Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_282_--_De Onzichtbare Hand Van Voltage Control
04 Ocak 2010 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.
>>>>>Musique
Album Of The Week: Oneohtrix Point Never - Rifts (No Fun Productions)
>1<-Sigur Rós-Ég Fæ Jólagjöf (Live) (Sigur Rós Self-Released)
>2<-Oneohtrix Point Never-Months (No Fun Productions)
>3<-Oneohtrix Point Never-Parallel Minds (No Fun Productions)
>4<-Elisa Luu-Popolar Hit (Ipologica Recordings)
>5<-Elisa Luu-D_G (Ipologica Recordings)
>6<-Wisp-Trees Like Toys (Rephlex)
>7<-Wisp-In The Offing (Rephlex)
>8<-Mythematica-There Was There Was Not (Quazi Delict Records)
>9<-Mythematica-Circus Magneticus (Quazi Delict Records)
>10<-Philip Glass-Etude No. 1 (Remix By Androoval) (Orange Mountain Music)
>11<-Western Wind / Michael Riesman-Another Look At Harmony (Remix By Robert Bell) (Orange Mountain Music)
>12<-Faithless-Your The Sun (Emalkay Remix) (Cheeky Records/Self Released)
De Onzichtbare Hand Van Voltage Control (282) – Değişim Ani Olduğu İçin Değil Gerekli Görüldüğü İçin Kapımızı Çalandır. Kulaklarımızı Tıkayıp, Gözlerimizi Kapalı Tutarak Nereye Kadar Gerçeklikten Kaçmaya Devam Edeceğiz? Yoksa Sessizliğin Sertliğine Ve Bütün Bu İklimin Kocaman Öğütücü Melodilerine Fazla Mı Bağımlı Kaldık? El Aman Dediğinizde 0’ı Tuşlayın (Koordineli Cehennem Replikası)
>>>>>Bildirgeç
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel Explosive Birth – Asboluv Asboluv Flickr Page
Deuss_Ex_Machina_282_--_De Onzichtbare Hand Van Voltage Control
04 Ocak 2010 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.
>>>>>Musique
Album Of The Week: Oneohtrix Point Never - Rifts (No Fun Productions)
>1<-Sigur Rós-Ég Fæ Jólagjöf (Live) (Sigur Rós Self-Released)
>2<-Oneohtrix Point Never-Months (No Fun Productions)
>3<-Oneohtrix Point Never-Parallel Minds (No Fun Productions)
>4<-Elisa Luu-Popolar Hit (Ipologica Recordings)
>5<-Elisa Luu-D_G (Ipologica Recordings)
>6<-Wisp-Trees Like Toys (Rephlex)
>7<-Wisp-In The Offing (Rephlex)
>8<-Mythematica-There Was There Was Not (Quazi Delict Records)
>9<-Mythematica-Circus Magneticus (Quazi Delict Records)
>10<-Philip Glass-Etude No. 1 (Remix By Androoval) (Orange Mountain Music)
>11<-Western Wind / Michael Riesman-Another Look At Harmony (Remix By Robert Bell) (Orange Mountain Music)
>12<-Faithless-Your The Sun (Emalkay Remix) (Cheeky Records/Self Released)
De Onzichtbare Hand Van Voltage Control (282) – Değişim Ani Olduğu İçin Değil Gerekli Görüldüğü İçin Kapımızı Çalandır. Kulaklarımızı Tıkayıp, Gözlerimizi Kapalı Tutarak Nereye Kadar Gerçeklikten Kaçmaya Devam Edeceğiz? Yoksa Sessizliğin Sertliğine Ve Bütün Bu İklimin Kocaman Öğütücü Melodilerine Fazla Mı Bağımlı Kaldık? El Aman Dediğinizde 0’ı Tuşlayın (Koordineli Cehennem Replikası)
>>>>>Bildirgeç
Dört duvar arasına sıkıştırılıp terkedilmiş sessizlikler esasında sorulması gerekenlerden ne kadar kolay bir biçimde uzaklaştığımızı, sağırlığımızın ne kadar ivedi bir biçimde benliğimizi kapladığının görünür hallerini muhafaza eder. İçerik yoksunlaştırıldıkça, elden avuçtan kesildikten, geçim derdine düşürülüp bir başına bıraktırıldıktan sonrasında insanlar, düşünsellikten uzak noktalara tekabül eden hizalamalara zemin sağlandıkça bu durumu algılayabilmek, anlaşılır kılabilmek ve anlam katabilmek mümkün olur. En başta hangi noktadaydık? Şimdi ulaştığımız varsayılan nokta veya odak ne kadar sağlam veyahutta sağlıklı bi'ilerlemenin getirdikleridir. El aman dediğimiz her an giderek sessizleştirildiğimizin, giderek çoraklaştırıldığımızın ve zaman öldürücülerle meşgalelerimizin yansılarını olduğu gibi değiştirilmeden karşımıza çıkartacaktır. Oysa arzu edilenler, talepler silsilesi halinde sıralananlar insanların gereksinim duyduklarından ve rutin olarak bellediklerimizden, bu sistemin köhneliğinin dışında kalan her ne varsa onları kapsadığını ve öte anlamlarını ihtiva etmektedir. Yolun, yordamın bulunabileceğine olan inancın göstergesidir. Birisine veyahutta ötekisine çelmeleri takmadan, dahası yolun en başında bir başlarına bırakmadan, yalnızlığın ve sessizliğin ne çok ve ne kadar fazlaca birbirimizden ayrı düşmemize neden olduğunun bilinciyle hatalarımızdan dersler alarak, bir daha mı asla aynı dipsiz kuyulara düşmeme önermelerine çatılık görevi üstlenmekteydi. Temennisini barındırandı.
Kuraklaşan zihinlerimizin artık filiz vermez, düşüncelerden korkarak kendi döngüsü içerisinde hapis kalmasının önünün alınmasına dair bir çabalanım idi. Çabaların tümünün bir noktada birleştirilip dönüştürülerek en azından konuşulur kılınacak nicesinde döke kıra bir türlü yola koyamadığımız önceliklerimiz için sıranın geldiğinin, demokrasi sahnesinin nihayet perde diyeceğinin vaktinin duyurulmasıydı. Bugün, yarın, öbür gün gibi aralıklara teslim edilenlerin artık vakitlice çözüme doğru meyil ettirileceğinin, ümitsizliğin daraltıcı hallerinden günyüzü görebileceğimiz günlere ulaşabilmenin vesilesini teşkil edecekti. Karamsarlıkların üzerimize iyice çökerttiği gri bulutlarda belki bir ümit ışığının tezahürünü yansıtmakaydı. Dikkatlice bakılınca manasını bulabilen bir gailenin teslim edilmesiydi. Sessizliğin kapsayıcılığının çoğaltımı, birden fazlasının dillendirilmesinin önüne kurulan geçirilmezlik zırhlarının varlığı bugün içine düştüğümüz bu sessizlik odağının anlamlandırılabilmesini sağlayacaktır. Anlam kazandıracaktır, her defasında bu kez son olsun dediğimiz nice konuda, hatada, birbirini tetikleyen hadiselerde gerisin geriye tekrar başlangıç noktasını arışınlayıp duruşumuz. Bir arpa boyu yol almayı bile göze alamadan, varsa yoksa karaşınlığın uçsuz bucaksız ürperticiliğinde, yine yeniden inşa edilen korku duvarlarına çarparak, deyim uygunsa kafamızı gözümü bu eşikler dahilinde yara yara sessizliklere gömülü olarak adına yaşam dediğimiz bu süreci sürdürmeye gayret eder, yanılgıların rehberliğinde ah yine yapılsa, keşke olsa, zamanında uygulansa idi şimdi başka olurdu diye diye, hayıflanarak ömrümüzü tüketiriz.
En sonunda tükeneceğiz, tüketebileceğimizden fazlasına alıştırıldığımız, bağımlı bıraktırıldığımız için. Bizlerin imkanları ve sunulan olanakları anlamayacağımıza olan kör inançlara sahip olan muktedirlerin katıcıl, tavizsizliklerle donattıkları bir gündeme kıyısından dahil oluruz. Neresinden pay biçilirse orası hep bir yarım kalacak olan yetersizliklere, karşıtlıklara karşı sözün geliştirilebilir olduğuna ikna olmaz aksine daha fazla ayrışmaya devam ettiğimiz müddetçe bu durumun devamlılığı sağlanacaktır. Anlama konusunda ufak bir çaba dahi göstermeden önümüze çıkartılan her olgunun ötesine berisine bakmadan ucundan kıyısından üstünkörü bir şekilde yol kat etmeye çabalanmak, bir şeyleri başarabilmek hala mümkünatlar dahilinde değildir. Olmayacaktır. Yok bir başka dönemeç, bir başka başlangıç denilse de artık ipin ucunun kaçmaya hazır ve nazır olmasından, beter yüzünü sakınmadan gösteren karanlıklar hayatlarımızın sessizliğini daha da manidar bir şekilde ortaya serer. Kapsanan hayatın oldurulabilirlik çatısı altında toplanmış olan olumlu yanlarının birer ikişer elden avuçtan yok pahasına çıkartılmasıdır tüketmekten kastettiğimiz. Küçük tefek adımlar ile başlayıp geliştirilecek, ivme kazandırılabilecek bir sürecin çanına ot tıkanması bu duruma refakat eder. Tükettirilen sadece geleceğimiz değildir aynı zamanda, küpten yemeye alışkın olduklarımız, sürekliliği sağlanmış olan amalığımızın, sağırlığımızın, bilmezden gelmelerimizin taşıyabileceği başlı başına bir odak olan tükenmişlik çizgisinin nihai sonudur.
Derde ortak olmak, sorunlara derman bulmak, çıkılamadık sarp yollardan düzlüğe çıkabilmek için asgari müştereği tesis etmektense olabildiğince insanları daha da fazla birbirlerine düşürecek bir tükeniş (süreç) bizleri beklemektedir. Gösterime girmektedir. Çoktan belli başlı sıfatlar kazandırılmış atfedilen değerlerin yerle bir edilmeye çalışıldığı, yerlerinin ise kof bir milliyetçilik algısı ile tarumar edildiği bu iklimin bizleri götürebileceği başkaca bir rota da yoktur kanımızca. Yanyana, içiçe geçmiş yaşayışların birdenbire öteki olarak sunumlandırılmaya çabalandırılması, hemen her günde umulmadık diyarlarda yeniden ateşinin harlanmaya çalışıldığı, linç düzeneğinin sağlanmasına olan çaba konumuz olan sessizliği yüreklerden kopup gelen bir çığlığa dönüştürmektedir. Bir feryattır ki ortalıklardaki kinin, gözgözü görmezliğin, yok saymaların, diğerinden üstün olmanın pek matah bir şeymişçesine sunulmasına zemin teşkil eder. Yüreklerin kirden pasaktan pas tutmasına, yağır bağlamasına vesile olur. Öylesi bir vavelya kopartır ki yüreklerde, nasıl bu kadar yaşanmış hazinliklerden hala gram ders almamak konusunda, yıllar öncesinden boynumuzda asılı kalmış kılıçtan keskin hale getirilmiş askeri vesayetin, darbelerin, çeteciliğin, adam sendeciliğin, türlü çeşit tanımlandırmalar altında kendilerini gizleme yolunu tercih eden demokrasi düşmanlığının ne ve hangi amaçlar doğrultusunda aynı yollarda kesişebildiğini okumamıza imkan sağlayan düzenlemeler karşımıza çıkar. An gelir dehşet kelimesinin ne kadar dolu dolu öz yaşamı kapsayabileceğine dair anlamlar çıkartılır. Hissedilir, hissettirilir.
Ötekileştirilen bu satıhda söz sahibi oldurulmayıp, kendini anlatma yolunu tercih etse de hala bu kadar kinin, düşmanlığın varlığını sürdürüyor olmasına şaşırsa bile aslolanın 'insan' olduğu gerçeğini zihninden mümkün mertebe uzaklaştırmayandır. Koca koca adamların afilli cümlelerinde saklı duran ırkçılık dolu tenkitlerine göğüs germesi ön tanımlı olarak belleğinde yer edinendir. Şifaen de olsa bir şeylere tenezzül edip bu sözler yanlıştır, ifadelendirmeye çalıştıklarınız hedef göstermektir, dediğiniz dediktir demeye çalışsa da sesleri sessizliğin içerisinde duyulamayacak olandır. Yankılansa da birkaç tümcenin sağlayabileceğinden çok daha fazlasının zemini çoktan hazır olduğundan arada kaynayp gidendir. Ne birisidir ne diğeri, sadece insandır. İnsansı olana verilmesi gerekli olan asgari saygıyı talep etmektedir. Az veya çok bir şekilde kesif kokuların kapsamını arttırmasının, yeni düşmanlıkların tohumlarının atılmaya çalışıldığı linç günlerinde sağduyunun hepimiz için elzem olduğunu düşünendir. Kimliklerimizden önce, acılarımızın bizlerin hamurunu yoğurduğu ve ne olduğumuz nasıl insanlar olduğumuzdan önce bağlı bulunduğumuz etnik kimlik üzerinden önyargıların bina edildiği bir iklimde, derinin altına işlenmiş olanları temizleyebilmek ve biraz daha iyisine, sözü işitilir kılabilmek bu döngünün ayrışmaz bir yapıtaşıdır. Yıllardır olmayanların şimdi yeniden tarihte tekerrür ettirilmesine karşın sesi yükseltmek, anlam katmak, lincin bırakınız doğruya ulaşmayı ne kadar topyekûn zamandan gerisin geriye doğru gittiğimizi hatırlardan çıkarttırmadan cesurca sözler söyleyebilmeliyiz. İkrar etmeliyiz, gözleri amaya, dilleri lâla, zihni gördüğünü manalandıramamaya doğru evirmekte olan sürecin hiçbirimiz için en ufak bir faydasının bulunmayacağı gerçeğidir. Televizyon ekranlarındaki haber kuşaklarında yapılan yayınların ister önceden ayarlı, ister sonradan eklentilenmiş olsun bilgi kirliliklerini, olayların özü değil sadece hedef olanların kimler olduğunu zihinlere kazımaya çaba sarf eden birer gösterim olduğunu anlamlandırmalıyız.
Saptırılanların duyarlılıklar ile ölçülemeyecek kadar şirazesinden çıkarttıranların ekmeklerine yağ sürdürdüğünü belirginleştirmeliyiz. Dört cephesinde, her bir yönde düşmanlarımızla yıllardır süregelen paylaşamadıklarımızın ne olduğunu tam anlamalandırma şansını yakalayamadan! bir kere daha bu ülkenin damarlarına karışmış olan aidiyetlerin, alt kimliklerin vesair yaşamların bağlılıklarını ölçmeye çalışmak, destek veriyorsa bu linci bizdendir, değilse de öteki, düşmandır kolaycılığına sarınılmasına karşıt çıkmaktır. Fikri münazaralardan sopa, taş veya ateşlilerin sahneyi kapladığı, kimsenin ne dediğinin değil gözü perdeleyen savaş daha fazla savaş dilemekte olan tanrıların kakafonisine teslimiyetin gerçekçilliği karşısında düşünceleri yoluna koymacaksak ne zaman harekete geçebileceğiz? Anlamazlıktan gelmeye, hayatı toz pembe yaşamaya dört tarafı kapatılıp, izole edilmiş sessizleştirilmiş modern inlerimizde kalmaya devam mı edeceğiz? Neredeyse uçurumun ucuna kadar ilerlemişken, tam o yardan aşşağısında bizleri bekleyen karanlığın yüzünü görmeye bu kadar da fazla yaklaşmışken yeni acıların aktörleri mi olacağız? Yoksa sulhun hissedilir kılınacağı, argümanları paylamak, azar işittirmek için değil mümkün olanın en azamisini sağlayabilmek için çabalanmak ve bu uğurda bir şeyler yapabilmeye çalışmak mı evladır? Bütün notlarımızda olduğu gibi karar bu sayfaları okumakta olan sizlerindir. Ötekileştirilenlerin gün gelir de bizler olabileceğimiz saptmasını hatırlardan mümkün mertebe uzaklaştırmadan, şiddetin doğal karşılandığı faşizm ikliminden kurtulabilmek olurun tesisi için kalemle, sözle, gözlemle, eylemle beraber bütünleşik bir biçimde sağlanabileceği gerçeğinin uzaklarına düşmeden yol kat edilmelidir. Sosyolojik tahillerdeki yetkin gözlemleriyle beraber var olan şablonun dışını arşınlamaya, düşündürücü örnekleri paylaşmaya, irdelemeye çalıştığı konularda derin bilgilerini okuyucu ile paylaşmaya devam eden Tanıl Bora'ya sözü bırakalım. Birikim Dergisinin 249. sayısında yayınlanmış olan 'Linç Açılımı' başlıklı makalesi bu kısa notumuzun tamamlayıcısı bir öğe olarak sizlerle paylaşalım:
DTP’nin kapatılmasını protestoya dönük, doğrusu hepsi pek de ‘barışçıl’ olmayan gösteriler, yine, yeni bir linç dalgasını harekete geçirdi.
Öncesinde de Bayramiç’te[1] “Bayramiç Kürtlere mezar olacak” sloganı atan kalabalık Kürtlerin yaşadığı mahalleye yürümüş, İzmir’de DTP konvoyuna taşlı saldırı düzenlenmişti. İstanbul-Tarlabaşı’nda Roman mahallesinde “öfkeli vatandaşlar” göstericilerin üzerine satırlarla, tabancalarla yürüdüler. Silah kullananlardan birisi, “birilerinin” kendisini parayla bu işe teşvik ettiğini söyledi, ama belli ki birçokları da can-ı gönülden katılmıştı linç sürüsüne. Muş-Bulanık’ta beteri oldu, bir esnaf kalaşnikofla ateş açarak iki insanı öldürdü. Sonra, esnafın sadece esnaf olmayıp, devlet tarafından silahlandırılmış gönüllü koruculardan biri olduğu öğrenildi. 23 bin kişilik bu korucu kuvvetinin ‘resmî’ silahları hâlâ kendilerindeydi.
Türkiye’nin linç açılımı devam ediyor.
MHP, “millet ayağa kalkarsa” tehdidi ile linç ruhunu okşuyor. Devlet Bahçeli’nin tehditkâr dili, yerel hatiplerin içinde bol “köpek” ve “ölüm” geçen nutuklarıyla revnaklanıyor. MHP, Kürt Açılımının başından beri, bir iç savaş (ve linç) potansiyelini elinin altında bulundurduğunu izhar etmekte. Bu strateji, milliyetçi tabanın gönlünü hoş ederken, devlet ve elitler katında da “sokağa dökülebilirler ama dökülmüyorlar” ödülünü bir defa daha almaya yarıyor. MHP’nin ana meşruiyet kaynağı, dozunda tutulmuş bu iç savaş tehdidi değil mi? Lâkin, gayrı nizamî harp aygıtının müdahaleleri, yerel inisiyatifler ve basitçe taban dinamiği, o dozun ayarlanmasını müşkül kılabilir.
MHP’yi başaktör gibi düşünmemeli zaten. Millî öfkeyi kabartıp karar ve icra için bir merci-i taklit mertebesine getirme siyaseti, millî güvenlik aygıtının ve ideolojisinin sabitesi olarak duruyor. MHP ve CHP’nin çizgisini tamamen belirleyen bu anti-politik tavrın, AKP’de de mümessilleri yok değil.
LİNÇ VE ŞİDDET SARMALI
Linç eylemleri, eksik adaleti, eksik güvenliği, eksik polis önlemini ikame etmek üzere devreye giren bir doğal âfet gibi izah edilir; sokaktaki adam tarafından ve sokaktaki adam hakkında ahkâm kesen adamlar tarafından öyle algılanır büyük çoğunlukla. Kürt Açılımı konjonktüründe, “eşkıyaya haddini bildirme iradesindeki” eksiği ikame etmek üzere, aynen öyle anlamlandırılıyor. Böylece, ‘nizamî’ şiddeti meşrulaştıran bir yığınak oluşturuyor.
Korkunç ihtimal, vicdan sahibi herkesin söylediği gibi, bir sıkıyönetime veya formel bir olağanüstü hale varma/vardırılma tehlikesinden bağımsız olarak, bizzat halihazır olağanüstü hal ortamının bir çatışma ve şiddet sarmalını tetiklemesidir. Olağanüstü haller/istisna halleri, -tekrarlayalım, sadece formel rejimler değil, linçin uç noktasını teşkil ettiği fiilî olağanüstü haller de-, şiddetin çeşitlenmesine ve yayılmasına zemin oluştururlar. Norm ve meşruiyet algıları, kolayca bulanıklaşır. Linççiler okşanarak yatıştırılırken linçe uğrayanın “tahrikçi” sayılıp tutuklanması, (bazen de “koruma amaçlı”) gözaltına alınması, bu bulanmanın standart neticelerindendir, malûm. Kimi MHP-ötesi milliyetçi yayın organlarındaki gibi Kürt protestocuların linççi olarak tasvir edilip onları linçe kalkışanların meşru müdafaa haklarını kullandıklarının söylenmesi, aynı bulandırmanın bir üst aşamasıdır. PKK’nın güç gösterisinin eşyaya karşı şiddetten öte sivilleri tehdit eder hale gelebilmesi, hele basbayağı linççi mecralara dökülebilmesi (Hakkâri’de bir polisi linçten DTP yerel yöneticilerinin kurtarması, basına yansıyan örnek), bu bulandırmaya cephane sağlamanın ötesinde, elbette bizzat vahimdir. Linçi mağduriyete, mütekabiliyete ve son kertedeki haklılığa atıfla hoşgörmek, sadece toplam medeniyet erozyonuna katkıda bulunmaya yarar.
LİNÇ RUHU
Muş-Bulanık’taki korkunç olay üzerine internetteki bir haber sitesine yazılan kısa yorumlara baktığınız zaman, medeniyet kaybını ve linç ruhunun yaygınlığını görürsünüz. Olay günü yayıma konan beş yüze yakın kısa yorumun yarısından fazlası, (internet sitesinin beyanına bakarsak hakaret, küfür, aşağılama vb. ifadeler içeren mesajlar ayıklanmıştır!), cinayete alkış tutmaktadır. Henüz sadece esnaf olarak bilinen kalaşnikoflu esnaf onlarca kişi tarafından ellerinden, alnından öpülmekte, “helâl olsun” “kurban olayım” diye kucaklanmaktadır. Birkaç kişi, ölü sayısı ikide kaldığı için üzüntüsünü bildirmektedir. Birçokları, “Polisin yapamadığını yapmış”, “devletin yapamadığını bu adam yaptı” fikrindedir.
Kalaşnikoflu korucu-esnafın gerçek (yani sadık) Kürdü temsil ettiğini söyleyerek (kimileri ise Arap –iyi Arap- olarak kaydetmektedir), sözde-Kürtlerin (ki bunların aslen Ermeni ve/veya Yahudi olduğunu yazanlar da vardır) katlini vacip sayanlar, önemli bir grup oluşturmaktadır. Ayrıca “Tahriklere kapılmayalım, oyuna gelmeyelim” mesajı veren azınlık içinde de rastlarız Ermeni izi arayanlara. Misal (orijinal yazımıyla): “bu ermenilerin oyununa gelmeyin kardeslerim kürt türk bu ermeniler yildirip göce zorlamak istiyorlar”.
Dikkate değer bir nokta, kalaşnikoflu esnafı “malını korumaya çalışan vatandaş” sıfatıyla tanımlama eğiliminin yaygınlığıdır. Adam, çok sayıda mesajda, malını/ekmek teknesini/işyerini/ekmek yediği dükkânı korumaya çalışıyor olması ile haklılaştırılmaktadır. Millî beka kaygısının mal-mülk ve maişet kaygısıyla bütünleşmesi ve linç ruhunun orta sınıflardaki taban dinamiği hakkında, bir işaret.
Hakaret, küfür, aşağılama “ve benzerleri”nden gûyâ arındırılmış bu caniyâne nefret söylemindeki linç ruhu, ne derece ‘sahici’ temayülleri yansıtır? Sessiz çoğunluğu, ortak duyuyu temsil oranı nedir? Bunları tartışabiliriz. Bu kadarına vicdanı elvermeyenler, bu manzaralardan hoşlanmayanlar, şükür, çoğunluğu oluşturuyorlar. Tartışmaya hacet olmayan şey, bu dilin linçi meşrulaştırdığı, normalleştirdiğidir. Medyanın bilhassa politik olmayan linç haberlerini veriş tarzındaki pornografik-dikizci tavrın da bu normalleştirmeye katkıda bulunduğunu eklemeliyiz. 23 Kasım tarihli Hürriyet’in bir 3. sayfa haberi, örneğin: Mersin’de kalabalığın yakaladığı kapkaççıya “meydan dayağı” atması, bir işyerinin güvenlik kamerası tarafından kaydedilmişti ve gazete, en yeni teknolojiden yararlanarak, okurlarına bu linç sahnesini seyyar ekranlarına indirme fırsatı sunuyordu, şu anonsla “Linç videosu için tiktaglayın”.
CİHANDA LİNÇ
Üçüncü sayfalıkların yanı sıra başka ülkelerdeki linç haberlerinin de medyada sakınmasızca, pornografik-dikizci bir iştahla sunulması eğilimi, gayet belirgindir. Bulanık’taki olayın ertesi günü, Guatemala’daki bir linç olayı, hemen bütün gazetelerin internet sayfalarında davetkâr “fotoğraflar için tıklayın” çağrılarıyla sunuldu.
Yaklaşık bir buçuk yıl önce Birikim’de Türkiye’nin linç rejimini Nazi Almanyası’yla karşılaştırmıştık. Mukayeseli linç etüdlerine devam edelim.
Önce şu Guatemala örneğine bakalım. 16 Aralık’taki olayda, bindiği otobüste silahlı soygunla suçlanan genç bir kadın, elbiseleri yırtılıp çırılçıplak bırakıldıktan sonra gaz dökülerek yakılmaya çalışılmış, son anda yetişen polis tarafından kurtarılmıştı. Guatemala’da sadece bu yıl 219 kişinin linç saldırısına uğradığı, bunlardan 45’inin öldüğü bildiriliyordu.
Guatemala’da linçin bir “millî spor” haline gelmesi, uzun yıllardır insan hakları örgütlerinin gündeminde olan bir mesele. Kaynağında, orduyla gerillalar arasında yıllar süren savaşın arkasında bıraktığı çürüme var. 1991’de gerillalarla hükümet arasında barış anlaşması yapılmasından sonra, kırsal bölgelerde ordu tarafından örgütlenen kontrgerilla dağıtıldı. Bunun yerine uluslararası müşavere ve malî destekle bir polis gücü oluşturuldu. Ancak asayiş işlerinin esas sahibi olarak kendini gören ordu ve onun etkisindeki hükümetler, polis örgütlenmesini o kadar önemsemediler. Polis etkisiz, mahkemeler de hem büyükçe yerleşim yerleriyle sınırlı hem yozlaşmış olunca, aşağıdan yukarıya olağanüstü hal denen dinamik gelişti. 1991’den sonraki on yılda 421 linç vakası kaydedilmişti[2]. Hırsızlık veya cinayet zanlıları doğrudan linçe maruz kalıyor. Linç tehdidi yerel siyaset aracı olarak da işliyor. Hoşnut olunmayan belediye başkanının istifasını veya sevilmeyen polis memurunun tayin edilmesini sağlamak için, linç kalabalıkları toplanıyor. Mahkemelerin basıldığı da oluyor.
Bazı yorumcular linçin normalleşmesini, özellikle Kızılderili halkın yaşadığı bölgelerde, iktidar boşluğu nedeniyle geleneksel hukukun (“töre”) etkinleşmesine bağlıyorlar. “Töre” mitosu, bir saptırma. Zira Kızılderili töresi gerçi tabii modern yargı ve hapis cezasına itibar etmiyor, ama benimsediği ‘otantik’ yöntem suçlunun/zanlının linç edilmesi değil. Törede en büyük öncelik: barışmayı sağlamak. Dolayısıyla genel ilke, suçluyu/faili, ölenin yakınlarının veya zarar görenin ihtiyaçlarını karşılamaya zorlamak. Guatemala’nın toplumsal-politik yapısını bilenler, uzun süren iç savaşın başka birçok şey gibi töreyi de tarumar ettiğine dikkat çekiyorlar. Linç, töreden değil savaş ve askerlik deneyiminden öğrenilmiş bir şey. Nitekim uluslararası insan hakları örgütleri, linç olaylarında başı çekenlerin ve kışkırtıcıların, çoğunlukla savaşı yaşamış veya kontrgerillada ‘çalışmış’ kişiler olduğunu saptıyorlar. Özellikle ordunun ve kontrgerillanın halkı yıllarca terörize ettiği bölgelerde, insanların boğazlarında, midelerinde düğüm olmuş şiddet birikimi, bir kıvılcımla patlıyor. Gayrı nizamî iç harbin iyice düşürdüğü şiddet eşiği, linçlere yol veriyor. Boğaz, mide deyince, elbette, derinleşen yoksulluğun büyüttüğü çaresizliği de unutmadan.
Türkiye’yle mukayese edin, farkları ve benzerlikleri bulun.
Bir mukayese de İsrail’den ve Filistin’den. Batı Şeria’da bir linç rutini var: Kendini İsrail’in vaat edilmiş toprağını temellük etmeye adamış militan yerleşimciler, Filistinli Arap köylüleri yıldırmak için sistemli olarak zor kullanıyorlar; dövüyorlar, ateş açıyorlar (ilke olarak belden aşağısına). Filistinlilerle dayanışmak için bölgeye gelen İsrailli barış eylemcileri de bu saldırılardan nasibini alıyor. Polisler, hem zaten pek gönüllü olmadıkları için, hem de basbayağı bir paramiliter güç oluşturan yerleşimcilerden çekindikleri için, bu olayların peşine düşmüyorlar. Ayrıca, bu bölgede ve genelde sınır boylarında görevlendirilen polisler Rusya ve Etiyopya göçmeni ‘oryantal’ Yahudiler; ve bunlar Yahudi milliyetçiliğinin hiyerarşisinde en altlarda olduklarından kendilerini yerleşimcilere karşı ezik hissediyor, bunun acısını Araplardan çıkarmaya da yatkın oluyorlar. İsrailli insan hakları örgütü Yesh Din’in (Türkçesi: Hukuk Var) 2002-2005 dönemini kapsayan araştırmasına göre, gündelikleşen bu saldırıların yalnızca 392’si şikâyet konusu yapılmış, yalnızca 11 dava açılmış ve yalnızca 4 saldırgan ceza almış.[3] Yerleşimciler bu ender davalarda kendilerini gayet hükümran bir tutumla, “biz burada barış ve huzurun temini için devlete ve orduya yardımcı oluyoruz” diyerek savunuyorlar.
Yine: Türkiye’yle farkları ve benzerlikleri düşünün.
Genel ve evrensel bir teorik sonuç çıkartacak olursak… Modern ulus-devletin meşhur şiddet tekeli, hiçbir zaman mutlak bir tekel olmadı. Devletin şiddet tekelini bir iktidar kanıtı olarak gösterdiği yukarıdan aşağıya olağanüstü hal rejimleri, aşağıdan yukarıya olağanüstü hal rejimleriyle tamamlanır (linçin bunun bir uç noktası olduğunu söyledik), onla işbölümü yapar (kriz idaresi olarak linç rejimi dediğim tatbikat) - veya kimi zaman da çarpışır, onun ihlâline uğrar.
Polisin açıkça linççi gibi davranması da, geçen ayın işçi eylemlerinde tekrar gördüğümüz gibi, nizamî şiddet tekeli ile ‘gayrınizamî olağanüstü şiddet’ arasındaki geçişliliğin bir belirtisi değil mi?
Genel, evrensel bir ahlâkî ve politik sonuç çıkartacak olursak, linçin tek karşılığı var: Barbarlık.
[1] Bu kısa yazı, Türkiye’nin Linç Rejimi broşüründe (Birikim, 2009) toplanan makalelerin izlerini sürdürüyor.
[2] “Guatemala leidet unter der Lynchjustiz”, Neue Zürcher Zeitung, 2 Aralık 2002.
[3] Gadi Algazi, “Sperrzonen und Grenzfälle”, Staats-Gewalt: Ausnahmezustand und Sicherheitsregimes, derl. A. Lüdtke-M. Wildt, Wallstein Verlag, Göttingen 2008, s. 309-346.
Çözümleyebilmenin giderek daha da zorlaştığı gündemin yoğunluğunda satır aralarında kalmış bir vecizden! hareketle notumuza devam edelim: ‘Siz aynada hiç kendinize baktınız mı?’ Söylemlerin belirli açılardan eleştirellik barındırması gerekmektedir. Yadsınan bu girift durumlarda gereksinim duyulan çıkarımların peşisıra yapılabilmesi için. Sözü pekiştirebilmek için. Anlamak için. Seçimleri bireylerin kendi başlarına yapamadıkları durumlarda belki sorunun yanıtına en kestirmeden ulaşmak için kullanılan eleştirelllik, nedense insanların aidiyetleri söz konusu olduğunda önemsenmez. Varsın olsun birilerinin canları yansın, varsın artık işitmekten gına gelen tenkitlerle beraber örülen korkularla dört duvar arasında daha çok sıkıştırılsın. Varsın karşımızdakinin insan olduğu gerçeğini daim olduğu üzere bir noktadan, belirli bir seviyeden sonra akıldan çıkarttırılsın. Hatta bu detayı! komple unutma yolunu tercih edelim. Varsın insanları yine evlerinden, barklarından, aşlarından, yollarından alıkoymaktan imtina etmeyelim, önlerine aşamayacaklarını bile bile yeni engellemeler çıkartalım. Tehcir neymiş 2009 yılında uygulaması nasıl olurmuş bilinçsizce izleyelim. İzhat olarak hizlamanın, sorunları halledebilmenin karşılığında, vur deyip öldürmenin önünü açalım. Ha bir de utanmazlıktan gelmeye devam ederek karşımızdakini önce aynaya bakması konusunda tasviyelerde bulunalım. Mülki amir olarak dirlik sağlaması gerekenlerin dahil böylesi bir seçeneği akıllarının bir köşesinde tutmaları, zamanı ve yeri geldiğinde çekinmeden kullanmaları düşündürücüdür. Hem de çok yüksek perdelerden, bangır bangır, acı, elem dolu yüklerle düşündürücü, akıl tutulmasına yolu açan cinsten. İdrak etmekten bu kadar uzak, ötekileştirmeye bu kadar heveskâr olmaya devam ettiğimiz müddetçe nasıl biz kendi benliğimizi dağıtmadan, nasıl bu ülke dirliğini tarumar etmeden muhafaza edebilecektir. Yoksa varsınların yanlarına birer tane de ama ve fakat dahil ederek, tereyağından kıl çekilir gibi kendimizi soyutlamayı mı düşünmeliyiz? Tıpkı pek çoklarının bırakın bu kadar ayrıştırmayı, kindarlığı, emek düşmanlığını, hak tanımamazlığı, siyasi zeminden insanların ellerinin çektirilmesi, düşüncesini açıklamaması için gözdağı verilmesini, ötekisi hanesine her yeni gün bir tane daha eklemlenip çoğaltılan bu kirlenmiş hallerden bir haber olmayı mı tercih etmeliyiz? Elbirliğiyle sessizliğimizde boğulmaya sonuna kadar devam mı? Deuss Ex Machina’nın Pazartesi akşamı canlı olarak yayınlanan 282. bölümünde bu keşmekeşlikten yola çıkarak müzikal yansılar arasında bir dinlencelik gerçekleştirdik. Bir saat kısa bir süre olmasına karşın mümkün mertebe ses ile beraber buralarda derlemeye çalıştıklarımızı birbirlerine ilintilemeye çalıştık. Makul olarak sunulan ile aslolanın ne kadar birbirlerinden ayrı konumlandırıldığını gözlemleyebilme imkanı yakaladık. Müzik bu daraltımı bol, sessizliğin çok olduğu satıhda belki ihtiyaçımız olandır. Veya lazımgelenlerin derlenebileceği, kelimelere dökülebileceği bir ara eşiktir. Bir vavelyadan çok birbiri arasında bağlar barındıran yapılandırmalar durağanlaştırılıp, tektipleştirtilmiş bakışımların dışında neler var ve neler oldurulabilir sorularına aranan yanıtlara belki bir ölçekte yardımcı olabilecektir umudunu her daim olduğu üzere pekiştirmeye gayret göstererek. Dania Shapes olarak başladığı müzik kariyerinden, 2009 yılının başat kayıtlarından birisi olan Rifts albümü / derlemesinin altında imzası bulunan Daniel Lopatin’in Oneohtrix Point Never projesini bu “sessizlik” sarmalından bir adım ötesine ulaşabilmek konusundaki yetkinliğiyle sizlerin takdirlerine sunuyoruz.Kaset bir obje ve taşıyıcı olarak müziğin plaktan sonra en çok yakıştığı, dinleyici için keşif hanesini doludizgin genişletebileceği bir arabirimdir. Banta yüklenmiş olan sesleri doğal akışında takip etmeye, birkaç dinleyişin hemen ardından bile hala işitilemedik sesleri duyumsayabilmeye, en dip sesin yanında müziğin bütün tonlamalarını hissetmek için yetkinliğiyle zamane şartlarına göre nispeten daha nadir bulunsa da halen ulaşılabilecek özgün bir sunum biçimidir. Dijital ses sıkıştırma tekniğiyle elde edilen mp3’lerin yanında, tüm teferruatlarıyla müziği hissedebileceğiniz bir ortamdır aynı zamanda. Müzik tüketiminin görece aylardan, haftalara oradan da saatlere bölündüğü müzik dinleyicisi tüketicisi olarak durmaksızın öğütenlerin dışında kalabilenler, müziğe farklı anlamlar yükleyebilenler için hala yararlanabilecekleri, ellerinin altında bulundurabilecekleri yetkin bir mecradır. Keşfetmeye başladıkça eskiden aşina olunan seslerle yeni, yetkin önermelerin birbirlerine buluşturulduğu kurgular kulaklarımıza ulaştırılır. Herşeyden önce tamamıyla üreticinin kendi insiyatifi doğrultusunda ister 30 dakikalık, ister 46 veya 60 ya da 90 dk. gibi birbirilerinden farklı sürelerde kayıtların tek hamlede paylaşımını kolaylaştıran bir toparlayıcıdır. Bütünleştiricidir. Onun içindir ki, kendin üret kendin paylaş felsefesine haiz olan ve bu geleneği hala devam ettirmeye amaç edinmiş punk, hardcore, doom metal gibi rock temelleri üzerinden yola çıkmış kurguları veyahutta Deuss Ex Machina’da sıklıkla yer vermeye çabaladığımız elektronik seslerin enginliğinde ortam müziğinden gürültü hüzmesinin eşiklerine kavuşmasına ev sahipliği yapan çeşitli üretimlerle ve prodüktörlerin kaset olarak yayınlanmış kayıtlarını dinlencelik listelerinize ekleyebilirsiniz. Daniel Lopatin’in 2003 yılından itibaren deyim uygunsa yavaş yavaş, sindire sindire derleyip toparladığı kurgulamalarının ana çatısını oluşturan Oneohtrix Point Never projesi kaset kültüründen feyzler barındırarak analog ile dijital arasındaki yeni vurgulamaları belirginleştirir. Al Di Meola, Chick Corea ve Stanley Clarke gibi caz standartlarının yetkin isimlerinin yer aldığı “Return To Forever” ve bir başka önemli müzikal seyahatnamenin mihmandarları olmuş “The Mahavishnu Orchestra” gibi 70’li senelerin füzyon gruplarının kaset kayıtlarını babasının arşivinde dinlemesiyle, synthesizer ve psychedelic bağlaçlı müzik akımlarının doğrultusunda başkaca hiçbir eklentiye ihtiyaç duyulmadan dinlenebilecek parçalar kaydetmeyi zihninin bir köşesine kaydeder Lopatin. Kolej eğitimi sırasında Kraftwerk’ün Computer World ve Manuel Gottsching’in E2 – E4’u gibi Krautrock ve Berlin Ekolü üzerinde şekillendirilmiş olan müzikal yapıların dinleyicisi / takipçisi olur. WZBC 90.3 radyosunda yayınlanan Rare Frequency programının ağ sitesinde yer alan açıklamalarından alıntıladığımız bu müzikal yönelimlerden hareketle kotarılan ama asla bir “nostalji” unsuru olmak için türetilmeyen, bilakis muhteviyatına eklenmiş olan her türlü ses cambazlığı ile beraber kakafonik imgelerden, dingin ortam müziklerine uzanan bir bileşenler harmanını kulaklara misafir eden yapılandırmalar dizisi bina edilir Oneohtrix Point Never’da Daniel Lopatin tarafından. Keza babası 1960’lı yılların Rus ‘undeground’ sahnesinde The Flying Dutchmen projesinin üyesi olarak yer alması müzikal bağın seceresinde ailesinden de edinimler sahibi olduğunu belirginleştirecektir. Geçtiğimiz yıl başta The Wire olmak üzere pek çok müzik yayını tarafından el üstünde tutulan sanatçı, kısa aralıklar ile yayınlamış olduğu toplamda 16 kayıtlık külliyatla beraber girizgahtan bu yana sunmaya çalıştığımız kaset kültüründen, müziğin tıpkı bir seyyahlık gibi bant içinde keşfedilmesine imkan sağlayan kolajlar ortaya çıkartır. Jim O’Rourke, Pita, Consumer Electronics, Prurient, Noveller vd. gibi nevi şahıslarına münhasır müzisyenlere evsahipliği yapan New York’lu No Fun Productions etiketinden yayınlanmış olan Rifts albümü 2007 ile 2009 arasında yayınlanmış olan üç önemli kaydı bir arada sunar. Ses dehlizleri arasında makul önermelerin, kendi doğal hallerinde bırakılmış olan kesişimler ve bütün bunların tamamlayıcısı olan pop müziğinden, hip-hop nağmelerine uzanan genişçe bir çerçeve dahilinden birbirilerine iliştirilen sesler ortaya çıkartılır.Synthesizer’dan türetilebilecek hemen hemen tüm sesler Oneohtrix Point Never’ın müzikal bel kemiğini oluşturur. 2007 yılında Deception Island etiketinden, 100 adet olarak yayınlanmış olan Betrayed In The Octagon çalışması Rifts derlemesinde de dinleyeceğimiz ilk kısmı oluşturur. Bilim kurgu hikayesinin kare kare seslendirilmesi gibi kademe kademe geliştirilen, katmanlar arasında müzikal geçişlerle beraber sentetik ile organik enstrümantal bağlar kurulmaya çaba sarf edilen bir kurgu ortaya çıkartılır. İlk elden vurgularını epeyce uzun bir zaman aralığında sanatçının dinlediği füzyon gruplarının ve krautrock geleneğinin devamlılığı üzerinden şekillendirilmiş olsa da bağlaçlarıyla ve parçaların birbirlerine iliştirildiği ara kesitlerinde endüstriyel tını hüzmelerine kulak kabartma imkanına sahip olunur. Çalışmanın zihinlerde oluşturduğu ve birbirinden ayrıştırılmaz görselliğinin kulaklarda yer edineceği ilk parça Woe Is The Transgression parçası olur. Albüm katmanlarının ağır ağır açılmaya başladığı bir enstrümantal giriş gerçekleştirilir. Behind The Bank, BBC Radiophonic Workshops’a yakınduran minimalist ortam müziğinin synthesizer ile yeniden yorumlandığında nasıl bir sonuç ortaya çıkartılır yanıtını barındıran bir kurgulama meydana getirilir. Drone vuruşlarının, gürültü katmanlarını ortaya çıkarttığı, tıpkı bir boşluğun içerisinde yankılanan anlık melodilerin bir yönden diğerine giderek geri geldiği bir yankılanmanın canlandırıldığı Eyeballs, Kraftwerk’in Krautrock’u ile Boards Of Canada gibi elektronikanın düş müziğinin birbirlerine hemhal ettirildiği Betrayed In The Octagon içeriğindeki seslerle beraber albümün genelinde ortaya çıkartmış olduğu sinematografik yansıyı son derece kararında detaylar ile dinleyicilere sunmayı başarır. Woe Is The Transaggresion II parçası ise kaydın doruk noktası olarak adlandırabiliriz. Bu bilim kurgusal maceranın evreleri arasındaki eksik parçaların bulunabileceği, drone kesişimlerin, synthesizer’dan yayılan döngülerin melodramatik hüzmeleri ortaya çıkarttığı 10 dakikalık epik bir kurgudur. Sentetik seslerin ağıdını, Roedelius gibi modern müziğin mihenk taşlarının kayıtlarının paralelinde bir ses deryasını ihtiva eden Parallel Mind Overture ile enstrümantal yapının son kesidini oluşturan Weird Times Docking This Orb’a ulaşırız. Kelimenin tam anlamıyla biriktirdiği seslerle aynı alan etrafında dolaşmaktan özenle uzak durmaya çalışan Daniel Lopatin’in mecazi filminin önemli anları bu son parçada dinleyicinin zihninde yeni sayfaların açılmasına vesile teşkil eder. Nitelikli yorumlar bir noktadan sonra dinlenilmekte olan seslerin canlandırılabilmesine imkan sağlayabilecek kadar donanımlı bileşkeler haline dönüştürülür Oneohtrix Point Never’ın dizininde. Bu ‘debut’ çalışmanın hemen akabinde Gneiss Things etiketiyle yayınlanan A Pact Between Strangers kısa çaları Juno 60 synhtesizer’ı ile ortaya çıkartılan atmosferik ortam müziğinin yorumları üzerinde ilerleyen kurgusu dahilinde farklı ses yüzeylerini birleştirilmesine devam edilir. Yıllardır varedilmiş olanın üzerine ilintilenen her bir yorumlama aynı zamanda geleceğin akademik elektronik müziğinin de alabileceği yolu anlamlandırabilmeye imkan sağlayan önemde örneklemeyi teşkil eder. Nispeten sınırlı sayıda basılmasına karşın yıllardır takip edilmekte olan Machinefabriek, Ilyas Ahmed, Grouper, Emeralds, Oak gibi karakteri olan müzikal akışlar imal eden ses üreticilerinin bakışımına benzer öğelerle paralellikler barındıran, somut yapılar Oneohtrix Point Never’ın müziğini daha hakikatli bir şekilde anlamlandıracaktır.Christelle Gualdi’nin tasarladığı geçmişe selam duran karton jaketiyle, New York’lu avant-garde elektronik sesler yuvası Arbor’dan yayınlanmış olan Zones Without People, Rifts’in birinci diskinin ikinci kısmını oluşturur. Bu kayıt aynı zamanda Betrayed In The Octagon’un da devamlılığı olarak ele alınabilecek kompozisyonları içerir. Seslerin daha karaşınlık yüklemesine tabii tutulduğu, nispeten 50’lerin ilk elektronik müzik denemelerine zemin teşkil etmiş olan devasa bilgisayarların devreleri arasında dolaşıma çıkılmış bir serbest güzelleme çalışması ortaya çıkartılır. Derinlik kazandırılmış sonik ses kümeleri, birbirileri ardına iliştirilmiş synthesizer sesleri ve pedallarla kotarılmış olan buhran kıyıcı titreşimlerle beraber gecenin sessizliğini parçalarcasına manzumeler dinleyene sunulur. Basitçe tertip edilmiş olan kurgu düzenekleri dahilinde neredeyse milimetrik saniye farkları ile dizilmiş, derlenmiş, iliştirilmiş ses kesitleri bu yarı deneysel, yarı belgesel kaydı daha dikkatli bir dinlencelik ile irdeleme gereğini karşımıza çıkartır. Computer Vision bu bağlamda ilk kaydın sonuna bıraktığımız seyyahlığın devamlılığını sağlayan technoesk bir ses enstalasyonu albümün açılışını gerçekleştirir. Psychedelia’nın zuhur eylediği tüm çalışmanın meramını da birebir örneklemelerle duyumsatan Format & Journey North dingin ortam müziği sularından başlayan ses serüveninin finale doğru nasıl adım adım hararet kazandırılabileceğini irdeleyen bir yapıya ev sahipliği yapar. Özellikle son dönemeçte yer edinen gürültü kesitlerinin bu sessizlik çemberinin içini dışına çıkartan düşünsel bir evreyi taltif ettiğini belirtmeliyiz. Learning Control To Myself ismi ile müsemma bir biçimde synthesizer dalgalarının arasında kişisel bir temizlik, arınma anını simgeleştirir. Zaten zor olan şartlandırılmışlıkların, anlamsız bir biçimde yergilerin giderek anlayışı saf dışı bıraktırdığı zamane dünyasına dair nitelikli, ders alınası bir gözlemler tamlamasıdır. Kısa süresine karşın Disconnecting Entirely netameli yoğunluklarla bir elektronik ağıdı oluşturur. Yetkin ve deneyimli bir sinematografik yansıdır da keza. Hiddetli gürültü döngülerinin drone ambient çağlamasına dönüştürüldüğü, albümün doruk noktası olarak rahatlıkla söyleyebileceğimiz Emil Cioran nükteli, sert ve tavizsiz gürültü senfonilerine aşina olanları tatmin edecek nitelikte yetkin bir parça olmayı başarır. Zones Without People’ın kapanışında da istisnasız bir biçimde ilerleyen dönemlerde yayınlanacak olan çalışmalara dair esler barındıran, mekanik makine müziğinden giderek daha da organik ses alaşımlarına meyil edileceğinin habericisi olarak konumlandırılmış Hyperdawn ile kayıt ve aynı zamanda da Rifts derlemesinin ilk kısmı tamamlanır.The Wire dergisinin Aralık 2009 sayısında David Keenan tarafından kaleme alınan makalede Oneohtrix Point Never’ın müziğini tanımlandırmak için ortaya attığı hypnagogic pop’un karşılığını bulduğu Russian Minds kaydı ile Rifts’in ikinci diski açılır. Elektronik sekanslar arasında sinematik ses işçiliğinin, duygu yoğunluğu ağır basan melodramatik yansıların vücut bulduğu belki de sıklıkla atfetmekten sanatçının kendini alamadığı bilinmeyen uzayın derinlerinde seyyahlık eden astronotun son nefesini vermesinin canlı, muktedir örneklerine ev sahipliği yapmaktan olan bir kayıt karşımıza çıkartır. Emprovize akıllı dans müziğinin dingin sularda yol alan Months bu çıkarsamanın ilk halkası olarak kurguda yerini alır. Seslerin dönüşümleriyle beraber bir girdabı çağrıştırdığı drone ile synthesizer’ın aynı potada buluşturulduğu, somut bir resmin belirli noktaları arasında dolaşırcasına her anında farklı bir kavisin, dinleyici için yeni rotalar ortaya çıkarttığı güzelleme Physical Memory gibi öncül kayıtların yakınlarında dolaşan ama giderek kimliğini tanımlandırmaktan da geri durmak konusunda şüphe taşımayan bir yeni bakışıma kulak kabartılır. 2003 yılında kayıt altına aldığı ilk çalışması olan Grief and Repetition, caz vuruşlarının belirgin kılındığı, acının can yakıcılığını yeteri kadar kuvvetli bir şekilde irdeleyen, çarpmaktan geri kalmadığımız duvarlarımızı bir kere daha hatırlamamızı sağlatan bir hatırlatma notu işlevselliği taşır. Albümün isim parçası olan ve Deuss Ex Machina’da sizlerle paylaştığımız çoğul katmanlı döngülerin günyüzü bulduğu Russian Minds epey bir süre sonrasında anavatana dair özleyişin türküsü olarak da duyumsanabilecek bir yorumu kulaklara sunar. Drone, ambient, lowercase, emprovize ve bütünü kapsayan elektronika sınırları dahilinde değerlendirilebilecek, belki de Oneohtrix Point Never külliyatının en azami biçimde doyun ses tahlilini oluşturan Immanence ile kaydın rotası geride bırakılmış olan az sayıda basılmış ve çoğu tükenmiş olan kayıtlardan derlenmiş parçalara gedik açılır. Young Tapes etiketli Ruined Lives kaset çalışmasından Ships Without Meaning gitar gibi, synthesizer’ın da deneysel izleği canlı tutan müziklerde nasıl kullanılabileceğini ve yetkinliğinin daha da fazlalaştırılabileceğine dair gizli bir cevheri oluşturur. Transmat Memories ve Terminator Lake bu uzun soluklu müzikal seyyahlık içerisinde rotanın minimalist elektronik müziğine kırıldığı yönleri, aksak betimlemelerden dirayetli dans müziği formlarına kadar değişkenliklerle beraber takdim edilen iki örneğini oluşturur. Lapatin’in babasıyla beraber yolunun Ukrayna’da kesiştiği bir mizansen üzerinden, ses yelpazesini tanımlayan ambient-elektronika-folk-drone kurgumasalı olan Young Beidnahga’nın kapanış parçası I Know It's Taking Pictures From Another Plane (Inside Your Sun) ile Rifts derlemesinin sonuna ulaşırız. Son kertede Oneohtrix Point Never, rahat dinlenceliğin ötesinde, zihnini yormak isteyenler için yeterince kuvvetli önermelerini paylaşan bir müzikal detaylandırma projesi olarak yoluna devam eden bir proje. Daniel Lopatin çok farkına varılamamış seslerin izleriyle hem geçmişi hem de geleceği birbirine yakınlaştırmanın, aynı sözcükleri söylemeden farklı bir tonu yakalayabilmenin çabası içerisinde olan yeni nesil prodüktörlerden. Bu kadar karmaşanın yoğun olduğu haller toplamı içerisinde belki soluk alabileceğiniz ender bir biçimde zihinsel ferahlığı sağlayan Rifts derlemesine kulak kabartmanızı salık veririz.
...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam...İyi Haftalar...
Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Linç Açılımı – Tanıl BORA – Birikim Dergisi
Memleketimden Linç Manzaraları – Faruk ARHAN – Bianet
‘Çingen Devleti’ne Doğru: Çarçur Edilen Öfke – Ece TEMELKURAN – Milliyet
‘Ama’ Faşizmi – İçeriden Kumandan – Erkan GOLOĞLU – Radikal
Demokratik Açılıma Yurttaş Katkısı – Bianet
Dizi Dizi Paranoya! - Umur TALU – Habertürk
Metin Göktepe Gazeteciliği – Nazım ALPMAN – Birgün
Grev Güncesi - Sabah / ATV Emekçileri
Değerlendirilesi Güncel Makale ve Yazılar
Obama’nın Cilası Dökülürken – Korkut Boratav – Sol.org.tr
İslam Dünyasında 'Hıristiyanofobi' Yükseliyor – Başyazı – The Wall Street Journal / Radikal
Nişanyan’ın Kelimebaz’ına Ne Oldu? – Kaçakkova – Mutlak Töz
Hayde Asbezum – Uğur BİRYOL – Radikal 2
İtirazım Var - Dolphinished Monkey Business – Alter[ed] Native
Is Ethno-Techno Exploiting World Music? – Tony NAYLOR – The Guardian / Music
Thee Silver Mt. Zion İncelemesi – íí – 13Melek
20. Senesinde Warp Records – Murat ABBAS – Mabbas.net
2009; En İyi 20 Albüm – Dream Endless – Limbo Pillow
Oneohtrix Point Never Official
Oneohtrix Point Never At Myspace
Oneohtrix Point Never Interview At Rare Frequency
Oneohtrix Point Never: "Commercialism Isn’t As Much Evil As It Is Sneaky And Shapeshifting." Interview – Keith Kawaii – The Tiny Mixtapes
Oneohtrix Point Never At Mimaroglu Music Sales
Oneohtrix Point Never Russian Mind Video Premiere At Fader
Sigur Rós Official
Sigur Rós At Myspace
Sigur Rós Tíu Lifandi ‘A Celebration Of 10 Years Of Live Music With Much Gratitude From The Fans’ At Victory Rose Music
Elisa Luu At Myspace
Elisa Luu At Ipologica Recordings
Elisa Luu At Ipologica Recordings / Soundcloud Page
Wisp Official
Wisp At Myspace
Wisp Archive / A Place For All Things Wisp
Wisp Interview At Cuemix Magazine
Wisp We Miss You Album At Rephlex
Mythematica Official
Mythematica At Myspace
Mythematica At Quazi Delict Records
Philip Glass Official
Philip Glass Remixed / Glass Cuts Informative
Philip Glass Remixed / Glass Cuts Review – Colin BUTTIMER – Somnabule
Michael Riesman Official
Faithless Official
Faithless At Myspace
Emalkay At Myspace
Emalkay At Blogosphere
Faithless-Your The Sun (Emalkay Remix) via Get Darker
Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.
Kuraklaşan zihinlerimizin artık filiz vermez, düşüncelerden korkarak kendi döngüsü içerisinde hapis kalmasının önünün alınmasına dair bir çabalanım idi. Çabaların tümünün bir noktada birleştirilip dönüştürülerek en azından konuşulur kılınacak nicesinde döke kıra bir türlü yola koyamadığımız önceliklerimiz için sıranın geldiğinin, demokrasi sahnesinin nihayet perde diyeceğinin vaktinin duyurulmasıydı. Bugün, yarın, öbür gün gibi aralıklara teslim edilenlerin artık vakitlice çözüme doğru meyil ettirileceğinin, ümitsizliğin daraltıcı hallerinden günyüzü görebileceğimiz günlere ulaşabilmenin vesilesini teşkil edecekti. Karamsarlıkların üzerimize iyice çökerttiği gri bulutlarda belki bir ümit ışığının tezahürünü yansıtmakaydı. Dikkatlice bakılınca manasını bulabilen bir gailenin teslim edilmesiydi. Sessizliğin kapsayıcılığının çoğaltımı, birden fazlasının dillendirilmesinin önüne kurulan geçirilmezlik zırhlarının varlığı bugün içine düştüğümüz bu sessizlik odağının anlamlandırılabilmesini sağlayacaktır. Anlam kazandıracaktır, her defasında bu kez son olsun dediğimiz nice konuda, hatada, birbirini tetikleyen hadiselerde gerisin geriye tekrar başlangıç noktasını arışınlayıp duruşumuz. Bir arpa boyu yol almayı bile göze alamadan, varsa yoksa karaşınlığın uçsuz bucaksız ürperticiliğinde, yine yeniden inşa edilen korku duvarlarına çarparak, deyim uygunsa kafamızı gözümü bu eşikler dahilinde yara yara sessizliklere gömülü olarak adına yaşam dediğimiz bu süreci sürdürmeye gayret eder, yanılgıların rehberliğinde ah yine yapılsa, keşke olsa, zamanında uygulansa idi şimdi başka olurdu diye diye, hayıflanarak ömrümüzü tüketiriz.
En sonunda tükeneceğiz, tüketebileceğimizden fazlasına alıştırıldığımız, bağımlı bıraktırıldığımız için. Bizlerin imkanları ve sunulan olanakları anlamayacağımıza olan kör inançlara sahip olan muktedirlerin katıcıl, tavizsizliklerle donattıkları bir gündeme kıyısından dahil oluruz. Neresinden pay biçilirse orası hep bir yarım kalacak olan yetersizliklere, karşıtlıklara karşı sözün geliştirilebilir olduğuna ikna olmaz aksine daha fazla ayrışmaya devam ettiğimiz müddetçe bu durumun devamlılığı sağlanacaktır. Anlama konusunda ufak bir çaba dahi göstermeden önümüze çıkartılan her olgunun ötesine berisine bakmadan ucundan kıyısından üstünkörü bir şekilde yol kat etmeye çabalanmak, bir şeyleri başarabilmek hala mümkünatlar dahilinde değildir. Olmayacaktır. Yok bir başka dönemeç, bir başka başlangıç denilse de artık ipin ucunun kaçmaya hazır ve nazır olmasından, beter yüzünü sakınmadan gösteren karanlıklar hayatlarımızın sessizliğini daha da manidar bir şekilde ortaya serer. Kapsanan hayatın oldurulabilirlik çatısı altında toplanmış olan olumlu yanlarının birer ikişer elden avuçtan yok pahasına çıkartılmasıdır tüketmekten kastettiğimiz. Küçük tefek adımlar ile başlayıp geliştirilecek, ivme kazandırılabilecek bir sürecin çanına ot tıkanması bu duruma refakat eder. Tükettirilen sadece geleceğimiz değildir aynı zamanda, küpten yemeye alışkın olduklarımız, sürekliliği sağlanmış olan amalığımızın, sağırlığımızın, bilmezden gelmelerimizin taşıyabileceği başlı başına bir odak olan tükenmişlik çizgisinin nihai sonudur.
Derde ortak olmak, sorunlara derman bulmak, çıkılamadık sarp yollardan düzlüğe çıkabilmek için asgari müştereği tesis etmektense olabildiğince insanları daha da fazla birbirlerine düşürecek bir tükeniş (süreç) bizleri beklemektedir. Gösterime girmektedir. Çoktan belli başlı sıfatlar kazandırılmış atfedilen değerlerin yerle bir edilmeye çalışıldığı, yerlerinin ise kof bir milliyetçilik algısı ile tarumar edildiği bu iklimin bizleri götürebileceği başkaca bir rota da yoktur kanımızca. Yanyana, içiçe geçmiş yaşayışların birdenbire öteki olarak sunumlandırılmaya çabalandırılması, hemen her günde umulmadık diyarlarda yeniden ateşinin harlanmaya çalışıldığı, linç düzeneğinin sağlanmasına olan çaba konumuz olan sessizliği yüreklerden kopup gelen bir çığlığa dönüştürmektedir. Bir feryattır ki ortalıklardaki kinin, gözgözü görmezliğin, yok saymaların, diğerinden üstün olmanın pek matah bir şeymişçesine sunulmasına zemin teşkil eder. Yüreklerin kirden pasaktan pas tutmasına, yağır bağlamasına vesile olur. Öylesi bir vavelya kopartır ki yüreklerde, nasıl bu kadar yaşanmış hazinliklerden hala gram ders almamak konusunda, yıllar öncesinden boynumuzda asılı kalmış kılıçtan keskin hale getirilmiş askeri vesayetin, darbelerin, çeteciliğin, adam sendeciliğin, türlü çeşit tanımlandırmalar altında kendilerini gizleme yolunu tercih eden demokrasi düşmanlığının ne ve hangi amaçlar doğrultusunda aynı yollarda kesişebildiğini okumamıza imkan sağlayan düzenlemeler karşımıza çıkar. An gelir dehşet kelimesinin ne kadar dolu dolu öz yaşamı kapsayabileceğine dair anlamlar çıkartılır. Hissedilir, hissettirilir.
Ötekileştirilen bu satıhda söz sahibi oldurulmayıp, kendini anlatma yolunu tercih etse de hala bu kadar kinin, düşmanlığın varlığını sürdürüyor olmasına şaşırsa bile aslolanın 'insan' olduğu gerçeğini zihninden mümkün mertebe uzaklaştırmayandır. Koca koca adamların afilli cümlelerinde saklı duran ırkçılık dolu tenkitlerine göğüs germesi ön tanımlı olarak belleğinde yer edinendir. Şifaen de olsa bir şeylere tenezzül edip bu sözler yanlıştır, ifadelendirmeye çalıştıklarınız hedef göstermektir, dediğiniz dediktir demeye çalışsa da sesleri sessizliğin içerisinde duyulamayacak olandır. Yankılansa da birkaç tümcenin sağlayabileceğinden çok daha fazlasının zemini çoktan hazır olduğundan arada kaynayp gidendir. Ne birisidir ne diğeri, sadece insandır. İnsansı olana verilmesi gerekli olan asgari saygıyı talep etmektedir. Az veya çok bir şekilde kesif kokuların kapsamını arttırmasının, yeni düşmanlıkların tohumlarının atılmaya çalışıldığı linç günlerinde sağduyunun hepimiz için elzem olduğunu düşünendir. Kimliklerimizden önce, acılarımızın bizlerin hamurunu yoğurduğu ve ne olduğumuz nasıl insanlar olduğumuzdan önce bağlı bulunduğumuz etnik kimlik üzerinden önyargıların bina edildiği bir iklimde, derinin altına işlenmiş olanları temizleyebilmek ve biraz daha iyisine, sözü işitilir kılabilmek bu döngünün ayrışmaz bir yapıtaşıdır. Yıllardır olmayanların şimdi yeniden tarihte tekerrür ettirilmesine karşın sesi yükseltmek, anlam katmak, lincin bırakınız doğruya ulaşmayı ne kadar topyekûn zamandan gerisin geriye doğru gittiğimizi hatırlardan çıkarttırmadan cesurca sözler söyleyebilmeliyiz. İkrar etmeliyiz, gözleri amaya, dilleri lâla, zihni gördüğünü manalandıramamaya doğru evirmekte olan sürecin hiçbirimiz için en ufak bir faydasının bulunmayacağı gerçeğidir. Televizyon ekranlarındaki haber kuşaklarında yapılan yayınların ister önceden ayarlı, ister sonradan eklentilenmiş olsun bilgi kirliliklerini, olayların özü değil sadece hedef olanların kimler olduğunu zihinlere kazımaya çaba sarf eden birer gösterim olduğunu anlamlandırmalıyız.
Saptırılanların duyarlılıklar ile ölçülemeyecek kadar şirazesinden çıkarttıranların ekmeklerine yağ sürdürdüğünü belirginleştirmeliyiz. Dört cephesinde, her bir yönde düşmanlarımızla yıllardır süregelen paylaşamadıklarımızın ne olduğunu tam anlamalandırma şansını yakalayamadan! bir kere daha bu ülkenin damarlarına karışmış olan aidiyetlerin, alt kimliklerin vesair yaşamların bağlılıklarını ölçmeye çalışmak, destek veriyorsa bu linci bizdendir, değilse de öteki, düşmandır kolaycılığına sarınılmasına karşıt çıkmaktır. Fikri münazaralardan sopa, taş veya ateşlilerin sahneyi kapladığı, kimsenin ne dediğinin değil gözü perdeleyen savaş daha fazla savaş dilemekte olan tanrıların kakafonisine teslimiyetin gerçekçilliği karşısında düşünceleri yoluna koymacaksak ne zaman harekete geçebileceğiz? Anlamazlıktan gelmeye, hayatı toz pembe yaşamaya dört tarafı kapatılıp, izole edilmiş sessizleştirilmiş modern inlerimizde kalmaya devam mı edeceğiz? Neredeyse uçurumun ucuna kadar ilerlemişken, tam o yardan aşşağısında bizleri bekleyen karanlığın yüzünü görmeye bu kadar da fazla yaklaşmışken yeni acıların aktörleri mi olacağız? Yoksa sulhun hissedilir kılınacağı, argümanları paylamak, azar işittirmek için değil mümkün olanın en azamisini sağlayabilmek için çabalanmak ve bu uğurda bir şeyler yapabilmeye çalışmak mı evladır? Bütün notlarımızda olduğu gibi karar bu sayfaları okumakta olan sizlerindir. Ötekileştirilenlerin gün gelir de bizler olabileceğimiz saptmasını hatırlardan mümkün mertebe uzaklaştırmadan, şiddetin doğal karşılandığı faşizm ikliminden kurtulabilmek olurun tesisi için kalemle, sözle, gözlemle, eylemle beraber bütünleşik bir biçimde sağlanabileceği gerçeğinin uzaklarına düşmeden yol kat edilmelidir. Sosyolojik tahillerdeki yetkin gözlemleriyle beraber var olan şablonun dışını arşınlamaya, düşündürücü örnekleri paylaşmaya, irdelemeye çalıştığı konularda derin bilgilerini okuyucu ile paylaşmaya devam eden Tanıl Bora'ya sözü bırakalım. Birikim Dergisinin 249. sayısında yayınlanmış olan 'Linç Açılımı' başlıklı makalesi bu kısa notumuzun tamamlayıcısı bir öğe olarak sizlerle paylaşalım:
DTP’nin kapatılmasını protestoya dönük, doğrusu hepsi pek de ‘barışçıl’ olmayan gösteriler, yine, yeni bir linç dalgasını harekete geçirdi.
Öncesinde de Bayramiç’te[1] “Bayramiç Kürtlere mezar olacak” sloganı atan kalabalık Kürtlerin yaşadığı mahalleye yürümüş, İzmir’de DTP konvoyuna taşlı saldırı düzenlenmişti. İstanbul-Tarlabaşı’nda Roman mahallesinde “öfkeli vatandaşlar” göstericilerin üzerine satırlarla, tabancalarla yürüdüler. Silah kullananlardan birisi, “birilerinin” kendisini parayla bu işe teşvik ettiğini söyledi, ama belli ki birçokları da can-ı gönülden katılmıştı linç sürüsüne. Muş-Bulanık’ta beteri oldu, bir esnaf kalaşnikofla ateş açarak iki insanı öldürdü. Sonra, esnafın sadece esnaf olmayıp, devlet tarafından silahlandırılmış gönüllü koruculardan biri olduğu öğrenildi. 23 bin kişilik bu korucu kuvvetinin ‘resmî’ silahları hâlâ kendilerindeydi.
Türkiye’nin linç açılımı devam ediyor.
MHP, “millet ayağa kalkarsa” tehdidi ile linç ruhunu okşuyor. Devlet Bahçeli’nin tehditkâr dili, yerel hatiplerin içinde bol “köpek” ve “ölüm” geçen nutuklarıyla revnaklanıyor. MHP, Kürt Açılımının başından beri, bir iç savaş (ve linç) potansiyelini elinin altında bulundurduğunu izhar etmekte. Bu strateji, milliyetçi tabanın gönlünü hoş ederken, devlet ve elitler katında da “sokağa dökülebilirler ama dökülmüyorlar” ödülünü bir defa daha almaya yarıyor. MHP’nin ana meşruiyet kaynağı, dozunda tutulmuş bu iç savaş tehdidi değil mi? Lâkin, gayrı nizamî harp aygıtının müdahaleleri, yerel inisiyatifler ve basitçe taban dinamiği, o dozun ayarlanmasını müşkül kılabilir.
MHP’yi başaktör gibi düşünmemeli zaten. Millî öfkeyi kabartıp karar ve icra için bir merci-i taklit mertebesine getirme siyaseti, millî güvenlik aygıtının ve ideolojisinin sabitesi olarak duruyor. MHP ve CHP’nin çizgisini tamamen belirleyen bu anti-politik tavrın, AKP’de de mümessilleri yok değil.
LİNÇ VE ŞİDDET SARMALI
Linç eylemleri, eksik adaleti, eksik güvenliği, eksik polis önlemini ikame etmek üzere devreye giren bir doğal âfet gibi izah edilir; sokaktaki adam tarafından ve sokaktaki adam hakkında ahkâm kesen adamlar tarafından öyle algılanır büyük çoğunlukla. Kürt Açılımı konjonktüründe, “eşkıyaya haddini bildirme iradesindeki” eksiği ikame etmek üzere, aynen öyle anlamlandırılıyor. Böylece, ‘nizamî’ şiddeti meşrulaştıran bir yığınak oluşturuyor.
Korkunç ihtimal, vicdan sahibi herkesin söylediği gibi, bir sıkıyönetime veya formel bir olağanüstü hale varma/vardırılma tehlikesinden bağımsız olarak, bizzat halihazır olağanüstü hal ortamının bir çatışma ve şiddet sarmalını tetiklemesidir. Olağanüstü haller/istisna halleri, -tekrarlayalım, sadece formel rejimler değil, linçin uç noktasını teşkil ettiği fiilî olağanüstü haller de-, şiddetin çeşitlenmesine ve yayılmasına zemin oluştururlar. Norm ve meşruiyet algıları, kolayca bulanıklaşır. Linççiler okşanarak yatıştırılırken linçe uğrayanın “tahrikçi” sayılıp tutuklanması, (bazen de “koruma amaçlı”) gözaltına alınması, bu bulanmanın standart neticelerindendir, malûm. Kimi MHP-ötesi milliyetçi yayın organlarındaki gibi Kürt protestocuların linççi olarak tasvir edilip onları linçe kalkışanların meşru müdafaa haklarını kullandıklarının söylenmesi, aynı bulandırmanın bir üst aşamasıdır. PKK’nın güç gösterisinin eşyaya karşı şiddetten öte sivilleri tehdit eder hale gelebilmesi, hele basbayağı linççi mecralara dökülebilmesi (Hakkâri’de bir polisi linçten DTP yerel yöneticilerinin kurtarması, basına yansıyan örnek), bu bulandırmaya cephane sağlamanın ötesinde, elbette bizzat vahimdir. Linçi mağduriyete, mütekabiliyete ve son kertedeki haklılığa atıfla hoşgörmek, sadece toplam medeniyet erozyonuna katkıda bulunmaya yarar.
LİNÇ RUHU
Muş-Bulanık’taki korkunç olay üzerine internetteki bir haber sitesine yazılan kısa yorumlara baktığınız zaman, medeniyet kaybını ve linç ruhunun yaygınlığını görürsünüz. Olay günü yayıma konan beş yüze yakın kısa yorumun yarısından fazlası, (internet sitesinin beyanına bakarsak hakaret, küfür, aşağılama vb. ifadeler içeren mesajlar ayıklanmıştır!), cinayete alkış tutmaktadır. Henüz sadece esnaf olarak bilinen kalaşnikoflu esnaf onlarca kişi tarafından ellerinden, alnından öpülmekte, “helâl olsun” “kurban olayım” diye kucaklanmaktadır. Birkaç kişi, ölü sayısı ikide kaldığı için üzüntüsünü bildirmektedir. Birçokları, “Polisin yapamadığını yapmış”, “devletin yapamadığını bu adam yaptı” fikrindedir.
Kalaşnikoflu korucu-esnafın gerçek (yani sadık) Kürdü temsil ettiğini söyleyerek (kimileri ise Arap –iyi Arap- olarak kaydetmektedir), sözde-Kürtlerin (ki bunların aslen Ermeni ve/veya Yahudi olduğunu yazanlar da vardır) katlini vacip sayanlar, önemli bir grup oluşturmaktadır. Ayrıca “Tahriklere kapılmayalım, oyuna gelmeyelim” mesajı veren azınlık içinde de rastlarız Ermeni izi arayanlara. Misal (orijinal yazımıyla): “bu ermenilerin oyununa gelmeyin kardeslerim kürt türk bu ermeniler yildirip göce zorlamak istiyorlar”.
Dikkate değer bir nokta, kalaşnikoflu esnafı “malını korumaya çalışan vatandaş” sıfatıyla tanımlama eğiliminin yaygınlığıdır. Adam, çok sayıda mesajda, malını/ekmek teknesini/işyerini/ekmek yediği dükkânı korumaya çalışıyor olması ile haklılaştırılmaktadır. Millî beka kaygısının mal-mülk ve maişet kaygısıyla bütünleşmesi ve linç ruhunun orta sınıflardaki taban dinamiği hakkında, bir işaret.
Hakaret, küfür, aşağılama “ve benzerleri”nden gûyâ arındırılmış bu caniyâne nefret söylemindeki linç ruhu, ne derece ‘sahici’ temayülleri yansıtır? Sessiz çoğunluğu, ortak duyuyu temsil oranı nedir? Bunları tartışabiliriz. Bu kadarına vicdanı elvermeyenler, bu manzaralardan hoşlanmayanlar, şükür, çoğunluğu oluşturuyorlar. Tartışmaya hacet olmayan şey, bu dilin linçi meşrulaştırdığı, normalleştirdiğidir. Medyanın bilhassa politik olmayan linç haberlerini veriş tarzındaki pornografik-dikizci tavrın da bu normalleştirmeye katkıda bulunduğunu eklemeliyiz. 23 Kasım tarihli Hürriyet’in bir 3. sayfa haberi, örneğin: Mersin’de kalabalığın yakaladığı kapkaççıya “meydan dayağı” atması, bir işyerinin güvenlik kamerası tarafından kaydedilmişti ve gazete, en yeni teknolojiden yararlanarak, okurlarına bu linç sahnesini seyyar ekranlarına indirme fırsatı sunuyordu, şu anonsla “Linç videosu için tiktaglayın”.
CİHANDA LİNÇ
Üçüncü sayfalıkların yanı sıra başka ülkelerdeki linç haberlerinin de medyada sakınmasızca, pornografik-dikizci bir iştahla sunulması eğilimi, gayet belirgindir. Bulanık’taki olayın ertesi günü, Guatemala’daki bir linç olayı, hemen bütün gazetelerin internet sayfalarında davetkâr “fotoğraflar için tıklayın” çağrılarıyla sunuldu.
Yaklaşık bir buçuk yıl önce Birikim’de Türkiye’nin linç rejimini Nazi Almanyası’yla karşılaştırmıştık. Mukayeseli linç etüdlerine devam edelim.
Önce şu Guatemala örneğine bakalım. 16 Aralık’taki olayda, bindiği otobüste silahlı soygunla suçlanan genç bir kadın, elbiseleri yırtılıp çırılçıplak bırakıldıktan sonra gaz dökülerek yakılmaya çalışılmış, son anda yetişen polis tarafından kurtarılmıştı. Guatemala’da sadece bu yıl 219 kişinin linç saldırısına uğradığı, bunlardan 45’inin öldüğü bildiriliyordu.
Guatemala’da linçin bir “millî spor” haline gelmesi, uzun yıllardır insan hakları örgütlerinin gündeminde olan bir mesele. Kaynağında, orduyla gerillalar arasında yıllar süren savaşın arkasında bıraktığı çürüme var. 1991’de gerillalarla hükümet arasında barış anlaşması yapılmasından sonra, kırsal bölgelerde ordu tarafından örgütlenen kontrgerilla dağıtıldı. Bunun yerine uluslararası müşavere ve malî destekle bir polis gücü oluşturuldu. Ancak asayiş işlerinin esas sahibi olarak kendini gören ordu ve onun etkisindeki hükümetler, polis örgütlenmesini o kadar önemsemediler. Polis etkisiz, mahkemeler de hem büyükçe yerleşim yerleriyle sınırlı hem yozlaşmış olunca, aşağıdan yukarıya olağanüstü hal denen dinamik gelişti. 1991’den sonraki on yılda 421 linç vakası kaydedilmişti[2]. Hırsızlık veya cinayet zanlıları doğrudan linçe maruz kalıyor. Linç tehdidi yerel siyaset aracı olarak da işliyor. Hoşnut olunmayan belediye başkanının istifasını veya sevilmeyen polis memurunun tayin edilmesini sağlamak için, linç kalabalıkları toplanıyor. Mahkemelerin basıldığı da oluyor.
Bazı yorumcular linçin normalleşmesini, özellikle Kızılderili halkın yaşadığı bölgelerde, iktidar boşluğu nedeniyle geleneksel hukukun (“töre”) etkinleşmesine bağlıyorlar. “Töre” mitosu, bir saptırma. Zira Kızılderili töresi gerçi tabii modern yargı ve hapis cezasına itibar etmiyor, ama benimsediği ‘otantik’ yöntem suçlunun/zanlının linç edilmesi değil. Törede en büyük öncelik: barışmayı sağlamak. Dolayısıyla genel ilke, suçluyu/faili, ölenin yakınlarının veya zarar görenin ihtiyaçlarını karşılamaya zorlamak. Guatemala’nın toplumsal-politik yapısını bilenler, uzun süren iç savaşın başka birçok şey gibi töreyi de tarumar ettiğine dikkat çekiyorlar. Linç, töreden değil savaş ve askerlik deneyiminden öğrenilmiş bir şey. Nitekim uluslararası insan hakları örgütleri, linç olaylarında başı çekenlerin ve kışkırtıcıların, çoğunlukla savaşı yaşamış veya kontrgerillada ‘çalışmış’ kişiler olduğunu saptıyorlar. Özellikle ordunun ve kontrgerillanın halkı yıllarca terörize ettiği bölgelerde, insanların boğazlarında, midelerinde düğüm olmuş şiddet birikimi, bir kıvılcımla patlıyor. Gayrı nizamî iç harbin iyice düşürdüğü şiddet eşiği, linçlere yol veriyor. Boğaz, mide deyince, elbette, derinleşen yoksulluğun büyüttüğü çaresizliği de unutmadan.
Türkiye’yle mukayese edin, farkları ve benzerlikleri bulun.
Bir mukayese de İsrail’den ve Filistin’den. Batı Şeria’da bir linç rutini var: Kendini İsrail’in vaat edilmiş toprağını temellük etmeye adamış militan yerleşimciler, Filistinli Arap köylüleri yıldırmak için sistemli olarak zor kullanıyorlar; dövüyorlar, ateş açıyorlar (ilke olarak belden aşağısına). Filistinlilerle dayanışmak için bölgeye gelen İsrailli barış eylemcileri de bu saldırılardan nasibini alıyor. Polisler, hem zaten pek gönüllü olmadıkları için, hem de basbayağı bir paramiliter güç oluşturan yerleşimcilerden çekindikleri için, bu olayların peşine düşmüyorlar. Ayrıca, bu bölgede ve genelde sınır boylarında görevlendirilen polisler Rusya ve Etiyopya göçmeni ‘oryantal’ Yahudiler; ve bunlar Yahudi milliyetçiliğinin hiyerarşisinde en altlarda olduklarından kendilerini yerleşimcilere karşı ezik hissediyor, bunun acısını Araplardan çıkarmaya da yatkın oluyorlar. İsrailli insan hakları örgütü Yesh Din’in (Türkçesi: Hukuk Var) 2002-2005 dönemini kapsayan araştırmasına göre, gündelikleşen bu saldırıların yalnızca 392’si şikâyet konusu yapılmış, yalnızca 11 dava açılmış ve yalnızca 4 saldırgan ceza almış.[3] Yerleşimciler bu ender davalarda kendilerini gayet hükümran bir tutumla, “biz burada barış ve huzurun temini için devlete ve orduya yardımcı oluyoruz” diyerek savunuyorlar.
Yine: Türkiye’yle farkları ve benzerlikleri düşünün.
Genel ve evrensel bir teorik sonuç çıkartacak olursak… Modern ulus-devletin meşhur şiddet tekeli, hiçbir zaman mutlak bir tekel olmadı. Devletin şiddet tekelini bir iktidar kanıtı olarak gösterdiği yukarıdan aşağıya olağanüstü hal rejimleri, aşağıdan yukarıya olağanüstü hal rejimleriyle tamamlanır (linçin bunun bir uç noktası olduğunu söyledik), onla işbölümü yapar (kriz idaresi olarak linç rejimi dediğim tatbikat) - veya kimi zaman da çarpışır, onun ihlâline uğrar.
Polisin açıkça linççi gibi davranması da, geçen ayın işçi eylemlerinde tekrar gördüğümüz gibi, nizamî şiddet tekeli ile ‘gayrınizamî olağanüstü şiddet’ arasındaki geçişliliğin bir belirtisi değil mi?
Genel, evrensel bir ahlâkî ve politik sonuç çıkartacak olursak, linçin tek karşılığı var: Barbarlık.
[1] Bu kısa yazı, Türkiye’nin Linç Rejimi broşüründe (Birikim, 2009) toplanan makalelerin izlerini sürdürüyor.
[2] “Guatemala leidet unter der Lynchjustiz”, Neue Zürcher Zeitung, 2 Aralık 2002.
[3] Gadi Algazi, “Sperrzonen und Grenzfälle”, Staats-Gewalt: Ausnahmezustand und Sicherheitsregimes, derl. A. Lüdtke-M. Wildt, Wallstein Verlag, Göttingen 2008, s. 309-346.
Çözümleyebilmenin giderek daha da zorlaştığı gündemin yoğunluğunda satır aralarında kalmış bir vecizden! hareketle notumuza devam edelim: ‘Siz aynada hiç kendinize baktınız mı?’ Söylemlerin belirli açılardan eleştirellik barındırması gerekmektedir. Yadsınan bu girift durumlarda gereksinim duyulan çıkarımların peşisıra yapılabilmesi için. Sözü pekiştirebilmek için. Anlamak için. Seçimleri bireylerin kendi başlarına yapamadıkları durumlarda belki sorunun yanıtına en kestirmeden ulaşmak için kullanılan eleştirelllik, nedense insanların aidiyetleri söz konusu olduğunda önemsenmez. Varsın olsun birilerinin canları yansın, varsın artık işitmekten gına gelen tenkitlerle beraber örülen korkularla dört duvar arasında daha çok sıkıştırılsın. Varsın karşımızdakinin insan olduğu gerçeğini daim olduğu üzere bir noktadan, belirli bir seviyeden sonra akıldan çıkarttırılsın. Hatta bu detayı! komple unutma yolunu tercih edelim. Varsın insanları yine evlerinden, barklarından, aşlarından, yollarından alıkoymaktan imtina etmeyelim, önlerine aşamayacaklarını bile bile yeni engellemeler çıkartalım. Tehcir neymiş 2009 yılında uygulaması nasıl olurmuş bilinçsizce izleyelim. İzhat olarak hizlamanın, sorunları halledebilmenin karşılığında, vur deyip öldürmenin önünü açalım. Ha bir de utanmazlıktan gelmeye devam ederek karşımızdakini önce aynaya bakması konusunda tasviyelerde bulunalım. Mülki amir olarak dirlik sağlaması gerekenlerin dahil böylesi bir seçeneği akıllarının bir köşesinde tutmaları, zamanı ve yeri geldiğinde çekinmeden kullanmaları düşündürücüdür. Hem de çok yüksek perdelerden, bangır bangır, acı, elem dolu yüklerle düşündürücü, akıl tutulmasına yolu açan cinsten. İdrak etmekten bu kadar uzak, ötekileştirmeye bu kadar heveskâr olmaya devam ettiğimiz müddetçe nasıl biz kendi benliğimizi dağıtmadan, nasıl bu ülke dirliğini tarumar etmeden muhafaza edebilecektir. Yoksa varsınların yanlarına birer tane de ama ve fakat dahil ederek, tereyağından kıl çekilir gibi kendimizi soyutlamayı mı düşünmeliyiz? Tıpkı pek çoklarının bırakın bu kadar ayrıştırmayı, kindarlığı, emek düşmanlığını, hak tanımamazlığı, siyasi zeminden insanların ellerinin çektirilmesi, düşüncesini açıklamaması için gözdağı verilmesini, ötekisi hanesine her yeni gün bir tane daha eklemlenip çoğaltılan bu kirlenmiş hallerden bir haber olmayı mı tercih etmeliyiz? Elbirliğiyle sessizliğimizde boğulmaya sonuna kadar devam mı? Deuss Ex Machina’nın Pazartesi akşamı canlı olarak yayınlanan 282. bölümünde bu keşmekeşlikten yola çıkarak müzikal yansılar arasında bir dinlencelik gerçekleştirdik. Bir saat kısa bir süre olmasına karşın mümkün mertebe ses ile beraber buralarda derlemeye çalıştıklarımızı birbirlerine ilintilemeye çalıştık. Makul olarak sunulan ile aslolanın ne kadar birbirlerinden ayrı konumlandırıldığını gözlemleyebilme imkanı yakaladık. Müzik bu daraltımı bol, sessizliğin çok olduğu satıhda belki ihtiyaçımız olandır. Veya lazımgelenlerin derlenebileceği, kelimelere dökülebileceği bir ara eşiktir. Bir vavelyadan çok birbiri arasında bağlar barındıran yapılandırmalar durağanlaştırılıp, tektipleştirtilmiş bakışımların dışında neler var ve neler oldurulabilir sorularına aranan yanıtlara belki bir ölçekte yardımcı olabilecektir umudunu her daim olduğu üzere pekiştirmeye gayret göstererek. Dania Shapes olarak başladığı müzik kariyerinden, 2009 yılının başat kayıtlarından birisi olan Rifts albümü / derlemesinin altında imzası bulunan Daniel Lopatin’in Oneohtrix Point Never projesini bu “sessizlik” sarmalından bir adım ötesine ulaşabilmek konusundaki yetkinliğiyle sizlerin takdirlerine sunuyoruz.Kaset bir obje ve taşıyıcı olarak müziğin plaktan sonra en çok yakıştığı, dinleyici için keşif hanesini doludizgin genişletebileceği bir arabirimdir. Banta yüklenmiş olan sesleri doğal akışında takip etmeye, birkaç dinleyişin hemen ardından bile hala işitilemedik sesleri duyumsayabilmeye, en dip sesin yanında müziğin bütün tonlamalarını hissetmek için yetkinliğiyle zamane şartlarına göre nispeten daha nadir bulunsa da halen ulaşılabilecek özgün bir sunum biçimidir. Dijital ses sıkıştırma tekniğiyle elde edilen mp3’lerin yanında, tüm teferruatlarıyla müziği hissedebileceğiniz bir ortamdır aynı zamanda. Müzik tüketiminin görece aylardan, haftalara oradan da saatlere bölündüğü müzik dinleyicisi tüketicisi olarak durmaksızın öğütenlerin dışında kalabilenler, müziğe farklı anlamlar yükleyebilenler için hala yararlanabilecekleri, ellerinin altında bulundurabilecekleri yetkin bir mecradır. Keşfetmeye başladıkça eskiden aşina olunan seslerle yeni, yetkin önermelerin birbirlerine buluşturulduğu kurgular kulaklarımıza ulaştırılır. Herşeyden önce tamamıyla üreticinin kendi insiyatifi doğrultusunda ister 30 dakikalık, ister 46 veya 60 ya da 90 dk. gibi birbirilerinden farklı sürelerde kayıtların tek hamlede paylaşımını kolaylaştıran bir toparlayıcıdır. Bütünleştiricidir. Onun içindir ki, kendin üret kendin paylaş felsefesine haiz olan ve bu geleneği hala devam ettirmeye amaç edinmiş punk, hardcore, doom metal gibi rock temelleri üzerinden yola çıkmış kurguları veyahutta Deuss Ex Machina’da sıklıkla yer vermeye çabaladığımız elektronik seslerin enginliğinde ortam müziğinden gürültü hüzmesinin eşiklerine kavuşmasına ev sahipliği yapan çeşitli üretimlerle ve prodüktörlerin kaset olarak yayınlanmış kayıtlarını dinlencelik listelerinize ekleyebilirsiniz. Daniel Lopatin’in 2003 yılından itibaren deyim uygunsa yavaş yavaş, sindire sindire derleyip toparladığı kurgulamalarının ana çatısını oluşturan Oneohtrix Point Never projesi kaset kültüründen feyzler barındırarak analog ile dijital arasındaki yeni vurgulamaları belirginleştirir. Al Di Meola, Chick Corea ve Stanley Clarke gibi caz standartlarının yetkin isimlerinin yer aldığı “Return To Forever” ve bir başka önemli müzikal seyahatnamenin mihmandarları olmuş “The Mahavishnu Orchestra” gibi 70’li senelerin füzyon gruplarının kaset kayıtlarını babasının arşivinde dinlemesiyle, synthesizer ve psychedelic bağlaçlı müzik akımlarının doğrultusunda başkaca hiçbir eklentiye ihtiyaç duyulmadan dinlenebilecek parçalar kaydetmeyi zihninin bir köşesine kaydeder Lopatin. Kolej eğitimi sırasında Kraftwerk’ün Computer World ve Manuel Gottsching’in E2 – E4’u gibi Krautrock ve Berlin Ekolü üzerinde şekillendirilmiş olan müzikal yapıların dinleyicisi / takipçisi olur. WZBC 90.3 radyosunda yayınlanan Rare Frequency programının ağ sitesinde yer alan açıklamalarından alıntıladığımız bu müzikal yönelimlerden hareketle kotarılan ama asla bir “nostalji” unsuru olmak için türetilmeyen, bilakis muhteviyatına eklenmiş olan her türlü ses cambazlığı ile beraber kakafonik imgelerden, dingin ortam müziklerine uzanan bir bileşenler harmanını kulaklara misafir eden yapılandırmalar dizisi bina edilir Oneohtrix Point Never’da Daniel Lopatin tarafından. Keza babası 1960’lı yılların Rus ‘undeground’ sahnesinde The Flying Dutchmen projesinin üyesi olarak yer alması müzikal bağın seceresinde ailesinden de edinimler sahibi olduğunu belirginleştirecektir. Geçtiğimiz yıl başta The Wire olmak üzere pek çok müzik yayını tarafından el üstünde tutulan sanatçı, kısa aralıklar ile yayınlamış olduğu toplamda 16 kayıtlık külliyatla beraber girizgahtan bu yana sunmaya çalıştığımız kaset kültüründen, müziğin tıpkı bir seyyahlık gibi bant içinde keşfedilmesine imkan sağlayan kolajlar ortaya çıkartır. Jim O’Rourke, Pita, Consumer Electronics, Prurient, Noveller vd. gibi nevi şahıslarına münhasır müzisyenlere evsahipliği yapan New York’lu No Fun Productions etiketinden yayınlanmış olan Rifts albümü 2007 ile 2009 arasında yayınlanmış olan üç önemli kaydı bir arada sunar. Ses dehlizleri arasında makul önermelerin, kendi doğal hallerinde bırakılmış olan kesişimler ve bütün bunların tamamlayıcısı olan pop müziğinden, hip-hop nağmelerine uzanan genişçe bir çerçeve dahilinden birbirilerine iliştirilen sesler ortaya çıkartılır.Synthesizer’dan türetilebilecek hemen hemen tüm sesler Oneohtrix Point Never’ın müzikal bel kemiğini oluşturur. 2007 yılında Deception Island etiketinden, 100 adet olarak yayınlanmış olan Betrayed In The Octagon çalışması Rifts derlemesinde de dinleyeceğimiz ilk kısmı oluşturur. Bilim kurgu hikayesinin kare kare seslendirilmesi gibi kademe kademe geliştirilen, katmanlar arasında müzikal geçişlerle beraber sentetik ile organik enstrümantal bağlar kurulmaya çaba sarf edilen bir kurgu ortaya çıkartılır. İlk elden vurgularını epeyce uzun bir zaman aralığında sanatçının dinlediği füzyon gruplarının ve krautrock geleneğinin devamlılığı üzerinden şekillendirilmiş olsa da bağlaçlarıyla ve parçaların birbirlerine iliştirildiği ara kesitlerinde endüstriyel tını hüzmelerine kulak kabartma imkanına sahip olunur. Çalışmanın zihinlerde oluşturduğu ve birbirinden ayrıştırılmaz görselliğinin kulaklarda yer edineceği ilk parça Woe Is The Transgression parçası olur. Albüm katmanlarının ağır ağır açılmaya başladığı bir enstrümantal giriş gerçekleştirilir. Behind The Bank, BBC Radiophonic Workshops’a yakınduran minimalist ortam müziğinin synthesizer ile yeniden yorumlandığında nasıl bir sonuç ortaya çıkartılır yanıtını barındıran bir kurgulama meydana getirilir. Drone vuruşlarının, gürültü katmanlarını ortaya çıkarttığı, tıpkı bir boşluğun içerisinde yankılanan anlık melodilerin bir yönden diğerine giderek geri geldiği bir yankılanmanın canlandırıldığı Eyeballs, Kraftwerk’in Krautrock’u ile Boards Of Canada gibi elektronikanın düş müziğinin birbirlerine hemhal ettirildiği Betrayed In The Octagon içeriğindeki seslerle beraber albümün genelinde ortaya çıkartmış olduğu sinematografik yansıyı son derece kararında detaylar ile dinleyicilere sunmayı başarır. Woe Is The Transaggresion II parçası ise kaydın doruk noktası olarak adlandırabiliriz. Bu bilim kurgusal maceranın evreleri arasındaki eksik parçaların bulunabileceği, drone kesişimlerin, synthesizer’dan yayılan döngülerin melodramatik hüzmeleri ortaya çıkarttığı 10 dakikalık epik bir kurgudur. Sentetik seslerin ağıdını, Roedelius gibi modern müziğin mihenk taşlarının kayıtlarının paralelinde bir ses deryasını ihtiva eden Parallel Mind Overture ile enstrümantal yapının son kesidini oluşturan Weird Times Docking This Orb’a ulaşırız. Kelimenin tam anlamıyla biriktirdiği seslerle aynı alan etrafında dolaşmaktan özenle uzak durmaya çalışan Daniel Lopatin’in mecazi filminin önemli anları bu son parçada dinleyicinin zihninde yeni sayfaların açılmasına vesile teşkil eder. Nitelikli yorumlar bir noktadan sonra dinlenilmekte olan seslerin canlandırılabilmesine imkan sağlayabilecek kadar donanımlı bileşkeler haline dönüştürülür Oneohtrix Point Never’ın dizininde. Bu ‘debut’ çalışmanın hemen akabinde Gneiss Things etiketiyle yayınlanan A Pact Between Strangers kısa çaları Juno 60 synhtesizer’ı ile ortaya çıkartılan atmosferik ortam müziğinin yorumları üzerinde ilerleyen kurgusu dahilinde farklı ses yüzeylerini birleştirilmesine devam edilir. Yıllardır varedilmiş olanın üzerine ilintilenen her bir yorumlama aynı zamanda geleceğin akademik elektronik müziğinin de alabileceği yolu anlamlandırabilmeye imkan sağlayan önemde örneklemeyi teşkil eder. Nispeten sınırlı sayıda basılmasına karşın yıllardır takip edilmekte olan Machinefabriek, Ilyas Ahmed, Grouper, Emeralds, Oak gibi karakteri olan müzikal akışlar imal eden ses üreticilerinin bakışımına benzer öğelerle paralellikler barındıran, somut yapılar Oneohtrix Point Never’ın müziğini daha hakikatli bir şekilde anlamlandıracaktır.Christelle Gualdi’nin tasarladığı geçmişe selam duran karton jaketiyle, New York’lu avant-garde elektronik sesler yuvası Arbor’dan yayınlanmış olan Zones Without People, Rifts’in birinci diskinin ikinci kısmını oluşturur. Bu kayıt aynı zamanda Betrayed In The Octagon’un da devamlılığı olarak ele alınabilecek kompozisyonları içerir. Seslerin daha karaşınlık yüklemesine tabii tutulduğu, nispeten 50’lerin ilk elektronik müzik denemelerine zemin teşkil etmiş olan devasa bilgisayarların devreleri arasında dolaşıma çıkılmış bir serbest güzelleme çalışması ortaya çıkartılır. Derinlik kazandırılmış sonik ses kümeleri, birbirileri ardına iliştirilmiş synthesizer sesleri ve pedallarla kotarılmış olan buhran kıyıcı titreşimlerle beraber gecenin sessizliğini parçalarcasına manzumeler dinleyene sunulur. Basitçe tertip edilmiş olan kurgu düzenekleri dahilinde neredeyse milimetrik saniye farkları ile dizilmiş, derlenmiş, iliştirilmiş ses kesitleri bu yarı deneysel, yarı belgesel kaydı daha dikkatli bir dinlencelik ile irdeleme gereğini karşımıza çıkartır. Computer Vision bu bağlamda ilk kaydın sonuna bıraktığımız seyyahlığın devamlılığını sağlayan technoesk bir ses enstalasyonu albümün açılışını gerçekleştirir. Psychedelia’nın zuhur eylediği tüm çalışmanın meramını da birebir örneklemelerle duyumsatan Format & Journey North dingin ortam müziği sularından başlayan ses serüveninin finale doğru nasıl adım adım hararet kazandırılabileceğini irdeleyen bir yapıya ev sahipliği yapar. Özellikle son dönemeçte yer edinen gürültü kesitlerinin bu sessizlik çemberinin içini dışına çıkartan düşünsel bir evreyi taltif ettiğini belirtmeliyiz. Learning Control To Myself ismi ile müsemma bir biçimde synthesizer dalgalarının arasında kişisel bir temizlik, arınma anını simgeleştirir. Zaten zor olan şartlandırılmışlıkların, anlamsız bir biçimde yergilerin giderek anlayışı saf dışı bıraktırdığı zamane dünyasına dair nitelikli, ders alınası bir gözlemler tamlamasıdır. Kısa süresine karşın Disconnecting Entirely netameli yoğunluklarla bir elektronik ağıdı oluşturur. Yetkin ve deneyimli bir sinematografik yansıdır da keza. Hiddetli gürültü döngülerinin drone ambient çağlamasına dönüştürüldüğü, albümün doruk noktası olarak rahatlıkla söyleyebileceğimiz Emil Cioran nükteli, sert ve tavizsiz gürültü senfonilerine aşina olanları tatmin edecek nitelikte yetkin bir parça olmayı başarır. Zones Without People’ın kapanışında da istisnasız bir biçimde ilerleyen dönemlerde yayınlanacak olan çalışmalara dair esler barındıran, mekanik makine müziğinden giderek daha da organik ses alaşımlarına meyil edileceğinin habericisi olarak konumlandırılmış Hyperdawn ile kayıt ve aynı zamanda da Rifts derlemesinin ilk kısmı tamamlanır.The Wire dergisinin Aralık 2009 sayısında David Keenan tarafından kaleme alınan makalede Oneohtrix Point Never’ın müziğini tanımlandırmak için ortaya attığı hypnagogic pop’un karşılığını bulduğu Russian Minds kaydı ile Rifts’in ikinci diski açılır. Elektronik sekanslar arasında sinematik ses işçiliğinin, duygu yoğunluğu ağır basan melodramatik yansıların vücut bulduğu belki de sıklıkla atfetmekten sanatçının kendini alamadığı bilinmeyen uzayın derinlerinde seyyahlık eden astronotun son nefesini vermesinin canlı, muktedir örneklerine ev sahipliği yapmaktan olan bir kayıt karşımıza çıkartır. Emprovize akıllı dans müziğinin dingin sularda yol alan Months bu çıkarsamanın ilk halkası olarak kurguda yerini alır. Seslerin dönüşümleriyle beraber bir girdabı çağrıştırdığı drone ile synthesizer’ın aynı potada buluşturulduğu, somut bir resmin belirli noktaları arasında dolaşırcasına her anında farklı bir kavisin, dinleyici için yeni rotalar ortaya çıkarttığı güzelleme Physical Memory gibi öncül kayıtların yakınlarında dolaşan ama giderek kimliğini tanımlandırmaktan da geri durmak konusunda şüphe taşımayan bir yeni bakışıma kulak kabartılır. 2003 yılında kayıt altına aldığı ilk çalışması olan Grief and Repetition, caz vuruşlarının belirgin kılındığı, acının can yakıcılığını yeteri kadar kuvvetli bir şekilde irdeleyen, çarpmaktan geri kalmadığımız duvarlarımızı bir kere daha hatırlamamızı sağlatan bir hatırlatma notu işlevselliği taşır. Albümün isim parçası olan ve Deuss Ex Machina’da sizlerle paylaştığımız çoğul katmanlı döngülerin günyüzü bulduğu Russian Minds epey bir süre sonrasında anavatana dair özleyişin türküsü olarak da duyumsanabilecek bir yorumu kulaklara sunar. Drone, ambient, lowercase, emprovize ve bütünü kapsayan elektronika sınırları dahilinde değerlendirilebilecek, belki de Oneohtrix Point Never külliyatının en azami biçimde doyun ses tahlilini oluşturan Immanence ile kaydın rotası geride bırakılmış olan az sayıda basılmış ve çoğu tükenmiş olan kayıtlardan derlenmiş parçalara gedik açılır. Young Tapes etiketli Ruined Lives kaset çalışmasından Ships Without Meaning gitar gibi, synthesizer’ın da deneysel izleği canlı tutan müziklerde nasıl kullanılabileceğini ve yetkinliğinin daha da fazlalaştırılabileceğine dair gizli bir cevheri oluşturur. Transmat Memories ve Terminator Lake bu uzun soluklu müzikal seyyahlık içerisinde rotanın minimalist elektronik müziğine kırıldığı yönleri, aksak betimlemelerden dirayetli dans müziği formlarına kadar değişkenliklerle beraber takdim edilen iki örneğini oluşturur. Lapatin’in babasıyla beraber yolunun Ukrayna’da kesiştiği bir mizansen üzerinden, ses yelpazesini tanımlayan ambient-elektronika-folk-drone kurgumasalı olan Young Beidnahga’nın kapanış parçası I Know It's Taking Pictures From Another Plane (Inside Your Sun) ile Rifts derlemesinin sonuna ulaşırız. Son kertede Oneohtrix Point Never, rahat dinlenceliğin ötesinde, zihnini yormak isteyenler için yeterince kuvvetli önermelerini paylaşan bir müzikal detaylandırma projesi olarak yoluna devam eden bir proje. Daniel Lopatin çok farkına varılamamış seslerin izleriyle hem geçmişi hem de geleceği birbirine yakınlaştırmanın, aynı sözcükleri söylemeden farklı bir tonu yakalayabilmenin çabası içerisinde olan yeni nesil prodüktörlerden. Bu kadar karmaşanın yoğun olduğu haller toplamı içerisinde belki soluk alabileceğiniz ender bir biçimde zihinsel ferahlığı sağlayan Rifts derlemesine kulak kabartmanızı salık veririz.
...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam...İyi Haftalar...
Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Linç Açılımı – Tanıl BORA – Birikim Dergisi
Memleketimden Linç Manzaraları – Faruk ARHAN – Bianet
‘Çingen Devleti’ne Doğru: Çarçur Edilen Öfke – Ece TEMELKURAN – Milliyet
‘Ama’ Faşizmi – İçeriden Kumandan – Erkan GOLOĞLU – Radikal
Demokratik Açılıma Yurttaş Katkısı – Bianet
Dizi Dizi Paranoya! - Umur TALU – Habertürk
Metin Göktepe Gazeteciliği – Nazım ALPMAN – Birgün
Grev Güncesi - Sabah / ATV Emekçileri
Değerlendirilesi Güncel Makale ve Yazılar
Obama’nın Cilası Dökülürken – Korkut Boratav – Sol.org.tr
İslam Dünyasında 'Hıristiyanofobi' Yükseliyor – Başyazı – The Wall Street Journal / Radikal
Nişanyan’ın Kelimebaz’ına Ne Oldu? – Kaçakkova – Mutlak Töz
Hayde Asbezum – Uğur BİRYOL – Radikal 2
İtirazım Var - Dolphinished Monkey Business – Alter[ed] Native
Is Ethno-Techno Exploiting World Music? – Tony NAYLOR – The Guardian / Music
Thee Silver Mt. Zion İncelemesi – íí – 13Melek
20. Senesinde Warp Records – Murat ABBAS – Mabbas.net
2009; En İyi 20 Albüm – Dream Endless – Limbo Pillow
Oneohtrix Point Never Official
Oneohtrix Point Never At Myspace
Oneohtrix Point Never Interview At Rare Frequency
Oneohtrix Point Never: "Commercialism Isn’t As Much Evil As It Is Sneaky And Shapeshifting." Interview – Keith Kawaii – The Tiny Mixtapes
Oneohtrix Point Never At Mimaroglu Music Sales
Oneohtrix Point Never Russian Mind Video Premiere At Fader
Sigur Rós Official
Sigur Rós At Myspace
Sigur Rós Tíu Lifandi ‘A Celebration Of 10 Years Of Live Music With Much Gratitude From The Fans’ At Victory Rose Music
Elisa Luu At Myspace
Elisa Luu At Ipologica Recordings
Elisa Luu At Ipologica Recordings / Soundcloud Page
Wisp Official
Wisp At Myspace
Wisp Archive / A Place For All Things Wisp
Wisp Interview At Cuemix Magazine
Wisp We Miss You Album At Rephlex
Mythematica Official
Mythematica At Myspace
Mythematica At Quazi Delict Records
Philip Glass Official
Philip Glass Remixed / Glass Cuts Informative
Philip Glass Remixed / Glass Cuts Review – Colin BUTTIMER – Somnabule
Michael Riesman Official
Faithless Official
Faithless At Myspace
Emalkay At Myspace
Emalkay At Blogosphere
Faithless-Your The Sun (Emalkay Remix) via Get Darker
Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.
Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – MakinaHer Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel Explosive Birth – Asboluv Asboluv Flickr Page
Isolation – A Lonely Bench #001 – GullyDJ
GullyDJ Flickr Page
Oneohtrix Point Never Photos Courtesy From Below Listed Web Sites
Rare Frequency’ Oneohtrix Point Never Set At Flickr
Discogs.com
GullyDJ Flickr Page
Oneohtrix Point Never Photos Courtesy From Below Listed Web Sites
Rare Frequency’ Oneohtrix Point Never Set At Flickr
Discogs.com
>>>>>Poemé
Kan Var Bütün Kelimelerin Altında – Cemal SÜREYA
Posta arabalarından söz et bana
Kan var bütün kelimelerin altında
Ezop'un şu lanetli dilinden söz et
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık birgün olabilir bugün
Aslan kardeşçe uzanabilir kayalıklara
Bir çay şöyle yağmurların kokusunda
Kan var bütün kelimelerin altında
İşte durup dururken surda
Bir yelpaze gibi açıldı sesin
Güzün en gürültülü kanadında
Göğün en ince dalında
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık bir gün olabilir bugün
Bir çeşme gibi akabilir cumartesi
Çığlığındaki sessiz harfler
Dün gecenin ağırlığıdır damarlarında
Ne güzel konuşur sokak satıcıları
Fötr şapkalarıyla ne kalabalıktırlar
Ve çiçekçi kızların göğüsleri
Daha suçsuzdur kırlangıç yumurtasından
Kan var bütün kelimelerin altında
Yaprağını dökecek ağaç yok burda
Ama ışık sökebilir olanca renklerini
Sürekli işbaşındadır belleğin
Tanık şairler arasında
Oyuncu arkadaşlar arasında
Yolculuk bir kafiye arayabilir
Atının kuyruğundaki düğümde
Ölüm bir kafiye arayabilir
Ak gömleğinde
Yol bir kafiye arar ve bulur
Dönemeçlerin benzerliğinde
Kan var bütün kelimelerin altında
Bir gül al eline sözgelimi
Kan var bütün kelimelerin altında
Beş dakka tut bir aynanın önünde
Kan var bütün kelimelerin altında
Sonra kes o aynadan bir tutam
Beyaz bir tülbent içinde
Koy iç cebine
Bütün bir ömür kokar o ayna
Kan var bütün kelimelerin altında
İşte o kandır senin gülüşün
Sızmıştır hayatın derinlerine
Siyahtır orda kırmızıdır
Daldan dala atlar
Sever çocuklara anlatılan masalları
Ama iş savunmaya gelince
Yalnız alevi savurur
Ve güneşin solmaz çekirdeğini
Yalnız doruklarda
Umulmadık bir gün olabilir bugün
Kan var bütün kelimelerin altındaKan Var Bütün Kelimelerin Altında – Cemal SÜREYA
Posta arabalarından söz et bana
Kan var bütün kelimelerin altında
Ezop'un şu lanetli dilinden söz et
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık birgün olabilir bugün
Aslan kardeşçe uzanabilir kayalıklara
Bir çay şöyle yağmurların kokusunda
Kan var bütün kelimelerin altında
İşte durup dururken surda
Bir yelpaze gibi açıldı sesin
Güzün en gürültülü kanadında
Göğün en ince dalında
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık bir gün olabilir bugün
Bir çeşme gibi akabilir cumartesi
Çığlığındaki sessiz harfler
Dün gecenin ağırlığıdır damarlarında
Ne güzel konuşur sokak satıcıları
Fötr şapkalarıyla ne kalabalıktırlar
Ve çiçekçi kızların göğüsleri
Daha suçsuzdur kırlangıç yumurtasından
Kan var bütün kelimelerin altında
Yaprağını dökecek ağaç yok burda
Ama ışık sökebilir olanca renklerini
Sürekli işbaşındadır belleğin
Tanık şairler arasında
Oyuncu arkadaşlar arasında
Yolculuk bir kafiye arayabilir
Atının kuyruğundaki düğümde
Ölüm bir kafiye arayabilir
Ak gömleğinde
Yol bir kafiye arar ve bulur
Dönemeçlerin benzerliğinde
Kan var bütün kelimelerin altında
Bir gül al eline sözgelimi
Kan var bütün kelimelerin altında
Beş dakka tut bir aynanın önünde
Kan var bütün kelimelerin altında
Sonra kes o aynadan bir tutam
Beyaz bir tülbent içinde
Koy iç cebine
Bütün bir ömür kokar o ayna
Kan var bütün kelimelerin altında
İşte o kandır senin gülüşün
Sızmıştır hayatın derinlerine
Siyahtır orda kırmızıdır
Daldan dala atlar
Sever çocuklara anlatılan masalları
Ama iş savunmaya gelince
Yalnız alevi savurur
Ve güneşin solmaz çekirdeğini
Yalnız doruklarda
Umulmadık bir gün olabilir bugün
Comments