Deuss Ex Machina # 331 - Look Into The Silence

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_331_--_Look Into The Silence

27 Aralık 2010 Pazartesi gecesi "canlı" olarak yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Dolaşıma Çıkartılmayan Seslerle Yeni Tümceler Oluşturmak:
Konuklar: Kerim Yüzer aka Kabus Kerim & Barış K.
>1<-Alatav-Yalansın Dünya (Alatav / Bağımsız Müzik)
>2<-Nasihat Kartal-Hiç Bir Nasihat Veren Yok Mu (High 5 Entertainment)
>3<-Orhan Gencebay-Yorgun Gözler (İstanbul Plak)
>4<-I'mpty-Dar Geçit (Karlı Dağlar) (Music For Non-Musicians / Bağımsız Müzik)
>5<-Armonycoma Or Slt-Şişeler Ve Leblebi (Music For Non-Musicians / Bağımsız Müzik)
>6<-Ayyuka-Beni De Allah Yarattı (Demo) (Bağımsız Müzik)
>7<-Kabus Kerim-Sensiz (Demo) (Bağımsız Müzik)
>8<-Kabus Kerim-Neyim Var (Demo) (Bağımsız Müzik)
>9<-Big Daddy Kane-Just Rhymin' With Biz (Prism Records)

Look Into The Silence You'll See The Rights Within Their Consciences
(331)
Farkındalılığını sağlamaya gayret ettiğimiz zaman mevhumunun içerisinde bir tekrerrürü, sahnelemeyi, vediayı daha ardımızda bıraktık. Bir 365 günlük dilim daha olanca fazlalığıyla, yükleriyle, bize katıp, bizlerden götürdükleriyle beraber arkasına bakmadan!!! geri sayımlarla ve nihayetinde beliren son yazısı ile beraber tükendi. Tüketildi. Devinimin hızlılığına paralel olarak tüm canlılığıyla yaşadığımız sorunlarımızı da yanında götürseydi diyenlerimiz de muhakkak olsa da, sorunların arasında gördükleriyle uyananlarımız, hayatlarımızın açmazlarının anahtarının bizahati insanların elinde olduğunun farkına varılabileceğini idrak ettiren detaylara vakıf olanlarımız da oldu. Vakfedilen yaşamın karaşınlığı, yerine koyamayacağımız, yeniden tasarlayamayacağımız, binbir türlü zahmetle düzenleniyor görünse de yine yarasından kan damlatılan, zehir zembereklikten zerrece farkı olmayan nitelikteki acı reçetelere tekrar sevk edilen sonuca ulaştırılan bir çağda tabii olan bu fark edişin çoğaltılabilmiş olmasıdır. Muktedir olarak savlananların ellerini kollarını birilerinin bağladığını inatla zannetmemize yetecek kadar amansız, umursamaz, işitmez, işittiğini de düzgün anlamaz olmalarının niteliğini çözümleyebilmeye vesile teşkil edendir. Vesile olan anlamlandırılmış olması değildir sadece, yıl boyunca okuduğumuz düzayak hitapların, üzeri çoktan tozlanmış birbirinin aynısı fenomenlerin artık geçerliliklerini yitirme konusunda hızlıca ilerlendiğini de idrak ettirecektir. İdrak ettirecektir şaşkına çevrilmiş avaneliklerle deli divane eylenmiş türlü badirelere sokularak, deneyin bini bin paraya harcanma yolu tercih edilmiş; aidiyetlerin üzerine çullanmak, taş çalmak, hile yapmak mümkünatlar dahiline sokulduğunu fark ettirecektir. Mümkün olan bu girift hal içersinde suskun puskun kalmak olarak zikredildiğinin duyumsanmasıdır. Nereye varılabileceği konusunun bir türlü kestirilemediği o ışıksız tünellerde yol almak konusunda nedendir bu aceleciliğimiz, kendimizi yırtarcasına karşımıza almaktan gocunmadığımız, fırsatını da bulduk mu ağızlarının payını vermeye heves edişlerimiz en basit tabiriyle hep beraber düz yola ulaşmak yerine tersinde kalmaya bu kadar mı meyilliyiz. Tersindeyiz. Nedendir anlaşılmaz olarak kalmasına bu kadar heveskar oluşlar, nicesinde ötekileştirilenlerin dertlerinin bu kadar ortak olduğunu bilmemize anlaşılır olmasına karşılık olarak kafasını gömdüğü kumdan ayrı konumlandıramayanlar. Üstelik hiçbir şekilde hayra yorulmayacak olan demeçlerin, atıfların, lafıgüzafların tek perdeden yükseltilmiş olan zehirliliği söz konusu olduğunda değme fikir zerreceğinden daha tehlikeli olan şeylere gösterilen ehemmiyeti sorgulamamız lazım gelmektedir. Işıklar yanıp sönüyor, gün akıp milenyum dediğimiz eşikten ilk adımlayışımızın üzerinden ise on sene geçtikten sonra bulunduğumuz hallerin toplamına denk düşen karanlığı imgeleyebilmektir aslında kıssayı ulaştırmak istediğimiz. Muktedirle kolkola her defasında açmazların derinleşmesini, büyük bir heveskarlıkla takip eden, ses çıkartmadıkça onadıklarını anladığımız türlü çeşit konuda ortaklığa imza atmış olanların varlığını duyumsamalıyız. Acıların üzerine gerili halde terk edilmiş olan, aşılmazlığın can yakıcı perdesini gerdirerek esas resmin varlığını nereye kadar saklamayı kendileri razı kalacaklardır. Bunun yanıtı için düşünmeliyiz. Düşünmeliyiz, yıllar yılıdır yaşamakta olduğumuz sorguların, heba edilmiş tüm çabaların asli nedenlerinden birisi olan darbelerle hangi aralıkta yüzleşme eylemine geçebileceğimizdir. Ressam olarak şirinlik muskasına dönüştürmekten boyalı basınımızın kaçınmadığı isimin hesap verebilir olduğunu ne zaman fark ettirebileceğiz. Hangi aralıkta bu kadar muallağa teslim edilmiş olan bir dönemin yüzleşmesini gerçekleştirebileceğiz? Önce x, sonra y, sonra z'nin üzerine oynananmış kötücüllük yüklemli nihayetinde insanları canlarından edip heder ettikleri derinlerin işlerine sıranın gelebilirliğini önceliklerimiz arasında sayabiliriz. Gün gelir o silmeye, yok etmeye doyamadıklarından sonra kalakaldıkları çoğunluğun da bir şekilde aynı tehditvari haller içinden, yıkımlardan geçirilebileceklerini işittirmeliyiz. İşittirmeliyiz ki 30 yıl sonra hala aynı insanların 'içimizdeki irlandalılar' olarak resmedilme çabasının abesliğini anlamlandırır kılabilelim. Anlamlandırabilelim ki defaatla yinelemelere karşı her muhalifliği aynı kefeye koyaraktan, altları kuru, sırtları pek insanların değil, bütün varlıklarıyla beraber bu griliği, aşabilmek için taşın altına ellerini koyma konusunda mücadeleden başka ellerinde seçenek bulunmayan, bırakılmayan insanların yankıları birilerinin kulaklarına ulaşabilsin. Ulaştırılan her yankının yok yere bir kuru gürültü değil bir hakikatin daha fazla saklanamayacağı gerçeğini idrak ettirebilsin. İnsanlığın yaşadıklarından ders almak yerine, bildiğini okumaya devam etmeyi emreden statükonun pabuçunun yüzkaralığı ortaya çıkabilsin. E(k)meğin hakkının eşit bir biçimde paylaştırılabildiği, esamesi bir süre sonra okunmayacak kadar istemsizce duyurulmakta olan savaşımların hepimize lazımgelen onurlu bir geleceğin (ezberlenmiş bir ütopya değil) tesisi için gerekli olduğunun altı çizilebilmesinin hakikati anlaşılabilsin. Orada burada fark etmez, sonuçta kapının önüne konulanın, hakkı gasp edilenin, üzeri çizilenlerin emekçiden çok daha fazlası olduğunun, çarkın fazlalıklarını anımsatan sayısallaştırmalardan, rakkamlardan gerçek oldukları idrak edilebilsin. Meçhullere teslim edilip, karanlığın adının daha fazla zikredilmesine zeminin aranıldığı çözümsüzlük yolunda ne kadar dar sokak varsa hepsinin yılmadan arşınlanıldığı toplumsal açılım projelerinin tümünde ulaşılan noktaların yarım yamalaklığını da buna dahil edebiliriz. Bölünmez bütünlük formülüne bir dahil edilip, bir çıkartılan hangisinden ne anlam çıkartabileceğimiz tam belirginleştirilmeyen hamlelerle! vakit kaybından gayrısına tenezzül edilmediği ortadadır. Sorunun kendisi olduğu gibi ortada durmaktayken resmi söylemlerle günü kurtarmak bir öyle bir böyle demenin yaraya merhem olmayacağı aşikardır. Aşikar olan bir diğer şey ise hak ihlallerinin, birbiri peşi sıra açılan davaların, kural tanımaz bir biçimde insanları zorla yerlerinden yurtlarından eden, sözde dönüşüm projelerinin modern göçerliliği yeniden hayatımıza dahil ettiğinin okumasıdır. Bu eşik dahilinde çok renklilikten, nasıl buldozerler evleri yok ediyorsa o kadar hızlı bir biçimde tek renkli, soluk ölü gri bir tona evrildiğimizin okuması herkesin malumu olacaktır. Malum olanların keşmekeşliliği, göz korkutuculuğun yanında sığınabileceğimiz tek şey vicdanlarımızdır. Kısıtlandırılanın, kıstırıldıkları köşede sesleri işitilmez kılınan öteki yarılarımız, canlarımız, yarınlarımız gibi...Vicdanlarınızın sesinin gür çıkacağı, işttiklerinize, gördüklerinize kayıtsız kalmayacağınız bir 365 gününüz olsun!
>>>>>Bildirgeç
Herkes Safını Seçsin! - Mithat CAN*

Recep Tayyip Erdoğan, rektörlerle görüşürken “yasakları yasaklayın” diyor. Onu dinleyen rektörler de alkışlıyor. Bu düpedüz halkla, öğrencilerle alay etmek değil midir?

İstanbul'da öğrencilere yapılan linçten sonra Ankara SBF'de gelişen olayları değerlendiren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan öğrencilerin eylemini kafasındaki “ileri demokrasi”yi hazmetmeyenler olarak nitelendirdi.

Bu demeç üzerine AKP'nin demokrasi ve “ileri demokrasi”den anladığını açmaya çalışacağım.

• Çeşitli illerden İstanbul'a gelen öğrencileri; nasıl, nerede, ne tepki göstereceklerine bakmadan İstanbul girişinde arabaların içinde hapsederek, seyahat özgürlüklerini engelleyerek, mola yerinde gerekli ihtiyaçları için indiklerinde linç etmektir.

• Sağlam olarak gözaltına alınan bir öğrencinin işkence yaparak burnunu kırmak, yüzünü ve gözünü morartmaktır.

• Düşünce özgürlüğüne tahammül etmemektir.

• Temel hak ve özgürlükleri tanımamak, insan haklarına saygılı olmamaktır.

• Demokratik tepkilerini gösteren veya yasal haklarını arayan öğrencilere, işçilere saldırarak dağıtmak ve kırmaktır.

• Emekçilerin ve öğrencilerin örgütlenmelerinden ürkerek engellemeye çalışmak ve çeşitli hilelerle bu örgütlenmeleri yok etmektir.

• Öğrencileri kimliklerine ve siyasal-sosyal yapılarına göre fişlemektir.

• İletişim araçlarının gizliliğini ihlal etmek, telefon dinlemeleri ve teknik takipler yapmaktır.

• Polis ve asker terörünün yanında yargı terörünü geliştirmektir.

• Başbakanın politikalarını beğenmeyen ve buna karşı demokratik taleplerini dile getiren öğrencileri 15 ay hapis cezasına mahkûm etmektir. Bu hapis cezasını 5 yıl süreyle tehdit ederek baskı altında tutmaktır.

• 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbeleri döneminde “sayın muhbir” ihbarlarına itibar edilirken şimdi “gizli tanık” beyanlarına dayanarak iddianame hazırlamak ve bu iddianamelerle karara gitmektir.

• Uluslararası ödüllü muhalif sanatçıların ülkeye gelmelerini engellemek ve kovmaktır.

• Muhalif gazetecileri hapse atmaktır.

• Üniversitelerde en ufak düşünce ifadesi şekillerine (afiş asmak dahi) uzaklaştırma cezaları vermektir.

• 12 Eylül faşist darbesinin ürünü YÖK ve tüm anti-demokratik yasaları korumaktır.

• Dönüşüm ve yeniden yapılandırma programlarıyla bütün kamusal hizmetleri ve doğal kaynakları uluslararası sermayeye peşkeş çekmektir.

• Hidroelektrik Santral (HES) projeleri ile doğal dengeyi bozmaktır.

• İçki içiliyor bahanesiyle sanat galerilerine saldırmaktır.

• Etkin birey ve hareketleri itibarsızlaştırmak ve etkisizleştirmektir.

• Üniversitelerde sivil polisleri yerleştirmek ve öğrencilerin enselerine polisleri dikmektir (eski İçişleri Bakanı Faruk Sükan “solcuların nefesini takip edeceğim” demişti).

İşte AKP'nin kafasındaki sözüm ona “ileri demokrasi” reçetesi. İstediğin gibi kullan!

AKP'nin ileri demokrasisini tanımladıktan sonra YÖK cenderesi altında sıkışan üniversitelerin konumları, nasıl işleyeceğine ilişkin birkaç sözümüz vardır.

Rektör, dekan, müdür, öğretim üyesi nedir? Bu özellikleri taşıyan her eğitimcinin bulunduğu kuruma karşı sorumluluğu vardır. Kurumun öznesi olan öğrencileri korumakla, aydınlatmakla, değiştirmekle yani eğitmekle sorumludur. Başka bir deyişle öğrencilerin hem anası hem babası hem öğretmeni hem de idolü olmaları gerekir. Öğrencisinin gelişmemesinden, değişmemesinden ve başarısızlığından acı duymalıdır. Her eğitimcinin öğrencilerini bilimsel metotlarla yaratıcı güçleri ve yetenekleri doğrultusunda değiştirmek dönüştürmek görevdir. Öğrenciyi tanıyarak sorunları varsa hafifletmek ve başarısını yükseltmek, uyumunu sağlamak gereklidir. Hiçbir eğitimcinin rütbesi, kariyeri ne olursa olsun öğrencilere aptal, geri zekalı, beyinsiz demeye hakkı yoktur.

Bunu diyen birinin eğitimciliği sorgulanmalıdır, bu tür davranışlarda bulunanları eğitimden anlamayan diplomalılar diye nitelendirebiliriz.

Bu değerlendirmeler ışığında Dolmabahçe'de rektörlerle başbakan toplantı yaparken dışarıda dayak yiyen öğrencileri için nasıl dayanabildiler. Başbakanla eğitim sorunları görüşülürken öğrencilerden temsilciler çağrılamaz mıydı? Öğrencilerin demokratik haklarını kullanarak görüşme, dosya verme, forum yapma taleplerinin polis işkencesiyle önlenmesi, yok edilmesi hangi demokraside, hangi özerk üniversitede, hangi eğitim anlayışında yazar.

Öğrenciler dışarıda işkencelere reva görülürken kızını yanında toplantıya alan başbakana soruyorum: Kızının ne üstünlüğü var bu öğrencilerden? Demokrasiyi içimize sindiriyorsak, demokrasiyi bir yaşam biçimi ve yönetim tarzı olarak kabul ediyorsak öğrenciler demokratik haklarını kullanacaklardır. Bu haklarını kullandırmamak ve bunların arkasında örgüt, provokatör aramak, öğrencileri töhmet altında bırakmak demokrasiyle bağdaşmadığı gibi öğrencilerin yasal haklarını da tanımamaktır.

Bu öğrencilerin birey olma hakkı yok mu? Kendi geleceği ve sorunları ile ilgili söz söyleme öneri yapma hakları yok mu? Öğrencilerin bu haklarına tahammül etmemek veya tanımamak tekçi-diktacı-zorba ve faşist bir anlayıştır. Küresel sermayenin bir piyonu olan kendi karanlık diktasını kurmak ve kardan başka bir şey düşünmeyen, kendi gelecekleri için her şeyi mubah gören AKP hükümetinin doğası ve ideolojisi gereği anlayış göstermesini beklemiyorum.

Solda olduklarını söyleyen ruhlarını ve kalemlerini sermayeye satan neoliberallerden de anlayış beklemiyorum. Ancak kendilerinin hala solda olduğunu iddia eden ve geleceği sosyalizmde gören “yetmez ama evet” diyenlerin bir kez daha düşünmelerini ve kendilerini sorgulamalarını öneriyorum.

Bu soruları birbirimize soralım:1-Sermaye nedir? 2-Emek nedir?

Sosyalizm sermayenin mi yoksa emeğin mi geleceğidir? Tek kutuplu dünyada sermayenin tek söz sahibi ve evrensel nitelik kazandığı bir dönemde düştüğü krizleri aşmak için göstereceği açılımlar ve alacağı tedbirler hiçbir zaman emeğin yani çalışanların yani dar gelirlilerin durumunu iyileştirmeyle ve gelecekleriyle ilgili olmayacağı gibi demokrasiyi de geliştirmeyecektir.

Amacı sadece yıllardır kandırdığı, aldattığı emekçi kitlelerini daha fazla sömürmek, ezmek ve açlığa itmektir. AKP hükümeti reformculuk, değişimcilik ve demokratçılık oyunu oynayarak her gün hukuku, adaleti, insan haklarını ihlal etmekte ve emekçilerin geleceğini karartmaktadır. Sol adına bunlardan bir şey beklemek hayal değil mi? Recep Tayyip Erdoğan, rektörlerle görüşürken “yasakları yasaklayın” diyor. Onu dinleyen rektörler de alkışlıyor. Bu düpedüz halkla, öğrencilerle alay etmek değil midir? Yasakların anası da babası da YÖK denen ucubenin kendisi 12 Eylül faşist darbesinin disiplin yönetmeliği değil midir? Recep Tayyip Erdoğan ve rektörler yasakları yasaklama bilinmezliğinin çamuruna saplanacaklarına YÖK'ü kaldırsınlar, dolayısıyla yasaklar kendiliğinden kalkmış olur. Oysa onların yaptığı aynen “tavşana kaç tazıya tut” oyunu oynamaktır. Sermaye temsilcileri hangi partilerde olurlarsa olsunlar dün farklı yerlerde olan kimi solda kimi sağda kimi ortada kimi dinci kimi laik kimi ateist ancak yürekleri ve mideleri para hırsları ve karları için nasıl bir araya geliyorlar? Bunlardan demokrasi mi beklenir? Bunlardan emekten, insan haklarından ve adaletten yana tavır mı beklenir? Bunlardan sadece sömürü, zulüm ve baskı beklenir.

Recep Tayyip Erdoğan öğrenci hareketlerini değerlendirirken illegal örgütlerden söz ediyor. Elli yıldır bu filmleri izliyoruz. Her demokrasi, insan hakları ve adalet talep edenlerin çıkarcılar, sömürücüler, karlı sömürüleri devam etsin diye bu bahaneleri söylerler. Gizli örgütler aranacaksa kendi arka bahçelerine baksınlar. Kısacası herkes doğrularına inandığı ve bildiğini yapar.

Biz demokrasiye, hukuka, adalete, eşitliğe, emeğe, bilime ve sosyalizme inanırız. Onlar paraya, kâra, zamma, zulme, baskıya, linç ve tahakkümlere inanırlar.

Biz emeğin adaletin ve hukukun geleceğine evet deriz. Onlar daha çok kâr için yalana, dolana, adaletsizliğe ve talana evet derler.

O zaman, herkes safını seçsin!

* Kısa öndeyişimizin, cümlelerimizin bir tamamlayıcısı olarak 31 Aralık tarihinde Sendika.org sitesinde eğitimci, veli Mithat CAN tarafından kaleme alınmış olan Herkes Safını Seçsin! başlıklı makaleyi, yazarın ve ilgili sitenin anlayışlarına sunarak sizlerin dikkatine sunuyoruz....

...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Özgürlük İstiyoruz!
Savaşma Konuş! - 500binradikal.com
Bianet Manşetlerinde 2010 - Bianet
Herkes Saflarını Seçsin! - Mithat CAN - Sendika.org
İnsanın İki Sır Kutusu - Umur TALU - Habertürk
2010 Yanarken! - Sarphan UZUNOĞLU - Jiyan
Zamanın Egemen Ruhuna Karşı... - Mithat Fabian SÖZMEN - Evrensel / Desporte
Bu Urbalar Kürtlere Dar Geliyor - Oya BAYDAR - T24
Hek Meselesi - Mıgırdiç MARGOSYAN - Evrensel
Akp ile Tsk Mgk’de Anlaştı: “Kürtlere Yaşam Hakkı Yok!” - Fırat News / Jiyan
Kürtler, Siyaset Ve Ağzımızdaki Cephaneler - Emre DAŞAR - Kronik Muhalif
‘Anadil, Karın Gurultusu Kadar Doğaldır’ - Cengiz AKTAR - Vatan
Samimiyet - Etyen MAHÇUPYAN - Zaman
Madem Ki Bu Kerre Mağlubuz Netsek, Neylesek Zaid - Zeynel Abidin KAPLAN - Sendika.org
Ahmet'e Yandık Pınar'a Yanmayalım - Koray ÇALIŞKAN - Radikal
138 Yıl! Yeni Falan Da Değil... - L. Doğan TILIÇ - Birgün
Kutlar ve Cebenoyan Aileleri PKK'den Özür Bekliyor - Berivan TAPAN - Bianet
Ajanda - Özgür MUMCU - Radikal
Hrant Dink Davası'na İlişkin İçişleri Bakanlığı'na Yönelik Soru Önergesi - Ufuk URAS - Ufuk URAS Resmi Sitesi
Haddini Aşan BBC - Hamza AKTAN - Başka Haber / Hamza Aktan, Yazılar
Kimliğin Deli Gömleği - Karin KARAKAŞLI - Radikal 2 / Kronik Muhalif
Mezarsız Ölüler Katilsiz Cinayetler - Gözde BEDELOĞLU - Birgün
Mikail Kırbayır: "Galatasaray'da Yüreğimizi Arıyoruz" - Emre DURSUN - BiaMag
Yeni Yılda Gözlerinde Hasret - Atılım
Geçmişten İki Kelime; Tansu Çiller - Canan ESELER - Başka Haber
Edp: '12 Eylül Uygulamalarına Özenmeyin!' - Turnusol
Cezaevi Müzesi! - Gün ZİLELİ - Köxüz
Özkan Tacar: Katliam Bir Devlet Geleneğidir - Atılım
İHD: Kayıp Ve Karanlık Bir Yıl: 2010 - Kronik Muhalif
Türkiye, İnsan Haklarında Sıfır Çekti - Berivan TAPAN - Bianet
Küresel Dönüşüm İnşaatı - Uğur KUTAY - Birgün
Sapphire İşçisi Direndi ve Kazandı! - Sol Defter
Torba Yasa, Torbadaki Sendika - Zafer AYDIN - Radikal 2
Torba Yasa İçin Kime Söz Verdiniz? - Sultan ÖZER - Evrensel
Asgari Ücret Açlık Sınırının Altında Kaldı - Jiyan
Grev Güncesi - İkinci Tekel Direnişi
Grev Güncesi - Ankara Tekel Direnişi
Grev Güncesi - Sabah / ATV Emekçileri
Danıştay: Çalışma Bakanlığı Silikozis Hastalarından Sorumlu - Erhan ÜSTÜNDAĞ - Bianet
UPS'de Yılbaşı - Alınteri.net
Dünya Ekonomisi Sallandı Türkiye Ayaklandı Öyle Mi? - Bülent FALAKAOĞLU - Evrensel
Neoliberalizme Karşı Direnişin Yılı - Sendika.org
Meriç'e Atılan Göçmenler, Dicle'ye Atılan Mülteciler - Senar ATAMAN - BiaMag
Yeni Toplumsal Hareketler: Özgürlüğün Değişen Grameri - Ramazan KAYA - Köxüz
Nitelik Kadar Nicelik De Önemli - John B. WHITBECK - Alev YILDIRIM - Counter Punch / Birgün Forum

Alatav Resmi Sitesi
Alatav Facebook Sayfası

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – misak[nospam]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
Seni Kim Dinliyor? - Kulak Takımadaları - İç Mihrak

>>>>>Poemé
O Uzak Göçebeler Epeydir Göçebeler - Yılmaz ODABAŞI

“Say acı olanı, uyanık tutanı say
Beni de onlara kat...
-Paul Celan-

I
Nerdesin?
Beni anlamazsan duyulmaz sesim…

Masallar öldü,
o sevilen yüzler de.
Benim ömrüm ölü yüzlerle arkadaş;
yaslı sözlerle, yitik güzlerle,
benim ömrüm infazlarda o güllerle arkadaş...

Hey güller, martıları bilir misiniz?
Kaç metre küp ter,
kaç milyon megavat keder yüklenir otobüsler:
Sorsam... Sorsam anlatabilir misiniz?

O uzak göçebeler
epeydir göçebeler...

II
Masallar öldü,
öpülesi yüzler de!
Biz şu dağların buzulundayız.
El vurup yüz sürdükçe zamanın aynasına,
gördük ki tufanlar ortasındayız…

Masallar öldü,
yaralıdır düşler de;
biz aynı notalardayız,
köhne rüyalardayız…

İlkyazlar yağma,
esriktir gülüşler de,
hangi anılarla avunmadayız?

O uzak göçebeler
epeydir göçebeler...


III
Daha aşklarımız kuruyor, dağlar kuruyor;
hızla ölüyor her şey, hızla soluyor.
Bu yüzden kahrını dağlara salan uzak bir yıldız gibi,
yıldızını uzaklara salan kahırlı dağlar gibi,
yıldızsız dağ, dağsız yıldızlar gibi,
yaşamak bile bile:
Üstelik kuşlar gibi.
Üstelik kuşlar gibi...

IV
Yine geceyi bir kurşun sesi vurdu;
kimse görmedi, kimse!
Fail de beraat, meçhûl de.
Ölüm oyununda duraklardayız.

Şu yıkımlarda savrulan ömrümüzdür,
savruldukça küçülen, çürüyen ömrümüzdür;
biz külü, kül de bizi tanımlar, ağlar...

V
Büyük sevgiler büyük ölürler.
Papatyalar, akarsular ölürler.
Kan sıçrar, seherin göğsüne vurur:
masallar ölür, düşler ölürler!

Oysa kim bilir ki
yanağımda
yangınlardan çok önce
o yârin bıraktığı öpüş izi var;
yüreğimde oralardan kalan bir düş izi var...

VI
Kaç ömür eskittik şunca yaşamışlıkta.
Nerdesin?
Nerdesin?
Beni anlamazsan duyulmaz sesim...

Daha bizi soracak olursan,
burada her şey bilmediğin gibi.
Daha beni soracak olursan:
“Herkesin biraz faili olduğu meçhûl bir cinayetim şimdi! ”

Kaynakça: Antoloji.com

Comments