyoruz. tanığız. haddizatında duyumsatılmaya çalışılanların birr büyük oyun parodisi diye mizansenleştirilmeye çabalananların biraz değil basbayağı henüz mesajın, halktan aracısız duyurulan mesajın, seslenişin halen anlaşılmadığını gösteren günlerden geçiyoruz. bir yandan ileri demokrasi'nin böylesi de varmış, bu da kısmetmiş dediğimiz basit sözlerle ifade edeceksek eğer nato kafa nato mermerliğinin yekpareliği önümüze serilmektedir. önümüzde dikilmektedir. doluya, boşa her dem aynı tepkimeleri üretmekten imtina etmeyen devlet aklının ne hallerde olduğunu ifşaa eden örneklemleri ufak bir kaç tıklamayla beraber ağ üzerinde görebilmenin mümkündür. buraları da kirletmeyelim şimdilik.

her yer kendi sözünün, anlamını ve bağlamını yaşam ile ilitisini sorgulanabilirliğini, bunca yıldır soru dahi sorulmaksızın eylenenlerin, düşüncesiz geçirtilen günlerin, yarışamaların boşluk doldurtan dolgu dizilerin vesairenin ötesinde bir hayatın varlığını anlatmanın peşinde. epey yanlış anlamlandırmaların, epey hakir görülmelerin, epey değil basbayağı yok saymaların meydanında, halka ait er meydanları, söz sahanlıkları oluşturulmakta. bugün ve şimdi!. elimizden kayıp giden zaman diye bilinenin gerçekliğinde şimdi neler oluyor sorgusu öne çıkmaktadır. bugün ve şimdi!. yarım kalmış cümlelerimizin devamlılığını getirecek olan şeyin umulmadık bir aralıkta, ummadık bir yerde karşılaştıklarımız ile beraber şekillendirilip nihayete erdirilebilecek bir düzenek olduğunu öğreniyoruz bugün ve şimdi!.

her yanımız şüphe, dört yanımız mihrak, onun adamı, bunun piyonu olmadığımızı aklımızın ciddi ciddi çalıştığının en berrak örneklerini sergileyen, sunumlandıran ve seslendiren çağrılar biribirini takip ededururken, evet bu kadar yalın bir biçimde böyleyken nereye gidiyoruz sorusu yavaş yavaş kendini fark ettirmektedir. bir ya da tektip bir düşünce retoriğinden azade, sözcüklerin çeşitliliğinde yeni rotalar keşfedilmektedir. bugün dünden daha fazla sözümüz varsa bu sokakta, isyanı dillendirenler el verenler sayesindedir bunları daha unutmadık, unutturmayacağız. doğrudan demokrasi'nin her neye tekabül ettiğini yavaştan ama emin adımlarla öğreniyoruz, öğrenerek ilerliyoruz ki yarıda kalan cümlelerimizin sonu daha bir anlamlı olabilsin artık anlamlarını tamamlayabilsin, eksik kalmasın.

bir yanımızda, bir yöremizde bir şeyler oldu bittilere denk getirilirken tam da o oldu bitti denilen kısımların önü alınabilsin. yapmaya çalışmak elbette zor ama kısa bir döküman, bir kaç okuma bile bütün bu kelime cümbüşü içerisinde her nerede olursak olalım, her nasıl bir bakışa sahip bulunursak bulunalım kelamı ortaklaştırmanın elzemliliğini bir kere daha kanıtlamaktadır.bir yerinden başlanacaksa bu ülkenin kaderi olarak belletilen kederin ağından kurtulacaksak bu biraz daha fazla çablanmayı gerektirmektedir. yıllar yılıdır süregiden bir hengamenin orta yerinde, ortalıklarda zaptını, gaspını mütemadiyen meşrulaştırırken asgari müştereklerin ne kadar hayata dair olduğu seslendirilesidir.

kaybedecek neyimiz kalmıştır ki, gün aşırı tehditin, hakaretin, alavere dalavere kumpaslarla sıklık denkliği için çabalanılan atfedişlerin giderek kasıtlı bir biçimde hedefe dönüştürmelerin olağan kılındığı bir zamanda neyimiz kalmıştır ki sözümüzden gayrı. hayatı zapturapt altına alıp gerektiğinde hayatı karanlığa teslimini bunca aralıksız sürdüren bir iktidar / devlet mekanizmasına karşın ne yapmalı sorusunun ortasındayız. iki adım ileri bir avaz koşu. iki nefeslik ara bir tam gün maraton. şimdi ve buradayız!. güvencesizliğimize salt sandık dönemlerinde o da kerhen akıllara düşen tebaalardan olmadığımızı öğreneduruyoruz.

iradenin her ne demek olmadığını sürekli hatırlatan onunla bunu buldum, şununla da beriki bir aradaymış kriterlerinde böyle bir benzetme, birleştirelim şunları da daha sivri olsunlar milletin nazarında wtf!, artık ayrışsınlar gayretkeşliğinde maskaralığın daniskasını yazanların karacalar,yiğitler,gökçekler, bağışlar olmadığının sadece onlardan mülhem bir nifak tohumu ekerlerden ibaret olmadığını ikrar ediyoruz. bunu da farkına gün geçtikçe daha fazlaca varıyoruz. tektipleştirilmiş, neye sarsam da bugünü kurtarsam bahsinden az ötede halkın kendi dinamiklerinde, kendi önceliklerinde neleri birleştirmeye, hangi konularda ses çıkartmaya çalıştığına az biraz kulak kabartılsa eminiz şanına toz kondurulmayan ustanın demokrasi'sinin bu ilerisi herhangi bir takıya sahip olmaksızın daha işlevsel bir durumu tanımlandırabilirdi. bir şeye varabilirdi.

anti-demokratik teammülleri bunca kıyameti kendilerine sisteme bir korunaklılık zırhı halinde sahip çıkanlara karşı ertuğrul kürkçü'nün gerzeksiniz alayınız sözünü de sakınmadan iliştirmeliyiz bu aralığa. şu kısacık cümleler dağarcığına!. görmekten imtina etmelerin iktidar, erk ve muktedirin sözcükleriyle onun deneyimletmekten ziyade dayatmaları üzerinden dönüştürülen bir günün ortasında böylesi bir yerde işte bu ülkede konuşulanlar her vakitte eksik kalanı tamamlayabilmek için bir dağarcığı simgeleştirmektedir. duymamıştık ve bilmemiştik ama şimdi hem işitiyoruz hem sesleniyoruz. her gün yeniden tamim ediyoruz. zihin fukaralığına karşın yeni sözcükler ile donanıyoruz.

kardeşliğin, kadirşinaslığın bir zümrenin şarkısında seslendirilenlerden öyle bir basitlikten ibaret olmadığını dahası nice farklı renkle, rengahenk bir arada yeni çabalanımların ortaya döküldüğünü yaşayarak tecrübe ediyoruz. istediklerinin tam da beklentiledikleri ayrışmak yerine, biji biratiya gelan'ın da, gettse joghovurtnerun yeghpayrutyun'unun da aynı yerde arka arkaya yaşasın halkların kardeşliği şiarıyla buluşmasında belliyoruz. konuştukça, yazabildikçe, sokakta tanıştıkça meramımızın aslından en orjinal hallerinden yeni dersler çıkartıyoruz. gezi parkı direnişi bir ihtimal bir şeylere ket vurduysa o da vurdumduymazlık, ucu nasıl olsa bana dokunmuyor kolaylamasının artık toptan lağvedilmesi olduğunun enikonu altı çizilesidir. bir kere daha duyumsatılasıdır.

büyüme ve gelişmenin, muasırlık seviyesi diye bir avaz yutturulanların hiç de kolay lokmalar değil basbayağı acı reçeteler, bir dolu ahlardan mürekkep olan bir zamane tahribatçılığı, rantsal bölüşümü, insani kıyımı ve doğa katliamı toplamından mürekkep olduğunun aynasında, refakatinde artık ucu batmayan bir şey kalmamıştır. her yanımız, dört tarafımız otoritesinin gereğini yerine getiren erkçe daha fazla terörize edilirken artık geçersiz bir türetmedir! budur. dile eklenen, tereddütsüz yinelenen, neredeyse boşluk bırakmaksızın zikredilen, hedef haline dönüştürmekten zerre- miskal kaçınılmayan, hala güdülecek sürü tasvirinden hemen hiç uzaklaşılmayan mesaj alındı buyurulurken yeni fermanların altına imzaların atıldığı meşruiyetin ayaklar altına alındığı, tahrifine çabalanıldığı günlerin arasındayız.

sözümona modernizm kılıfına sığınılarak her durumda ortalığı germekle, her yeri rantsal bölüşüme koşulsuz teslim ederek, bir de bütün bunları ifşaa eden ironi dolu göndermeleri inatla anlamazlıktan gelerek, bile isteye bunu pas geçerek, vandallığı kimselere terk etmeden,  zulmün yaverliğinde hepsini, hepsini en iyi ben yaparım diye buyuranın gözetiminde sınavlardan geçiyoruz. büyük gözaltı!. delik ve deşik kent imgesinde soluk alınacak yer bırakmamak adına her günü baskılayan, bir / tek vesayetçiliğinin attığı hamlelerin tanığıyız. sokakta, bir kez olsun sokağa çıkma teşebbüsünün nasıl alarm zillerini tüm etmenleri ile beraber devreye sokulduğunu, bayatlayan vurgulamaların bütünlüklü resimde ortaya çıkartmış olduğu vesikanın halen neyi gösterdiğinden bi'haber kalındığını deneyimliyoruz hep birlikte. birarada.

halkın söz dağarcığına eklenen şeylerin direnme hallerinin aslen neyi amaçladığından tereddütsüz kaçıldığını ikrar ediyoruz bir kez daha, son kez değil. yalanların aleniyetle sahiplenilmesine, koltuk çıkılmasına her defasında sözü dönüp dolaştırıp, kalkıştığınız işler bir bumerang gibi sizi de vuracaktır aba altından sopa sallanmasına illallah diyoruz. görüyoruz ve gördüğümüzün yıllar yılıdır kendini saklı tutmaktan vazgeçmiş olan faşist devlet tahayyülünün bizahati kendisi olduğunu idrak edip, ikrar ediyoruz. konuşmanın, hasbelkader birbiriyle buluşan kelamı bile müdanasız nasıl da devlet aklınca ötekileştirmeye zemin için yoklandığını bundan bir beklenti içerisine girildiğini fark ediyoruz.

yok lobici, yok çapulcu, yok provokatör, yok ali sami. durmadan aynı seslenişler bir bozuk plak formundayken plağın kendiliğinden isyan edip dönüşmesine rağmen buna bile kulakların tıkandığı, yabanıl kalınmasının utanç vesikalarına tanıklık ediyoruz. söz duyulmuyor, niyet anlaşılmıyor. komiklik olsun diye ortaya salınan, içine dışına serpiştirilen mizansen kolajlarından ibaret videoların hemen pek çoğunda bu kötürümlük devam ediyor. dert bir değil kabulümüzdür. dert çok katmanlı, çok yüzeylidir eyvallah. şu bir aylık dönemde görmeye nail olduklarımız, yaşamlarımıza reva görülenler, kastedişler, hileler, hurdalar ve daha neler neler bütün bu meramın derdini pekiştirecektir. dosdoğru sonuca ulaştıracaktır.

meşruiyet dediğimiz haklarımız ayaklar altına alınmakta, atılan hamleler diye ortalığı terörize etmekten gayrısına eli gitmeyen bir muktedir / iktidar gözetiminde bundan sonrası ne olacaktır? esas sorgulanası kısım buralardadır. düşünselliğin yanyana birlikte şekillendirildiği bir zamanda sus pus kesilmenin hemen hiçbir şeye fayda sağlamayacağı muhakkaktır. bu kadar nettir, berraktır. günler günleri kovalarken gezi parkı direnişinden çıkan önemli, altı çizilesi sonuçlardan biridir. sesini çıkartabilmek susma, susma çünkü konuşabildiğin, derdini anlatabildiğin kadarıyla bu hayatta varım deme şansın söz konusu. susma çünkü iki ağacın (muktedirin aklınca hakir görüp, izole etmeye çalıştığı) peşinde koşmak bir istanbul'dan, bir dersim'e, bir amed'e, bir izmir'e, bir ankara'ya her yerde, her yerde doğanın tahrifatına dur demek için son şansımızdır.

susma çünkü türk, kürt, ermeni, laz, çerkez azeri sayıldı mı sonsuza kadar sürecek en geniş kapsamlı muhalefet icra olunurken yapma! bunu şimdi yapma!. susma çünkü tehdit ve hakaret, şiddet ve kibir erkin dilinden bir an olsun eksik konulmazken, buna tenzzül bile edilmezken bu davanın tükenmeyeceğini ikrar et. haykır bu daha başlangıç mücadeleye devam. susma çünkü vehametin üzerini alelacele örtebilmek için enikonu susun, suskunlaşın diye ortalara salınan kara propaganda yayın vesairenin hala hepimizin dertlerinin değil anlamlandırılması, daha ucundan kıyısından bile geçilmediğini meydana çıkartırken yapma!. susma, katledenler ve buna göz yumanlar maaş artışı, ikramiye, terfi şu veya bu ile taltif edilirken, pışpışlanırken, devlet aklı halkın aklını alaşağı edip kafa yapmayı sürdürmesi, en önemlisi de can sıkmaya devam ederken unutmamak, unutturmamak için fazlası değil sadece susma!.

susma geziye dair türetilen tüm senaryoların uydur kaydırların, komplo teorilerinin ne kadar uç olduğunu esas kimin provokatör olduğunun artık ayan beyan meydanda olduğunun ikrarı için, dün gezi'de destan yazanlar diye atfedilenlerin, öyle belletilenlerin bugün lice'de kalekol yapımını protesto edenlere, daha saatler önce amed'de barış diyenlere reva gördüklerinin her neye tekabül ettiğini, gözünü kan bürüyenlerin en büyük kötülüğü yaptıklarını unutturmamak için yinele, sözü çoğalt ve susma!. şimdi bu zamanda gayrısı yok. beş kişiyi öldürüp, 8000 civarı insan yaralayıp, sayısı belirsiz hayvan'ın, canlı'nın her türlü hakkını gasp eden, zor kullananların yaptıklarının bir zulüm olduğunu paylaş. her gördüğümüz sahnede bunu bu hakir görülmeyi sabitleyen vesikaların toplamına ulaşırken bunu yapma.

dünde kaldığını varsaydığımız hiçbir şey düne ait değil. hala aynı sözcüklerle, hala aynı tahakküm kurma idmanları. hala birbirinden hiç ayrıştırılmayacak "ben" bilirimcilik üzerinden yine yeniden tahakküm mekanizması icra olunuken sözcüklerdir sığınağımız. bugünümüzü şekillendirmeye, hayatımızı kapsamaya tahakkümü derinleştirmeye eskisinden de hızlı teşne olunuyor, bilelim. yaşamakla zorunlu kılındığımız bunca maskaralık en nihayetinde sorgulanasıdır. cevabı bekleyedurduğumuz!. büyüklerimiz her şey düzene girdi, düzeldi diye mesaj vermemizi tembihliyorlar. bunu beklentiliyorlar. halen bu zamanda, halen bu kadar alenen, destanlar efendimize söyleyelim yalanlar ile kolkola bir dolu çirkeflik katara eklenmekteyken, zulüm varken ve bir dolu acı tepemizdeyken, her günümüz bir sınava dönüştürülürken, canımız yakılmaya devam edilirken normali seslendirmemizi istiyorlar! yokmuş, hiçbir şey olmamış gibi tüm meşruiyetimiz içerisindeki seslenişimizi sakız gibi bir kenara fırlatmamızı diliyorlar. utanmadan, arlanmadan, yalana soluk almadan devam ediyorlar. unutursak bunca hazinliği, unutursak bunca meymenetsizliği, unutursak bunca katli, kıyamı işte o zaman kalbimiz kurusun!. işte o zaman söz son bulsun!. şimdi ve burada [30.06.2013 22:30]


>>>>>Bildirgeç
Gezi Miladı: Gidişat Nereye? - Stefo BENLİSOY - Antikapitalist Eylem

AKP iktidarını 12 Eylül darbesi sonrasında iktidara gelen hükümetlerden ayıran en önemli husus, neredeyse tüm “vesayetçi” mekanizmaları kendi kontrolü altına alabilme becerisini göstermesiydi. Başka bir deyişle AKP’nin “başarısı”, 12 Eylül 1980 darbesi sonrası askerin siyasal sistem üzerindeki kontrolünü süreklileştirmek için tasarlanmış kurum ve kuralları (cumhurbaşkanının yarı başkanlık sistemini andıran yetkilerinden seçim sistemine, siyasal partiler yasasından YÖK’e ve yüksek yargının konumuna), büyük ölçüde kendi etrafında bütünleştirebilmiş olmasıydı. Bu anlamıyla AKP, 1990’lardan başlayan ve merkez sağın krizi olarak tezahür eden, düzen güçlerinin kendi arasındaki siyasi önderlik temsil krizini bir çözüme ulaştırmıştı. Üstelik bu krizi çözerken milliyetçi muhafazakârlığın “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kütle” olarak tahayyül ettiği “milletin” otantik temsilcisi olunduğu iddiasındaki çoğunlukçu “demokrasi” söylemini, çarpıtılmış kimi popüler-demokratik taleplerle biraraya getirebilmiş ve bu şekilde muhafazakâr neoliberal otoriterizmini bir “demokratik devrim” söylemi ve edasıyla buluşturabilmişti. Böylece bir yandan “piyasa reformları” aracılığıyla alt sınıfları siyaseten mülksüzleştirir, diğer yandan da milliyetçi muhafazakârlığın kadim “devlet-millet bütünleşmesini” gerçekleştirdiği iddiasında bulunurken aynı zamanda da uzunca bir süre bir sivilleşme ya da “demokratikleşme” sürecini zorluklara rağmen yürüttüğü savında bulunabilmişti.

Tam da bu nedenlerle AKP iktidarı, özellikle 2007 dönemecinden sonra yönetebilme kapasitesinin genişliğiyle dosta ve düşmana parmak ısırtmaktaydı. 12 Eylül 2010 referandumu ve 12 Haziran 2011 genel seçiminden sonraysa yürütmede güç yoğunlaşmasının zirveye ulaşmasıyla başkanlık sistemine geçişin hararetle tartışılacağı bir döneme girilmişti. Demokratikleşme bir yana siyasal rejim, meşruiyetini hâkim Türk Müslüman Sünni kimliğin otantik temsilcisi olma iddiasından ve bunun adeta tescillendiği plebisiter oylamalardan devşiren bir "şef" sistemine doğru evrilmekteydi.

Öte yandan, geride bıraktığımız üç yılda Türkiye’nin tam göbeğinde bulunduğu Akdeniz çukurunda, bir yanıyla piyasacı-otoriter Arap rejimlerine karşı demokratik ve toplumsal halk ayaklanmaları, diğer yandan da Avrupa’da kriz karşısında sermayenin karşı reform saldırısına karşı, başta Yunanistan ve İspanya’da olmak üzere, solun ve toplumsal muhalefetin mevcut kurumsal çerçeveyi aşan yeni bir direniş ve radikalizasyon dalgası boy verdi. Türkiye’nin tüm bu gelişmelerin tam ortasında, ilelebet bu dinamiklerin yarattığı yeni durumdan azade kalamayacağı çeşitli vesilelerle vurgulanmıştı. Adeta yara almaz, sarsılmaz görünen AKP’nin muhafazakâr, otoriter, neoliberal hegemonyasının bu devasa mücadelelerden ve yeniden dizilişlerden mutlaka etkileneceği, bizzat temsil ettiği dizginsiz sermaye birikim rejiminin yarattığı çatlaklardan yeni direniş odakları belireceği, basit bir temenni olmanın ötesinde, yaşanan anı mutlaklaştırıcı ve Türkiye’nin istisnailiğine ve “nev-i şahsına münhasırlığına” dayalı analizlere karşı tarihsel materyalist analizin olmazsa olmazıydı.

Tüm bu süreçte alttan alta biriken AKP ve Erdoğan karşıtı gerilimin Gezi Parkı üzerinden gelişen halk hareketiyle boşalmasıysa bir ölçüde anlaşılır olabilir. Kestirmeden söylemek gerekirse, kentin ve doğanın, başka bir deyişle müştereklerin sermayenin acımasız “çitleme” ya da “mülksüzleştirme yoluyla birikim” saldırısına karşı savunulması ve ekoloji mücadeleleri, son yıllarda AKP’nin uyguladığı vahşi politikalar karşısında giderek toplumsal muhalefetin asli alanlarından biri haline gelmiş bulunmakta. Bu anlamıyla ekoloji ve kent muhalefeti mücadelelerinin yaygınlığı, aldığı biçimlerin çeşitliliği, kitleselliği ve direniş kapasitesiyle AKP iktidarının yarattığı hegemonyanın potansiyel çatlaklarından birisini oluşturmaktaydı. Dolayısıyla son yıllarda nükleer, HES ve Termik santral karşıtı mücadeleden kentsel dönüşüme karşı verilen mücadelelere kadar bir dizi direniş deneyimi, Gezi direnişinin arka planını oluşturmakta olduğunu, direniş dalgasını salt orta sınıfın hayat tarzına yönelik tehditlere karşı kimlik temelli bir tepkisi olarak adlandıran kolaycı analizler karşısında akıldan çıkarmamak gerekiyor.

AKP hükümeti kitlesel kalkışmanın yarattığı sarsıntıdan silkindikçe tanıdık ve kendisi açısından hiç olmazsa şimdiye kadar “garantili” bir stratejiyi devreye soktu. Direnişi “demokrasiye” (yani kendine) karşı bir müdahale teşebbüsü olarak itibarsızlaştırmak yolunda akla zarar konspirasyon teorilerini piyasaya sürdü. İlk adımda kendi çekirdek tabanını Soğuk Savaş antikomünizmi kalıntısı argümanlar ve bol miktarda antisemitist göndermeyle konsolide etmeyi seçti. Türk sağının zihin dünyasının merkezinde yer alan, muhalif olanın milli bünyeye her yönüyle yabancı bir özne oluşturduğuna ilişkin türlü naftalinli argümanlar büyük bir hızla, adeta aslına rücu etmenin getirdiği iştiyakle tedavüle sokuldu. Ancak bu tezvirat kampanyasının sakilliğinin bu zihin dünyasına aşina olmayanlarda acı bir tebessüme yol açacak denli ikna edicilikten yoksun olması kimseyi yanıltmamalı. Hâkim fikirleri üretme ve yayma araçlarına sahip olanlar açısından kritik olan,belirli bir fikrin ne kadar rasyonel ve ikna edici olduğu değil, ne kadar yoğun ve etkin bir biçimde yaygınlaştırıldığıdır. Erdoğan vesayet karşıtı popülizminin geçmişte geniş kitleleri seferber edici bir söylem olarak ne kadar başarılı olduğunun farkında. Bundan dolayı bir kez daha kendisi ve partisini “milletin” otantik temsilcisi olarak konumlandırmaya ve dolayısıyla da kendisine yönelik muhalefeti de dış mihraklarca desteklenen gayrimilli bir elit ve azınlığın konspirasyonu, demokrasiye “darbesi” olarak kodlamakta bir beis görmüyor.

Kitlesel protestolar karşısında ilk günlerde afallayan iktidarın çeşitli unsurlarının sonraki günlerde Erdoğan etrafında kenetlenmesi, Erdoğan ve yakın çevresi patentli komplo teorilerinin ikna gücünden çok, AKP iktidarı döneminde edinilen ayrıcalık ve imtiyazların kaybedilmesi tehlikesine karşı verilmiş bir tepki olarak değerlendirilmeli. Erdoğan özellikle partisinin çekirdek tabanının bu korkusuna yatırım yaparak tabanı ve partisinin yönetici kadrosu üzerinde kendi tartışmasız liderliğini pekiştirmeyi büyük ölçüde başarmış görünüyor. Kelimenin gerçek anlamıyla “şefçi” bir rejimin temel tanımlayıcı özelliğine uygun olarak, bizzat kendisini “milli irade” ile özdeşleştiren ve ona karşı her eleştiriyi gayrı milli ilan eden bu tavrın gidebileceği noktayı öngörebilmek ise hayli ürkütücü. Salt son günlerde iktidar partisinin kendisiyle özdeşleşmiş olanlar dışında neredeyse tüm toplumu ötekileştiren, dışlayan, kriminalize eden ve adeta “dış mihrakların” bir uzantısına indirgeyen söyleminin, hele iktidarın içine sürüklenmekte olduğu yıpranma sürecinin kaçınılmaz derinleşmesi sürecinde nasıl bir manzara yaratabileceğini öngörebilmek mümkün değil. Öte yandan seçimlere kadar bu pozisyonda ısrar, AKP’nin kendi tabanını konsolide etmesi aracılığıyla pekâlâ “sonuç alıcı” da olabilir. Yine de AKP’nin işinin hiç de kolay olmadığını teslim etmek gerek. Özellikle uluslararası alanda AKP iktidarının giderek yaldızlarının döküldüğü, başta Suriye politikası olmak üzere çeşitli vesileler nedeniyle yalnızlaşma ve içe kapanma eğiliminin pekiştiği ve sonbahardan itibaren iktisadi “başarı” öyküsünün ikna ediciliğini giderek yitireceği bir ortamda AKP’nin çekirdek tabanı olarak algıladığı kesimlerde dahi bir “kaçış” eğilimini tetikleyebilir.

AKP iktidarı rıza üretme kapasitesinin sınırlarında bulunuyor. Kendi sesi ve suretine aşık bir görünüm sergileyen AKP açısından aynı anda hem en milliyetçi hem en barışçı, hem en demokrat hem en muhafazakâr, hem en çevreci hem en inşaatçı, hem en adaletçi hem en sermaye dostu, hem en “Atlantikçi” hem en Şangaycı, hem en liberal hem en paternalist, hem en 12 Eylül karşıtı hem en YÖK’çü, özcesi hem mağdur hem muktedir olabilmek artık mümkün değil. Hegemonyasının kapsamayı hedeflediği alan bu kadar geniş ve birbiriyle çelişik unsurdan meydana gelince ister istemez bir süre sonra bunun dikişlerinin patlaması, unsurlar arasında çelişkilerin açığa çıkması kaçınılmaz oluyor ve olacak.

AKP’nin bu stratejisinin önünü kesmenin yoluysa, hareketin oyunu AKP’nin sahasında oynamaktan vazgeçmesi olabilir. Eğer hareket, tıpkı Erdoğan’ın arzu ettiği şekilde, yüzde 50’ye karşı yüzde 50 söyleminde ısrar eder, toplumsal muhalefeti bir laiklik-İslam, padişahlık-cumhuriyet eksenine sıkıştırırsa,yai AKP’nin “kültür savaşları” çerçevesinde dahilinde kalırsa, AKP’nin ekmeğine yağ sürülmüş olacak. AKP ve Erdoğan tam da bunu istiyor; yani direnişi çağdaş-Batılı “orta sınıflar”-merkez ile “Anadolulu” çevre arasındaki o pek tanıdık cendereye sıkıştırmak, siyasal-sosyal meseleleri kültürelleştirerek gayrı siyasallaştırmak. Dolayısıyla sosyal muhtevası belirsiz bir AKP-Erdoğan karşıtlığı ilk etapta bir avantaj gibi görünürken pekâlâ bir dezavantaja dönüşebilir. Öte yandan hareketin yaratıcı kendiliğinden inisiyatifinin şu ana kadar ağırlıkla bu tuzağa düşmekten özenle kaçındığını, kimi söyle ve pratiklerle bizzat Erdoğan’ın bu söylemini boşa çıkardığını da teslim etmek gerekiyor.

Dolayısıyla muhtemel bir “ne yapmalı” sorusunun cevabı açık olmalı: Önce Gezi direnişiyle açığa çıkan, şimdi forumlarla devam eden kitlesel mobilizasyonun yerelleşmesini, yaygınlaşmasını, toplumsal tabanını genişletmesini sağlayacak şekilde toplumsal direniş, mücadele ve dayanışma pratikleri içerisinde yoğunlaştırmak. Neoliberal otoriterizm karşıtı bir stratejinin temel dayanağı yaygın ve kitlesel toplumsal hareketlerin varlığı. Şimdi böylesi hareketleri inşa etmek için bir “Gezi” öncesiyle kıyaslanmayacak rezerv güçler bulunmakta. Dolayısıyla vakit kaybetmeden Gezi’yle ortaya çıkmış olan toplumsal enerjiyi toplumsal mücadeleler içerisinde seferber etmenin koşul ve mecralarını, sokağa çıkan insanların kolektif özgüvenini perçinleyecek dayanışma pratiklerini inşa etmeliyiz.

İçine girilen yeni dönemde AKP iktidarı bir taraftan yaşanacak ardışık (ya da eşzamanlı) seçimler vasıtasıyla kendi toplumsal/seçimsel desteğini/onayını ne pahasına olursa olsun korumak için tüm gücünü kullanacak, öte yandan “Gezi”nin açığa çıkardığı toplumsal enerjinin, toplumsal özgüven ve yaratıcılığın kökleşmemesi, süreklileşmemesi, hiç olmazsa siyasetin bilindik ve kendisinin ziyadesiyle antremanlı olduğu bilindik ikili karşıtlıklar ve kalıplar içine sıkışması için varını yoğunu ortaya koyacaktır. Yanıtlanması gereken asıl soruysa milyonların beklenmedik biçimde kendi hayatlarına dair söz söyleme iradesiyle sokağa çıkışının yeni biçimlere kavuşup süreklileşmeyi başarıp başaramayacağı. Bu soruya ne yönde yanıt verileceği hiç olmazsa yakın gelecekte nasıl bir ülkede yaşayacağımızı tayin edecektir.


* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala "akil" olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla.. Sözün sınırlarında, yazabildiklerimizin devamlılığında okunması elzem, öncelikli metinler ağ içinde dolaşıma çıkıyor. Antikapitalist Eylem sitesinde Stefo BENLİSOY'un kaleme aldığı Gezi Miladı: Gidişat Nereye? başlıklı makale meramın tamamlayıcısı bir okuma metni olmayı başarıyor. Her cümle bir başkasına vesile teşkil ederken sözün, sesin önemliliği neler yapılması konusunda yeni rotaları akla düşürüyor. Stefo BENLİSOY'un ve Antikapitalist Eylem sitesinin anlayışlarına binaen metni sayfalarımıza alıntılıyoruz. İyi okumalar...


..Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Belgesel: Ağlama Anne, Güzel Yerdeyim - Ümit KIVANÇ
Yakın Tarih / Taçlanmış Gazetecilik: Metin GÖKTEPE - Biyografim.net
23buçuk - Aris NALCI - Serdar KORUCU - Youtube
Red! Filmi - Bağımsız Sinema Merkezi
Diren Karadeniz..! - Apolas LERMİ - Murat ÇORAK - Youtube
Hemzemin Forum Postası
Gezi Gerçekler - Tumblr
Polis'i Tanı - Emir Eri!
DirenFail - Tumblr
Gezi Postası - Neşriyat #occupygezi
A Digital Collection Of Gezi Park Articles via Readlists.com
Everywhere Is Taksim - Amy Austin HOLMES - Counterpunch
Basına ve Kamuoyuna 29 Haziran 2013 - Taksim Dayanışması
Buradayız! - Taksim Dayanışması
Gezi Miladı: Gidişat Nereye? - Stefo BENLİSOY - Antikapitalist Eylem
300 Ankara Bebesi: "Gardaş Direnmeyek Mi La" - Yasin DURAK - Birikim
Occupy Gezi: İktidarla Aramıza Kalın Bir Çizgi Çekerken - Oğuzcan ÖNVER - Sol Defter
Direniş Notları - 7 - Büyük Yarılma - Gün ZİLELİ - GZ.com
Seeking Democracy - Mark PURCELL - Society And Space
#direnbarışgeziseninle - Harun TEKİN - Radikal.com.tr
Gezi Direnişinin İlhamını Yerelde Aramak II - Gezi Parkı Neden Ağaçlandırılıyor? - Sinan ERENSÜ - Ekolojistler
Yüksekova'da Lice Gerginliği - Yüksekova Haber
AKP'li Yöneticiler Hakkari'deki Karakol İhalelelerini Aldı - Mehmet DEMİRKAYA - Yurt / Internet Havadis
Gezi Aktivistlerinden Mesaj: Lice Yalnız Değil! - Marksist.org
Sarısülük Cinayetinin Bilirkişi Raporu: Ahmet Ş'nin Bileğine Gelen Taşa Rastlanmadı - T24
Ethem Sarısülük'ün Ölümüne Tanık Olan Kişi Tutuklandı - Radikal.com.tr
“Mahkeme Kanıtları Yok Saydı!” - Ayça SÖYLEMEZ - Bianet
Rober Koptaş: Çiş Koktuğunu Bilenler Parkın Mesajını Alamadı Mı! - Radikal.com.tr
“Gavurun Peşine Takılan” Gezi Direnişi - Foti BENLİSOY - FB' Tumblr
25 Haziran 2013 Taksim Eylemi - Hakan AKÇURA - OpFi
Taksim Intercontinental Ceylan Otel İşçilerinin Yanındayız - Gezi Postası
Biz Özgürlük İstemiyoruz Kimseden, Özgürlük Oluyoruz. Adalet İstemiyoruz, Adalet Oluyoruz! - Ankara Direniş ve Dayanışma Forumu - Fraksiyon
Yeni Bir Konjonktürü İnşa Etmek - Ahmet BEKMEN - Antikapitalist Eylem
Gezi’den Golacetu’ya Uzanan Direnme Hattı - Ferhat TUNÇ - BiaMag
Noam Chomsky’s Keynote Address via Hummus For Thought
Leader Of Turkey's New Science Academy Speaks Out - John BOHANNON - ScienceMag
Gözaltı Yolunda Taciz - Filiz YAVUZ - Filizof
Gözaltında 7 Kadına Çıplak Arama - Banu Güven - BG.com
Turkiet: ”Polisen Tycker De Har Rätt Att Skada Oss” - Sarah OLSSON - Fria
Trouble In Paradise - Slavoj ŽIŽEK - LRB - Oda TV
Գեզի այգին՝ Թուրքիայի ժողովրդավարության թեսթ - Civilnet - Nor Zartonk
The Armenian Past Of Taksim Square - Emily GREENHOUSE - New Yorker
Diaspora İstanbul’u Keşfediyor - Vahakn KEŞİŞYAN - Agos - Nor Zartonk
İnşaata Feda Olan Mezar Taşları - Aris NALCI - Demokrat Haber
“I’ve Gone To Resist, I’ll Be Right Back.” - Ali BEKTAŞ - Salon.com
“Gezi Olayı”nın Yarattığı Yeni “Zaman” Üzerine Düşünürken - Ergin YILDIZOĞLU - Sendika.org
Gezi Bir Kutuplaşma Değil Barışma Hareketidir - İpek İZCİ - Radikal.com.tr
Gezi Eyleminin Bize Öğrettiği - Çolakoğlu Demir Çelik Fabrıkası Çalışanları - Evrensel
‘Gezi Parkı’nın Bir Bölümü Şimdiden Yok Edildi’ - BBC Türkçe
Gezi Direnişi, Forumlar ve Halk Meclisleri - Ender İMREK - Evrensel
Gezi Parkı Ruhu ve Yaklaşan Seçimler - Zülâl KALKANDELEN - ZK' Blog
Park Forumlarından Kentsel Hayatın İçine - Ali BEKTAŞ - Cevat ERTEKİN - Bianet
"Bambaşka Kentler İçin Bir İmkan ve Bir Umut" - ÇAVUŞOĞLU - ADANALI - YALÇINTAN - Yapı.com.tr
Gültan Kışanak: Bdp Grup Toplantısı - 25 Haziran 2013
Could The Turkish Uprising Be A Breakthrough For The Country's Kurds? - Jonathan WILTSHIRE - Vice
Roboskili Aileler: Gelin Biz De Sınırları Kaldıralım - DİHA - Van Bülten
Uludere: Her Karanfile 3 Bin Lira Ceza - Çağıl KASAPOĞLU - BBC Türkçe
'Çözüm Sürecinde İşkence Olayları Artmıştır' - Basın Açıklaması - İHD Diyarbakır Şubesi
İHD-TİHV: İşkence Sistematik Bir Şekilde Kullanılıyor - Doğu News
Amed'de Tecavüz Protestosuna Polis Barikatı - Yeni Demokrat Kadın
Samatya’da Çok Başka İşler Var - Aysun YAZICI - Taraf
Şiirsel Enerji - Bülent USTA - Birgün
Bizimkisi Bir T2 Hikayesi... - Özgür AMED - Özgür Gündem
23 Haziran 2013 - 3. Köprü İçin Poyrazköy Tarafında Yok Edilen Ormanlar - 3.BK İnşaat Fotoğrafları
3. Köprü ve Proje Adları Üzerine - Hüseyin ŞENGÜL - Bianet
Covering Gezi: Reflecting On Photographing Daily Life During Extraordinary Events - Zeynep Devrim GÜRSEL - Jadaliyya
Turkish Government Combing Twitter In Search Of Protest Organizers To Arrest - RT.com
Teyitli Tweet’in Hikayesi: @140journos’la Soru-Cevap - Nigar HACIZADE - 5 Harfliler
TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz: Otelin Kapısına Gelen Yaralıyı Almamak Olmazdı - Eylem TÜRK - Sendika.org
Doğru Ne, Yanlış Ne?: Selin GİRİT - TEDxReset 2013
BBC Türkçe Editörü'nden Okurlara: Selin Girit'in Twitter Mesajları Hakkında - BBC Türkçe
Turkish PM Claims BBC Reporter Committed Treason by Reporting Protests - Constanze LETSCH - Popular Resistance
Doğuş Medya Gezi İstifalarıyla Sarsılıyor! - Gazeteciler.com
Weitere Verhandlungen Mit Der Türkei - Aber Später - FAZ
Bir Çuval İncir… - M. Serdar KUZULOĞLU - Mserdark.com
Sosyal Medya İletişim Özgürlüğünün Bir Parçasıdır - Zete.com
‘Animal Farm’: What Orwell Really Meant - George ORWELL - The New York Review Of Books
MonoKL'dan 5 Yeni Kitap - MonoKL
In Pictures: The Taksim Square Book Club - George HENTON - Al Jazeera


Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
medeni yıldırım.. via occupy gezi pictures

>>>>>Poemé
Kalbimin En Doğusunda - Didem MADAK

Aşkın kanununu tahsil etmiştim kalbimin en doğusunda
İçimde yağmur duasına çıkmış birkaç köy
Birkaç köy sular altında.
Kalbimin doğusu,
Her resme güneş çizen bir çocuktu.
Gam yükünün kervanları yürürdü dudaklarımda
Kavruk ve çatlaktı dudaklarımın toprakları.
Ölümün ötesinde bir köy vardı
Orda, uzakta, kalbimin en doğusunda
Şimdi bana yalnızca
Dertli türkülere duyduğum karşılıksız aşk kaldı.

Güzel beyaz bir tay doğururdu her sene hafızam
Yorgundu oysa
Durmadan, durmadan hatırlamaya koşmaktan.

Kalbimin doğusunda bir yalan dünya vardı.
Okyanusları mavi olmayan.
Benim için hayat,
Kalbi kalpazanlıktan kırk sene yatmış çıkmış bir adamdı.
Geçmişim acıyor şimdi, yalnız benim değil
Benim ülkemin geçmişi de acıyor mesela.
Bilirdim oysa ilk badem ağaçları çiçek açar baharda.
Bilirdim çiçek satan çingene kızlarını
Onlar bütün şimdileri, bütün zamanlara
Bir gül parasına satardı.
Oğlan kıza bir gül alsa
Bilirdim odur en kırmızı zaman.
Adına aşk diyorlardı
Kalbimin en doğusunda bir yalan dünya vardı.

Kim bir şairi kırsa
Şair gider uzun bir dizeyi kırar mesela
Bilirim kim dokunsa şiire
Eline bir kıymık saplanacak.
Bilirim kırılmış dizeleri tamir etmez zaman
Yorgunum oysa
Durmadan kendime bir tunç uyak aramaktan.

Aşkın kanununu tahsil etmiştim kalbimin en doğusunda
Boş salıncaklar gibi gıcırdayarak konuştum karanlıkla
Kediler gibi mırıldanarak.
Alkolden bir denize bıraktım kalbimi
Kırmızı bir sandal gibi,
Arka sokaklarda sarhoş konuştum karanlıkla.
Avuçlarımla konuştum,
Allah büyüktür diyen insanlar gibi.
Kedi dili bisküvilerinin bir pastayla konuşması gibi
Yumuşak ve kremalı konuştum onunla.
Baharda leylaklar açardı boynumda
Mor ve pembe konuştum karanlıkla
Gece açılıp gündüz kapanan bir parantezdim,
Sözler vardı içimde işe yaramayan
Sözlerle konuştum karanlıkla...
Önce söz yoktu kalbimin en doğusunda
Sözler...
Bir yağlı urgandı acıyı boğmaya yarayan.

kaynakça: antoloji.com

Comments