Deuss Ex Machina # 273 - Me Caillte An Traenach Nílait Ar Bith A

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_273_--_Mé Caillte An Traenach Níláit Ar Bith A

02 Kasım 2009 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Album Of The Week: Bibio-The Apple And The Tooth (Warp Records)
>1<-Nancy Elizabeth-Feet Of Courage (Paddy Steer Remix) (Leaf)
>>>>>Myspace Keşifleri / Talents From Myspace<<<<<
>2<-Fuji Kureta-Bonjour (Self Released)
>3<-Fuji Kureta-Slice Of Life (Self Released)
>4<-Bibio-Palm Of Your Wave (Bibio Remix) (Warp Records)
>5<-Bibio-All The Flowers (Lone Remix) (Warp Records)
>6<-Lone-Sea Spray (Brownswood Recordings)
>7<-Floating Points-Peroration V (Feat. Fatima) (Brownswood Recordings)
>8<-Flying Lotus-Breathe (Brabe Bootleg) (Self Released)
>9<-Ikonika-We Could Be Ikons (With Eero Johannes) (Planet µ)
>10<-Logos-Frontier Dub (Narcossist Remix) (Mindset)
>11<-Gus Gus-Thin Ice (Ben Frost’s Safety Pants Mix) (Kompakt)

Mé Caillte An Traenach Níláit Ar Bith A (273) – Anlaşılabilirliği Arttıracağız Diye Çıktığımız Yolculukta Birbiri Peşisıra Şanslarımızı Elimizden Kaçırır Kılındık. Kaybedenler Sahasına Dahil Olduk. Tren Son Seferine Çıkmadan Önce Son Bir Hamle Kalacak. Ya Hep Buradayız Aynı Kısır Döngüde Ya Da....

>>>>>Bildirgeç
Bellek zamanımızın olanca yıpratıcılığına karşı, yaşamımızın karakutusu olma işlevini sürdürmektedir. Görüp geçirdiklerimizden, feyiz alınması gerekli olanlar kadar, ibretlik vesikaların da yansımalarının yer edindiği büyük bir alandır. İnişleri ve çıkışlarıyla süredurduğumuz bu koşturmaca ve hengamenin ortasında neler oldu bitti sorularına yanıtlar bulabilmek için gereksinim duyulandır? Bellek kurgu ve gerçeğin birbirlerinden ayrıştırıldığı, uzunca süredir bahsetmeye çalıştığımız esas resimin herhangi bir eksik parçasını keşfedebilmemize vesile olandır. Şartlandırılmışlığın, suskun kalmanın nispeten yeğ sayıldığı bir zamanda, sözü doğruluğa getirebilmenin gereksinim duyulanıdır. İzlerinin görece derinlere saklı bıraktırıldığı, hayat derslerinin ve kıssalarının bulunabileceği bir eşiktir. Bellek kurgu alanıdır bir bakıma, hakikate ulaşmanın daha doğrusu hakikati oluşturmanın tek yolu gerçekliği yeniden kurgulamaktır, bellek bu gerçeklik-kurgu ilişkisini kurmayı olanaklı kılar. Önyargılardan bağımsız olarak, yaşamın karşılaşmamıza izin verdiklerini de çözümleyebilmemize yardımcıdır bellek. Eğrisine alışmış iken fazlasıyla, doğru nedir sorusunun yanıtını da buraya ekleyebilmek mümkündür. Döngünün içerisinde tekdüzeliğin hırçınlığında, başkalarının dediklerinin nispeten önemsiz kılındığı, yaftalarının birbiri ardına eklentilendiği bir düzlemde mümkünatların belirginleştirilebilirliğinin göstergesidir. Soru sorabilmenin adet yerini bulsun diye değil, kaçmaktan heder olduklarımız ile yüzleşebilmek için elzem bir araç olduğunu ortaya çıkartandır.

Yaşın yanında yanmaya terk edilmiş kurunun derdini anlayabilme, zihinde çözülmez kılınmışlara karşı bir söz söyleyebilme becerisini sağlama bu eşikte mümkün olur. Makus talihimiz olarak alnımıza kazınmış, çoğu zaman bile isteye kötücüllük ile taltif edilmiş yanılsamaların aşılabilmesi için gereksinim duyulan sağduyunun da temsilcisi olarak belleği kısa yoldan tanımlayabiliriz. Düşüncelerin tasarlanma aşamasından itibaren kademe kademe sağlamasının yapılabilmesini sağlayacak olandır bellek. Tıpkı bir tavan arasının en ücra köşesinde, belki de çoktan unutulmuş olan bir kapının ardında saklı duran sandukalar gibi, bellek de artık varlıklarını unuttuğumuz malzemelerle düşünmenin ve gerçekliği görünür olanın bir adım berisinde yeniden tasarlamanın zeminini sunar.

Yıllar boyunca itinayla saklanmış olanın, gün geldiğinde lazım olur denilegelenin varlıklarıyla da örtüşebilen bir haldir, sanduka ve bellek ikilisi. Düzensizliklerin aslında bizlere neler ettiğine, nasıl haklarımızdan bir haber olarak yaşamaya mecbur bırakıldığımızı, pek çok şeyi sineye çektiğimizi açık ve seçik olarak sunar, sandukalar. Belleğin hatim ettiklerinin yanında, önemsiz gibi duran nice detayın varlığıyla tekrar buluşmamıza neden teşkil eder pekala. Katmanları arasında bulduklarımızla (yadigar, eskinin izlerini taşıyan eşyalar, kitaplar veya resimlerle) nelere daha çok vakit ayırdığımızı, kendimizi avutmuş olduğumuzu hissettirir. Yol ve yordamı keşfedildikçe derinlerinde saklı duran biziz aslında kimliğimizdir, sandukalarda. Onlarca örtünün altında saklaya saklayan kendimizden uzak tutup görmezden geldiğimiz şeylerin resmi geçididir, kimi zaman ulaştığımızı sandığımız rahatlığımızın dev bir yanılsama olduğunu su yüzüne çıkartandır. Belleğin katmanlarında saklı duranların elle tutulabilir, gözle görülebilir, ruhla hissedilir kılınanlarıdır sandukanın beşeri coğrafyasındaki muhteviyatlar.

Girift bir biçimde döngülerin ve dengelerin yavaş yavaş çetrefilleştirildiği bir iklimin üzerinde hayat kendine yeni yollar keşfetmek isteyenleri zorlu şartlar uyarısıyla selamlıyor şimdilerde. Kindarlığın ve öfkenin pek çok karede, yazında, görüntüde kısa cümlelerle özetinin çıkartılmasına çaba sarf ediliyor. Hepimizin iliklerine kadar işlemiş olan çıkar beklentisiyle, sorgusuz sualsiz yaftalamaların peşisıra düzensizliğin sınırlarını şimdilerde yeni düzen olarak tanımlandırma gayretkeşliğine şahit oluyoruz. Belleğin sağladıklarının heba edilmesinin yanında, zamanı geldiği kanaatine vardığınız herhangi bir konuda söyleyeceklerinizle bile apar topar yargıların hedefine oturtulmanız içten bile değil hallere dönüştürülüyor bu giriftleşmiş seçeneklerin bolluğunda. Kavramların birbirlerinden uzaklaştırıldıkça, ana öznesinden ayrıştırıldıkça, birilerinin ellerine teslim edildikçe ve sorgulanamaz adledikçe ortaya çıkan seçenekler burada dikkatleri çekmeye çabaladığımız. İliştirmeye gayret ettiğimiz.

İnsanların birbirlerine olan tahammüllerinin, anlayışlarının neredeyse rencide ediciliğin en üst derecelerinde tahrifine çabalanarak ulaştırılmasının görüntülerini izliyoruz ekranlarımızdan. Okumaya gayret ediyoruz iki üç harfle dura kalka, nefes nefese kaldığımız heceli heceli parçacıklardan. Seslenmeye gayret ediyoruz bir daha olmasın diyerek, ‘fakat’larla ‘ama’larla bölünüyoruz giderek. Yoksun kaldıkça sesimizden her özgürlüğün, her kendinden emin adımın arkasını önünü kolaçan etme zorunluluğu hissediyoruz. Gereksinim duyuyoruz yıllar öncesinin Orwell'inin 1984'ündekine benzeş bir biçimde. Kontrol eden taraf olmanın getireceği güce tapıyoruz aslında, istemeye istemeye. Sonunda zincirlerimizden azade olacağımıza yeni eşiklerde daha büyük birer bağımlı haline dönüşüyoruz, büyük biraderin gözetiminde. Nasır tutmaya çok önceden başlamış olan vicdanlarımızda insanların aidiyetlerinin, bağlılıklarının, genel teammüler ile ters düşmesinin okumalarına girişip, işi dönülmez yokuşlara sürüyoruz. Kendiliğimizden yeni sınırların inşasına önayak oluyoruz. Yol katettiğimizi varsayımıyla giderek de dönülmez akşamın en son ufkuna doğru koşmaya devam ediyoruz. Nefesimiz yetmediğinden değil lakin durmaksızın aynı sözlerin ve vurgulamaların karşısında dut yemişten beter hallere düşmemiz asıl olarak kendi zihnimizi ve belleklerimizi kullanmıyor ya da kullanamıyor oluşumuzdan kaynaklanıyor.

Açılımın daha a'sı ortalığa düşmeden birbirilerimizin idelerinden hainleri aramaya çalışır kılınmamız biraz da bu seriye bağlantılı haldeki önyargıların içselleştirilmesinden ileri geliyor olabilir midir? Nicesinde ötelene ötelene açılımlar, intikamı soğuk yenen bir yemektir zannedenlerin ellerinde maskaraya çevrilmeye çalışılması biraz daha fazla insan olmanın gereklerini hatırlamamızı gerektirmemekte midir? Teferruatları alaşağı edildiğinde geriye kalanın 'insan' olduğunun bilincini idrak edemedikten sonra, hangi açılım halkları birbirlerine karşı daha açık ve samimi kılabilecektir. Söylenmesi elzem olanları illa hedef göstermeden, birilerinin canlarını daha fazla yakmadan ileri sürebilmek bu kadar zor mudur? Askeri vesayet ve darbelerle oluşmasına izin vermediğimiz demokrasi geleneğinin, olumlu bir yönde yol kat edebilmesi için attığımız adımlara ve söylediğimiz sözlere her zamankinden daha fazla özen göstermek zorundayız.

Kapsam daraltıldıkça, düşünceleri anlamlandırmaktan uzaklaştıkça, ‘hıyanet peşinde koşuluyor a dostlar!’ ikileminden bir türlü imtina etmedikçe daha çok kendi fasitdairemizde dolaşmaya devam edeceğimizi söylemek de yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda muhteviyatı ve içerdiklerini ne kadar çok dile dökmeye gayret edersek o kadar fazla korkulardan arınmış olabileceğimiz hatırlardan çıkartılmamalıdır. Yolların birbirlerine kesiştiği kavşaklarda durup tüm olan bitenlerin birer mizansen olduğu yanılgısından, sandukalarımız içinde kalmış olan eskinin acı gerçeklerinden ayrılabilmesi için makulun ne olduğuu ifşaa edebilme konusuna odaklanmalıyız. Yıllar yılı bu topraklarda kendilerini yaşama kanalize etmiş, insanlara kendilerini anlatma yolunu tercih etmiş, inandırıldığımız masalların aslını faslını ayan beyan serebilmiş, belge haline dönüştürebilmiş, konuşur kılmanın birbirlerine silah tutmaktan daha olumlu ve daha hakkaniyetli bir tercih olduğu konusuna çabalamışlara karşı bir borcumuzdur.

Yaşamının tam da en ucuna kadar getirilmiş Güler Zere'nin ayağına takılmış pranganın, her birimizin ayağına takıldığının bilincine varabilmektir, ifadelendirmenin açığı. Kör karanlıklarda kendimize reva görmediklerimizi de başkalarına uygun bulmadığımızın ifadelendirilmesidir beklenen. Yadsıdığımız gerçekliklerimizi adını bir türlü koyamadığımız doğruların ne olduğunun tam manasıyla ibret alınası bir vesikasıdır. Ayrışımı, kanıksadığımız bir hal olarak yaşamımıza sokmaya gayretkeş odaklara karşı sözcüklerimizi değerinde kullanabilmektir de ha keza. Adana Demirspor ile Livorno maçında sırf bu görmezden geldiklerimizi bizlere tekrardan hatırlatanlara, belleksizliğimize yenik düştüğümüz unutkanlığımızı yüzümüze vuran insanların açtıkları pankartlara kesilen cezanın hepimiz adına kesildiğini anlamalıyız. İnsani olanın ne demek olduğunu bir pankart ile dile getirebilmenin hala korkulması gereken bir konu olmasıdır burada can alıcı olan.

Irkçılığın harının sürekli karıldığı bir güncellikte dahası Che Guevera'nin posterinden korkulması gibi garabetliklerle tanışmamıza neden olandır bu koyu karaşınlık. Dile getirmenin bazı konularda her daim limitlerinin olduğunun tekrar gösterimdir. Sizden bizden ayrışımının bir maçın üzerinden yeniden takdim edilmesidir. Veyahutta makalesinde mizah yaptığı zannıyla Serdar Turgut'un Rojin'in kürtlüğü ve kadınlığı üzerine dizdiği mübalağasız sinir bozucu cümlelerinin can yakıcılığıdır, insanı hakir görücülüğüdür burada bahsedilmesi elzem olan. Nefret söyleminin bir mizah unsuru olamayacağı gibi bir insanı usturupsuz fantezilerde başrol biçilemeyeceğinin, eğlendiriciliğin ötesinde bir ayrıştırmayı tetikleyebileceğinin günyüzü bulmasıdır.

Dönemecin bambaşka bir yerinde siyaseten dostluk maçı olarak anılmasına devletler düzeyinde imzalanmış bildirge ile sebep olunmuş, arkasından ise kopan onlarca fırtınalı gün boyunca da gündemin baş köşesini yer edinmiş olan Türkiye-Ermenistan milli takımlarının mücadelesi sırasında yaşananların bir detayını da ilave edebiliriz. Etyen Mahçupyan’ın 6 Kasım tarihli yazısında değindiği üzere: Ermenistan’lı gazetecileri stada götüren otobüs taraftarlarca taşlanmış, otobüs itilip sallanmış ve taciz edilmiştir. Ne işlerin döndüğünü düşünmemiz için yeterli bir hadisedir bu. Yıllanmış anlaşmazlıkların tabii bir biçimde yoluna ve yeni bir rotada dostluğa el uzatılması çabasında daha ne kadar yol kat edilmesi gerekliliğini de ortaya koyan bir başka vesikadır. Toparlamaya çalışırsak, genellendirmelerin dışında olan bitenlerin, ana akım medyanın anlamsız bir biçimde yoksaymaya, kendilerinden şüphe duymamıza neden olmasına çaba sarf ettiği olgularda belleğin işlevi bir kere daha ortaya çıkmakta. Haklar hiçbir şekilde otorite tarafından insana verilmemesine karşın, insanlar fikri mücadeleleriyle daha fazla kazanımları için çaba sarf etmiş iken, anlayışlı bir ülkenin gereklilikleri için taşın altına yüreklice ellerini sokmak zorunda olduğumuzu da iliştirmeliyiz. Tersi zaten 2012 yılında Marduk kıyametine gerek duyumalayacak kadar açık ve karanlığın ayak seslerinin bariz gürültüsü olacağını öngörmek için kahin olmaya gereksinimimizin olmadığıdır. Bu kısa notumuzu Filiz Gazi’nin Sendika.org sitesinde yayınlanmış olan Kapatın Televizyonlarınızı başlıklı makalesi ile tamamlayalım:

“Çakıl taşlarını bir kutuya koyun, hemen yerleşirler, hem de özene bezene yerleştireceğimizden çok daha iyi. İnsanlar da öyle, kendi başlarına bırakılırlarsa daha iyi teşkilatlanırlar.” (Fourier)

Yazmak için sesli bir ortama kaçtım bugün. Karışıklıktan berraklık doğar demişti adamın biri. Düşünüyorum da bişeyler diyen hep adamlar. (Ben bunları düşünürken büyük olasılık Kürt olduğunu düşündüğüm uzunca saçlı bir kız bir şey isteyip istemediğimi soruyor. Çay istiyorum ve gözlerinden bir coğrafyayı anlatmaya koyulacağım yazıma başlıyorum ve titrek barış umudum için naçizane önerimi paylaşmaya…)

O Coğrafya
Bu topraklardaki gözyaşı izlerini takip ediyorum, o coğrafyaya ulaşıyorum. Ölüm doğuran mezarlıkları görüyorum. Ağır ağır ölüm veren bu coğrafyada, yapayalnız tek başına yüzlerce acı. Ardı arkası kesilmediği için seslerin söylediklerinin yetmediği. Hoş hangi dilin serinliği iyi gelebilir ki bu can dağlamalarına. Ölülerin karıştığı, birbirlerine girmiş yasların eskiyemediği, insanca soyluluğun karantinaya alındığı; tedirgin, huzursuz uykuya dalışların ustası olunduğu bir coğrafya. Kara haber düelloların ortasında kocakarıların zılgıtları.

( Tanımadığım insanların memleketlerini tahmin etme hastalığım nüksediyor. Bölge bölge saç telinin kalınlığı farklılaşır memleketim insanında. Kürt’ün saç teli rüzgâra karşı inatçıdır. Yani M. Mungan’dan alıntılayıp, değiştirirsem Kürtçe’nin saçını taramak çok zor. Etrafımda her türlü saç kalınlığına sahip insan var. Adamın söylediği gibi, karışıklıktan berraklıktan doğar.)

Sebebi acı dalgınlıkların, ölülere takılmış gözlerin her yüzde nasılda olmayı becerdiği yer. Geceleyin koynunuzda bir yığın işkence, ölüm, korku… Ki niye çağırsın dağlar onları insan savaşçısı olmaya. Ölüm solukları ile damla damla dağlara düşüvermişler. Seyrelmişler, seyreltmişler. Toprağın yazgısı bu ya, kimsenin kılı kıpırdamamış yıllarca. Haritada kimin eli oraya kaymışsa kana bulanmış parmakları, bilekleri.

(Cebimdeki para ikinci bardak çayım için huysuzluk edebilir. Aramızı dengede tutmalıyım, kalkmalıyım. Ve teşekkürler güzel saçlı kız.)

Şimdi yılların “o gün” özlemiyle yollara koyulmuşlar. Süreya’nın dizeleri döküldü dilimden görünce. “Özgürlüğün geldiği gün, O gün ölmek yasak!” Binlerce gönül gelmiş karşılamaya. Kadınlı erkekli, derler ya yediden yetmişe herkesin gözünde cıs çıplak barış umudu…

Evimdeki kutudan izliyorum her şeyi, kalkıp şıp o sevincin ortasına uçasım geliyor. Sonra söylenilenlere takılıyorum. Öfke saçan tüm haber seçkisi oldukça samimi(!) Yıllardır içselleştirilen, alışılan savaş halinin devamını öğütleyen tüm yaklaşımlarda o derecede mubah gözüküyor, bu samimiyet içerisinde. Sokak röportajlarında yıllardır süren savaşın cephaneliğindeki replikler tekrarlanıyor ve tüm bunlardan “kana kan anlayışın devam etmesi” gerektiği sonucu çıkarken haber spikerinin yüz ifadesi “Bu şımarık barış girişiminden dolayı ölülerin dargınlığı var bizlere” der gibi yüzümüze yüzümüze tükürüyor. Haber metninde yeni ölümler çağıran pervasız faşizan kelimeler yan yana getiriliyor, olanca şiddeti ile savaşın devam etmesine karar veriyor kutunun içindekiler. Hayat bolluğu var memleketimde ve savaşseverler bunu kararına indirmek için nefret tohumları ekiyorlar en kuytu yerlerimize. Misafirim olan kuzenime denk geliyor o tohumlardan biri. Konfeksiyondaki Hüseyin amca, bürodaki Ayla, cafedeki Murat… Televizyondan yayılan radyasyona ilaveten bu tohumlar yakalıyor bedenlerini. Sokağımdaki Basri Amca bayrak asıyor evinin camına. Üst kadında Ağrılı Safiye Abla… Televizyonlarını kapatsalar sanki her şey sükûnet içerisinde güzel olana kavuşacak.

Protez bacağını kameraların önüne atıp, hesap verin diyen adamın kopan bacağı savaş gerekçeleri ayininde fetiş olarak kullanılıyor. Faşist alınyazıcılarımızdan bir TV kanalında seyrediyoruz tüm bu ayini. Acıyı çaputlaştırmanın becerisi, öfkeyi palazlıyor. Hedef gösterilen ve gösterilene gösterecek hayatlar karşı karşıya getiriliyor. O yüzden en azından haber saatlerinde kapatın televizyonlarınızı. (25 dakikalık reklam payını da hesaba katarak dizi saatleri ve günleri ezberimizde ne de olsa.) Hep kazanacaklarmış gibi gözükenlerin ifadelerinin becerisi ile bu “yeniyetme barış bekleyişi” bunca yıl birikip taşlaşmış ne idüğü belirsiz nefreti hazırlıksız yakaladı. Ne yazık ki, barış içinde stratejik hamleler gerekli gibi gözüküyor ve bunu sağlayacak şurup medyanın mutfağındaki imkânlarla oluşturulabilir. Ama durum tersi ise… Günün bilmem kaç saatini TV başında geçiren bir çağın insanları için en geçerli barış reçetesi bu, Kapatın televizyonlarınızı. Ve askerlikten soğutmamak için diğer önerimi söyleyemeyeceğim.

Devlet (lere) karşı, Barış halk(ların) sanatıdır. Açılım diye adlandırılanın peşine sen, ben, o düşmediği sürece paşalar, ağalar, bozkurtlar (…) bu süreci “Aç, Puştsun sen!”, “Kapa, Türksün sen!” oyununa çevirirler. Bu oyunu izlemek kişiliğinizi anlatacak sıfatların acayip bir terminolojiye bulaşmasına neden olabilir.

Savaş’ın tarihi bitmiyor. Barış’ın tarihini yazmak için yıllarımı vermek isterdim. O yüzden Diyarbakır’daki bir elin kartona yazdığı Birinci Dünya Barış Günü çok anlamlı benim için.

Barış için kapatın televizyonlarınızı, her şey daha kolay olacak… (27 Ekim 2009)Bembeyaz bir sayfanın sağlamış olduğu alanı mümkün mertebe kelimelerle donatmaya gayret ediyor, dile getirmeye çalıştıklarımızı bir noktadan sonra müzik ile buluşturmaya özen gösteriyoruz. Her defasında teşebbüs ettiğimiz bir alternatifin dha var olduğunu belirginleştirebilmek. Karaltılı renklerin hakimiyetine aşina olduğumuz güncelliğin ötesinde bir umudun taşınması gerektiğini bir kere daha sunabilmek bütün bu dizin içerisinde iliştirmeye çalıştıklarımızı tanımlayacaktır. Tamamlayacaktır. Suskunluğun artık kar etmediğini, sözcüklerle ne kadar fazla karşılaşırsak o kadar fazla ilerleme kaydedebileceğimizi ortaya çıkartmanın da diğer bir erk olduğunu iliştirmeliyiz. Yoksun kaldıkça, sessizleştikçe anlamları yitirme tehlikesiyle karşı karşıya olacağımız aşikar iken gönlün razı gelmediklerini dile getirmeye olanca gayretkeşliğimizle devam ediyoruz. Derlemeye çalıştığımız kelime kümeleri aramaktan heba olduğumuz doğruların ne olduğuna dair bir ihtimal yeterli verileri de sağlayacaktır. Sunulmuş olanın kırmızı çizgilerini aşabilmek için gereksinim duyulandır. Bahsini her defasında açmaya ısrarla devam ettiğimiz yolun ve yordamın bulunabilirliği için anlayışın bina edilebilmesidir sözü getirmeye çalıştığımız. Kasvetin döngü içerisinde, adına yaşam dediğimiz çemberin dahilinde görülmez, işitilmez, anlaşılmaz kıldıklarına dair ne kadar fazlasına ön ayak olabilirsek o kadar aladır diye düşünmekteyiz. Ne ki yapmaya çalıştığımızı bir nebze olsun sizlere aktarabilirsek, derdimizi kederimizi paylaşabilirsek, fikri paylaşıma girebilirsek ne ala. Müzik bu bağlamda, gerek içeriği derinleştiren gerekse de sözün kifayetsiz kaldığı halleri pekiştirir. Herkeslere anlaşılır kılar. Belirli bir düzenek içerisinde birbirlerini takip eden notaların değil aynı zamanda da güncelliğin sert ve tavisiz kararlılığında bir gedik açmaya çava sarf eder. Onun içindir ki, müziği fazlasıyla sizlere sunabilmeye bu minvalde sözcük dizileriyle başlamaktayız. Yaşadığımızı sandığımız, gelip geçiciliğin asıl hakkaniyet olduğu yerkürede ardımızda bırakabileceğimiz bir sedadan ötesi olmayacaktır. Ne uzun ne kısa en dosdoğrusu sözün kıssası olarak. Deuss Ex Machina’nın Pazartesi akşamı canlı olarak sizlere sunduğumuz bölümü içerisinde bu fikriyattan hareketle bir kolaj oluşturmaya çalıştık. Tüketilen sesin aslında ne gibi anlamlar ihtiva ettiğine dair bir kaç söz ekleyebilmenin şevklendiriciliği ile beraber. Yorumlar çeşitlendirilebilir bu noktada. Müzik dinlenceliğinin ileri noktalarında açmazlara gebe kaldığımız hayat hallerine dair göndermeler barındırır. Doğruluğundan emin olmadığımız, şüphe taşıdığımız konular bütününde bizlere yeni eşikler sağlar. Sağlamlaştırır. Aramasını bilen için bir bellek vazifesi gösterir tam da yazının başından bu yana değindiğimiz sandukalar gibi. Sadece tek bir yönüyle değil genelin algısında yerini edinmiş katıcıllığın anlaşılabilir kılınması için çok yönlülüğü teşvik ederek. Ötelemekten artık vazgeçip bir an önce düşünmeye ve konuşmaya daha fazla önem verilmesini sağlayarak. Yön göstererek. Mush plakevi çatısı altında 2005 yılından itibaren sunduğu müzikler ile elektronik seslerden giderek organik kurgulara doğru yol alan bir müzikal seyyahlığın sahibi olan Stephen Wilkinson’ın Bibio nam projesini sizlere Warp Records etiketli son çalışması olan The Apple & The Tooth’un rehberliğinde sunuyoruz.Elektronik müziğin sınırları konusunda yetkin bir dilin oluşturulabildiği, türetilen her bir yeni kurgu ile beraber giderek genişleyen bir sahanın varlığının ortaya çıkartıldığı belirtmeliyiz. Bir dinlencelik öğesi olmasının ötesinde, işaret ettikleriyle de yer yer alt okumalarıyla elektronik müzik, yılların geleneksel sesleri ve popüler müziğinin üzerinde yeni sözlerin tasavvur edilebilmesine vesile olmuş bir forma dönüştürülür. Kimi zaman makinelerden sağlanmış olan endüstriyel kurgulamalarda kimi zaman da pek yakınımızda duran bir doğal sesin izleri üzerinde yeniden şekillendirilir. Tasvir edilen melodilerin bir noktadan sonrasında eğlendirici unsurunun dışında, dinleyici için de yeterince verimli bir aşamayı tanımlandırdığını belirtmeliyiz. Klişelere bağımlı kalınmadan yıllar boyunca oluşturduğu ses erimiyle beraber tazeliğini koruyan bir müzik yaratımının öncüsü Stephen Wilkinson. Bibio adıyla yayınlamış olduğu çalışmalar dahilinde, Boards Of Canada’dan Nick Drake’e uzanan bir ses yelpazesinin varlığı üzerinde müzikal kesitler ilintilemeye gayret gösterir. Duygusal iletişimin duyusal yönlerinde mahir tasvirlerin altına imzasını atacaktır. Vurgulanan, ortaya çıkartılan her bir kayıt dizini dahilinde Bibio alameti farikası haline dönüşecek olan sınırsızlığı belirginleştirmeye çaba sarf eden, ulaşılmış olan elektronik bağlaçlı seslerin ilerisini ortaya sermeye gayret eden bir müzisyenlik kimliğini sunar. Her bir albümün kapsamı dahilinde muhteviyata eklentilenmiş olan seslerin sağladıkları hayatın tam da kendisidir diyebilmek de mümkündür. Bibio’nun müziğinde dinleyeni içerisine çekiverne bir mekanizmanın varlığı parçaların ve albümlerin oluşturduğu uzunca bir dinlencelik listesini ve hayat bağlantılarını ihtiva eder. Yorumlayıcının sağladıklarıyla beraber dinleyici tarafında olan bizler için fazlasıyla mesudelik vaat eden bir seremoni timsali Bibio’nun müziği ile ilk defa tecrübe edecekler için önemli bir ayrıntıyı sunacaktır: tanımlarıyla tecrübe edilmemişliği denenebilir kılmıştır. Londra’da Middlesex Üniversitesi’ndeki eğitimi sırasında temellendirdiği çalışmaların giderek ana akım müzik dinleyicisinin beğenilerine hitap edebilir hallere dönüştürülmesinin de Stephen Wilkinson’ın aldığı aşamayı belirginleştirebileceğini belirtmeliyiz. Deneysellik ile elektroniğin birbirlerine kavuşturulduğu debut kayıt olan Fi albümü 2005 yılında Mush etiketiyle yayınlanır. Kısaca değinmeye çalıştığımız ide üzerinde şekli kazandırılmış, ambient kavislerinden shoegaze hüzünbazlığına kafi miktarda elektronik deneyselliğinin günyüzü bulduğu bir çalışma olacaktır Fi. Bibio’nun daimi enstrümanı olan gitardan elde edilen pasajın minimalist elektro akustik öğelerde derlendiği Cherry Blossom Road ile kayıt açılır. Ses eriminde melodikanın önemini ortaya çıkartan bir kurgumasal olarak yola çıkmış giderek drone efekti ile beraber farkındalılık sağlayıcı folk müziğinin sınırında belirsiz kalmış alanları kulaklara ulaştıran Bewley In White gibi önermeler ile kapağı aralık bırakılmış bir not defterinin sayfaları arasında dolaşılmaya devam edilir. Puslu Londra havasının müzikal yansısı nasıl olabilirdi sorusunun yanıt bulduğu, gitar kayıdı üzerine bina edilmiş olan ambient katmanlarıyla beraber yıllar boyunca referans noktası olarak kabul ettiğimiz Boards Of Canada, Autechre gibi zaman zaman bu dolaylardan müzikler ortaya çıkartmış grupların sağladıklarının yamacında bir ses tahlilini sağlanır London Planes ile beraber. I'm Rewinding It... elektronik müziğin dikkat isteyen yüzeylerinde seyyahlık eyleyen bir gürültü karaşınlığında modern zamanların tasvirini gerçekleştirir. Yitirmekten korkmadığımız için artık çok daha fazla kaybetmeye mahkum olmuş hallerimizi, gözü karalığın yerini umursamazlığın aldığı bakışımı kıyasıya eleştiren bir toplam ulaştırılır. Puddled In The Morning parçasında da bu ağıt havasının elektro akustiğe sırtını vermiş bir örneğini dinleyebilmek mümkün kılınır. Fi albümün kapanışında yer alan Poplar Avenue bir taslak metin halinde önümüze serilmiş olan hissiyat vurgusunu düşük yoğunluklu elektroniklerde yeniden tanımlandırma yolunu seçmiş bir odağı oluşturur. Bibio’nun müziğinde aşina olduğumuz sesin yankılanması değil aynı zamanda da hüzünlendirici unsurlar taşıdığına dair bir önermedir. Bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen müzikte hissiyat var mıdır yok mudur tartışması hakkında açık bir sunumlandırma gerçekleştirilir. Müzik hissedilir! Dinlemesini bilin yeter ki dercesine kendinden emin çıkışlarıyla.Bibio’nun bu kendi haznesinde kaynaştırmaya çalıştığı müzik türlerinin bir sonraki durağını 2006’da yayınlanmış olan Hand Cranked albümü oluşturacaktır. Elektronik seslerin varlığını korumasına karşın git gide gitarın ve dolayısıyla folk müziğinin merkeze taşınmaya çalışıldığı bir geçişkenlik söz konusu olur. Plak metaforunun, çıtırtıların da kullanıldığı bir eskitilmişlik nakş edilir parçalara. Ayrımsız bir biçimde parçaların tümünün sağlamış olduğu dosdoğru bir nostaljinin tüketilmesinden ise varedilmiş ses ile entegre hale dönüştürülebilirliğine dair yeterince kuvvetli önermelerde bulunmaktadır Bibio. Bu durumu elektronik serpintilerin arasında kendini göstermekte olan folk müziğinin kulağa yakın halleri üzerinde çeşitlendirmelerden başlayarak derinleştirebilmek mümkündür. Zaman içerisinde bir gezinti halini yansıtan “sonik” seslerin hemen dibinde kayda girmiş gitarın melodikası ile beraber bir masal kutusundan yankılanan seslere ev sahipliği yapan The Cranking House, oluşturulan döngü içerisinde sık sık geri dönüşlerin mümkün kılındığı modern zamanlar elektronika dinletisi Cherry Go Round gibi örneklemler kayıtta yerlerini alırlar. Touch, Spekk, Mego gibi elektronik müziğin öncül kayıtlarını dinleyicilere sunmuş plak şirketlerinin müzikal kökenlerine sadık bir dinlenceliği sunarak albümün gayesinin de ön plana çıkmasını sağlayan önermelerden birisini oluşturan Black Country Blues, kasvet halini dağıtabilecek kadar kuvvetli bir önermenin sunulduğu Dyfi, yerel folk melodisinin tersyüz edilip elektronik bağlarla yeniden tanımlandırıldığı Woodington gibi kayıtlar ile Hand Cranked albümünün finaline kavuşuruz. Boards Of Canada’nın yarısı olan Marcus Eoin’in Bibio’yu Mush’a takdiminin ne kadar isabetli bir seçim olduğunu ortaya çıkartan, tıpkı önermeyi gerçekleştirmiş sanatçı gibi müziğin alelade bir tasvir yığıntılamasından çok daha özlü sıfatlarla anılabileceğini ortaya koyan Overgrown ile kayıt tamamlanır. Bibio henüz ikinci albümünde müzikal sınırlar arasında kalmış olan belirsizliklerin üzerine gidebilmiş, onları yeniden birbirleriyle kavuşturmayı kendince başarma konusunda epeyce yol kat ettiği bir kaydın altına imzasını atar. 2009 yılı içerisinde Warp Records etiketiyle sunulmuş olan Ambivalence Avenue ise gerek bu iki kayıdın sağladıklarını derleyip toparlayan, gerekse de artık çok daha sağlam bir biçimde eskinin seslerini günümüzün müzik dinleyicisinin beğenilerine uygun olarak sunabilen bir müzikal tertibatı tanımlandırır. Elektronika, lo-fi, drone, ambient ve folk müziğine ilaveten 70’li yılların soul müziğini, bir ucu Jay Dilla ve Madlib’e öte ucu ise Flying Lotus ve Hudson Mohawke’a uzanan hip-hop’u hatta kimi yerlerde technoya dümen kıran çıkarsamalara ulaşabilen bir tertibat. Tıpkı bir djin seçtikleri gibi zaman tüneli içerisinde müzikal gelişimleri, yönlendirme ve öneri bütünlerini bir arada sunabilen bir derleme olduğu Ambivalance Avenue için ilk olarak söylenebilir. Brezilya’lı sanatçı Marcos Valle’nin kayıtlarından esinlenilerek kotarılmış olan albümle de aynı adı taşıyan Ambivalance Avenue, popüler müziğin niş odaklarında dolaşıma çıkmış bir tadımlık ile albüme buyur eder dinleyiciyi. Gayet kıvamında bir melodika çeşitlendirmesiyle beraber. Kaydın bu şen şakrak havasını devam ettiren, kuvvetle muhtemel ana akım dinleyicisini de Bibio’nun müziğinin etki alanına dahil olmasını sağlamış funk güzellemesi Jealous Of Roses, kısacık süresine karşın ilginç bir anketodun tamamlayıcısı haline dönüşen, oluşturulmaya çabalanan eleştirel bakışımı da sürümcemede bırakmdan iletme yolunun tercih edildiği All The Flowers gibi birbirleri ile gerek bağlantı gerekse de bağımsız olarak dinlenebilecek bir müzikal çeşitlilik kayıtta karşımıza çıkartılır Bibio tarafından. Bir melodram sahnesinin canlandırıldığı, ikili ilişkilerin tahribatına göndermelerin yer edindiği ve bir noktadan sonra da yıllardır dinlediğimiz Yoni Wolf ve çetesi Why?’ın kayıp kardeşi intibasını uyandırmış Haikuesque (When She Laughs) gibi gizli cevherler ortaya çıkar. Pop müziği kıvamında derlenip şekillendirilmiş birer sunuş gerçekleştirilir, Bibio tarafından. Her defasında farklı bir okumaya gereksinim duyuracak kadar iyi gözlemlerin, müzikal halllerin karşılaştırıldığı bir toplam. Flying Lotus’un GNG BNG parçasında olduğu gibi elektronik ses örneklerinin braindance ekolünden ödünç alındığı Sugarette gibi Bibio için yeni sayılabilecek bir kurguyu da dinleyebilmek, S’Vive gibi enstrümantal hiphopun adının resmen konulduğu çıkarsamalara kulak kabartmak mümkün. Kaydın en uzun parçası olan Dwrcan aynı zamanda albümün de finalini oluşturur. Parçaların sürekli yer değiştirildiği bir müzikal tanımlandırma Dwrcan için de geçerlidir. 8bit ses kesitlerinin başlattığı ses kavislerinin finale doğru Autechre’nin en dingin yüzeylerinde sağlanmış hüzünlerle buluşturulduğu bir yapılandırma ortaya çıkartılır. Kirli endüstriyel seslerden bir dünya tahliline girişilir.Bibio’nun gelişiminin süreklilik gösterdiği müzik kaşifliği ve damıtımının şimdilik son durağını ise The Apple And The Tooth adıyla sunulan kayıt oluşturur. Warp Records etiketinden yayınlanan çalışma Ambivalence Avenue’nin de bir yerde devamlılığını sağlayan dört adet günyüzü görmemiş parça ve deneysel-hiphop-elektronika disiplinlerinin kesiştiği sınırlardaki sesleri türetmeye girişen projelerin sıklıkla başvurdukları bir yöntem olan dinleyici ile aralarını soğutmama geleneğinin bir parçası olarak ellerinin altında tuttukları bir ara kayıt olarak değerlendirmek mümkün. Burada istisnai olan Bibio’nun müziğinin deviniminin istikrarını koruması. Bir yandan da birbirlerine paralel müzikal disiplinlerden el alarak parçaları yeniden tanımlandırılabilirliği ortaya çıkartılma çabası olduğunu ifade etmeliyiz. The Apple And The Tooth parçası bossa nova ile rhyme geleneğini birleştiren, Bibio’nun kimi zaman modifiye edilmiş yetmişler film müziklerinin albenisine kendisine teslim ettiği bir kurgu içerir. Tek bir cephede ilerlemektense mümkün mertebe seslerin genişletilebilir alanları üzerine kafa yorulduğunu daha da belirginleştiren Rotten Rudd braindance aksanıyla hiphopun kaynaştırıldığı bir deneyim olacaktır. Birkaç satır öncesinde değindiğimiz Why?, Themselves, Clouddead gibi Anticon etiketi dahilinden çıkmış grupların tüettikleri müziği hatim etmiş dinleyiciler için biçilmiş birer dinlencelik olarak tanımlayabileceğimiz Bones & Skulls, dubstep ile pop müzik arasında bir bağlacı tanımlayan Steal The Lamp parçasıyla ilk bölüm nihayetlendirilir. Empty The Bones Of You gibi IDM söz konusu olduğunda bir başyapıtın ardındaki isim olan Christopher Stephen Clark’ın yapmış olduğu, mekanik melankolik S’vive, Ambivalance Avenue’nun kapanış parçası olan Dwrcan’in Brendan Angelides aka Eskmo tarafından yapılan elektronika, darkstep düzenlemesi üretilen müziğin değişik bakışlarda nasıl da bambaşka karakterleri ileri sürebildiğini son derece kulağa yatkın bir biçimde sağlamayı başarır. Bibio gibi nevi şahsına münhasır kayıtlarla, sonik / elektronik seslerin soul müziğinden etkileşimli hallerini ortaya çıkartan Lone’nin düzenlediği All The Flowers, albümdeki halinden görece daha temiz bir düzenleme ile kayda dahil olmuş Palm Of Your Wave’in Bibio’nun ellerinden çıkmış yeni yorum, pop standartlarını yeniden gözden geçirmek isteyenler için öznel bir çalışma olacaktır. Sözün kısası Bibio bir müzikal resim nakşediyor. Naklettiği sesler ve sözcüklerle hayatın bilinmeyen yüzeylerinden çok aşina hikayeleri birbirine ilişitiriyor. Tasarladığı her bir kayıt ile modern müzik seceresine kuvvetli bir çentiği atmayı, Warp Records’un kataloğu için de önemli bir köşeyi kapsıyor. Uzun soluklu, dinlendikçe değerinin anlaşılabileceğini düşündüğümüz kayıtları ile Bibio adlı müzisyeni takdimimizdir.

...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam...İyi Haftalar...

Dipnot: Notumuzun ilk kısmının ön okumasına ve düzeltmelerine vakitlerini ayırıp yardımcı olmuş arkadaşlarımıza müteşekkiriz.

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Kapatın Televizyonlarınızı – Filiz GAZİ – Sendika.org
Türkçe ve Kürtçe İçin – Ahmet TULGAR – Birgün
Kastımız Yoğundur Efendiler! – Yıldırım TÜRKER – Radikal
Uzaklaştırmaya İnat Yağmur Altında Ders – Ece TEMELKURAN – Milliyet
Utanç – Erdal GÜVEN – Radikal
Solda İkon Durmaz – Uğur KUTAY – Birgün
Grev Güncesi - Sabah / ATV Emekçileri

Değerlendirilesi Güncel Makale ve Yazılar
TRT’de Koyunluğa Övgü – Burak TEKİN – Bianet
Facebook Eylemcileri – Bilge TERZİOĞLU – Sendika.org
Youtube, Irak, Binali – Seviyesiz – Seviyesiz Siyaset
Sarardıkça Güzelleşen Dergi Roll – íí – 13Melek
Imaginary Soundtrack For A David Lynch Movie – Moka – Motel De Moka
Tristesse Tropiques – Mersenne – Undomondo
Shackleton – Three Eps Critic – Jordan Rothlein – Little White Earbuds

Bibio Official At Myspace
Bibio At Warp Records
Bibio At Mush
Bibio Interview – Lee Hutchinson – Liberation Frequency
Bibio’s Ambivalence Avenue Review – Brian Howe – Pitchfork
Campfire Headphasing – Stephen Wilkinson – Bibio’s Myspace
Bibio İncelemesi – Hümeyra – Yedi12
Nancy Elizabeth Official
Nancy Elizabeth At Myspace
Nancy Elizabeth At Leaf
Nancy Elizabeth At RCRD.LBL
Fuji Kureta Official
Fuji Kureta At Myspace
Fuji Kureta Röportajı - Radnor – Bozuk Kaset
Fuji Kureta - Lucid Dreams EP Free Download Page – Last.FM
Lone Official At Myspace
Lone At Twitter
Lone At Werk Discs Blog
Lone New Album Informative – Thomas Rees – XLR8R
Floating Points Official At Myspace
Floating Points At Last.FM
Brownswood Bubbles Volume 4 Informative At Brownswood Online
Flying Lotus Official
Flying Lotus At Myspace
Brabe At Myspace
Brabe At Twitter
Ikonika At Myspace
Ikonika At Planet µ
Ikonika At Get Darker TV # 33
Eero Johannes At Myspace
Narcossist At Myspace
Narcossist At Virb
Gus Gus Official
Gus Gus At Myspace
Ben Frost Official
Ben Frost At Myspace

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>Info Go-R-Sel C215 – I_Follow I_Follow’s Flickr Page
Static Memories – Nick GENTRY Nick GENTRY’ Flickr Page
Bibio Photos Courtesy From Below Listed Web Sites:
B- B- O-

>>>>>Poemé
Nazım'dan Ve Cendrars'dan Sonra – Onat KUTLAR

Geceyarısı geçen güzden kalma birkaç yaprak kırk yıllık kahve
renkli bahçeler ve bir mimibüste
Kartaldan eminönüne giderken uyumuş titreyen bir çırak
Karanlık denizi köpürten dalgaları yararak çook gizli bir yere
giden tenha bir üsküdar alanı gemisiyle
bu yolculuğa başladım senden ayrılınca

Balığın karnında yunus bir kumul masalı anlatmaya
başlarken solgun belleğinde
Söğütler ve leylak ve kara lale soğanı çorbasıyla
işe koyulan balıkçıların ilk çektikleri ağa
takılan dülger balığı gibi çirkin ve şaşkın ve öfkeli
Yaralı bir arap kısrağı gibi bekleyerek ensemde yağlı kurşunu
alanın güvertesinde öylece
kaptan miyim kürek mi bilmeden duruyorum

Bekçiler görünmez oldu çırak çocuklar ve köpekler
gizlendiler kuytu köşelere
Büyük ve paranoyak kaya devinin geniş çeneleri
boğazından soğuk sular akıtarak çarpıyor
birbirine ve karşı kıyıda duran solgun sevgilimin
saçlarına kül bana ateş savuruyor
Bütün ölü şeyler yangın yerleri eski savaşlar ve ne yapsam
geçip gidiyor ayrılığın günleri

Nereden çöküyor bu sis karadenizinin sularını akdenizin kuytu
ve narların portakallara karıştığı derin koylarına ulaştırıyor
Nereden başladı bu hüzün güz yapraklarını taa nisan günlerine
eşiklere rıhtımlara sürükleyip
yeniden çamura bulaştırıyor
Alanya kalesinde uçuruma yakın doğan kara saçlı bir oğlanın
kara keçi pöstekisinde kabaran bir kedi dili gibi diklenerek attığı
Beyaz niyet çakıllarıyla denizin dibinde yuvarlanan binlerce milyonlarca
büyük ve mermer güllenin uğultusu ters akıntılarla
üsküdarın karanlık sularına nasıl geliyor?

Alanya'da doğdum babam hakimdi
düzlüğe, kız kaçıranlara, denizin yakın sularına geceleri
koyunların çene kemiklerinden çift hörgüçlü develer yapıp ablamın
ağzını büyük bir çuvaldızla diken ve bana
korkulu masallar anlatan sırmalı nineye
O günlerden kaldı kulağımda "yeni kesilmiş" nar
çiçeği ve portakal yapraklarının sesi
Ve yaşamımdan hiç eskilmeyen uçsuz deniz duygusu
İki jandarma belirdi alanda, kaptan köprüsünde dolaşıyor
hergele bir ekip otosunun homurtusu
Sonra iki daha ve üç daha ve dört
acı bir hınç rüzgarı kasıp kavuruyor içimi
Yapraklar savuruyor derin ve çamurlu bir kuyuya
Üstüne müsteşarların kapıcıların şoförlerin
yarasa gibi dolaşan ozanların çocukluk anılarımın
kocalarının dizi dibinde kadınların perşembe tacirlerinin puştların
ve alanda kurumuş bir zakkum ağacı gibi duran benim üstume
Bir yere gidiyor bu bozkır gemisi ardında kuyunun çevrintisini bırakıp
ve senden uzaklaşıp sürekli
Atlasam karanlık bir deniz

Hep giden bir bozkır gemisiydi antep, yelkenlerini sam yeli
yapraklardı
Boz abalı köylüler geçerken develerle kapımızdan
Önünde bir yasemin ağacıyla korunan karanlık ve kör mutfağın
geniş taş döşemelerinde bir kurbağanın
küflü ve güherçileli duvardan korkusunu
uzun bir çocukluğun tek düşü olarak yazdım
çiçekli sayfalarında şiirler bulunan bir deftere
O defter araştanın ortasında elinde zindiyan asasıyla
geçmişimize geleceğimize söven bir dilenciden
kaçarken tekke istiklal ilkokulunun yosunlu havuzuna
kücük bir kağıttan kayık olup battı
Beni o gün olağanüstü öğrenciler tahtasına çaktı
kurutma baskısıyla hocam Ali Rıza

Saat iki. Genel iş üyesi ve bıçkın şöförüyle bir otobüs
ışıklarını bir erken vapur gibi yakarak ve harmanlayıp
gecikmiş sarhoşlarla erken işçileri yola koyuldu
Bomboş alanda sıkıntıyla hatirladığım öğrencilik yıllarının
kapısı zor kapanan kırmızı tramvayında
balık istifi duruyorum sanki ayakta kızgın sıkışık
Oysa yapayalnızım ve ellerinde kovalar, sopalar ve zamklarla
uzun bacaklı yabancı kuşlar gibi gölgeleri geçen öğrenciler duvara
bir anıyı çiziyorlar: Yarın...

Kuru ve beyaz çakıllarla döşeli dere yataklarından
geçerdim yağız parlak sağrılı bir atla
Postalıma takılı bir devedikeni, şebboy kokusuyla havada
derinlere kırmızı çiçekler çizen arıkuşları ve Lorca
Aklımda safonun küçük memeleri saçım ateş gibi ve saman
kokusunu uzak kentlere kadar uçuran rüzgar
Bütün bir yaz bekleyerek sevgilimi göreceğim günü
gene aşk şiirleri yazardım dalgın bakarak kağıtların
denizinde yürüyen şiir gemisine o yıllarda
fransızca öğrendim ve Hafızdan okumak için biraz farsça

Ay battı dindi fırtına iskele ışığı sabaha karşının kör sisine
bulanmış görünmüyor ortalık sessiz jandarmalar
potinlerini sürüyerek çekip gittiler köfteciler sarhoşlar sabahcılar
Kimse yok ortalıkta şimdi sen uyuyorsun bir çocuk gibi gülümseyerek
korkularını çoğaltan düşlere bakıp
yanımda ufacık ve gülünç bir seyis sırıtarak
atasözleri söylüyor; demir tavında dövülür
Herkes uyuyor gümüş saplı bir bıçak... boşver o da olsun
Yüreğime saplanarak taa derinlerden ve aynı soruyla kıvrılarak
acıtıyor kararan yüzümü "niçin?" anamın çini bir sandukadan
çıkarıp şimdi bir bir bavuluma doldurduğu
zakkum ve ateş ütüsüyle kırıştırılmış
İlk gençlik anılarını yırtan boynuz saplı bir bıçak
gölgeye düştü artık hiç titremeyen dünyamızı
tam ortasından acımasız ikiye ayırarak

Veznecilere abanoz sokağı arasındaki uzun kanalı bir laz
arkadaşımın tekleyen motoruyla günaşırı
geçiyor ve sakız çiğneyen ve bana kocam demeyi seven
Ve adı kadriye miydi? göbeğinin altında uzun bıçak iziyle
orospu sevgilime ulaştırıyordum tramvay durakları arabın
kahvesi palamut tava şiirler ve polislerle
vuruşurken ölen genç arkadaşlarım ıhlamur ağaçları

Gölgeleri sahaflar ve asaf halet'in kaldırımlara düşmüş büyük
yazı defterleri gibi ucuza satılan gençlik yılları
O yıllarda öykülere başladım.

Sabah oluyor ölümle yaşamın
gerçekle düşün geçmişle geleceğin birbirine karıştığı
Acının keskin düşüşün derin ölümün hazır olduğu saat
Uzun bir hesaplasmayı bitiriyorum sanırım
üsküdar gemisi dar boğazın
en sıkışık en dolaşık ağlarından geçıyor
Sırtımda dolu bir tabancanın horozu öttü ötecek
Ve kupkuru dereden bir yıldırım gibi geçen şimdi'nin atı
Artık düşle gereği iyice karıştırıyorum uyku
ya da artık yüzünü bile unutmanın saati
Paris bir yılbaşı gecesi karların
üstüne düşen aydınlık ve sisli
katedralin karşısında oymalı tahta gaveau saydam bir konyak
Sonra yeniden gittim oraya eski kahvelerin
yerinde yangın artıkları gibi çılgın
ve amerikalı bir manyak
chaillot'nun delisi bayan meerson'in her geceyarisi
lazare'ı ölü anılarından çıkararak helva yedirdiği
müzeler ve yaşamıma görüntünün
bitmez tükenmez şeridini sokan sinema paris

Üsküdar gemisi boğazdan çıktı seni düşünerek
yazdığım bu şiir bitmek üzere
Filmin sonu buluşamadığimız günlerin
ayların ikindi güneşinin sonu
Hesabı kapatan bir çizgi gibi
karşı tepelerde ışıyan gün kırçıl bir kalabalık
Asker asker asker bugün kızıldere bin dokuz yüz yetmiş dokuzun
bir nisan günü ve aslında çok uzun
bir acının bir ayrılığın bir susuzlugun
Ardından ışıyan gün iskelede
elele tutuşmuş bir delikanli bir kız
günlük şeylerden konuşuyorlar derslerden vapurdan
çok geciken devrimlerden ve yüzleri
Tertemiz deniz gibi aydınlık sakin ve onların
serinliğinde yeniden başlıyor yaşantımız

Artık bu şiir bitti, sanırım

Kaynak: Pera'lı Bir Aşk İçin Divan
Ağ Bağlantısı: Şiir Defteri

Comments