Deuss Ex Machina # 193 - 180 Sek. Fyrir Sólarupprás

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_193_--_180 Sek. Fyrir Sólarupprás

10 Aralık 2007 Pazartesi gecesi “canlı” olarak gerçekleştirilmiş programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-PJ Harvey-Dear Darkness (Island Records)
>2<-PJ Harvey-Silence (Island Records)
>3<-PJ Harvey-The Devil (Island Records)
>4<-Sigur Rós-Salka (XL Recordings)
>5<-Sigur Rós-Hljómalind (XL Recordings)
>6<-Battles-Tonto (Live At FRF 2007) (Warp Records)
>7<-Odd Nosdam-Freakout 3 (Anticon)
>8<-Odd Nosdam-Kill Tone (Anticon)
>9<-MRK 1-Slope (Planet µ)
>10<-MRK 1-Trip Down The Nile (Planet µ)
>11<-Pole-Sylenstein (Deadbeat Remix) (~scape)
>12<-Shantel-Koupes I’ll Smash Glasses (Essay Recordings)

180 Sek. Fyrir Sólarupprás Bölüm (193) – Dimağ Bölünmüş, Ayırdına Varılamayan Gerçeklik Sonsuz Uykuya Gerisin Geriye Çekiyor. Acıya Dayanamayan Bünyeyi (PrTN)

>>>>>Bildirgeç
Müstakil bir devinim içerisinde kendi yolunu bulabilmek en büyük kazanım, kitleler ve çağların hızlılığında vesair muğlaklığında. Gün dediğimiz kavramın artık uzatılabilecek bir yanı olmamasına karşın kimilerimiz için vakit yetişmez, yetişmiyor. (24/7 Offline) Dakikaların birbirini kovalaması bir buhranın bir telâşesinin, ardı arkası gelmeyecek bir zil sesinin sonsuzluğuna ulaşacağımız gün dönümlerine yaklaşmaması için kasım kasım kasılınıyor. Hızı son derece iyi bir biçimde ayarlanmış bir koşu bandında geri geri gitmeye çalışmak gibi, olanaksız ve yorucu bir biçimde. İleri hameleler her halûkarda kaç saniye kaybederim diye tartılıp düşünüldükten, belki iyice emin olunduktan sonra atılıyor. Cömertçe harcayabileceğimiz, hovardalık zamanlarımız geçmişte kaldı. Son tren de hareket etmek üzere. « Acele » gişelere yöneliniz.

İvedi hareket etmek ile giderek robotlaşan, yalnızlaşan ve ötekine tahammül etmek yerine boyunduruğu altında ezmeye meyillenen insanoğlu için zaman kavramı her daim can alıcılığını koruyor. Düşünmelerimiz bile şehr-i Stanbul’un trafik akışı gibi bir anda karmaşıklaşıp kaotik bir görüngü sergileyebiliyor. İçerisine düşmüş olduğumuz ağ içerisinde bir hamster, bir deney zımbırtısı olmak belki heveskar ve maceraperver yaşayışları mutlu ve mesut kılabilir, ama ya ötesi. Korunaklı kıldığımız ve kendimizce açığımızı barındırmayan, kem gözlerden gizleyen ; koruma kalkanlarımız maalesef bu aralıklarda görünmez kalıyor. Etkisi geçici olarak servis dışını işaret ediyor. Süremiz yeterli olmadığından kendimiz için önemli bulunan bu unsurda bile şarjımızı (pardon uykumuzu düzenli alamadığımızdan, dedikodu yapmak için resmi geçit ünlülerini ekran karşısında yakalamya çalışıp debelenmekten, günlük hareketliliğin kendisi politikken ısrarla ve değişmez bir özgüvenle onu gözardı etmekten, kimliğimizi bile tam tanımlayamıyorken, öteki hakkında ahkam kesmekten, ele avuca sığdırıp hiddetli hiddetli eleştirmekten) tam olarak yapamıyoruz.

Güzellik dediğimiz kavramın bile sırf içerisinde müdahil olamadığımız anlarda karşıt bir biçimde kınıyoruz. Yontuyor, kaotik bir biçem ile kötülüyoruz. Tıpkı bir buton varmışcasına veya ulaşacakmışcasına. « Hepimiz Kınamacıyız ». Kendimiz ile ilgili bilgileri xyz sitesinde afişe etmekten çekinmezken (üstelik kayıp ettiğimiz süreyi göz önünde bulundurduğunuzda ekonomistleri ve yüce yüce değerlendirmecileri çıldırtan bir süre kaybı, onlar için en en önemlisi olarak lanse edilen maddi kayıp söz konusu – alın size bir patlak nokta vakit kaybına ithafen) verilerimizin anlık akış içerisinde gerçekten çözümlülüğe yardımcı olabilecek konularda kullanmamayı « Sarı Çizmeli Mehmet Ağa » formülü ile idare etmeyi tercih ediyoruz. Tenkitleriniz için 8’i tuşlayınız. İyi Günler.

Zamanda bu arada önlenemez bir biçimde su gibi akıp gidiyor değerli okur. Şimdiden bir onbeş dakikanızı heba ettirmeyi başardık. Koskoca bir üçyüzaltmışbeşgün ve altı saatlik blok içerisinde yitirilen küçük bir dilim de olsa, iş görüşleri paydalamak, yönelişimleri aktarmak olunca umarız ki bir süreliğine kayıp zaman önemini yitiriyor ve nötrleşiyordur. Kalıplara bağlı ve yaygın olanın aksine yavaşlamaya meyil edenlerin bir durağından seslenmeye çabalayoruz sizlere. Önemli gelebilecek ayrıntıların, akışın hızı içerisinde göz ucuyla bile yakalanabilmesi için bir yerde tüm bu çaba. Öylesine değil, keşfedebilmenin getirmiş olduğu artılar, gidilen yolda ilave edilen her bir yeni araç ile yaşam öğretileri bizleri müziğin içerisinde de farkı temas noktalarını yakalayabilmesini olanaklı kılıyor.

Müzik de kendini bu soyutlanmış düzlemler yumağı içerisinde çoğu zaman, zamansız, mekansız bir formüle ile dinleyicilerle buluşur. Kâti olanın değil, süreklilik arz eden, ipuçlarını vermesine karşın, dinleyicinin bilincinde oluşturulmasına izin verilen muğlak bir coğrafik açılımlar bütünü olarak da değerlendirilebilir - müzik. Dinlenilen her tınıda, her bir kompozisyonda bu farklı tartımlar, damakta ve bellekte ayrı izler bırakan açılımlar, genel geçerliliğin karşısında durağan ama gelişmeye de çokça elverişli bir zihin jimnastiğini imdinin beşerine sunar. Tavizsiz ve olduğu gibi. Tek yapılması gereken kulaklarımızı dört açarak, seslerin arasında bizlere bahşedilmiş olan ayrıntıları yakalamak, kendi yorumlamalarımız ile farklı okumaların tadına varabilmek. Zamanın hoyrat bir biçimde tüketilmesine karşın işe yarar bir biçimle, bilerek ve isteyerek. Değerli olana ciddi anlamda vakit ayırarak. Müziğin ayırdına varmak isteyenleri çift kulaklıklarımızla baş başa bırakıyoruz.

Bu tümleşik yapı ile giderek mekanikleşen insani yapıyı da hiç olmazsa bir süreliğine daha olduğu gibi, hatasıyla sevabıyla, bunların getirisi/götürüsü olabilecek değişkenler ile açılımlayabilmek için ihtiyacımız olan bir durum müzik. Keskin köşeleri ile bi’örnek değiştirilemez olan yargıları aşmaktan tutun da, zihinde hiç vakıf olamadığımız yönelişimlerin ve anıların izlerini süremeye hep bu tını dehlizleri vasıta ve aracı oldu, yıllar yılı. Söz konusu müzikse detaylandırmak ve istediğimizi alabileceğimiz onlarca çeşit olunca, metropol insanları olarak kaçış noktalarımızın sayısı da alabildiğince çoğalıyor. Geçtiğimiz günlerde kaybetmiş olduğumuz ve detaylandırdığı müzikal komponentler ile kurulmuş düzeneğe karşıt bir manifesto’yu oluşturmuş, bizhati kendisi bir alamet-i farika olan Karl-Heinz Stockhausen’de bu minvalde incelip, kalınlaşan ses formları ile muğlak bir bileşkeden daha fazlasını dinleyenlere ulaştırdı. Tıpkı yukarıdaki satır ve paragraflar içerisinde değinmeye çabaladığımız gibi zaman ve süreklilik kavimlerini zorlayarak, bilerek ve isteyerek.

Deuss Ex Machina’nın Dinamo FM’de serüveninin 193. durağı olan programı içerisinde de bu çağrışımlara denk düşen, metafor olarak da kullanılabilecek parçalar ile bir izlek ortaya çıkartmaya çalıştık. Ümitsizliğin tavan yaptığı, görece anlamlı bir çıkışa hasret kaldığımız anların kurgularından, mutlak olmasa bile en azından bir süreliğine yüzümüzde gülümseme bıraktırmayı başaran deneyselliklere kulak kabartma imkanımız oldu. Süre baki kalmakla birlikte tını bereketinden iyi bir seçki daha ortaya çıkartabilmek için çabalamaya devam ettik. Bu birbirleriyle alaşım halini alan, belki nefes alan sözlerin ve müziklerin içerisinde bir tanışı sizlerle yeniden bir araya getirmek istiyoruz. Soğuk bir iklimin içerisinde, bemebeyaz sessizliği yıllardır işleyen bir ekip olan İzlanda’lı Sigur Ros bu haftaki önerimiz olarak sizlerin beğenisine sunuyoruz.

Doğanın bemebeyaz bir örtüye bürünmesi neticesinde ortaya çıkan sonsuzluk vaatli bir manzara. Issızlığın ortasına düşmüşcesine, yalın ve tedbirsiz ama içerisinde oldukça alışılan bir muğlak durum. Ortaya çıkan bir simya tüm bu sinematografik suretin üzerinde kendini evririp çevirerek yankılanmaya devam ediyor. Giderek yükselen bir akustik seremoniden neredeyse fısıltıya dönüşen bir masalsı niniye uzanan bir dönüşüm. Çağrışımın zamanı da yok üstelik, bembeyaz olan platomuz gibi bir görünüp bir yok olan bir tını sağanağı. Sigur Ros’un üretmiş olduğu müziği de tanımlayan yegane çıkarım da bu sanırız. Yıllardır üretmiş oldukları sesleri açmaya kalktığınızda hatra düşen ilk tümceler. Soğuk bir mevsimin yalapalayan yalnızlığı içerisinde dolu dolu hayat dersleri barındıran, keşmekeşi içte yaşanılan tedirginliğin yansıması olan bir proje. Bir yaşam öznesi. Üstünkörü bir bakışım yerine yürek dağlayıcı bir imgeleme yöntemi ile dolu dolu, gözyaşı terbiyecileri.

Reykjavik’de 1994 yılında Jonsi Birgission (gitar ve vokal), Georg Holm (bas), August Ævar Gunnarsson (davul)’un Jonsi’nin kız kardeşi olan Sigurros’ün doğduğu yıl kurdukları projenin temeline indiğimizde bu cümleler bizi karşlılıyor. Yıllanmış bir şarap gibi tüketildikçe, zevk alınan, incelikli bir ses oratoryosu onların müziği. Kakafoninin baskınlığında şehre teslim olmuş modern yaşam formlarına karşı hala sessizliğin seslerini sunma çabası. Bir delilik iki Don Quixote’luk.1997 yılında yayınlamış oldukları « debut » albümleri « Von »da olduğu üzere ümidi hiç yitirmeden. Uluslararası başarıyı beraberinde getiren bugün bahsettiğimiz modern rock müzik külliyatının temel taşlarından birisi olan « yeni bir adım » « Agætis Byrjun » müziğin varsayımsal bir olgudan öte tamamiyle kendi üreticilerinin nezdinde farklı temalara bölümlenebileceğinin bir kayıdı olarak takdis edilmişti. Başta Radiohead olmak üzere etkileşim ve yönlendirmeler ile istisnalarında kaideyi bozabileceği gerçeği ortaya çıkmaktaydı. Geçmiş zaman, geçişli zaman…

Yada dinleyicilerin kendi sözlerini yazabilmeleri için bomboş bir kartonetle çıkmış olan ( ) albümü gibi, İzlandaca’nın bir kolu olan « Hopelandik » dilinde söyleyişler ile temcit pilavı gibi sunulan örnekleşmiş ve kalıplaşmış müzik algılarının da ötesine geçip duyduğunuzu değil, yüreğinizde şekillenmiş olan sözleri yazamanıza cesaret veren bir çıkış Sigur Ros’ü mihenk taşı yapan.Tabii ki sadece bunlar değil Jonsi, Georg, Kjartan Sveinsson ve Agust’un yerine 99’da gruba dahil olan Orri Pall Dyrason’dan oluşan Sigur Ros’u önemli kılan, müzikal formasyonlarının doyuruculuğu, yüreğe gerçekten işleyen tını yumaklarının yoğunluğu ve galiba en önemlisi böylesi bir müziği sahne üzerinde de aynı etkiyle paylaşmaya devam etmeleri onları çağımızın öncül topluluklarından birisi olarak anmamızı olası kılıyor.

Geçtiğimiz günlerde ikili disk formatında yayınlanmış olan « Hvarf-Heim » albümü de 2005 yılında yayınlamış oldukları « Takk » albümünün devamlılığını oluşturuyor. Birbirini takip eden ama asla birbirini tekrar etmeyen bu müzikal ses işçilerinin son kayıtlarının üzerinden bir geri çekilme dönemleri olmuştu. Bunu albümün kritiğini yapan pek çok eleştirmenin de yazısında irdelemek mümkün. Artık iyice tanınan bir grup olan Sigur Ros için de bir ırama noktası gerekliliği bizahati grup üyelerince seslendirilmesi her güzel şey gibi bu topluluğun da sonuna mı ulaşılıyor. Sesler yarım mı kalacak sorularını beraberinde getiriyordu. İkili albümün ilk yüzü olan Hvarf « Gözden Kaybolma » bu dönemi simgeliyor. Yalın ve yalpalamadan bir ses duvarı örererek, içinde bulunulan duruma da atıflar gerçekleştiren bir kayıt timsali. Üçü daha önce gün yüzü görmemiş grupça yeniden yorumlanmış ikisi de grubun çıkış yaptığı 2000’lerden seçilmiş parçalardan oluşan bir bölüm « Hvarf ». 2002 tarihli bir kayıt olan, tümleşik armoni içerisinde buz kırılması gibi bir çağrışım ortaya çıkartan, Jonsi’nin orman cini kostümü içerisinde ses verdiği Salka, bir rock şarkısının sadece gitar riffleri ile örülmediğine şahitlik edebileceğiniz, eski kayıtları dinlemiş dinleyiciler için çokta tanıdık gelebilecek « Hljomalind » turnayı hala onikiden vurduklarını beyan ediyor. Yüksek perdeden, gümbür gümbür deneysellik ile beraber…serince…

Programımız içerisinde paylaştığımız bu iki parçadan gayrı, hatıra kutularında dönen balerinleri aklınıza düşüren bir melodika ile seyrüsefer eden, birden bire kendini dönüştürüp müzikal kökleri bağlamında ataları olan Pink Floyd’un saykodelik köklerine uzanan, grubun değişmeye başlayan müzikal yönlerinden birini irdeleyen « I Gær », on yıl önceki versiyonundan farklı bir potansa erişmiş bulunan, dinginliğin açılımına, kasvetin doruğunda dahi ümidi yitirmemeyi salık veren, Apparat’ın kayıtlarında duyumsadığımız Compelxachord’dan bu yana en iyi yaylı düzenlemeyi barındıran « Von » ve bu parça gibi on dakikaya yaklaşan süresi ile İzlanda’yı gözlerinizi kapattığınızda zihninizde canlandırmayı olası kılan, sonuna doğru delişmen bir « noize » yumağına dönüşen « Hafsol »un yeni düzenlemesi ile ilk yarıyı tamamlıyoruz. Bellekte birikmiş olan tüm düşüncelerin sağladığı yeni önermelerin huşusu içerisinde…

Çalışmanın ikinci diski olan « Heim » ise adının karşılığı sözlük karşılığı üzerine ‘ev’i temsil ediyor. Sigur Ros topluluğunun 2006-2007 içerisinde izlanda’da vermiş oldukları konser performanslarından derlenmiş kayıtlar ile hem daha dinginleşen, hem de sorgulatan bir müzik dinleyicilerle buluşturuluyor. Keskin hatlara sahip olmadıklarını belirtmiştik, bu altı şarkılık dizilim içerisinde de giderek muğlaklaşan, naif ama taviz vermemeyi tercih eden bir müzikal portre karşımıza çıkıyor. Piyano’nuun genel akışı belrilediği Samskeyti, bir diğer İzlanda’lı topluluk olan müm’dan aşina olduğumuz sakin havanın yansıması olan Staralfur, enstümantal yönelişimi iyice ortaya çıkartan ve fişsiz performanslar içerisinde ayrı bir yere şimdiden yerleştirebileceğimiz Vaka finaline doğru giderek yükselen vokal performansı ile dinleyiciyi mest etmeyi başarıyor. Aynı durumu pekiştiren diğer bir örnek parça da « Agætis Byrjun ». İş bu sefer caz doğaçlama ile folk çizelgesi arasında gelip giden bir melankoli düzlemine yönelmekte. Finalde yer alan « Von » ise İzlanda’nın derinlerine doğru teklifsiz bir davet. Giderek içeriye doğru, çekincesiz ve zamansız bir düzleme gözü kapalı olarak gitmek artık pek bir olası. Hatta gerçek.

Deneyimlemenin nicesini, yıllardır yayınlamış oldukları kayıtlar ile durup nefes almadan ispat eden « Sigur Ros » bu olgunluk dönemi çalışı içerisinde de önermelerini sorgusuz sualsiz beher albüm bedeline sunmaya devam ediyor. Zaman akışının tedirgin edici unsurlarına karşın halen celallenerek, sözlerin bağlayıcılığını bu sefer çokta önemsemeden, enstürmantal nitelikleri ile dört başı mamur bir tüketimlik. Ama bir sefer ama çokça dinleyişte ve her seferinde farklı bir okumaya, hayale, soyutlanmaya yolunu bağlayarak, gözyaşlarını biriktiren bünyelerde boşaltım sağlatarak. Hayat gibi acısını, idrak noktalarını, kederin vermiş olduğu yıkıma karşın dayanma gücü bahşeden olgulara ithafen sekiz notadan mükellef bir kılavuz…

Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Sigur Rós
Sigur Rós At Myspace
Sigur Rós Heima
Sigur Rós Heima Trailer
PJ Harvey
PJ Harvey At Myspace
Battles
Battles At Myspace
Odd Nosdam
Odd Nosdam At Myspace
MRK 1
At Planet Mu
MRK 1 At Myspace
Pole
Pole At Myspace
Shantel

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
info[at]dinamo.fm - www.dinamo.fm - misak[at]dinamo.fm
http://deuss-makina.blogspot.com

Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel-
Children Of Iceland By Tom Craggs
http://www.flickr.com/photo_zoom.gne?id=1337019480&size=l

© Tom Craggs http://www.flickr.com/photos/tomcraggs/

>>>>>Poemé
Işığın Örümcek Ağı – Osip MANDELSTAM

Işığın örümcek ağı içindeyim şimdi.
İnsanlar saçlarının bütün gölgeleriyle
ışığa, soluk mavi havaya, ekmeğe
ve Elbruz'un doruğundaki kara hasretler.

Ve kimseler yok bana yol gösterecek.
Tek başıma neyi arayabilirim?
Gözyaşı döken bu parlak taşlar
bizim dağlardan değil.

İnsanlar kendi gizleri olacak
ve onları sonsuza dek uyanık tutup
soluğunun parlak saçlı dalgasında yıkayacak
şiire hasretler.

Çeviri: Cevat ÇAPAN


Comments