Deuss Ex Machina # 515 - difondre la paraula

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_515_--_difondre la paraula

08 Eylül 2014 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
Muslimgauze - Un-Used Re-Mix's 1994-1995
1. Muslimgauze - Untitled One (Staaplaat)
2. Muslimgauze - Untitled Two (Staaplaat)
3. Muslimgauze - Untitled Three (Staaplaat)
4. Muslimgauze - Untitled Four (Staaplaat)
5. Muslimgauze - Untitled Five (Staaplaat)
6. Muslimgauze - Untitled Six (Staaplaat)
7. Muslimgauze - Untitled Seven (Staaplaat)
8. Muslimgauze - Untitled Eight (Staaplaat)

difondre la paraula
(515)

Yeni Bizatihi Eskidir, Eksik Gediğin Ta Kendisidir  

Bir karenin göstere geldiği kimi zaman üzerinde hiç düşünmediğimiz o kural tanımazlığın, adaletsizliğin, müdahale edenlerin arsızlığının birlikteliğinden, ortaya çıka gelen tahakküm ivmesinin belgelenişidir. Belgelerle konuşulamayan bir zamanda bir dolu meramı doğrudan göstere gelmektedir bir kare. Ortak uzam düşüncesinin daha en başından saf dışına itilmesine çabalanılan ülkede derdin her ne olduğunu yekten özetleyendir bir kare. Tek bir karede hayata dair hemen tüm okumalara girişebilmek söz konusu değildir elbette. Bunca kepazeliğin üstüne çıkagelen yenilerinin kıyısında belki en ehven anlatıcı-gösteren de değildir. Dağ gibi yükselen sorunlardan mamul yeni ülke şablonunu çözümleyebilmek içinse anahtardır bir yerde. Tek bir karede hamaset, husumet ve kinin aralıksız yüceltilmesinin her neye dönüştüğü görülebilir ya da anlaşılabilir pekâlâ.

“Normal”in bina edildiğinin ilan edildiği bir mefhumda hemen her şeyin tersi istikamette şekillendirilmesini bildirecek olandır tek bir kare. Tersine doğru güncellenip, yeni diye ilan olunanın aslında eskiyi kapsadığını örnekleyen satıhlardandır o tek bir kare. Bir gördüğümüzü, bakabildiğimizi ikincisinde unutma yolunda ilerlediğimiz bu sathın sınırlarında buna mecburiyetimizin olmadığı idrak edilesi bir meseledir. Bizatihi geriye doğru gittiğimizin yalın ve apaçık suretleri karşımıza çıkmaktadır hiçbir ilaveye gerek kalmaksızın. Yazgı olarak bildirilenlerin aslında ne olduğunu, kimin elinden çıktığını gösteren, örnekleyen ve unutmama konusunda bir yardımcı öğenin ta kendisini oluşturandır tek bir kare. Her bir teşebbüsün aslen yıkım için zemin teşkil ettiği, bunu kolaçan edildiği hemen her kararın salt bunun için çalıştığı bir ülkede belki de müdahale edilmeyen yegâne alandır o kare.

Bildiklerinizi daima kendinize saklayın diye buyuran ülke normunun, bir hevesle göz önünden kaçırmaya çalıştıklarının nasıl birer hegemonya taşıyıcısı, mahkûmiyet tescilleyicisi olduğu muhakkaktır. Ezberlenmiş haller bildik tekrarlar ve sıklıkla uygulanan hamleler yığınında asıl olan, tastamam bir yerdeki sözün geçersizleştirilmesini açık bir biçimde suna gelmektedir. Sahne türlü çeşit demokrasi oyununa bunca trajik hale dönüşmüş olan demos’a hep kulak tıkayan bir anlayışla donanmışken hemen sınırının dibinde olagelenleri bildirmeye devam eder o tek bir kare. Sahnenin ihtişamı ışıkları sönene kadardır. Işıklar söndüğünde ise geriye dertleri ile bir hayatı tüketecekler kalmaktadır. Mağduriyetten mağduriyet beğenen seçkinler değildir gerçekten tüm bu yıkımın insafına terk edilenlerdir orada. Mağduriyet iktidar adına hayati bir meseleyken, hep onunla yüz yüze, asla korunaklılığa sahip olmadan yaşamak zorunda olanlar için bu kanıksanmış bir tecrübedir hala ve hala.

Sesin hiçbir surette duyulmadığı bir menzilde dertler ömrün tüm vadesine yayılmıştır çünkü. Erk kendine beka sağlayabilmek için oradaki mağdurluğa sığınırken hep onun etkisine ya da yıkımına terk edilenlerin yaşadıklarıdır bu kanıksatılmaya çalışılan. Bir ömürlük kılınan yüklenişler behemehal kare kare bu yıkım saiğinin devamlılığını oluşturmaktadır. Mağdur hep belirginken siyaset sahnesinin hemen her figürü ve yapısının bunları kendileri için bir istikbal teminatı olarak kullana gelmeleridir mesele. Sizlerden biriyiz lafının nasıl bilinçli bir biçimde, zorlamalarla çekiştirilip sündürüldüğü meydana çıkmaktadır. Kimse bu yandan değildir ‘halk’ kendi sınırlarında ve ancak seçim sandık bahisleri ortaya atıldığında hatırlanandır. Yıkıma hep bir başına yakalanan halkın karşısında, onca korunaklılığa rağmen, erkânın mağdur olmasının imkânsızlığıdır sorguyu kalıcılaştıran.

İktidar mevhumu ile donanırken, sınırlar devşirilirken o atılan her adımda bir kademe daha yükselirken erk gündelik yaşamdaki şiddetin her neresiyle, hangi evresiyle hemhal olmaktadır. Hangisinde canına kastedilmiştir, hangisinde o dört duvarı başına indirilmiştir. Hangisinde hangi meselede bir başına adaletsizliğe mahkûm edilmiştir bir yanıtsızlık ikliminde nefes almaya zorlanmıştır hangisinde. Keskinleştirilmiş yargılar ile şekli şemalı tutturulan siyaset jargonunun demirbaşı edilen mağduriyet hep bu yana düşmekteyken yara nerededir? Bahse konu yara sınırın tam dibindedir bitivermektedir oysa. Bahse konu olup dillendirilen, siyasa uzamında zikredilip gün kurtarıcı haline dönüştürülen mağduriyet hep bu yana düşmektedir oysa. Tek bir karede görünen, bildirilen bu sınırların nasıl daha büyük daha hacimli yıkımlara terk edildiğidir, hiçbir surette erkânın anlamayacağı bir karşılaşmadır çünkü yıkım.

Günün telâşının alışılageldik rutini terk ettiğine çok uzun zaman oluyor. Bir kurgudan çıkmış olan gerçek zamanda, biyopolitik hamlelerin denekliğinde ömür geçiriliyor artık, ömür tükettiriliyor, sıfırlanıyor kesinleşen yegâne şey budur. Mağdur kapsamının tanımı iktidar, güç sahipleri için her gün güncellenmeye devam edilirken sıradan olan için o duyarsızlık, önemsiz atfedilmek bu yaraları kalıcılaştırıyor arka arkaya, bir arada ve birlikte. Deney halen aralıksız olarak sürdürülürken acının hissiyatsız karşılanabilir bir mesele olduğuna vurgu ekleniyor bu güncellikte. Acı kendini gösterirken bunların birer mizansen hep düzeni bozacak olan bir çıkış savunusunun dillendirilmesi peyda olunuyor. Her aman bir feryadın ta kendisidir oysa. Açıkça hali hazırdaki tüm seslenişlerin sonunda teferruat bellenen yıkım vardır ne ki hakikaten görme eylemine varabilelim. Tek bir karede görüntü, hapsedilirken sorgulamalar için yeterince geniş bir satıh bırakılmaktadır kariye, izleyiciye.

Mercekten yansıyan şey hayatlarımızın ahvalidir o en belirgin suretidir oysa. İktidarın tahakkümü ve çabasının birlikteliğinde o görünene dair en muteber ört bas etmeler devreye sokulmaktadır çünkü. İzleyenin hafızasına hakaret edercesine onun anlamayacağı zannıyla beraber söz zapt, görüntü tahrip edilir aralıksız hemen hemen hiç durmaksızın bir biçimlendirmedir o tek kareyi işgal etmektir erkin amacı. O sathı da zapt edip dönüştürüp sonunda simsiyah bir boşluğa ulaşmaktır maksat. Bugünlerin ülkesinin, hemen hiç doymak nedir bilmeden kurban etme iştahının her neye yol verdiğini gösterir işte! tek bir kare aniden. Duygularından arındırılmış nefret etmek dışında hiçbir tepkisi kalmayan bırakılmayan suretlere dönüşüm sağlama alınmaktadır bir yandan da. Personalar yazılmış olanların ardından bu günlerde güncellenendir. Hiçbir şeye yer yoktur özellikle de empatiye.

Birbirini takip eden küçük kıyametler güncellenirken isimlerin de vakıaların da unutulacağı bildirilmektedir. Tıpkı kırpılan görüntüdeki yıkımın kendisinde olduğu gibi bu bahis de kanıksanacaktır. Bu bahisler de durmadan yola devam eden ülkede çizginin dışına itilecektir. Ne de olsa normalleşilmekte, ne de olsa her şey bir düzene kavuşmaktadır öyle ya da böyle. Oysa biyopolitik bir mesel olan Türkiye başından dibine kadar insana mütemadiyen taarruz edilen bir yerdir. İnsana ve bedene karşı geliştirilen hamleler hep bir biçimde daha büyük yıkımlar içindir. Bahsedilmesi gerekeni değil tam tersine nerede lüzumsuz işgüzarlık varsa bunun konuşulması, sahnenin gerisindeki o tahakküm çabasını biraz daha ilerletebilmek, yıkımları sessizce yapabilmek adına sürdürülür. Beden üzerinde şekillendirilen hamleler, ona karşı geliştirilen dönüşümlerin ardından çıkıp da gelen yıkımdır oysa. Çok daha büyük zulümdür oysa.

Ehveni falan olmayan bir ülkedir hiçbir surette karşılığı bulunmayan. Sınırlarından bu tarafa, hayata kaçmaya çalışan insanlara kurşun sıkılan bir menzildir. Mustafa Hûsen’in katledilmesindeki gibi, o nicelerinde aşina olduğumuz gibi. Haber metninde geçer zaten neyin her ne olduğu yalın ve açıkça. ‘Afrin Kantonu'na bağlı olan Merseva köyünden Mustafa Husên, sınırı geçerek Kilis'e gitmek isterken, Süngütepe Bölük Komutanlığı'na bağlı askerlerin açtığı ateş sonucu karnından ve kolundan yaralandı. Olay yerinde yaşamını yitirir Hûsen.’ Bir sınır boyunda onlarca insana zulmederek, onların can olduklarını umursamadan kendine sıfır sorun politikası gibi kadük argümanlar ile savuna gelen bir ülkenin eyleyebildiği yegane şeyi gösterir. Daha derinlemesine kırım, daha çok ağıt ve gözyaşıdır vaat edilen.

Devletin devletliğini ifşa eden, bozuk kızamık aşısı yapılan binlerce çocuğun SSPE hastalığına yakalanmasıdır tek bir gösterge bir kez daha. SSPE hastası, Cihan Kaya hayatını kaybeder bu hiçbir şeyin bilinmediği, bilakis önemsizleştirildiği bakışımda bir can daha yitirilir bu devlete kurban verilir. Sonu olmayan bir vatan sağ olsun döngüsünde yok etmek buradadır bu eşiğin tam dibindedir. Dönemin Sağlık Bakanlığının handiyse ‘Kürdistan’ topraklarında her uygulamasında bir sorun, bir büyük yara iddia olmaktan çıka gelmektedir bu güncellikte, Cihan Kaya’nın yitirilmesinde. Bu silsile halindeki yok etmeler ülkesinde, arasız tıpkı Leyla Alp’in bahsi gibi ‘Yazılması kolay yaşanması zor şeylerin toplamına Hayat denir.’ Ki öyledir hayat bu ülkenin ekranlarında yansıtılmayanları bir kere öğrendiğinizde bir kez bile hafızanıza yerleştiğinde o söylenmeyenler.

Tıpkı, Uğur Kurt’un ulu orta katledildiği Okmeydanı’ndaki keşfin yüz altı gün sonra kerhen yapılabildiği, Lütfullah Tacik’in öldürülmesi bahsinde hemen her şeyin ortalığa bırakıldığı bir yerde Mahir Çetin’dir mesele. Onun da pis Kürt denilerek bir güruh tarafından aleniyette katledilmesidir mesele. Sokağın ve hayatın zapt edilmesinin hiçbir surette sonlanmayacak bir müdahale tekrarından ibaret olduğunun bildirilmesidir mesele, miz.  Hayatın kutsiyetinin, devletin belirlediği kıstaslara uymayanlar mihrak edilenler, dış kapının mandalı bildirilenler için yok edilebilirliğidir sorun tek bir kerede. Tahakkümle birlikte acele acele dönüştürülen yeni ülke tanımında tüm eski ezberleri yinelemektedir. Erdoğan’a hakaret ettiği iddia edilen Filiz Akıncı’ya polisin tehdididir bu yinelenen ‘Halkın arasına atarız, linç ederler’.

Gözdağının ‘sağlık hizmeti’ diye eylenen suçlardan, bir hak olan protestoya varana kadar hemen her uzamda bir öncesinden kalan belagati tamamladığı, cana kast ettiği ve cana kıydığı ilan olunmaktadır yekten gözler önünde. Ülkenin biçimlendirilmesi topyekûn geçmişi şimdi daha önce tasvir edilmemiş bir biçimde yıkım adına güncellenerek eylenmektedir. Bir ileri mecazının etrafında dizilmiş bir dolu gerileme bahsidir bütün bunlar. Her teşebbüs kader, fıtrat, sektörel kaza, olması gereken bu vs. gibi yakıştırmalardan çok yaşananlara paldır küldür entegre edilmesinden okunabilir. Tek bir karede, tek bir uzamda hep her şeyin örtbas edilmesi çabukluğudur akla dert olan. Bir örnekleştirilmiş, kesintisiz zulümlerin çağındayız. Birbirine benzetilirken hemen her günü bir küçük kıyamete sahne edilen günlerden geçiyoruz. Yeter ki muktedire dokunulmasın, yeter ki erkin başına bir hal gelmesin. Olan biten halka olsun!

Kare kare gün gün ölmeye devam ediliyor. Bu sessizlikte sineye çekilecek her ne varsa bunların da zorlana geldiği günlere tanık yazılıyoruz. Görüyoruz ve ikrar ediyoruz ki bir kez daha biz! dur yeter artık, dışında bir sözel müştereke varana kadar devran böylesidir. Devran kırımların her yerden yinelenmesidir hemen her anlamda. Devran yerginin, devran kırımın, devran beka için zulüm öneren devletindir. Devran dünü nasıl olsa unuttunuz diye bildiren erkânındır. Devran kimlik siyasetinden muhafazakârlığı bir tavır olmaktan öteye “ırkçılık” devşiren bir yönetimin hem erkiyle, hem muhalefetiyle birlikteliğidir. Devran tüm yüzleşmelerde şerhlerin halk eliyle değil nüfuslu olanların koyduğu bir uzamdır işte. Devran kırımların, yine yeni ve yeniden her ezberlenmiş olan kayıpları tekrar ettirenin. Bellek unutmuyor oysa bunca gümbürtüde ört basa rağmen, hem her şeyin sıfırlanmasını hem her gün katilliğini ilan eden devletin hiçbir suretini, hiçbir hamlesini asla.

Devran katillerin el üstünde tutulduğu ve onların açıkça milli kahraman ilan edildiği bir güncellikle hemhaldır. 1993–1995 yılları arasındaki Şırnak’ta gerçekleştirilen  faili meçhullerin ardındaki isimlerden olan Albay Cemal Temizöz’ün salıverildiği güncelliktir o devran. Devran televizyon ekranlarında beyefendilerin kırımların görünürlüğüne rağmen bir inatla halen masallarıyla hemhal, bir arada yayında olup unutturma çabalarınındır. Dün bunca inatla unutturulurken, bugün her şeyin hala bir biçimde işlenmeye devam edildiği görünmekte ve hatırlanmaktadır. Kanun, hak hukuk ve adalet behemehal tek bir karede yıkılmaktadır hala. Tek bir kareye, bir dünya sığmaktadır kimseler farkında olmasa da yekten birleşmektedir. Bir heyula halinde ilerleyen dünyamızda, iş bu coğrafyada layığımız diye bildirilenlerin fecaatini bildirmektedir tek bir kare.

Gözümüzün önünde işlenmeye devam edilen insanlık suçları, reel politiğin birkaç satırlık sahnesinden nihai bir çözüme varmamaktadır, sonlandırılmamaktadır asla. İnsana karşı gerçekleştirilen suçlar devlet için kolayca savuşturulabilir bir mesele olarak anılmaya devam edildikçe daha da zordur o sona varmak. İsim, şehir, mekan, meselenin vuku bulduğu alan değişse de senaryonun ardı hep benzeştir bir örnektir. Her şey fıtrat, nazar, edep, ahlak, hak ve bir tabii ki olması gerektiği için olduğu yinelenmektedir. Tek bir kareden tek bir kelamdan her şeyin yalan olduğu duyulmaktadır oysa. Bütün gizlenen saklananlar ortalıklarda cana değmeye devam etmekte avaza karışmaktadır hala. Onca masala maval okumaya rağmen kâbustur işte denk gelinen devrin kendisini oluşturan. Kâbusun sonsuzluğudur pay edilen. Tek karede hakikat önümüzdedir; yeni eskinin devamıdır, mirasçısı, takipçisidir. Yeni, eski olanın bizatihi her felaketini yeniden yorumlayandır. Yeni, eksinin birikimi ile yıllardır ettiklerine en çok itimat gösterilendir. Yeni diye karşılaştığımız bizatihi eskidir, eksik gediğin ta kendisidir!

>>>>>Bildirgeç
İktidar Dilimize Nüfuz Ediyor - Güneş KARA - Fraksiyon

Gündelik dilin, ihtiyaçları belirten sembollerden daha fazlası olduğunu düşünme eğilimdeyizdir genel olarak. Her ne kadar bunun metafiziksel bir yaklaşım olduğu eleştirisi getirilebilirse de kültürün temel ögesi olarak kabul edilen dili, semboller toplamına indirgemeye çalışan yaklaşımın da eksiklikler barındırdığı aşikar.

Her dilin tarihsel bir gelişimi ve bu gelişimin güne yansıyan bir tezahürü vardır. Tarihsellik, dilin kültürü yansıtan sözü olması bakımından bir mirası, dolayısıyla da geleceğe bağlantısını sağlayan köprü görevini de içinde barındırır. Bu görev her ne kadar günümüzde ayrışmanın temeline oturtulsa da esasen birleştirici olması bakımından önemlidir. Kullanırken farkına varmadığımız bu önemli görev iktidarlarca biliniyor olmalı ki, söylemlerini hayata geçirme çabalarında dili etkin olarak kullandıklarını görüyoruz. Bu etkin çaba, dilin geçirgenliğini kullanarak kültürü parçalamakta ve geleceğe atılan köprüyü yıkarak yerine kendi halatlarını geçirmektedir.

İsteğini, duygularını, ihtiyacını veya niyetini dilin sembolleri aracılığıyla karşısındakine bildiren insan, kullandığı sembolün aynı karşılığa denk geldiği varsayımından hareket eder. Çünkü aynı karşılığa denk gelmeyen semboller uzlaşımı saf dışı edecektir. Farklı sembollerle yapılan bir matematik işleminin anlamsız olacağı gibi anlamadığımız dildeki bir fıkra da komik gelmeyecektir. Bu konudaki kesinliği sağlamak için matematik ve geometri gibi alanlarda herkesin üzerinde ortaklaştığı semboller kullanılır. Ama sözlü anlatım bu kesinliğe sahip olmadığından manipülasyona da açık bir alan oluşturur.

Bugüne kadar ortadan kaldırılmak istenen kültürlerin ilk önce dillerine saldırıldı. İlk saldırı olarak yasaklanma düşünülse de asıl saldırı bozma yönündeydi. Bozma, o dilin anlattıklarını, yaydıklarını da bozacağından en etkili yöntem olduğunu kanıtlayarak iktidar alanını genişletmek isteyen tüm muktedirlerce kabul gördü. Ulusal ve uluslar arası alanda güç kontrolüne soyunan muktedirler, dili tek tipleştirdikleri oranda düşünceleri de tektipleştireceklerini bilerek öncelikli saldırıyı bu alana yaptılar. Anadilin yasaklanması, sonrasında serbest bırakılmasına rağmen kullanım alanının daraltılması veya bu anadilin içine bir ajan gibi girerek kendi sözcüklerini yerleştirmesi bu nedenledir.

Anadilini kullandığını sananların yanılgıları farklı bir derinliğe sahiptir. Çünkü diline hakim olduğunu sanırken aslında tüm hakimiyetin dili bozmakla meşgul olan iktidarda olduğunu bilemezler. Ortaklaşa kullanım alanına sahip olunan dil, iktidarın bozumuna uğradıktan sonra artık muktedirleşir ve onu kullananları da muktedirin suçlarına ortak eder.

Bir taşıyıcı olarak dil, tüm insanlığı sırtlayan, zaman dışı bir güce sahiptir. Taşıyıcılığını yaptığı ideolojilerden bağımsız yoluna devam ederken aldığı yaraların yerine yeni dokular üretirken/ürettirilirken farklı bir yola girdiğinden de habersizdir. Yeni sözcüklerin yeni düşünüş biçimlerini oluşturduğunu bilmeyen/bilemeyen insan yavaş yavaş hizaya getirildiğinin de farkına varmaz.

Düşünmenin, hayal kurmanın ve davranmanın toplamını belirleyen sınırlarımızı ya da sınırsızlıklarımızı ifade edişimiz yine dille olur. Yani bir anlamda “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır” diyen Wittgenstein’ı haklı çıkarırız.  Kızgınlıklarımızı, sevinçlerimizi, esprilerimizi, isyanlarımızı ifade ederken kullandığımız dil, hangi çerçevede yaşadığımızı ya da hangi çerçevede yaşatılmaya başladığımızı da gösterir.

Dilimize nüfuz etmeye başlayan iktidarın belirlenimleriyle çizdiğimiz bir çerçeveye hapsedildiğimizden habersiz isyan ederiz. Oysa isyanımız bile kendimize ait olmayan bir dile aittir ve kararlılıkla yürütülen bir sürecin ürünüdür. Çünkü konuştuğumuz dil,  muktedirin bozumuna uğramış ve kimliğini kaybetmiştir. Katliamlara dönüşen iş cinayetlerinde devlet yetkililerinin birisi “şehit” derken bir başkası “şehit sayılmazlar” dediğinde, nasıl şehit saymazsınız diye öfkeye kapılanlar bu bozma işleminden habersiz, servis edilen dili kullandığının farkına dahi varmazlar. “Çocuk gelin” lerin sayılarının arttığından bahseden devlete karşı çıkarken bunun “çocuk tecavüzü” olduğunu fark etmeyip, ama o çocuk gelinler sizin eseriniz diye isyan edişimiz gibi. Böylelikle “gelin” kavramıyla olaya bir toplumsal kabul arka planı hazırlayan iktidarın oyununa gelmiş oluruz.

Gülmenin tanrıya isyan etmek olarak görüldüğü ortaçağı çok geride bırakmış olsak da hala gülüşlerimizi engellemeye çalışanların sözcükleriyle, yani onların diliyle güldüğümüze ise çoğumuz dikkat etmeyiz. Soma’da yaşanan katliamın ardından ortaya çıkan (aslında eskiden bu yana var olmakla birlikte yeniden üretilen) “fıtrat” sözcüğünü de hiç sorgulamaksızın ironilerimizde kullanırken iktidarın diliyle konuştuğumuzu bilmeyiz. Gündelik dilimize sirayet eden gülünç sözler iktidarın sözleridir ve biz onları eleştirdiğimizi/reddettiğimizi sanırken aramızdaki sohbetlere keskin bir dalış yaptıklarını görmeyiz. Tıpkı “trafoya kedi girdi”, derken gülümseyen yüzlerimizle iktidarın birer suretini oluşturduğumuzun farkında olamayışımız gibi. Ya da “daha yakın tarihe geliyorum, bakın burası çok ilginç” diye başlayan cümleyi artık pek çok espriye malzeme yaparken tuzağa düşüşümüz gibi.

Dile hükmeden dili kullanana da hükmeder. Dolayısıyla dilini ele geçirdiğiniz insanların düşüncelerini ve hayal dünyalarını da ele geçirmişsiniz demektir. İktidarın yasaklamak ve özellikle bozmak yönünde dile uyguladığı her saldırı total olarak varlığımıza yöneliktir. Her ne kadar tehlikenin farkına varamasak da, bugün dilimize nüfuz ederek benliğimize, düşüncelerimize, hayatımıza giren iktidar bizi kendisine dönük bir ayna yapmaya ne yazık ki uzak değildir.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala "akil" olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla... yazabildiğimiz kadarıyla. Yetmediğimiz yerlerde yeni kelimelere, yeni sözcüklere yelken açanları derdi birleştirenleri okumaya bu sayfada misafir etmeye çalışıyoruz. Güneş KARA'nın Fraksiyon.org'da yayınlanmış olan İktidar Dilimize Nüfuz Ediyor makalesi bu minvalde bir sağaltım imkanı sağlıyor. İktidara benzeştikçe, onun bir suretinde yaşam sürmeye doğru yollanışımıza dair çıkarsamaları hem bir uyarı, hem de önemli çağrıları beraberinde getiriyor. Güneş KARA ve Fraksiyon.org'un anlayışlarına binaen bu önemli yazıyı sayfamıza iliştiriyoruz.

..Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
“Gezi Parkı Eylemleri: Türkiye’de Toplanma Özgürlüğü Hakkı Şiddet Kullanılarak Engelleniyor” - Uluslararası Af Örgütü
Gördüm - Bir Gezi Parkı Direnişi Belgesel Filmi - Documentary Film - R H - Vimeo
Dönüşüm - Gentrification Belgeseli - Yönetmen Hakan TOSUN - Youtube
Soma'da Hayatını Kaybeden İşçilerin Anısına... - Soma'nın İşçileri
Soma'da Sekiz Saat - Devrim TABAN, Zeynep ORAL - Vimeo
Çocuğa Karşı Ayırımcılık Raporu - Gündem Çocuk Derneği
Sesli Meram / Deuss Ex Machina Kayıt Bloku.. Geçtiğimiz Günlerden Ses ve Söz - Podcasts
Her Gün 12 Eylül Her Gün Darbe! - Güneş KARA - Radikal Blog
Annemin 12 Eylül’ü - Emel UZUN - Amargi
12 Eylül: Benim Kuşağım - Osman ELBEK - BiaMag
Eylül’ün On İkisi - Misak TUNÇBOYACI - Harfvolver
Keser Döner, Sap Döner… - Şöhret BALTAŞ - Sol Defter
Kâbus… - Gün ZİLELİ - GZ' Blog
Sırlar ve Umut - Bülent USTA - Birgün
11 Eylül-12 Eylül: Bir Günde Neler Olup Bitti! - Umur TALU - Habertürk
Hepimiz Ahmet Kaya’nın Dizelerinden Çıktık! - Hayri TUNÇ - Jiyan
Kaçak Yaşadı, Kaçak Çalıştırılan Madende Öldü Sabri Abi - Sibel ORAL - T24
'Fotoğrafı Kaldırmak' Cumhuriyet Pazar Ekinde - Esra AÇIKGÖZ - Hafıza Merkezi
Barışçı Bir Çözüm İçin İki Önkoşul: Şiddetsizlik ve Eşitlik - Murat PAKER - T24
Sünni Dünyanın Liderliğinden Bekçiliğine! - Nuray MERT - Diken
Ankara Artık ABD'nin Müttefiki Değil - The Wall Street Journal Türkiye
Exclusive: ISIS Starts Recruiting In Istanbul’s Vulnerable Suburbs - Alev SCOTT & Alexander Christie-MILLER - Newsweek
Meet The Badass Women Fighting The Islamic State - Mohammed A. SALIH - Foreign Policy
Batı’nın Yeni (IŞ)İD Stratejisi-2 (IŞ)İD’e Karşı Ankara Gönülsüz, Kandil Gönüllü - Ruşen ÇAKIR - RÇ' Blog
Demirtaş: Türkiye'nin IŞİD Politikası Teşhir Olmuştur - XQW News
Liberalizmin Tasfiyesi ve Ortadoğu'da Alacakaranlık - Cihan TUĞAL - Evrensel
Foley'in Annesi: ABD Hükümeti Oğlumun Serbest Kalmasını İstemedi - Jiyan
The James Foley I Knew - Jeremy GANTZ - In These Times
Beş Aylık Asker, İznin Dolmasına Bir Gün Kala Yaşamına Son Verdi - Vicdani Ret Derneği
Kürt Kokusu - İrfan AKTAN - Zete
Hayko Bağdat: 'Sadri Alışık Yüzünden Ermeni Kalamadım' - İpek ÖZBEY - Hürriyet
Mahçupyan Röportajı - Emre ERTANİ - İnternet Haber
Ders Kitaplarında ‘Süryani Reformu’ - Serdar KORUCU - Agos
Sosyal Medyadaki Irkçılığa Suç Duyurusu - Ayça SÖYLEMEZ - Bianet
Geçmiş Zaman Peşinde* - Ekrem SALTIK - VivaHiba!
İbrahim Aras'ın Otopsi Raporu Açıklandı: Ateşli Silah Yanma Ürünleri Yok - Demokrat Haber
Mahmut Alınak 9. Kez Cezaevine Girecek - Radikal
Hatip Dicle: Artık Pratik İşler Yapma Zamanı - Oğuz Ender BİRİNCİ - Kürdistan 24
Kent Yoksullarının Farklı Siyasallaşma Biçimleri: Bir Alan Araştırması Örneği - Selcen KÖK - Kafkas Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Aile Bakanlığı Yalnızlığa Savaş Açmak İstedi Ama... - Medya Faresi
Feminist Yazar Kathi Weeks İstanbul’daydı - Dilan EREN, Cansu BAKAR, Ferda Nur DEMİRCİ, Derya ÖZDEMİR - Duneca
Türkiye Onu Soma'da Tanıdı: çArşı’ya Bir Şey Olmasın - Erk ACARER - Cumhuriyet
'Sadece 30 Saniye Eğitim Verildi' - Al Jazeera Türk
‘Yeni Türkiye’ İşçiler İçin Cehennem - Yetvart DANZİKYAN - Agos
Ölüm İşin Değil Düzenin Fıtratında Var - Aslı AYDIN - Birgün
Erkekseniz Teker Teker Ölün! - Yeşim NUMAN - 15Pont
İşçinin Hesabına Ölüm Kalıyor - Dr. Rıdvan TURAN - Gelecek Gazetesi
Çalışma Hayatında 12 Eylül Düzeni.. - Cafer SOLGUN - Taraf
Ölüyoruz, Ne Kadar Çok… - Barış YILDIRIM - Gezite
'Soma'dan Torunlar'a Giden Yol Rant ve Sömürü Yoludur!' - Sosyal Haklar Derneği - İnsan Haber
Sorular ve Öfke - Ruhi UZUNHASANOĞLU - Muhalif Yazılar
Kan Mimarisi - Yaşar ADANALI - Arkitera
#KazaDeğilCinayet: 3 Argüman, Eleştirisi ve “Ne Yapmalı” Üzerine - Ümit AKÇAY - Başlangıç
"İnşaat Ya Resulullah" (2011)  - Sayı 270 - Birikim Dergisi
TEOG ve İmam Hatip Meselesi Üzerine - Süpertitiz - Muhalefet.org
Taşeron İşçiyi Uyuz Teşhisine Rağmen Çalıştırmışlar - Taraf
RSF’den “Torba” Eleştirisi: Güçler Ayrılığı ve Haberleşme Özgürlüğünün İhlali - Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü RSF
Totaliter Rejime Doğru Mu: Başbakanlar Yargılanmayacak, Internette Özel Hayatlar Fişlenecek! - Hasan CEMAL - T24
FT: Türkiye Internet Üzerinde Kontrolü Artırıyor - BBC Türkçe
Iranian Grand Ayatollah Issues Fatwa Against 'Immoral' High-Speed Internet Connections - Tim CUSHING - Techdirt
Fikirtepe'den İnattepe'ye Manhattan Macerası - Cihan Baysal UZUNÇARŞILI - BiaMag
Diyanet İşleri Başkanı Tarihi Yeniden Yazdı: Ayasofya Müze Veya Kilise Değil, Müslümanların Ortak Mabediymiş - Diken
"Towards A Secular Europe" - Richard MARSHALL - 3:AM Magazine
The Twenty-Eight Pages - Lawrence WRIGHT - The New Yorker
"Celebrated Maus Author Art Spiegelman Breaks His Silence On Israel" - Mira SUCHAROV - The Jewish Daily
Marinaledalılardan Faşistlere Devrimci Tokat! - Cem AKBALIK - Harfvolver
Köpeğin Ağzındaki Kol - Ferhan ŞAYLIMAN - Akademi Politik
Hangi Şivan? - Selim TEMO - Radikal
Sessiz Gemi - İlker Cihan BİNER & Misak TUNÇBOYACI - Az Bilmiş Özneler
Anlamsız Bir Masal ve Yuvarlak Masa Sohbeti: Friedrich Nietzsche, Albert Camus ve Arthur Schopenhauer - Aycan GEMİCİ - Radikal Blog
Belge - TİP Başkanı Behice Boran'ın "Şili Halkıyla Dayanışma Gecesi"ndeki Canlı Konuşması - Ümit AKÇAY
What Explains The Surge In Support For Independence? - Alister BLACK & Dick NICHOLS - The International Viewport

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo’dan iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel Screenshot From Gaza

>>>>>Poemé
Ruhumun Dalgaları - Sabahattin ALİ

Ruhumun dalgaları, koşup kabarmayınız.
Her damlanız tutuşan göğsüme birer bıçak.
Kalbim bir kayadır ki, nerdeyse yıkılacak,
Hayalden köpüklerle kalbimi sarmayınız.

Dümdüz olsam diyorum, ve kumlu bir sahili
Yalayan sular gibi siz de yavaşlasanız.
Bilmediğim yeni bir masala başlasanız,
Çekilse kulağımdan hatıraların dili.

Ey eski günler artık bana yaklaşmayınız,
Ey hayaller, vurmayın kalbimin sert taşına.
Bütün bir hayat bile değmez bir göz yaşına,
Ruhumun dalgaları, köpürüp taşmayınız.

Kaynak

Comments