Deuss Ex Machina # 472 - lá deacra

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_472_--_lá deacra

28 Ekim 2013 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
1. Marihiko Hara & Polar M - Morning Path (mü-nest)
2. Marihiko Hara & Polar M - Tide (mü-nest)
3. Tropic Of Cancer - Plant Lilies At My Head (Blackest Ever Black)
4. Tropic Of Cancer - Hardest Day (Blackest Ever Black)
5. Zinovia - Beneath A Stellar Sky (Tympanik Audio)
6. Zinovia - Chimera (Tympanik Audio)
7. Ohmniscience - Theta (Kahvi Collective)
8. Ohmniscience - Beta (Kahvi Collective)
9. Oneohtrix Point Never - Zebra (Warp Records)
10. Oneohtrix Point Never - Chrome Country (Warp Records)
11. AP Musik - Summer Dnb (AP Musik-Rephlex)
12. AP Musik - Heptagon (AP Musik-Rephlex)

lá deacra
(472)
Defolu Çıkan Hayata Sorular…

Kültürel tahakkümün öneminin bütünüyle kabul edilmesi ve hatta siyasi ve ekonomik tahakkümü mümkün kılan koşul olarak tanınması, bizim düşüncemiz için gerçek bir "ilerleme"dir. Dahası, eğer geleceğin nasıl bir anlama sahip olacağı konusu Batılı Modelin tekelinde değilse, "henüz-olmayan" bir gelecek hayal etmek için ıskartaya çıkarılmış kültürel geçmişlere bakmamız gerekir. Ama -bu hayati bir noktadır- esinlenmek için geçmiş uygarlıkların iktidar gerçekliklerine değil, kültürel tahayyüllerine bakmamız gerekir. Başka bir deyişle, her zaman gerçek ile ideal arasında müzakereler olduğu ölçüde tüm kültürler her zaman radikal olarak anlaşılmalıdır, bu nedenle en azından potansiyel olarak içinden çıktıkları toplumlara ve iktidar yapılarına karşı protesto halindedirler. Gelenek savunucularının bunca nostaljiyle baktıkları kültürler onları doğuran toplumların rüya-formlarıdır. Tam da bu nedenle, kültürler, azınlık yönetiminin, patriarkal tahakkümün, sınıf tahakkümünün -"barbarca" olarak adlandırılmayı hak eden iktidar şiddetinin tüm formlarının- adaletsizliklerini ve haksızlıklarını örtbas etmek gibi ideolojik bir işleve de kendi zamanlarında sahip olmuşlardır.

Kültür ve barbarlık -iktidarın aynı zamanda kültürün gelişmesine izin veren denetimi ve "yasa ve düzen"i de sağlayan barbarlığı-bunlar, ister Pax Romana olarak adlandırılsın, ister Pax Britannica, veya Pax Americana, ya da İslamın Klasik Çağı, ya da Aztek ve Inka uygarlıklarının zirve yaptığı dönem olarak adlandırılsın, her "uygarlığın" sahip olduğu Altın Çağ'ın iki tarafını oluştururlar. Hiçbir büyük "uygarlık" bu çelişkiden kurtulmuş değildir. Bu, aşağıdaki görüşünde ısrar eden Walter Benjamin'in de muhteşem öngörüsüydü:

“Bugüne değin zafer kazanmış kim varsa, bugün iktidarda olanları bugün yere serilmiş olanların üstünden geçiren zafer alayıyla birlikte yürümektedir... Kültür alanında hiçbir belge yoktur ki, aynı zamanda bir barbarlık belgesi niteliği taşımasın.” Susan Buck-Morss – Küresel Bir Karşı Kültür – Süreyya EVREN’in Çevirisiyle – Versus Kitap


Bir yerinden başlamalı, bir zaman yola çıkmalı, bir çok kez düşülse de yeniden ama yılmak nedir bilmeden çıkabilmeli o yolculuğa hayatı anlatma uğraşına. Didinilip, durulan, tekrarlara alıştırılmış başka tahayyül, çıkarsama, çözümleme ihtimallerinin yerle yeksan edildiği bir zaman diliminde, sadece bunun haklı / kazanan olmasına çalışıldığı bir yerde başka bir okumanın mümkünatı olarak değerlendirilebilecek olan; hayatı anlatmak. Kendiliğinden, kalıplaştırılamayacak evrelerinden, kesişimlerinden ve bir dolu detayıyla beraber modern zamanların rutini olarak değerlendirilen, bir yerden baktığınızda tıpkıbasım hayatlarımızı ortaya döken bir şecerenin görünmeyenlerine dair çabalanmaktır anlatmak. Anlatılan belirli bir alanda, bir zamanda, bir saikle meydana gelmiş / olup geçmiş şeyler değildir. Halen olmaya devam eden sürekliliğini daimi bir biçimde koruma altına alınmış unsurlarla beraber şekillendirilen bir zaman diliminde hayatın sesine ortak olabilmek.

Anlatmak sadece gözün gördüğünün değil kamusal alan diye kestirmeden atılanların kısaltılmış alanlara bildirilenlerin değildir sadece, her yönüyle, her anıyla anlatabilmektir. Belirli kalıplara tamı tamına mengenelenmek suretiyle, şeklini, şemalini almaya zorlandığımız, boyuna ittir kaktır yoluna döküldüğümüz, hiç olmadı buyur edildiğimiz yahut tenkitle yola çekildiğimiz bir yerde hayat nedir bunun dertlenişidir, anlatmak. Gayret edilenler vuku bulanların birbirinden hemen hiç ayrıştırılamayacak bir biçimde imge halinde değerlendirilip, sınırlandırılıp yok sayılmasının önünü alabilmek için bir çığlıktır. Çabalanış bundandır. Bu menzilden hareketle kotarılan anlatma gayretkeşliği, bir biçimde tek tipleştirilmiş, önemsiz detaylar kümesi olarak tesciline koşar adım gidilen bir yerde olan bitenin yarasını anlamlandırabilmektir. Kolayca, pek matah bir biçimde bir kaç satır ekleyerek, bir kaç söz söyleyerek aşılacak bir durum / mefhum / makam da değildir anlatmaya çalıştığımız.

Her anımızın gözetim / denetim toplumunun gereklerini yerine getirmek konusunda her gün en olmadık şeyleri hayatımızın akışına dâhil etmekte bir beis görmeyenlerin eylediklerini, yaptıklarını ve yapacaklarını anlayabilmek gayretidir. Nasıl yaşadığımız, neye dert yandığımız, ne için didinip durup, neye istinaden sese ve soluğa karıştığımızın; durmaksızın karmaşıklaştırıldığı, bulanıklaştırıldığı bir meydanda / şu anda söz bir biçimde yarıda konulmuş olanı tamamlayacak olandır. Engellemelerin duvarlar, briketler, demirden korkuluklar, çitler, turnikeler, bolca güvenlikli koruma çemberleriyle handiyse, haddinden de çok görünür kılındığı bir yerde bir başına da olsa cümle kurabilmektir. Kurulan her cümle ile yaşatılan fecaatin, kötülüğün, oyunların tezgâhına alayına alayına bir vurgu yapabilmektir. Tenkit, tehdit ve dahasının eylediklerinden sonra geriye kalanın bir hayat değil basbayağı bir rutinin, içinde kalmak hiç istemediğimiz bir döngünün / deney sahasının kendisi haline indirgenmesine tepkimedir.

Bolca, şatafatlı ve yaldızlı sözcüklerle cümleler kondurulabilir. Erk-muktedir-iktidar hemen hiç bunlardan ayrışık değildir de. Gelgelelim bakıp görelim her şatafatın, ambalajlama çalışmasının hemen altında, yanında ve yöresinde o bildiğimiz, kendimize has tanıdığımız, kendimizle bağdaştırdığımız öyküler birikmektedir. Birilerinin duymaktan özenle kaçındıkları, birilerinin görmekten bilhassa uzak durduğu, birilerinin anlamaktan bizatihi anlık kararlar, çıkarlar etrafında koşturmaktan kaçınıp durdukları seslenişler / avazlar yatmaktadır. Düşüp kaldığımız, sıkıştırıldığımız bu yerde her günü farklı bir tecrübeye eviren, düşüp kalsak da yeniden kalkmanın ne demek olduğunu akla kazıyan, mıhlatan iyice belleten karşılaşmalar saklıdır. Öğütmekten başkasını hiç düşünmeyen şimdinin neoliberal tahakkümünün eylediği, yapabildiği yegane şey sözcüklerimizi unutturma gayretkeşliğinde kat ettiği yollardır.

Aşama aşama, dakika dakika güncellenen her yerinden başka bir ifşaatın, tanıklığın çıkageldiği bu yerde hayat o bilmediğimizi sandıkları alanlarda saklıdır. Ne mübalağalardır ne boşa doluya laf ebeliğidir sözünü ettiğimiz. Dikkatle bakmaya çalıştığımızda, bir hastane koridorunda yaşama savaşı verenlerin mücadelesindedir. Yaşamın parası olana / yetene ölçüsünde var edildiği bir yerin karşılaşmasıdır. Görünmesidir. Bir fabrikanın gün yüzü göstermeyen yeraltı dehlizlerinde süresi belirsiz çalışma koşullarında, dayatımlarında aklına kondurduğunu gerçekleştirebilmektir. Bir ihtimal hayallerine bir biçimde ötelenip durulan aslen olabilecek şeylere (ki hep yetinilecek şeyler istenir, dilenir, umulur) ulaşabilmenin tahayyülündedir. Şehrin koşturmacasındadır, alelacele diye bir terimin hayatımıza dahil olduğu bu yerde aceleciliğin kimi zaman her şeyi daha fazla kördüğüm ettiğini ispatlayan bir karşılaşmadır.

Sözcükler olan bitene dair tespitlerden fazlasına işte bu aralarda, bu saiklerin ortasında, karşılaşmaların sofrasında kendine bulduğu eşiklerden göstermektedir. Su çatlağını nasıl buluyorsa, söz de avaz da kelam da böylesi grilerin, karanlığın ötesinin kapsamı altında öyle gün yüzü bulmaktadır. Bildiğimiz, aklımızın erdiğinin her durumda başka bir çıkışın mümkün olduğu gerçekliğidir. Yaşamak dediğimizin bütün bu pespayelikler içerisinde dört nala koştururken, nefes almaya vaktimizin olduğunun idrakine ulaşabilmektir. Bir yerinde hiç umulmadık bir yerinden başlayabilmek için karşılaştığımız sıkıntıların hemen ötesinde yeniden yola koyulabilmek için şanstır bir ihtimal yahut ta kazanımın kendisidir. Düşündükçe, düşünme üzerine zaman bırakıp yeniden tahlillere girişebildikçe hayatın bir anlamı olacaktır. Oldurulabileceklerin, talep edilenlerin hemen her şeyin belirli bir doğrultuda erkin boş yere bağırıp çağırmasından daha önemli daha anlamlı olanlar olduğu konusu kesinlik kazanacaktır.

Belirginlik kazanacak olan yıkımların ortasında akli melaikeleri yitirtip, robotlar, buyruklara uyanlar olarak resmedilen insanların, bizlerin gerçekliğinde, kendi sınırlarında her olan bitenin başka bir dönüşümü, kırılmayı ama uyanışı da beraberinde getirdiğine uyanabilmektir. Aylardır yazılıp çizilmesine karşın Van Depremzedelerinin başlarına örülmedik çorapların bırakılmamasından ta bir ucu olarak değerlendirilen yurdun bir başka cenahında ortak akla hakaret edercesine, ortak tahayyülün hepsini alt etmek istercesine en olmadık veçhelerin yaratılmasına kadar, polemikler türetilmesine kadar bir dolu mefhumdur bu derinleştirmeye uğraştığımız. Aklın fikrin değil, bambaşka çıkarsamaların her defasında daha büyük yıkımları, korkuları, egemenlere itaati ve daha pek çok fenalığı beraberinde talep ettiği yinelediği bir yerde yaşayabilmek ulvi bir görev değildir. Israrla dayatılanlara karşı hayatta tek başınıza da olsanız varım diyebilme gayretidir. Bir başınıza da koyulsanız koca kalabalıklarda yapayalnız hiçte öyle olmadığınızın idrakine ulaşabilmektir.

Ayşe Gökkan'ın Nisebin-Qamişlo sınırında eylenenlere karşı başlatmış olduğu açlık grevinde görebiliriz bunu. Bu satırlara adlarını yazdığımızda bu yazımsı görüngünün tümü kadar yer kaplayacak olan isimsiz tutsakların gelecekleri için / barış tahayyülleri için / adilane bir hayat için eyledikleri açlık grevlerinde görebiliriz bunu. Bir ihtimal adını, yerini bile bilemediğimiz ancak her neden ise her defasında aynı vahametin sergilendiği bir coğrafyanın tanınmayan yerinde sekiz yaşında bir çocuğun katledilmesinin mühimmatı oyuncak zannetmesinin nelere mal olduğunun sonuçlarında görebiliriz bunu bir ihtimal. Yoksunlaştırmaların, modernlik tasvirlerinin asıl kimler üzerinden yükseltildiğini, hakir görmelerin, sıranın içinde tutmak için en olmadık tevatürlerin olur bildirilmesinin vahametinde süreğenliğinde eksik gedik olmadan görebiliriz. İhtimaller başka şeyleri gösteriyormuş gibi davranılsa da her sınanışın yeniden yola koyulabilmek için derman olduğunu anlayabilir pekâlâ.

Öyle ya da böyle makûs kaderimiz diyerek, en bilindik klişelerin yeniden türetilmesinden sonra hayatımızı geri istiyoruz diyebilmektir belki bir ihtimal. Her defasında yaramaz öğrenciler olarak yazılsak da, her defasında ötekisi bilinsek de, her defasında bir başka kimlikle tanımlandırılsak da, her defasında başka bir aymazlığa eyvallah çekeceksiniz diye çekiştirilsek de, itilsek de, kakılsak da başka kaçarımızın olmadığını fark edebiliriz belki. Yokluğumuz, acılarımız bunca çoğaltılırken, bunca peş peşe peydah edilirken bir güncede korkularımızla yüzleşebilmek adına, hayat adına bir teşebbüstür. İmtihan edildiğimiz yerde çöküntülerin normallerin lağvedilmesinin açtığı yarayı fark edebilmemiz, her göçükten sonrasında geçenlerde sorguladığımız ya sonrası kısmını / hasbıhalini bir kere daha hatırlatmaktadır. Ya sonrası ne olacaktır?

Tahakküm coşkunluğunu arttırdıkça menzilini azami geliştirdikçe, beynelmilel değil hesaplı kitaplı bir yaratımın / sınırlandırmanın hemen her durumda çokluğu sindirmek hiçleştirmek üzerine kurulduğu, oyuna katıldığı bir yerde oyun bozan olmak, illa ki siyaset, illa ki polemikler etrafından değil, doğrudan değil hayatın müştereklerinden kotarmak, bunu düşünmek çok mu uzak ihtimaldir. Halen uzak bir ihtimal midir? Yerleşik olan algının önünde, göstere göstere bina edilen Susan Buck-Morss'dan alıntıladığımız gibi gerektiğinde kültürü / mozaik / zenginlik nam seslenişlerle beraber çokça dile getirilen, üzerine ağ çekilip, sessizleştirilen ortak aklın / müşterekin yok edilmesidir. Adını, sanını dosdoğru söylersek eğer her iktidar bir başka barbarlık seremonisidir. Her seremonide, figüranlar olarak tanımlandırılanların, bizlerin seçtiklerimiz eliyle had ve hududumuzun yinelenmesi, daha fazla sınırlı alana sahipliliğimizdir. Aşılmak istenen, sınırlandırdıkça üzerine çöreklendikçe halkın daha fazla tahakküme olur verdirmektir. İyi de nereye kadar sürecektir bütün bu sınanış / kazan-kazan-kazan denklemlerinin baskınlığı.

Hayata dair ses edebilmek, hayatı erkin ilişmedikleri hallerinde yaşayabilmek, birbirimizin derdine bir görev bilinciyle değil içten gelerek sahip çıkabilmek, anlayabilmek, dert ortağı olabilmek çözümü kotarabilmek ne ara hâsıl olacaktır. Hangi ara o içimize işleyen kırılganlığı, burukluğu aşabilecek, görünürdeki yaralarımızın tedavisi için kelamın şefaatine ulaşabilecek yollara düşmek. Sorgumuz dört duvardan her yeredir. Sorgumuz dört duvarın dışında bu metni okumaya çalışan herkesleredir. Her anın başka bir sınava dönüştürüldüğü, bugün de yaşadık kazasız belasıza indirgendiği bir yerde hayat cidden ne demek? Durmaksızın yola devam etmeyi matah bir şey sayan zevatın eylediklerinin az dibinde, bu kelime dizilimi belki beyhude bir çabadır. Belki bir o eksik kalsınlıktır kim bilebilir de hayat ne demektir bunca fecaatten sonra. Hemen hiç kısıtlı da olsa bir zaman düşündüğünüz oldu mu? Soru sorulabilir ve sözün ardı kolaçan edilebilir.

Teoride sunulanların aslen pratikteki yansılarının her ne durumda olduğu arşınlanabilir belirli bir rutine sabitlenmiş olan algı dönüştürülebilir, bunun çabası söz konusu edilebilir diye düşünürken dört yandan semirtilip duran yol olmazlar, yaptırmamlar, en hafif tabirle tenkit en ağırıyla tehditlerin devamlılığa kavuşturulduğu yerdeyiz. Bu tavır ve benzerlerini sıklıkla gördüğümüz, geçtiğimizi sandığımız, bizim başımıza getirilmez diye öngördüğümüz güncel tahakkümün, buna sahip çıkan erkin bol keseden dağıttığı söz v sesin, payelerin, olurların ne hallerde olduğunun aynalayıcısıdır. Geçmişte kaldığı sanılanın güncel halleri her anımızı, her tavrımızı gözetimi altında tutmaya devam ediyor. Sorgu meseli yapılabilir gibi gösterilirken en hiddetli yanıtların / tavırların ardı arkası, set kurma çabalarının önü hiç kesilmiyor. Dile pelesenk eylenen haklar, tanzim edildiği duyurulan kazanımlar, bütün bunların çatısı demokrasi geçici bir mertebe-menzil olarak kısıtlandırılıyor.

Günler başka açmaz, engellerle çepeçevre sarmalanırken, sınırların dışına bakabilmek, görebilmek, çözümleyebilmek üzerinize vazife değillerle kestirmeden def ediliyor. Saf dışına yollananın sadece haklar değil her yerde yaşam iradesine karşı dimdik yükseltilen olumsuzlamalardır. Biri diğerinin peşini bırakmayacak tedbirlerle kotarılan-ancak öyle ayakta kalabilecek denetim toplumunun her ne olur ise olsun sağlamlaştırılmasıdır. Kalıcılaştırılan denetim hemen her an başka yan unsurlar ile beraber düşünülerek, düşünülenin tahayyülden gerçeğe evirilmesidir. Düşünedurduğumuz somuta doğrudan yanıtlara ve kalıcı olan çözümlemelere ve yanıtlara ne kadar uzak bıraktırıldığımızdır. Bireylerden gelen her hamlenin bir dolu yara olarak gerisin geriye iade edilmesinin halen mümkünlüğündendir esas sıkıntı. Her şey dikkat ve emekle aşılabilir diye savunulurken, gösterilen böylesiyken her defasında çok daha fenalarının / beterlerinin hakikate evirilmesidir sorgulamaya çalıştığımız.

Yer, yurt karanlığa teslim olunmuşken, basbayağı bir biçimde işgal edilmişken bunca fenalıktan sonra iyi niyet okuyabilmenin, izini sürmenin zorlayıcılığıdır. Alaya alınıp, ayaklar altında çiğnenen sıklıkla dile dökülen herkesin hakkının kesintiye uğratılması, basbayağı yok sayılmasıdır. Hakkın gümbürtüye konulmasıdır. Düşündükçe en başından şimdiye türetilen ve yenilik diye sunulan hemen her şeyde gizliden açığa bir daraltımın düzenli olarak gerçekleştirilmesidir. Hakikate ulaştırılan bizatihi yoksunlaşmaktır. Olmaz, oldurulmaz, düşüncesi bile akılda geçirilemez, kısmi bile olsa sorgulanamaz diye kesinleştirilen, keskin yargılara kurban edilip nihayetlendirilen bütün bu resmin özetidir tamamlayıcısıdır. Düşünce başka edimler için yeni yollar arşınlayabilmenin başlangıcıyken bizim gibi ülkelerde o başlangıcın, hemen hiç mümkünatlar dâhiline eklenmemesidir sorunumuz.

Bir dolu şey tasvir edilip durulurken açıktaki yaraların, açık yaraların hemen hemen göz ardı edilmesidir. Önemsenmedikçe yaraların varlığının üçer, beşer, onar her yanı kapsamasıdır. Bilinç, sorguları daimi kılarken bireye bırakılan alan, sahanın düzenlenmesi / gelişimi değil tam tersi istikamette koşturulmasıdır dikkat çekmeye çalıştığımız. Vurgu sadece olağan addedilen değil hayatın tastamam hiçleştirilmesi bir rutin dâhilinde hepimizin sürüden! Ayrışmamamız için denetlemelerin güncellenmesidir. Denetlenen hayatın her anıdır. Denetlenen her an vuku bulan / bulacak olan bir teşebbüsün önünün alınmasıdır, budur. Adalet talep ederken, Ethem Sarısülük davasında olduğu gibi hemen her şeyin açıktan yok sayılması hakkın boğuntuya adaletin ütopyaya havale ettirilmesidir. Karanlık yükseltilirken yol nereye sorusuna karşı yanıt kabilinden darp biber gazı ve peruk ile korunup, telekonferans ile lütfen ifadesinin alınmaya çalışılmasıdır katledilen. Hiçbir soru önemsenmezken katledişin resmen onaylanmasıdır dert.

Katiller kollanmaya, korunmaya ve bir örnek teşekkür ilanları asan belediye başkanlarının varlıklarıyla, bizim iyi çocuklarımız değil onlar kendi aralarında birbirlerini benzetmişlerdir söylemleriyle birleşen işte bu utançtır. Utanç kalıcılaştırılırken göz önünde, henüz sekizindeki  bir çocuğun daha mühimmat / mayını oyun zannedip yok olmasının, bu kıyımı da ilave etmeliyiz. Sekiz yaşındaki Behzat'ın canına mal olan hataların ikiletmeksizin söylenmesi şart bir patavatsızlıkla üzerinin acele, alelacele örtülmesidir. Şemzinan'da tıpkı pek çok Kürd ilinde olduğu gibi hayat-ölüm dip dibe konumlandırılmasına karşın, mühimmatın ortalıklarda ne aradığının yanıtsızlığı utancı perçinler. Bahsettiğimiz tek bir hayat değildir Kürd illerinde her çocuğun birden bire büyümesi, bir çok şeyi kanıksayarak yaşayabileceğini böylesine acı biçimlerde tecrübe ettirilmesi, bildirilmesidir.

Şüphe taşıtmaz bir biçimde karşılaştığımız her şeye kadir olduğunu savlayan erkin konu insan canı olduğunda acziyetlerinin tavan yapmasıdır. Sadece bir göndermeyi metaforu değil açık seçik alenen hayata konulan ipotektir. Bir yerlerde canı alınanın bir çocuk, genç, yetişkin yahut ta yaşlı olmasının hiçbir öneminin bulunmadığının yinelenmesidir. Daha önceleri pek çok kez tanık olduğumuz devletin ceberut yüzüdür bu. İstatistikî rakamlar, veriler olarak algılanıp durduğumuz, genel geçer bir tüketim şemasının asri unsuru olarak bellendiğimiz, mütemadiyen iktidar kavgalarında sandık zamanı yanlışlıkla hatırlandığımız bir yerde ceberutluğun / fenalığın cismani halidir. Yol, yordam, yöntem çeşitlenirken bir dolu yeni sözcüğü beraberinde getirirken bu yana, bize bırakılanın tepelemesine ağıt dağarcıcığıdır her defasında sineye çekilecek. Modern zamanların yaşatmazlığı tescil altına alınırken hayat nerededir? Çoktandır unutuş tarlalarına sevk edilen, otuz dört canın katledildiği Roboski'nin suretinde midir?

Neredeyse tüm sorumluların örtbas edildiği her şeyin Utku Kalı'nın üzerine yıkıldığı o Reyhanlı kıyamının göstere geldiklerinde midir? İki arada bir derede yinelenip durulan barış sürecinin ha sekteye uğradı, ha uğrayacak diye el ovuşturanların algısında mıdır? Yahut ta Behzat'ın, savaşa dair olanın pasaktan, kirden ve ölümden henüz ayrışmadığı bahsini diri tutan / canının çalındığı Şemzinan'daki mayın tarlaları / mühimmat sahalarında mıdır Nerededir? Canların bunca kolayca (ç)alındığı, zapt edildiği kıyımın gerçekleştirildiği, katillerin resmen kollandığı bir ülkede hayat nedir? Sorgulamaların bile isteye geçersiz kılındığı, her sabahın ve her akşamın Nisêbîn-Qamişlo, Efrin-Kilis arasında örülmeye çalışılan duvar-setler gibi sınırlarının behemehal daraltıldığı, buna çabalanıldığı bir yerde hayat nedir? Büyük cümlelerin, heybetli sözlerin, var olan vahameti görmezden gelmelerin hissiyatsızlaştırmaların dünyasında şimdi hayat kaotik bir tahayyülün bizzat kendisi midir? Hiç durmaksızın ağıtlar yaktığımız.

Erk-muktedir-iktidar gerek kendi dinamikleri / gerekse de müsamaha gösterdiği yancısı bildikleri eliyle, diliyle hayat dediğimiz bu akışın üzerinde tahakkümünü, biçimlendirmesini mütemadiyen sürdürmektedir. Sadece bir noktadan, belirli bir algıdan hareketle değil sadece hemen her an ince işlenerek, sık dokunarak bu periferi kutsanmaktadır. Siz varsayın yaşadığınızı cehennem tam da eşiğinizde, evlerinizin ortasında, güvenli kentlerinizde, çalıştığınız her yerde, soluk aldığınız her an üzerinize bina edilmektedir. Karanlık kendini geliştirip kalıcılaştırırken muasırlaşmaktır tecrübenin adı. Atfedilen ile gerçeklik birbirinden uzaklaştırılırken kalıcılığı sağlanan hayatın yok edilmesidir. Hayat dediğimizin arsızca tahrif edilmesidir. Her yerde aynı sözcüklere sahip çıkmak için çabalanılana karşı kettir. Eşitliğin, adaletin, özgürlüğün kaygılardan arındırılması, layığıyla edimlerin yaşama dâhil edilmesi değil tam tersine kaygının sürekliliği tescil edilmektedir. Erkin boyumuzun ölçüsünü v ağzımızın payını bildirirken bu kıstaslara tutunması bundandır.

Hayat her oldurulmazlığın, her olumsuzluğun her tenkitin kendini tekrar ettiği bir rutine dönüşüyor. Sözden kelamdan daha da öteye ulaşabilmek için bir tahayyül evresindeki hamleler bu görüngüde boğuntuya götürülüyor. Çokluk ve çoğunluk bunca gerekliyken, söz sadece tekil çıkarsamalar, beklentilenenler için yazılıp kurtulacak şeyler değil bir basamaktır. İşitir misiniz? Bir adım sonrası önüne briket, duvar, engel olarak çıkartılanlara bir isyan nüvesidir. Her nefes aldığımız an kendini hatırlatacak olan. Yaptırmayız, ettirmeyiz, söyletmeyiz, tartıştırmayız. Bile isteye, göstere göstere fecaatin buyur edildiği bir ülke tahayyülü sürekli dikte ettirilmektedir. Ezberletilen körü körüne biat / kabul ediş / rıza dayatımı üzerinden şekli şemali iyice belirginleştirilen bir utanç vesikasının daimiliğidir. Tesis olunan, biteviye duyumsatılan had ve hudut bildiriminde çirkefliğin, çirkinliğin şeceresidir esasında paylaştırılan. Her birimizin payına düşürülen. Ne anladık, ne anlamlandırdık bildiğimiz tastamam gitmek istediğimiz yolun / patikanın / menzilin iyice uzaklaştırılmasıdır... Sessiz, ıssız, biçare bir kör patikaya mahkûmiyettir üzerimizde biçimlendirilen... Ezcümle ne dünü unuttuk, ne şimdiyi ne olası yarın / geleceği unutacağız. Belleksizlik, tüm hadsiz ve hudutsuz tahakkümün felaketlerinin zeminidir. Unutmuyoruz, unutmayacak ve unutturmayacağız.. hayat için.. hayat için... ayakta kalabilmek için...

>>>>>Bildirgeç
Söz - Gözde BEDELOĞLU - Birgün*

Asker bombasıyla, öldük.

Polis kurşunuyla, öldük.

Yağmur yağdı, öldük.

Yer sallandı, öldük.

Ağaç, dedik öldük.

Dere, dedik öldük.

Barış, diledik öldük.

Kardeşlik, diledik öldük.

İşçi olduk, öldük.

Çocuk olduk, öldük.

Kadın olduk, öldük.

Tecavüze uğradık, öldük.

Hapse atıldık, öldük.

Solcu olduk, öldük.

İşkence gördük, öldük.

Yaşayabilmek için, öldük.

Alevi olduk, öldük.

Ermeni olduk, öldük.

Kürt olduk, öldük.

Belediye çukuruna düştük, öldük.

Okul lavabosu düştü, öldük.

Hızlı trene bindik, öldük.

Biz hep öldük, ölüyoruz. Sorumlular hep yaşadı, yaşıyor.

Özür dilemeden, istifa etmeden, hiç ama hiç suçluluk duymadan...

Yargıdan kaçırıldılar, terfi ettirildiler, butik yattılar.

Belli ki bizim için, yaşam için, adalet için kimse söz vermemiş

Başbakan’a. Bu yüzden hiçbirinin, 29 Ekim’e yetiştiremeseydi Boğaz

Köprüsü’nden atlamaya karar veren Ulaştırma Bakanlığı Altyapı

Yatırımları Genel Müdürü Metin Tahan’ınki gibi, kanıyla imzalanmış

bir intihar mektubu yok elinde. Marmaray, sorumlusunun canını işte

böyle ortaya koyduğu bir proje! Kıskanmamak elde değil. Şimdi, orasını

burasını kurcalayıp bozmadan binin, öpüp koklayın. Benim ülkem, benim

trenim, deyip sarılın direklerine. Dedikodu yapmayın. Hayatın için ne

dün, ne bugün, kimsenin almadığı o sorumluluğa sahip, anlı şanlı bir

Marmaray duruyor karşında. Boşver sinyalizasyonu. Allah nazardan saklasın.

Amin.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala "akil" olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Sözün tamama erebilmesi, kelam olarak ortaya atılanların işitilmesi ve ortaklaştırılması ile mümkündür. Söz, bahsin çoğaltılması için mevzunun anlaşılabilmesi için bir anahtardır. Uzun uzadıya yazmaya gayret ettiklerimizin özeti kabilinden değerlendirilebilecek, tespitleriyle Gözde BEDELOĞLU'nun Birgün Gazetesi'nde yayınlanmış olan 'Söz' makalesi bu minvalde bir tamamlayıcıdır, anahtardır. Görebilmek, anlamak ve daha fazlasına ulaşabilmek için lazım olan yegane şey doğrudan tespitlerdir.. Bunca açık ve yalın. BEDELOĞLU'nun ve Birgün Gazetesi'nin anlayışlarına binaen metni sayfamıza iliştiriyoruz.

..Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam...İyi Haftalar...

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
Life & Death - Stefan LINS via Flickr

>>>>>Poemé
Dağınık Gazel - Yılmaz ODABAŞI

“eski güzel şeylerden değil,
yeni kötü şeylerden başlamak gerekir.”
-Walter Benjamin-

göç
geçer...

geçer ayrılıklar baladı
siyah bir orman olur gençliğimiz
bize böyle pay kalır
bize böyle pay kalır...

ağla sömürgem... belki dönemem
oralarda usul usul talazlanan nehirlerde yaz kalır
kış yanar, düş üşür yüreğimde
ağlarım, gözyaşım beyaz kalır...

sonra askerler yeniden kuşatırlar aşınmış kaleleri
bin havaar parçalar gecenin döşeğini
ocaklar iniler, yas büyür, orta yerde kan kalır
dıngılava’da peştamallı çocuklar havuzlara işerler
gözlerinde bir mahmur özlem kalır...
derken bir ankara, bir poyraz beni döve döve içeri alır
yollarda giderek uzaklaşır... giderek uzaklaşır
fahişeler terli kasıklarıyla sabaha uğurlanır
kuşlar inkâr edilir, gökyüzü yağmalanır
ben büyürüm bu kederle kalbim uslanır...

ağla sömürgem! ağla ve kucakla kumral delikanlını
buralarda çatılmış bir tüfeğim böğrümde taflan kalır
şimdi kızılay’a da oturmuşum hasretin kancasında
geçer zaman, geçer yıllar, günlere bir yeni hazan kalır...
ağla sömürgem... sen hep mağlup bir ağlayışta
ben uzak susarım bu mağlubiyet için hep anlayışla
bak, çöpçüler bu geceyi de piç edip süpürdüler
ben ise haber değeri bile olmayan bir haykırışta
özleminle hâlâ bir yakarışta...

ağla! ben de ağlarım gözyaşlarım özlemine az kalır
buralarda nem var! nem varsa sende kalır
daha çağırırken
anı bile kalmaya tenezzül etmeyen o dağ dorukları
sömürgem yaslar durur sesime kırgın ayrılıkları...
ben gittim
ve yittim!
oralarda usul usul talazlanan nehirlerde yaz kalır
yaslarım günleri yüzüme gözyaşım beyaz kalır
burada yıllar küfürle uğurlanır
ben büyürüm içindeki haylaz çocuk uslanır
ve günler geçer, herkes gider, pistler boşalır
sahnede bir ben, bir kurtlar, bir klasik dans kalır...

ağla sömürgem... buralarda döne döne-
mem! artık bir yeşile dolmasak da anılardan haz kalır
sen de bir zaman duyarsın
bir gün bir taze mezar kazılır
ardında bir dağınık gazel ile, kül ile
ankara’da bir ölü yılmaz kalır...

Kaynakça: Şiir Perisi

Comments