Deuss Ex Machina # 500 - þjást af lífinu sjálfu

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_500_--_þjást af lífinu sjálfu

19 Mayıs 2014 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
01.Grup Yorum - Madenciye Ağıt (Kalan Müzik)
02.Grup Yorum - Madenciden Günesi Beklerken (Kalan Müzik)
03.Emekçi - Maden Ocağı (Ses)
04.Emekçi - Patron Ağa Devleti (Ses)
05.Cem Karaca - Maden Ocağının Dibinde (Yavuz Plak)
06.Cem Karaca - İhtarname (Yavuz Plak)
07.Moğollar - Issızlığın Ortasında (Emre Plak)
08.Cem Karaca & Moğollar - İhtiyar Oldum (Yavuz Plak)
09.Yaşar Kurt - Kaçak ve Anne (Gam Müzik)
10.Bajar - Cinayet Saati (Gam Müzik)

þjást af lífinu sjálfu
(500)

Eski Bu Sahnede Yeniden Kullanılıyor

'Ancak mutlak yalan doğruyu söyleyebilir bugün. Doğruyla yalanın ayrım yapmayı nerdeyse imkânsızlaştıracak ölçüde birbirine geçmesi ve en basit bilgi parçasına tutunmanın bile bir sisyphos emeği gerektirmesi, savaş alanında yenik düşen ilkenin mantıksal örgütlenme alanında zafere ulaştığının işaretidir. Yalanların uzun bacakları vardır: kendi zamanlarının önünde giderler. Hakikatle ilgili her sorunun iktidar sorununa dönüşmesi - eğer iktidar tarafından imha edilmeyecekse hakikatin de kaçınamayacağı bir süreç- eski despotik düzenlerde olduğu gibi hakikati bastırmakla kalmıyor, doğruyla yalan arasındaki ayrımın yüreğine saldırıyordur: kiralık mantıkçıların zaten var güçleriyle silmeye çalıştıkları bir ayrım.'. Theodor Ludwing Wiesengrund Adorno

Gerçeğin dönüştürüldüğü ve nihai olarak anılanın kalıcılaştırılmasına çalışanların her yerden çat kapı buyur edildiği, eksiğin gediğin tükenmezliği bir yana artık yoksunlaştırmanın süreklileştirildiği bunun da işin fıtratında olduğunun teklemeksizin dile döküldüğü sahneleri paylaşıyoruz. Sahnelenenin bir hayat hikâyesi onun bir tamamlayıcısı anahtarı veya kilit çözücüsü hamleler bütünü olmadığını artık söyleyebileceğimiz güncellikte ilerliyoruz bir aşağı iki yukarı. Hep böyle zikzaklar çizerken bir de bakıyoruz ki zemin çoktan sıfırın altını düzlem çoktan altüst edilmiş bir yekpareliğe teslim edilmiş oluyor. Gerçeklik duyumsatılırken yalanlar ile bunun sağlandığı, bu işlerin hep böyle olduğu kendini ifşa etmeye devam ediyor. Gözün gördüğü kılavuz istemezken her şey meydandayken bir de büyük usta yorumu ilave olunuyor.

Büyük usta herkesin aşina olduğunu eğip bükerek, diline dolayarak, metinlerinde bağlaç ederek, her ihtimali değerlendirerek, ince eleyip sık dokuyarak!, hayatın ucubeliğini, ucubeliğe teslim hayatı resmediyor. Dönüştürmeye olanca hızla devam ettiği ülkede kendi bildiğini okumayı sürdürüyor. Bütün bunların canla başla uğraşılan milli diye anılanla tekten mürekkep ötesine ya da ötekisine hiç müsamaha göstermeyeceğini ilan etmiş iş bu düzenin üzerimize biçtiği demokrasi bahsi şekilleniyor. Demokrasiden geriye ne kalmışsa onun da üzerinden geçiliyor, dönüşüm mutenalaştırmaya, tıpkı kentsel dönüşümdeki gibi bir elitizme eviriliyor. O ustanın gözlemi, tavsiyeleri, ya sözü hep dikenli, ya akla hakaret eder gibi basbayağı eğri büğrü ama bu işin doğrusu budur diye iteklenip durulan bir modellemeyi çağrıştırıyor. Devam edilen bir süreklilik haline dönüştürülen yeri ve yurdu içinde kapana kısılacak bir mesken haline indirgeyen bir sonucu karşılıyor. Sonucunda üzerimize biçimlenen şey kader kısmet ile fütursuzca hesapsızlık, kitapsızlık elinden çıkıyor.

Her sahnede bunların doğruluğuna şahitlik etmemiz istenirken uyumlu uyumlu kaderin cilvelerine!, öyle denilenlere eyvallah etmemiz susup biat etmemiz telkin ediliyor. Telkin sözün gelişi bütün bu heyulanın bizatihi bize özgü bir kader modellemesi olduğu aralıksız yinelenebiliyor. Bunca yaşanmışlıktan sonra hala tevekkül buyruluyor. Hayat bir biçimde yok sayılırken mühim olanın sürüde her şeyinden her an feragat edebilecek, üstüne toprak atılsa bile nedenini sorgulamayacak bireyler, salt soluk alıp verenler olmamız tavsiye olunuyor. Biatin dönüşümü tanımlandırmaları dinsel motiflerden kıssaların refakatinde bu iktidara onun başına, bu süre giden düzenin tüm aktörlerini kapsayan bir kutsiyet mefhumuna teslim ediliyor. Her gün mağdurun değişmezliği bir yana, her gün uygulanan zapt-ı raptın hamleleri sıralanıyor o bahiste gerçekten mağdur olanların lakin sesleri işitilmeyenlerin gözlerinin içine baka baka.

Sirayet eden akıl her nevi tahakkümden feyiz alarak, varsa yoksa en iyi bildiği hıncı, linçi, öfkeyi ona harman ederek yeni ülkenin eskimeyen halinden temellerini sağlama alıyor. Sağlam iradenin şimdilerde yükseldiği zemin her şimdi hesap verecekler bahsinde bir başka gedik bulup sıvıştığını gösteren bir mefhuma dönüşüyor. Dert kalıcılaşmış! dert sinede yer etmiş, dert döşe çökmüş, kömür karası gibi göğü kapsamış ama her şey lalettayin muğlakta ve her şey olurunda ve tek mağdur bu iktidar. Böylesi bir tahayyülün üzerinden şekillendirilmeye devam edilen heyula, bahsedilip durulan algı yönetimini de kusursuz bir biçimde belirginleştirmektedir. Suç meydana dökülürken, ulu orta açıkta eylenirken yapılıp nihayetlendirilirken sonuçsuzluk bütün bunlara galebe çalmaktadır. Hiçbir şeyin sorgulanamayacağı, arkasının, izinin, akıbetinin sürülmeyeceğinden bunca emin addedilen düzende olan bitenler algı yönetimi diye bildirilenin saflarında unufak edilmektedir.

O yasak, bu yasak bu mühim değil şu teferruat ama bunların sual edilmesi, sorgulanması darbedir. Hele bir de yazılıp çizildi mi, sorgulandı mı darbe planı, yıkıcı faaliyet, devlete karşı başkaldırı vesaire. Hakaretamizliğin, sağır duymazken uydururculuğun (hastalık değil siyasanın zihniyeti), her itiraz odağında ezberlere tutunmanın, sapla samanı karıştırmanın özetlenişidir darbe diye adı sayıklanıp durulan. İtirazın demokrasinin bir gereği olduğunun unutturulmasıdır o gayret edilen.  Otuz dört yıl önceki darbe hiç yaşanmamış gibi o mefhumun, hayata kast eden ve bugünkü halimizi ta o günden temellendiren fesatlığın, fenalığın zorbalığın izlerini ve sorumluluğunu şimdiki zamanla paylaştırmak düşüncesidir korkunç olan. Devran geçip gitmemiş olsa da o günkü askeri vesayetin hinliklerinin, her bir şeyinin bugün halka mal edilmeye çalışılmasıdır darbenin mağdurlarına o vasfın yapıştırılması çabasıdır bu aralıkta düşündürücü olan.

Yüzleşeceğiz diye bahse tutulanlarla değil doğru düzgün hesap sormak bugün bizatihi o dönemin yarıda kalmış hangi toplumsal müdahale / dönüşüm / dayatım hamlesi varsa ona bizzat sahip çıkan erkin meydandaki cüretkârlığıdır, hiddetindeki sınırsızlıktır düşündürücü olan. Artık yeni Türkiye söylemini yinelemekten kaçınılmazken tezatlıkların her demeçten sonra kendini hatırlatmasıdır!. Onca lafın, sözün ardından koca bir yalandan mürekkep bir ülke olduğu hep onun için çalışıldığı görünmektedir.  "Demokrasi, hukuk, özgürlükler bizim de hakkımız" diye sözü eyleyenin sokaklarda zulüm etmesidir, bu dilden dökülenlerin bir gün sonra değil bir kaç saat sonra bir yerlerde felakete dönüşmesidir mesel. Değişimi yahut ta sorgulamayı önemsiz bidat bir detay nüvesi gibi aksettiren, işine hep bu bakışım geldiği için, erk elinde yinelenip durulan sahip çıkıp üzerimizde biçimlendirilmeye devam edilen şey zapt-ı raptır onun gizli kapaklı yapılmasıdır.

Bugünün halinin ahvalinin pratikte her neye dönüştüğü erkânın sözcüklerindeki hiddet orantılı, bunu cismanileştiren kelime seçimlerinde arşınlayabilmek mümkündür. Herkese haddi gerektiği gibi, gereken biçimlerde ve gerekli gereksiz o icatlarla birlikte verilecektir. Kimisi düpedüz apaçık, göstere göstere, kimisi üstü kapalı, bir paravanın ardında saklı kalacak intibasıyla ama daima eylenmektedir. Hudut falan bildirimi değil sadece riyanın cilalandığı bir menzildir, yapılanların amacı öylesi bir ülkeye varabilmektir, kalıcılaştırmaktır. Her gün öğretilmeye çalışılan şey devlet dediğinin yapıp ettiğinin sorgulanamazlığını ilan etmek içindir. Parmak sallanan bir ülke dezenformasyonunun, hep dışarıdan gelen sözlerin, tespitlerin ve olası çözümlemelerin nifak tohumu olarak değerlendirilmesinin yolunu daha en baştan saf dışı bırakmak içindir.

İçinde kala kaldığımız bu kuyu, şu karanlık her ne derseniz o bu zulüm mümessilliğinin yeniden işlevselleştirilmesi adınadır. Doksanlı yıllar, seksenler, yetmişler diye bahsedilirken iki binlerin ilk on dört yılında temelleri atılanlar bütün o dönemlerin en vahim örneklerini günümüze taşımaktadır, bugün yekvücut. Hayatlarımızın bir sahibi varsa bunun Soma'da yaşanan maden ocağı cinayetin ardından olduğu gibi sessizlik ve tefekkürle karşılanması gerektiğinde ısrarcı olan, gölge suretlerin icraatlarında saklıdır. Okmeydanı'nda güpegündüz cem evinde cenaze beklerken Uğur Kurt'un katledilmenin hesabının verilmeyeceğini bilmektir zül, o yekvücut hale dönüştürülen. Nasırlaşmış bir kanıksamayla, sınır boylarında her gün bir insanın canına daha kastedilmesinin örtbas çabasında olandır yekvücut. Ben diktatör olsaydım meydanlarda rahatça dolaşamazdınız sözü cümleleştirilirken, her şeyin daha başında olduğumuzu yineleyen bir çıkarsayışın özümsenmesidir çoktan katara dizilmesidir gördüğümüz.

Hayat gasp edilirken suskunlaşmanın tavsiye edilmesi, her şeyde geniş bir hoşgörü yanılsaması yalan ile istikbal şekillendirilmesi istikamet iki bin yirmi üç diye sayıklanmasıdır durmaksızın yinelenen Yeni Türkiye'de. Zulmün sıradanlaştırılması, faşizmin resmen olağanlaştırılması acının hakir görülebilir ve üzerinden polemik geliştirilebilir bir mesel haline dönüştürülmesidir hedefe konan asıl ulaşılmak istenen. Dünün sancısı, bugünün yarası, yarının ağır yükü haline böyle zincirleme ilerletiliyor. Bodoslama bir hınç yumağıyla, devlet denilenin müsebbibi olduğu fena ve kahredici her ne varsa ona sahip çıkılarak kotarılıyor. Erkin başının -polisler! nasıl sabrediyorlar anlamıyorum cümlesinde dökülen bizatihi yıkımın az'mış sanki yetersizmiş gibi sınırlarını zorlaması gerektiğinin hedefe konulmasıdır. Şiddeti sıradan addederken doksan yılın ezberi olanlar yeni Türkiye için de geçerli sayılıyor, kullanılmaktan kaçınılmıyor bir kez daha.

Okmeydanı'nda olduğu gibi istinat edilenlerin, Berkin'i anmak, Soma'yı hatırlatmak için yürüyüş yapan gençler bahane edilerek on beş yirmi kişiye mangalarca polisin sabredemeyip saldırmalarına sıkıştırılıyor bir kez daha. Valibeyin tweetinden meçhul kurşun ifadesi ekranlardan yazılı basına düşerken Uğur Kurt katlediliyor sabredemeyip polis bir cana daha kıyıyor tam da erkin istediği zulüm yineleniyor bu ülkenin semalarında. On beş ya da yirmi kişilik protestoya yüzlerce polisin aralıksız on bir saatlik müdahalesi detaymış, o mahallenin yaşam biçimine olan hadsizlik derecesini aşan engellemeler hiç söz konusu değilmiş gibi sanki cem evine saldırılmamış gibiyken bizatihi bu katliam talimatı yerini bulur. Henüz Uğur Kurt'un yasındayken Ayhan Yılmaz'da katledilir henüz gün bitmeden. Yok, etmek, izini bırakmamak, silmek, sindirmek üzerinden cismanileşendir o devlet.

Ana akımın kamerası kayıttayken o talimata sahip çıkıp "destan" yazanların kırımları, "sokakta" ulu orta küfürleri, had bildirmek için insanlığın en fenası hallere bürünmeleri, en kötücül hissiyatları meydana serilir. Kürt illerinde bihaber kalınanlar bu defa şehrin göbeğindedir, medyanın kucağında, sermayenin dibindedir. Vizörün görebileceği menzildedir işte, bir çığlık mesafesinde. Yetmiş üç gün sonra Berkin'den, Uğur'a varılabilmiştir. Uğur ile gördüğümüz o şiddet Ayhan'ın da hayatını gasp etmiştir. Devlet ezberinde olanlarla, hatırladıklarıyla unuttuğumuz her dakika cana kastı, ölümü sırf kendi iktidarı için kırımları cinayetleri zorbalıkları sahiplenmeye gözyaşlarını kurutmadan ağıt yaktırmaya devam ettirmektedir. Devletin sahipliliği, hayatın ipoteğinin, gaspının, linçinin de teminatı sayılmakta zulüm güncellenmektedir histerik bir şeytanlıkla.

Suskunlaştırmak için çabalar hiç bu kadar arsızca olmamıştı, görünür kılınmamıştı. İnfaz emirleri, beylik tabancalar, nutuk atıp duran makamların ardından halka doğrultulmamıştı. Kılavuz kılavuz derken bu çizgiler, hedefleyişler, yeni sınırları işaretliyor yeni ölümler ile beraber. Bir ülke tahayyülünden eskide kaldı geçti denilenden ulaşılan 'yeni' daha büyük bir cehennemi tescilliyor. "Ülkemizin huzuru için yüzünde maske olanı öldürmek lazım" cümlesi bu devamlılığı görünür kılıyor. Yinelenen makul karşılanan, müspet bellenen ifratın kendisiyken zulmün kelime karşılığındaki her bir şeyi oluyor. Dönüştüğümüz yer, ulaştırılmak istediğimiz menzil bunların ve daha fazlasının uygulama sahasına dönüşüyor. İfrat, tefrit ile yan yana koşar adım güncelliği hem dönüştürmeye hem de içinden çıkılmaz kılmaya devam ediyor bu ülkede.

Uzamımız tam anlamıyla delik deşik, ağıtların üzerine siyasanın çullanması, hakaretamizliği kum gibi, dertten uzaktaymışız gibi varsaymamız adına bu cehennemi dönüştürmeye, kalıcılaştırmaya devam ediyor. O yok, bu yok, o değil, bu değil derken adetli ölümler, bu işin fıtratında var! bu meselleriyle plastikleştirilen dünyamızı çok daha net anlıyoruz. Resmiyet, merasim, lacivert takımlar, pespaye sunumlar, cümbür cemaat devlet devlet devlet halleriyle erki her anlamda savunurken, her şey bilinçle bu sığlığı yüceltmek adına yapılırken olan biten emekçiye, öğrenciye, kadına, kısası ayrısız gayrisiz halka eyleniyor. Olan biten sınırı savaştan kurtulmak için geçmeye gayret ederken Saada Derviş'in hayatının gaspına dönüşüyor. Kızıltepe'de sınırı geçen 13 yaşındaki A.Ö'ye ateş açılması, şakağından vurulmasından sonra iki gözünü kaybetmesine neden oluyor. Amed’de polisin dur ihtarına uymadığı iddiasıyla vurarak öldürdüğü Özgür Arda davasında mahkeme polis Mehmet Fatih Korkmaz’ı serbest bırakmasında kendini hatırlatıyor. Ağrı'da, boynunda Bdp künyesi taşıdığı için hiç te sabır göstermeyen polis tarafından Turgut Tatar'ın başına sıkılan kurşun olur.

Zulüm güncelleniyor biteviye artık teklemeksizin arasız hegemonya bir suretten, meselden, laftan öteye taşınıyor. Neoliberalizmin oburluğu ile devletin teamüllerinin değişmeyen kuralları kıyametimize dönüşüyor. Yaşam bunca heder edilirken delirtici sessizliğimizi, plastikleşen duyarlılıklarımızı aşıp nihayet uykudan uyanacak mıyız? Gidişatın uçurum olduğunu idrak edebilecek miyiz? Yaşayabilecek miyiz?

>>>>>Bildirgeç


3 milyona yakın “İsrail dölü”nün katledildiği Auschwitz Toplama Kampının girişinde yazar: ‘Arbeit Macht Frei’ (Çalışmak Özgür Kılar). İsrail dölleri bu toplama kampına getirildiğinde hiçbirisi öleceğini bilmiyordu elbette. Onlar, daha sonra kendilerine verilmek üzere, yanlarında getirdikleri bütün eşya ve paralarını kampın girişinde teslim etmişler ve yalnızca kendilerine verilen o tek tip giysiyle toplama kamplarına girmişlerdi. Aralarında çokça yaşlılar, hastalar ve çocuklar vardı. Almanya’nın her yerinden toplanıp getirilen bu insanların orada bulunma nedenleri aynıydı: Onlar, yaşamak için orada olmak zorundaydılar. Yaşamak için yavaş yavaş ölmeye alışmalıydılar. Ve bu “İsrail dölleri” gaz odalarına gönderilirken (öldürülecekleri akıllarına düşmesin diye) yanlarına kendi komşularından/ırklarından/inançlarından insanlar verilirdi. O kamplarda çalışmak onları hayatta tutan tek şeydi. Çalışmak zorundaydılar yoksa o “İsrail dölleri” yaşlarına bile bakılmaksızın öldürülüyorlardı. Bir annenin iki çocuğundan birini, Nazi subayı yalnızca o an öyle istedi diye, öldürülmek üzere seçmesi istendiğinde vahşet kelimesi bile bu durumu anlatmaya yetmeyecekti. “İsrail dölleri” o kampta özgürlük denilen şeyin yalnızca yaşamak, salt yaşamak olduğunu öğrenmişlerdi. Yaşayabilmenin dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden yaşamaktı amaç ve bu onlar için özgürlüğün kendisiydi. Özgürlük sadece yaşayabilmekti hepsi bu. Çalışmak hayatta kalmanın tek yoluydu.

O kamplarda insanlık sıvılaşmıştı. Her kimlik, her yaş ve her inanç birbirine karışmıştı. Artık onlar yalnızca İsrail dölüydüler. Toplama kampına giren için Yahudiliğin, komünistliğin, hastalığın, çocukluğun ve her şeyden önemlisi masumiyetin önemi yoktu. Avusturya’daki toplama kampı listelerinde isimlerine rastladığım iki Türk de İsrail dölüydü, yine orada yakalanıp kışın ortasında başından aşağı soğuk su dökülerek yavaş yavaş dondurulan Sovyet askeri de.

İnsanlığın sıvılaştığı bu kamplar hala yanı başımızda. Hâlâ bir el uzatımlık yerde ama bir o kadar da uzakta. Hava karardığında güzel bir akşam yemeğinde klasik müzik eşliğinde eşi ve çocuğuyla güzel yemeklerin tadına bakan ve ertesi gün yalnızca işi olduğu için “İsrail döllerini” öldüren insanların ruh haliyle donatıldığımızı görmememiz için bütün bu yalan dolan. O kamplar her yerde ve biz tıpkı o subaylar gibi umarsızız aslında.

“Kaynakla uğraşıyorum ama eldiven bile vermediler bana. Her yerim yanık. İş elbisemiz bile yok. Taşeronlar ölüm falan dinlemezler. Ölümden daha önemli olan şey çalışmak, sadece çalışmak.” Soma’daki katliamdan kurtulan işçi anlatıyor bunları. Aklıma Auschwitz kampının kapısında asılan yazı geliyor: Çalışmak özgür kılar. Devam ediyor işçi: ¨Beş dakika soluklan, hemen elinde lambasıyla biri gelir: ‘Hadi hadi hadi’ der. Sen, burası göçecek ben girmem dersin. O, ‘Hadi hadi hadi’.¨ En çok duyduğumuz söz “hadi hadi hadi”. Yahudi işbirlikçiler “İsrail döllerini” gaz odalarına götürürken de böyle kendinden emin ve kara vicdanlıydılar. Auschwitz’den kurtulan Levi bu durumu “her insan kendi kardeşinin Kabil’i olup çıkıvermişti” diye anlatmıştı yazdığı kitapta. Taşeron, Yahudi işbirlikçi olup onlarca yıl sonra Soma’da ortaya çıkıvermişti.

Ölümler saklanıyordu Auschwitz’de. Yıkanacaksınız deyip götürüldükleri odalarda hidrosiyanür asitle yok edildiler çoluk çocuk demeden. O çocukların bembeyaz tenleri yeşil pembe renk alıp soluveriyordu saniyeler içinde. Oyuncakları bugün o müze-kamplarda sergileniyor hala. Su borularından su yerine gaz geldiğinde yanında ölenlerin önemi kalmıyordu. “Yıkanmaya” götürülmeyenlerin duyduğu derin vicdan azabı sarıyordu bütün kampı hepsi bu. Ölümler saklanıyordu Soma’da da. Anlatıyor madenci: ¨Arkadaşınız orda ölmüş, siz çalışmaya devam ediyorsunuz, mesai bitince öğreniyorsunuz¨.

Modern toplum büyük ve ehlileştirilmiş bir toplama kampıdır hepsi bu. Yaşamak için çalışmak zorunda kaldığımız ve çalışmadığımızda öleceğimizi gayet iyi bildiğimiz. Ve bu kampta hepimizin tek bir adının olduğu vakıadır: “İsrail dölü”. O nedenle Başbakana kızmayınız. O bir gerçeği yüksek sesle dillendirdi. Canlarını führerleri ve devletin bekası için vermek zorunda olduklarını “İsrail döllerine” yeniden hatırlattı. Bizi ancak onlar için çalışmanın özgür kılacağını kulağımıza fısıldadı hepsi bu. Ama o bunu deyince aklımdan bir şimşek gibi geçti Ah Muhsin Ünlü ve onun şiiri: 90’larda zalimler biraz racon bilirdi/ Karıları çocukları köpekleri olurdu/ Yalnız kalan bir zalim Allah’ı düşünürdü/ Dur gevşeme/ Zulüm Allah’tan hariç!/ Ah o gemide ben de olsaydım eğer/ Mızrağı sallardım Aştot’a kadar/ Belki gider çirkin bir faşiste değer/ Belki de bir masumun tam kafasına/ Ama savaş böyleymiş/ Bazen siviller ölebilirlermiş devlet uğruna/ 90’lar bitti artık onlar var ve hey/ Siz devlete inanan bütün reziller/ Cehennemde karşıma çıktığınızda/ Öyle bir yumruk patlatacağım ki tam burnunuza/ Hayatınız Gazze şeridi gibi geçerken gözünüzden/ Anlayacaksınız Allah ne demek, ahlak ne demek/ Ve rüya… / Bu sözlerimi cennet ehline aynen ilet sevgilim:/ Devletin bekasının da Allah belasını versin, malboranın da!

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala "akil" olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla... yazabildiğimiz kadarıyla. Meramın sınırlarının tamamlayıcısı olan makaleleri paylaşmaya çalışıyoruz ağ bağlantıları dizininde hepsi bir arada yazılarda değinemediklerimiz için okunması elzem hayat derslerini arşınlıyoruz. Derslere ihtiyacımız, unuttuğumuz kelimeleri hatırlamak gibi mesellerimiz var bugünün ülkesinde. Yeni diye ambalajlananı pakedinden ayrıştırdığımızda nasıl eskinin devamlılığı olduğunu ifşa eden satırlar var  Ali Murat İRAT'ın “Devletin Bekasının Da Allah Belasını Versin” başlıklı yazısında. Kamplaştırma, ayrımcılık, nefret söylemi ve dile yerleşik hale gelmiş olan pespayeliğin devlet eliyle nasıl kullanılan bir yapıma dönüştüğü, her ne hallere koyulduğumuzun görünürlüğü o satırlarda özetlenmekte. Ali Murat İRAT'ın ve Birgün Gazetesi'nin anlayışlarına binaen makaleyi sayfamıza iliştiriyoruz.

..Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Jiyan! - Hayat! - կյանք!
“Gezi Parkı Eylemleri: Türkiye’de Toplanma Özgürlüğü Hakkı Şiddet Kullanılarak Engelleniyor” - Uluslararası Af Örgütü
Gördüm - Bir Gezi Parkı Direnişi Belgesel Filmi - Documentary Film - R H - Vimeo
Dönüşüm - Gentrification Belgeseli - Yönetmen Hakan TOSUN - Youtube
Bir Daha Asla!
Soma'da Hayatını Kaybeden İşçilerin Anısına... - Soma'nın İşçileri
Soma'da Sekiz Saat - Devrim TABAN, Zeynep ORAL - Vimeo
Sesli Meram / Deuss Ex Machina Kayıt Bloku.. Geçtiğimiz Günlerden Ses ve Söz
Üzüntümüz Öfkemizin Tohumudur - Meydan Gazetesi
Siyasallaşan Mekan Mekanlaşan Siyaset - Prof. Dr. Erdal AKPINAR - Akra Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi
Milletin Efendileri - Utku BALABAN - Bianet
Cumartesi Anneleri: 19 Yılda “Tank Cumhuriyeti’nden TOMA Cumhuriyeti’ne” - Jiyan
Zulme Karşı Bekliyoruz, Peki Ama Neyi - Ekin BALTAŞ - Jiyan
Uğur Kurt'u Niçin Vurdunuz? - Hür Bakış
Uğur Kurt.. - Hülya Hürmet ÖZCAN - Kaynakça: Aylaqoqur
Okmeydanı Bugüne Nasıl Geldi? - İsmail SAYMAZ - Radikal
Alevilerden Ölümleri Protesto - Al Jazeera Türk
Silah Milah Diyen, Aslında Ne Diyor? - Ümit KIVANÇ - Riya Tabirleri
RAF’tan Okmeydanı’na: Mücadelenin Yöntemi Tartışması - Sarphan UZUNOĞLU - Jiyan
The Failed Autocrat : Despite Erdogan's Ruthlessness, Turkey's Democracy Is Still On Track - Daron ACEMOĞLU - Foreign Affairs
Violence And New Tragedy In Turkey - Howard EISSENSTAT - St. Lawrence University - Human Rights In Turkey
Dispatches: Stoking The Politics of Enmity In Turkey - Emma SINCLAIR-WEBB - HRW
Erdogan 'Amazed' By Police Restraint After Two Die In Istanbul Protests - Haaretz
Erdogan's Abrasive Style Unchecked By Turkish Mine Tragedy - Can SEZER & Dasha AFANASIEVA - Reuters
Köln'de Onbinlerce Kişi Erdoğan'ı Protesto Etti - Hülya TOPÇU - BBC Türkçe
“Köln Türkiye’de Olsaydı, Çok Sayıda Yaralı ve Ölü Olabilirdi” - İMC
Erdogan in Köln: Geteilte Stadt, Gespaltenes Land - Oliver TRENKAMP - Der Spiegel
"Für Eine Türkei Ohne Tayyip!" - Freia PETERS - Die Welt
Bir Çocuktan Korkuyorsunuz, Sayın Başbakan. Ölü Bir Çocuktan... - Hakan AKSAY - T24
Ne Olacak Benim Bu Tayyip Düşmanlığım? - Levent GÜLTEKİN - Internet Haber
Bu Ülkenin Dayıbaşı Kimdir? - Efkan BOLAÇ - Cumhuriyet
Alevi Köyünü Teğet Geçen Devlet - Şirin PAYZIN - Radikal
‘Yer Altında Kapı Üzerimize Kilitleniyor!’ - Zeynep KURAY - ANF
Soma'da "Taksir" Faciası - Kemal GÖKTAŞ - KG' Blog
Soma'daki Madencinin Sitemi: 'İki Gün Sonra Siz De Unutacaksınız Bizi' - Sinan ONUŞ - BBC Türkçe
‘Tütüne Gittik, Geçinemedik’ - Ayça SÖYLEMEZ - Birgün
Maden İşçileri: Artık 'Kolay Gelsin' Diyorlar, İnsan Yerine Koyuyorlar - T24
“Acımız Derin, Gül Gibi Çocuklarımızı Toprağın Altında Bıraktık” - Jiyan
Devlet Soma’da! Gidin ve Görün… - Onur DALAR - Jiyan
Bir Arkadaşımızın Soma’dan İzlenim ve Haberleri - Başlangıç Dergisi
Bir Madenciden Hatıra Güvercinler - Nilay VARDAR - Bianet
Soma’nın İrfanı Bizim İmtihanımız - Emine Uçak ERDOĞAN - Dünya Bülteni
Facianın Tek Sorumlusu Ramazan Doğru - Taraf
'Soma da Bizim Gibi Unutulacak' - Umay AKTAŞ SALMAN - Al Jazeera
Ölümün Kıyısından Hayata Bakış - Bursaport
Suçtan Delile Değil Delilden Suça Gidilmeli - Fevzi ÖZLÜER - Evrensel
2014 ITUC Global Rights Index - International Trade Union Confederation
Soma Katliamının Hesabını Sormazsak Aldığımız Nefes Haram Bize! - İşçi Mücadele Derneği
Maden Faciasında Ölen İşçi Sayısı 722 Mi? - Zeynep KURAY - ANF
Altı Yıldır Sonuçlanan İşçi Ölümü Davası Yok - Kemal GÖKTAŞ - Bianet
TEPAV'a Göre 1 Milyondan Fazla Çocuk İşçi Var, 772 Çocuk Da Maden İşçisi - T24
Madencilikte Çocuk Emeği, Hukuk ve İstatistikler - Güneş A. AŞIK - Azad Alik
Çocuklar Değil, Cezaevleri Kapatılsın - İlham YILMAZ - BiaMag
Soma’ya Devlet Yardımı: 1125 Polis, 405 Sağlıkçı - Evrensel
Güvenlik Önlemleri Alınmadan İşçileri Çalışmaya Zorlamak İnsanlık Suçudur! - Soma İçin Adalet
Soma’da Maden Mühendisleri Tutuklandı: Sömüren Sisteme Karşı Halkın Mühendisi Olmaktan Başka Yol Yok! - Politeknik
Quick Thoughts: On The Soma Mining Disaster - Cihan TUĞAL - Jadaliyya
Turkish PM's Aide Given Sick Leave After Kicking Mine Disaster Protester - Constanze LETSCH - Guardian
Arroganz Der Macht - Frank NORDHAUSEN - Frankfurter Rundschau
Siyasi Tutsak Celal Binici Sürgün Yolunda Yaşamını Yitirdi - ANF
‘Karşamba’dan Sızan Kan - Gökçer TAHİNCİOĞLU - Milliyet
13 Köylünün Öldürülmesiyle İlgili Davada Tutuksuz Yargılanan Tuğgeneral Beraat Etti - Haberler.com
Ege Üniversitesi’ne Gece Yarısı Saldırı: 38 Gözaltı - Yeşil Gazete
Rojava Sınırında İnsan Avı Mı? - Emre Can DAĞLIOĞLU - Agos
Karayılan: Gerilla Sürece Göre Kendini Yeniledi - İlke Haber
Tekme Tokat Çankaya’ya - Amberin ZAMAN - Taraf
Erdoğan'ın Referans Gösteremediği Diğer Ülkelerde Yaşanan İstifalar - T24
Medyanın Kâğıt Kalkanları Delinirken - Ümit ASLANBAY - Taraf
Sulukule'de Evler Açık Arttırma ile Satılıyor! - Yapı.com.tr
Soma’nın Ölüm Döngüsü - Doğu EROĞLU - Birgün
Peki, Soma Nasıl Bir Yer? - Nilay VARDAR - Bianet
Hardt: Soma Erdoğan İçin Dönüm Noktası Olabilir - Pınar ÖĞÜNÇ - Radikal
Ay Palas 19.05.2014 - Açık Radyo [Kaza Değil Cinayet! - 13.05.2014 - Soma]
Bakan, Milletvekili, Diplomat, İşinsanı Kardeşlerim - Filiz GAZİ - Bianet
Acının İki Yüzü / Du Rûyên Êşê. 30 Yıllık Savaşta Evlatlarını Kaybetmiş Ailelerin Hikâyeleri - Depo İstanbul
Sanasaryan'ın İkinci Davası Buhar Oldu - Rober KOPTAŞ - Agos
The External Dynamics Of The PM's Statement on 1915 - Alin OZINIAN - Sunday's Zaman
Bir Soykırımı Tanımak İçin Kaç Yıl Gerekir? - Kelemet Çiğdem TÜRK - Agos
Tsitsekun Unutulmayacak! - Evrim KEPENEK - Özgür Gündem
Ode To America’s Freshwater People - Kurt VONNEGUT - In These Times
“Yeni” Emperyalizm: Mülksüzleştirme Yoluyla Birikim - David HARVEY - Praksis
Türkiye’nin Orta Sınıf Takımadaları - Emrah GÖKER - İstifhane
Beklemek - Meltem GÜRLE - Birgün Pazar
Acı Çeken Ruhlar - Arif ALTAN - Özgür Gündem
Palme d'Or - Nuri Bilge Ceylan Pour Winter Sleep - Canal+

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo’dan iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
Big Brother II

>>>>>Poemé
Ağır Ölüm - Pablo NERUDA

Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar.

Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar, beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine “i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.

Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.

Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar.

Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.

Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.

Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.

Çeviren: İsmail Aksoy
Kaynak

Comments