Deuss Ex Machina # 325 - Rompe A Fiestra E As Paredes Para Obter Luz

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_325_--_Rompe A Fiestra E As Paredes Para Obter Luz

15 Kasım 2010 Pazartesi gecesi "canlı" olarak yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Sir Richard Bishop-Wadi Al-Natrun (Drag City)
>2<-Maffy Falay / Sevda-Hicaz Dolap (Caprice Records)
>3<-Maffy Falay / Sevda-Tamzara (Caprice Records)
>4<-Didier Labbé Quartet-Nargile Kafe (Cie Messieurs Mesdames)
>5<-Didier Labbé Quartet-Completement Stambouliotes (Cie Messieurs Mesdames)
>6<-Bojan Z / Tetraband-Fuzzlija (EmArcy)
>7<-Bojan Z / Tetraband-Swamp Tune (EmArcy)
>8<-Baba Zula-Komşu (Doublemoon)
>9<-Baba Zula-Abdülcanbaz (Feat. Serra Yılmaz) (Doublemoon)
>10<-Enzo Ikah-Red, Black And White (Opzzz!/Oppa Tzupa Zound System)
>11<-Enzo Ikah-Lazy Boy (Opzzz!/Oppa Tzupa Zound System)
>12<-Radio Citizen-Hope (Feat. Bajka) (Ubiquity Records)

Rompe A Fiestra E As Paredes Para Obter Luz
(325)
Donuk ve mat, paslı ve yapışkan, kirli ve nisyan yüklemli. Duygunun esamesi okutulmadan, modern çağımızın gereklerinden birisi olan tektipleştirilmiş, birleşik tepkimelerin! duyumsatılabildiği bir aralık. Mantarlanmış vicdanların seslerinin yoksun bıraktırılıp terk edildikleri nadasta tek seferinde vızıldayan emarelerine sahne olan gündelikliğimiz. Kuru kuruya hezimetlerin birbirinden acıtıcı sekanslarda yeniden inşaa edilmesi, ediliyor izlenimi verilmesi. Bu kadar yıl geçmesine karşın arşı fezaya ulaşan medeniyetin daha hala derli toplu, makul çıkarsamalarla sorunların çözümlülüğü söz konusu olduğunda ne kadar da naçar kaldığını idrak ettiren dört başı mamur korkuların imgesi. İmgelenen biçimsizlikler, yokuş aşağı paldır küldür sallandırılıp yuvarlatılan çözümsüzlükler, aman sizde tatilin orta-son yerinde ne bu kadar karaşınlık metaforu denildiğine şahit olabileceğiniz yüklemi çoktan koyverilmiş gizi, gizemi tabuya dönüştürülmüş ilişilmeyecek tabular görünür kılmaya çalıştığımız. Kendimizi epey zamandır uzakta bıraktığımıza inandığımız hallerin hemen tümünün nasıl da eşiklerimizi yokladığını idrak ettiğimizde duyduğumuz nihayetinde yüzleşiyor, anlayabiliyor muyuz birbirimizi dediğimizde çıkagelmekten bir an olsun sektirmeyen ümitsizlik deryasında tabii ki daha manidar imgeler karşımıza çıkacaktır. Çıkmalıdır da hakikatin yollarında daha yürekli bir biçimde yeni rotalar keşfedebilmek için nedenlerimiz çoğalsın daha iyisine ulaşılması mümkün olsundur. İş ki bir şeylerin farkına ulaşırken pat diye öteki şıkları elemekte bu kadar hevesli davranmayalım. İş ki açılmış olan gedikleri öteki, beriki, şuradaki veya oradaki x-y-z tarafından açılmış gediklerdir, bize de bu yollardan geçmek yakışıkalmaz denyoluğuna teslim olmayalım. İsyan ettireni vurgulmaya çalışırken en doğrusu benim çıkarsamamdır kolaycılığını bir kenara bırakmakla bu işe başlayabiliriz. Çünkü ideleri kaplayan sarkastik yaralar, onulmaz yükler, büyük sözler örselediği, yuva yaptığı yerleri yakıyor. Delip geçse de asla bir türlü sonu gelmiyor. Elemin kederin bir raddesini bile terk etmeden alışmamız bekleniyor. E nasıl duygusuz robotlar halinde büyük biraderimizin pardon mühim büyüklerimizin sözlerini dinliyorsak yine o alanda devam edelim dediğinizi işitir gibiyiz. Öyle ya nedendir bu kadar kendine dokunmayan şeyler için binlerce parçaya bölünmek. Nedendir adı bir türlü tam konulamayan şefaat sağlayacak olan merhemlere didinerek ulaşma heveskarlığı. Çözümler gelsin ayaklarımıza kendiliğinden, mücadeleleri çoook uzun zaman önce unuttuğumuz derin uykudan uyanmanın ne alemi var? Hem uyku bu kadar tatlı kabuslarla istikrarını korumaya devam ederken. Kazın ayağı maalesef böyle tatlı sular şerbetlenerek servis edilen, üstünkörü geçiştirilebilecek bir durumu ortaya çıkartmıyor nedense. Her daim yengilerin üzerini kapatmak, kaybettiğimiz yarınları tekrardan hatırlamamak üzere çatı katına sıkıştırmanın inatçılığının devam ettirildiğini fark etmek için müneccim olmaya gerek yoktur. Gerek yoktur belirli bir noktada çakılı kalmış olan vicdan terazisini kime doğru daha fazla meylettirsem kararsızlığının. Gerek yoktur kaybetme konusunda bu kadar mahir bir biçimde cevvaleşen, dirilen sistem çarklarının arasında karanlığa teslim ettirilecek, yitirilecek tek bir canın daha fazla acıyı beraberinde getireceğini idrak edememenin. Gereksinimi yok başkalarının sıfatlarında hain damgasını yer miyim acaba korkusunun. Taşın altında ellerini koyanların nasıl bizden gayrısından farkı olmadığını anlamlandırabildiğimiz gün içimizdeki irlandalılar söyleminden de kurtulmuş olacağız. Yıllar yılları takip ederken öldürüldüğünde henüz bir çocuğun, terörist damgasıyla damgalanırken, önyargılarla hayatı dar edilip, karanlığa elbirliğiyle resmen teslim edilirken sonradan öğrendiğinizde burkulacak vicdanları zamanında harekete geçirebilmenin gerekliliğidir, çekinip durduğu(n)muz hainlik. Kendini diğerlerinden üstün olarak görmeyi mahir bir şeymiş gibi sunup, bundan nemalanmanın dayanılmaz hafifliğine! kendini çoktan kaptırmışların daha fazla şirretleşmelerine, karşısına kim çıkarsa, neyi savunursa savunsun aynı vurdumduymazlıkla terbiye edebileceğini zannetmekte ısrarcıl olanlara ses çıkartmaktır çekinip durduğu(n)muz hainlik. Şerefiz sözünü durmaksızın ağzına sakız ederek, çalakalem vurgulamalarla nasıl da gündemin tortusunda kendime yer bulabilirim diyebilen medya hakimi ve hakikat bilir! pardon işini bilir! köşe kadılarının çarşaf çarşaf belâ okumalarına artık yeter diyebilmektir, çekinip durduğu(n)muz hainlik. Sayıları bir avuçta olsa doğalarını tarumar etmekten, geleceğini pamuk ipliğine teslim edecek, nefessiz, alışageldiği düzenden alıkoyup, yaşamsız kılacak hidroelektrik santrallerine karşı durabilenlerle kolkola durabilmektir, çekinip durduğu(n)muz hainlik. Birbirinin takip eden dalaverelerle e(k)meğinin mücadelesinde izole edildikleri izlenimiyle toplumla bağlarının kopartıldığına biat edilen, yanılsatılan emekçilerin sorunlarının diriliğini işitebilmektir, çekinip durduğu(n)muz hainlik. Bugün yinelemekte fayda var, kimseler hakkı bile isteye teslim etmeyeceği bir dünyada yaşıyoruz. Verilebilecek her anlamlı yanıt, açılabilecek her yeni eşik karanlığın istikrarını altüst edebilecek her teşebbüs olumlayıp içinde durmadan kıvrandığımız bu yılgınlık çemberinin dışını görebilmemizi sağlayacak. Tabii ki, birbirlerinin secerelerinde ne hatalar var diye vakit geçirenlerden, laf salatasına teslim olanlardan ayrıştığımız vakit. Anlayana!

>>>>>Bildirgeç
2. Tekel Direnişi: Hem Hükümete, Hem Sermayeye, Hem Sendika Bürokrasisine Karşı - Yunus ÖZTÜRK*

Kamuoyunda 78 günlük Ankara Direnişi’yle tanınan TEKEL işçileri, AKP hükümetini zora sokan ve hükümeti geri adım atmaya zorlayan haklı bir üne sahip. 14 Aralık 2009 ile 2 Mart 2010 arasındaki süre içinde Ankara Sakarya Caddesi’nde, Türk-İş Genel Merkezi’nin önünde kurdukları çadırlarda, 4 C denen iş güvencesi, sendika hakkı olmayan esnek çalışma biçimine itiraz ettiler. Sendikalarıyla birlikte mücadeleyi belirli bir noktaya kadar getirdiler. Ancak, TEKEL eylemleri hükümet aleyhine döndükçe, Türk-İş Genel Merkezi ve konfederasyonun bünyesindeki çoğunluk sendika eylemlere destek vermedi.

4 Şubat ve 26 Mayıs genel grevleri birbirinden olumsuz yaşandı. Tek Gıda-İş Genel Merkezi de 2 Mart’ta aldığı kararla işçilere sormadan çadırları kaldırmış, açıkladığı eylem takvimlerinin hiçbirini yerine getirmedi. Verdiği sözleri tutmadığı gibi, işçilere 4 C’yi imzalamalarını, yoksa Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra imzalarlarsa, hak kayıplarının olacağını telkin etti. Bunun üzerine azınlık işçi grubu mücadeleyi yeniden başlatmak üzere harekete geçti. Bu girişim bugün 22. günü dolan ve Tek Gıda-İş Genel Merkezi’nden içeri alınmadıkları için sendikanın karşısındaki parkta, kurdukları çadırlarda haklarını arayan bir mücadele ortayı çıktı. Son durumu öğrenmek üzere iki kadın TEKEL işçisi Arzu Güneş ve Elif Özlem Yaycı’yla söyleştik.

* * *

Sizleri tanıyabilir miyiz?

Arzu Güneş, 20 yıllık TEKEL işçisiyim; en son Manisa yaprak tütün işletmesinde çalışıyordum.

Siz?

Elif Özlem Yaycı, İzmir Yazıbaşı TEKEL işçisiyim.

Son dönemi konuşmak istiyoruz. 4 Ekim’de başlattığınız eyleme nasıl karar verdiniz? Neden Tek Gıda-İş sendikasına gelip görüşme ihtiyacı duydunuz?

16 Eylül’de Anayasa Mahkemesi’nin önüne giderek bir basın açıklaması yaptık. Durumumuzu öğrenmek istedik. Tek Gıda-İş genel başkanı bize 14-15 Eylül’de mahkeme karar verecek, en geç 10 Eylül’e kadar 4 C’yi imzalayın ki, mahkeme 4 C’yi iptal ederse, hukuki bir başvurunuz da elinizde bulunsun demişti.

Mahkeme iki işçi arkadaşımız içeri kabul etti ve onlar da yazı işleri müdürüyle görüştüler. Mahkemeden bize söylenen şuydu: Davanın görüşülme süresinin belli olmadığını, üç ay, belki bir yıl içinde mahkemenin gündemine girebileceğini; dolayısıyla 4 C sözleşmesini imzalamak zorunda olmadığımızı söylediler.

Bu durum bizi şok etti. Sendika bizi yanıltmış ve 78 gün boyunca Ankara’da büyük bedeller ödeyerek sürdürdüğümüz mücadelenin hedefi olan 4 C’nin iptal edilmesi yerine, 4 C’yi kabul etmiştik.

İkinci olarak ataması 4 C olarak çıkan arkadaşların da görevlendirmesi yapılmıyordu. Aylar geçmesine rağmen göreve başlayamadılar. Üçüncüsü, 1 Ekim itibariyle işyerinin kapanması sebebiyle ödenen ‘iş kaybı tazminatı’ sona erdi. Böylece sağlık ve sosyal güvenlik haklarımız da son bulmuş oldu; sigorta primlerimizin ödenmesi durduruldu.

Ne yapabilirdik? Sendikaya gidip konuşmak istedik. 14 Haziran’da da benzer bir durum olmuş, 11 ilden 25 işçiyle Tek Gıda-İş Genel Merkezi’ne gitmiştik ve sendikacılar bizimle görüşmüşlerdi. Bizi teskin edip, şehirlerimize geri dönmemizi, Ağustos ayında büyük bir eylem planladıklarını söylemişlerdi.

4 Ekim’de Tek Gıda-İş’in önüne geldiğimizde bu kez farklı karşılandık. Sendika merkezinin içi, dışı polis doluydu. Çevik Kuvvet polisleri kapının önüne dizilmişti ve bizi içeri almadılar. Onlarla görüşemediğimiz için, onlarla görüşüne kadar oturma eylemi yapmaya karar verdik.

Peki Özlem, bu eylem kararını nasıl aldınız? İşçilerle görüştünüz mü? Harekete geçmeye nasıl karar verdiniz?

Sendikanın almış olduğu eylem kararlarını uygulamaması, mücadeleden havlu atması üzerine karar verdik. Sendikayla görüşüp tekrar işçileri mücadeleye çağırmasını istiyorduk. Polis barikatıyla karşılaştık. Onlar bizimle görüşüne kadar da bu eylemimizi devam ettireceğiz.

Polisi kapıda bulacağınızı bekliyor muydunuz? Sendikacıların sizi engelleyeceklerini, içeri almayacaklarını düşündünüz mü?

Bekliyorduk, çünkü 2 Temmuz’da Ankara’ya gidip Türk-İş Genel Merkezi’yle görüşmek istediğimiz sırada da benzer bir manzarayla karşılaşmıştık. Türk-İş Genel Merkezi’ne girişimiz, konfederasyon merkezinin içini âdeta polis karakoluna çeviren çevik kuvvet polisleri eliyle engellendi. Hatta gözaltına alındık.

Türk-İş’ten sonra Tek Gıda-İş’e gideceğimizi de söylemiştik. Sendikanın genel başkanı Mustafa Türkel de bunu duymuş ve ANKA Haber Ajansına verdiği röportajda, eğer işçiler Tek Gıda-İş’e gelirse, Türk-İş’te gördükleri muamelenin aynısıyla, hatta daha daha fazlasıyla karşılaşacağımızı söylemişti. Bunu beklemeyen arkadaşlarımız da vardı.

İşçiler üyesi oldukları, aidatlarını yıllarca ödedikleri sendikalarına, sırf yöneticiler istemediği için giremiyorlar. Polis de işçilerin haklarını değil, sendika yöneticilerini koruyor. Oysa ki aynı polis Ankara’da hükümeti korumuştu. Sonra Türk-İş Genel Merkezi’ni işçiden korudu. Şimdi de Tek Gıda-İş yöneticilerini işçilerden koruyor. Düzenin polisi, düzenin sendikacısıyla birlikte işçilerin karşısına barikat kuruyorlar.

Arzu, size yönelik eleştirilerden biri sizin sendikaya karşı eylem yapmış olmanız. Var mı böyle bir şey?

Kesinlikle hayır. Bizim amacımız sendikamıza kararlı olması için çağrıda bulunmak, bizim mücadele etmekte kararlı olduğumuzu ona söylemek ve işçilerin haklarını alabilmeleri için yeni bir mücadele planının yapılmasını sağlamaktı.

Hatta ikinci gün sendikacılarla görüşmeye giden Eğitim Sen ve Gökkuşağı’ndan iki temsilci arkadaş da şahittir; içeriye girip görüşmek istediğimizi, 4 C’ye ve hükümete karşı bir eylem biçimine dönüştürmemizi ve sendikanın mücadele planını açıklamasını istedik. Bunların hiçbiri kabul edilmedi.
Tek söylenen şey, konu Anayasa Mahkemesi’nde ve biz mahkemenin sonucunu bekliyoruz. Oysa bu mahkemenin hangi kararı vereceği referandumun sonucundan da belli. Daha önceki eylemlerimiz de dava Danıştay’dayken, işe iade davalarımız sürerken gerçekleşmişti. Hatta 1-2 Nisan Ankara eylemi konu Anayasa Mahkemesi’ne intikal ettikten sonra yapıldı.

Bugün ne oldu da, “hukuka saygılıyız”, “mahkemenin sonucunu bekliyoruz” gibi bahaneler ileri sürülüyor? Sendika görevini yapmazken, ya biz de susup geri çekilecektik, ya da onların mücadeleden kaçan tutumlarını kınayıp, protesto edip, karar almalarını sağlayacaktık.

Nitekim, bu eylem başlar başlamaz ilk hükümet harekete geçti ve 3 bin 600 TEKEL işçisinin depo atamasını yaptı. 17 gün sonra Tek Gıda-İş bize cevap verdi: Önce bu kişileri tanımıyorum diyordu, şimdi “mücadelenin titiz takipçisiyiz” diyerek, konuyla ilgilendiği yönünde kamuoyuna bilgi verme gereği duydu.

Özlem, eyleminize yönelik ikinci bir eleştiri konusu ise, Ankara’da binlerce TEKEL işçisinin burada olmaması, 2. TEKEL direnişine katılan işçilerin sayısının onlarla ifade edilmesidir. İşçiler sence neden gelmediler?

En önemli sebep, sendikanın işçileri zorlayıp 4 C’yi imzalatması oldu. Mücadeleye çağırdığımız işçiler, 4 C’ye imza attıktan sonra hangi mücadeleyi yapabiliriz ki, diye soruyorlar. İşçilerin en çok moralini bozan, sendikanın 4 C konusunda yaptığı telkin ve imzalayın diye ısrar etmesidir.

Sendikanın baskıyı ve yanlış yönlendirmesi işçilerin gelmesini engelliyor. Çeşitli defalar şahit olduğumuz gibi maddi özendiricilerle işçiyi denetim altında tutuyorlar. Doğu ve Güneydoğu’daki işçilerin yöneticilerle feodal bağları olanlar var. Yöneticilere inananlar var hâlâ. Bu da katılımın sınırlı kalmasına sebep oluyor.

Neden imzaladınız, karşı çıktığınız 4 C sözleşmesini?

Mecbur kaldık. Tek Gıda-İş Genel Merkezi 29 Temmuz tarihinde bir yazı gönderdi şubelere. Hepimiz okuduk bu yazıyı. Yazı sendikanın hukuk bürosu tarafından 27 Mart’ta hazırlanmış. Diyor ki, işçilerin hak kaybına uğramamaları için, 4 C sözleşmesini imzalamaları yararlarınadır. Anayasa Mahkemesi’nin kararı geriye doğru işlemeyeceği için sözleşmeyi imzalansın.

Mustafa Türkel de yaptığı açıklamada, sözleşmeyi imzalayın ama işe başlamayın gibi laflar etti. Peşinden de 14-15 Eylül’de mahkeme karar verecek, 10 Eylül’e kadar imzalayın dedi. Meğer mahkemenin böyle bir gündemi ve kararı yokmuş. İşçiler sendika yönetimi tarafından aldatılmış oldu. Sözleşme de imzalanmış oldu.
İş fiili mücadeleden hukuk mücadelesine devredilince, hukuk terimleri arasında ince ayrımlar yaparak sonuç alma yöntemine başvuruldu. İşçi için durum ya sözleşmeyi imzalarsın ya da imzalamayıp mücadele edersin. Sendika mücadeleden vazgeçti ve sonra da hukuki sonucu bekleyelim diyerek mücadele azmini, isteğini boğdu.

2 Mart’tan, yani çadırları sökmemizin üzerinden altı aydan fazla geçti ve sendika hiçbir eylem yapmayınca herkes artık umudunu kesti. İş buldu, hayatına geri döndü ve beklemeye başladı. Sendikanın mesajı, iş kaybı tazminatlarınız bitince işe başlayın demekti. Bunu işçiye altı ay içinde benimsetti.

İşçi sahipsiz kaldığını gördü, kendisinde mücadele edecek güç de görmeyince, işsizlik koşullarını yaşayıp gördükten sonra, daha fazla iş kaybı olmasını önlemek için sözleşmeyi imzaladı. Ya işsizlik ya 4 C dayatılınca, işçi 4 C’yi seçti.

Peki, Mustafa Türkel, “Bir tek işçi de kalsa 4 C’ye karşı mücadele edeceğim,” dememiş miydi? Şeref sözü verip, yemin etmemiş miydi? Ne oldu da durum değişti?

Aslında hükümet söylemişti. İki yıl önce biz sendikanızla anlaştık demişti. Türkel böyle bir şey olmadığını söyledi, ama öyle görülüyor ki, hükümetle bir biçimde anlaşmış. İşçinin zorlamasıyla eylemleri sürdürmüş. Nitekim çadırlar kalkınca, işçinin baskısı da kalktı. İşçi baskısı kalkınca eylemler de sona erdi. Mücadeleyi yürüten sendika değil işçilermiş.

Bunu o gün de hissediyorduk ama bugün daha iyi anlıyoruz. Hükümetin ayrıca sendikayı yetkisini düşürme, elindeki kimi işyerlerini Hak-İş’e geçirme (Çaykur örneğinde olduğu gibi) tehditleri savurduğu söylense de ana mesele, Türkel’in sonucunu tahmin etmediği bir eyleme önayak olması ve ardından bunu toparlamamasıdır.

Arzu sen dersin, neden azınlık eylemi yaşanıyor? İşçi katılımı neden sınırlı kaldı?

Özlem’in söylediğine ilave olarak şunları söyleyebilirim: TEKEL işçisi 78 günlük direniş içinde sendikasına inandı, güvendi. 4 Ekim’de İstanbul’a gelmemizin ertesinde hükümet (bence sendikayla görüşerek ve bu eylemin büyümesini önlemek için) siyasal bir adım attı ve işçilerin atamalarını çıkartmaya başladı.

İnternette her gün artan sayıda işçinin atamasının yapıldığı görülmeye başlandı. İşçileri susturma politikası uygulandı. İkinci olarak 78 gün mücadele edip, haklarını tam olarak almadan eylemi bitirmiş işçiler açısından, yeni bir mücadeleye girişmek demek, 78 günlük eylemi aşacak yeni bir eylem demektir ki, bunu göze almak hem de sendika eylem yapmaktan kaçtığı bir sırada son derece zor bir karar demektir.

Üçüncüsü, gelmek isteyenlerin bir bölümünü engelleyen, ekonomik olarak yol masrafı, burada yapacakları masraflardır; evlerine ayırmaları gereken para, vb. nedenlerle harekete geçmekte ağırdan aldıklarını söyleyebilirim. Son bir şey de, binlerce işçiyle başaramadığımız bir işi, azınlık bir işçi grubuyla başaramayacağımıza dair inanıştır.

Tabii ki buna ek sebepler de var. Eylemin hedefi ve talepleri aynı olmakla birlikte, bu süreçte siyasal olarak işçilerle dayanışma içinde olan siyasal parti ve çevrelerin de sendikanın yanında yer alıp, işçilerle birlikte olmamaları söz konusu. Eylemi büyütmek yerine küçültmek, yok etmek, görmezden gelmek gibi bir tutum takındılar.

Örneğin iki hafta sonu yaptığımız 500-800 kişinin katıldığı ve son haftaların en katılımlı yürüyüşlerimiz (biri Galatasaray-Taksim’de, diğeri Şişli- Mecidiyeköy AKP ilçe binasına kadar süren yürüyüşlerdi), söz konusu iki sol basın organı (Evrensel gazetesi ve Sol dergisi; solorg.tr) tarafından görülmedi; haber bile yapılmadı.

Bu konuya birazdan dönelim. Ancak şunu merak ediyorum, 78 günlük direniş, işçilerde ve sizin üzerinizde nasıl bir siyasal etki ya da dönüşüm gerçekleştirdi? Özlem, ne dersin?

Biz solcu bir aileden geliyoruz. Dolaysıyla beklediklerimizi yaşadık. Ancak TEKEL işçisinin siyasal yapısı çok farklı. Onların arasından bu süreçten etkilenerek sola doğru meyleden işçiler oldu.

Böyle bir örnek var mı?

Evet. Bugün bizimle bu eylem içinde olan Salih, Tokat TEKEL işçisiydi ve MHP’liydi. MHP’de yöneticilik yapmış bir işçi. 78 günlük süreç içinde siyasal tercihleri değişti. Solcu gençlerin gelip gitmeleri, bilgili olmaları etkili oluyordu.

İncirlik Üssü eylemi sırasında on yedi yaşındaki bir gencin alnına silah dayamış olmaları ve gencin bunu anlatması karşısında, “biz bu vatan niçin ne yapmışız” diyerek geçmişiyle hesaplaştı. Bugün komünist olmadı, ama MHP’li değil artık ve işçi sınıfı mücadelesine inanan, güvenilir bir işçi oldu. “Aslıma döndüm,” diyor şimdi. “Bu ülkenin gerçek sahibi solcular,” diyor. Böyle birçok örnek sayabiliriz.

Arzu, sen nasıl etkilendin bu süreçte?

Ben de genel olarak sol görüşlüydüm. Ancak 78 günlük mücadele içinde şunu gördüm: Sadece solcu olmak yetmez, örgütlü olmak da gerekir. Partili mücadeleye girme kararını 78 günlük mücadele sırasında vermiş, Türkiye Komünist Partisi’ne üye olmuştu. Özlem de TKP’ye üye oldu.
Herkesin kafasında değişmeler yaşandı. 1. TEKEL direnişi bizi partili olarak mücadele etmemiz gerektiğine ikna etti. Bugünse, hayatın başka gerçeklerini görmeye başladık. 2. TEKEL direnişi gözümü daha çok açtı. Mücadelenin içinde olmazsanız, daha yüzeysel görüyorsunuz olayları. Mücadelenin içinde yer alınca daha yakından değerlendirme yapabiliyorsunuz. Bugün ikimiz de kendimizi partili olarak hissetmiyoruz.

78 günlük direnişe destek veren çok geniş bir sendikal ve sosyalist siyasal çevre vardı. 2. TEKEL direnişi sırasında bunların bir kısmını göremiyoruz. Sizce neden burada değiller? Özlem, ne dersin?

Doğru. Bugün Ankara’da bize destek veren DİSK, KESK ve diğer sendikaların şubeleri, yöneticileri, TKP, EMEP, Halkevleri gibi o günlerde çok desteğini aldığımız kurumlar bugün yeterince destek vermiyor. Bu bizi üzüyor kuşkusuz. Dost acı söylermiş, demek ki diyoruz, o gün de işçiye değil Tek Gıda-İş yönetimine destek veriyorlarmış bu kurumlar. İşçilere destek vermemişler.

Arzu, sen ne dersin? Sanıyorum, internette Sol Defter sitesine yazdığın bir yorum de epeyce tartışma yarattı. Bu partileri ve sendikaları eleştirmiştin. Neden eksik bir destek var size?

DİSK ve KESK’i biz devrimci sendikacı olarak tanıyorduk. Bu sendikalar 4 Şubat grevinde yeterince destek vermediler. 26 Mayıs grevi tam bir fiyasko oldu. Hatırlarsanız, Tek Gıda-İş bile 26 Mayıs grevine tam gün katılmadı. Bir saatlik maden işçilerini anma eylemi olarak geçiştirdi. Yani, eylemin sahibi sendika bile 26 Mayıs’ta 1 saatlik eylem yaparak eyleme desteğini azalttı.

Siyasal partilerin birçoğu o dönemde hepsi yanımızdaydı. Özellikle de kendi partim (TKP) yanımızdaydı. Doktorundan, aracına kadar her şeyiyle yanımızdaydı; evlerini açtılar. Bugüne geldiğimizde bu desteği göremiyoruz.

2. TEKEL direnişini küçümseyerek ‘eylemcik’ olarak değerlendirmelerini kabul edemeyiz. İşçileri küçümsemelerini doğru bulmuyorum. Çoğunluğu sağlayın sonra destek olalım diyorlar, sendikaları yıpratmayın diyorlar ve dolaylı olarak sendikaya destek veriyorlar ve işçileri desteklemiyorlar.

Özlem, sen dersin?

Gerçekten işçi sınıfından yana değillermiş. Kafa sayısına bakarak destek vereceklerse o zaman bize değil, sendika yönetimine destek vermiş oluyorlar.

Azınlık olmanıza rağmen kamuoyunda destek buluyorsunuz ve hem sendika hem de hükümet sizi dikkate alarak bazı adımlar atmak zorunda hissetti kendini. Bu mücadelenin sayısından çok ortaya koyduğu sendikaların mücadele içinde bulunduğu durumun gerçekçi bir analizini yapmamıza olanak veriyor. Hem de siyasal partilerin tutumunu anlamamıza yol açıyor. Bu açıdan ‘anlamı’ olan bir eylem ve Türkiye’de belki de ilk kez oluyor.

Evet, sendika yönetimi kendini savunmaya çekti, “mücadelenin titiz takipçisiyiz” demek zorunda kaldı ve hükümet atamaları yaptı. Bu bile bizim meşruluğumuzu gösteriyor.

Bugün için ‘misyon’ üstlenen eylemler ön plana çıkıyor. Paşabahçe hastanesinde Türkan Albayrak gibi. Tek kişi ama bir soruna parmak basıyor ve etkili oluyor. Üstelik yalnız da değiliz. Beşiktaş, Sarıyer belediyesinden pek çok siyasal çevreye kadar yanımızdalar. Sırrı Süreyya Önder’den Pınar Sağ’a, Levent Kırca’dan Bilgesu Erenus’a, Cezmi Ersöz’e kadar bizzat eylemlerimize gelip destek veren aydınlar, sanatçılar var.

Yalnız değiliz. Yalnız olmadığımız yürüyüşlerimizdeki katılımda da görülüyor. Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu yanımızda. Damlaya damlaya damlaya göl olur sözü tam da böyle bir şey.

Biz kararlıyız. Sendika bizimle görüşene kadar, 4 C’yle ilgili sonuç alıcı adımlar atılana kadar, gücümüz yettiği müddetçe çadırlarımızda olacağız. Sesimizi duyuracağız.

Son soru. Nasıl bir süreç öngörüyorsunuz? Bundan sonra ne yapmak istiyorsunuz? İkinize de sorayım.

Biz 4 C’yi sadece kendi durumumuz için bir baskı ve hak kaybı olarak görmüyoruz. Bugün 4 C, bütün işçiler ve emekçiler için dayatılan bir çalışma biçimi oluyor. Öğretmeninden sağlıkçısına, belediye çalışanından tersane işçisine kadar her yerde esnek, iş güvencesi ve iş güvenliği olmayan, örgütsüz, sendikasız düşük ücretle, taşeronlarda çalışma var.

İşsizliğin hayli yüksek olması bu çalışma biçiminin yaygınlaşmasına olanak veriyor. 4 C’ye karşı mücadeleyi sürdürürken yeni esnek çalışma biçimlerine zorlanan işçilerle, emekçilerle birleşik mücadelenin olanaklarını tartışıp bulmamız gerekecek. Mücadeleyi büyütmemiz gerekecek.

Biz sadece TEKEL özelinde mücadelenin mümkün olduğunu gösterdik, sendikacıların tutumlarını ortaya koyduk. Yalnız olmadığımızı ve işçiler olarak tabandan yeni mücadeleleri örgütlemekle karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyduk. Bunlardan sonuç çıkartıp ileri adımlar atmaksa, bizi aşıyor.

Bütün emek ve meslek örgütlerinin, siyasal parti ve kurumların gerçek bir ayrışma yaşayarak mücadeleyi daha köklü biçimde yürütüp yürütmeyeceklerine karar vermeleri de gerekiyor. Biz çadırlarımızdayız! Herkesi mücadele için yan yana gelmeye çağırıyoruz.

* Bir paragraflık meram kısmımızın tamlayıcı bir öğesi olarak, aslında neler olduğunu ve nelerin yaşamaya devam ettirildiğini net bir biçimde sunmakta olan; Yunus ÖZTÜRK'ün kaleminden Mesele Dergisi'nin 47. Sayısında (Kasım 2010) yayınlanmış olan röportajı, yazarın ve derginin anlayışlarına sığınarak sizlerle paylaşıyoruz.

...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Özgürlük İstiyoruz!
Savaşma Konuş! - 500binradikal.com
Sürgündeki Kürtler Barışı Bekliyor - Dilek KURBAN - Radikal
2. Tekel Direnişi: Hem Hükümete, Hem Sermayeye, Hem Sendika Bürokrasisine Karşı - Yunus ÖZTÜRK - Mesele
4-C Hapishanedir! - Kronik Muhalif
Fotoromanla Ülke Kurtarmak Ya Da Sistemin ‘Sözcü’leri - Sarphan UZUNOĞLU - Evrensel
"Yüzleşme"ye Katkı ve Katılım İçin... - Mustafa SÜTLAŞ - BiaMag
Görev Tanımı: Onlar Öldürür, Biz Cenazelere Gideriz - Serpil ODABAŞI - Jiyan
Makbule KAYMAZ: 'Kimse Bu Ülkede Adalet Var Demesin' - Hasan CÖMERT - Ntvmsnbc
'Uğur'suz Memleketin 6 Yıllık Yarası - Kronik Muhalif
Şırnak'ta Bir Çocuk Askerler Tarafından Vuruldu - Sendika.org
Devlet Hayrettin Eren'in Kaybedilmesinde 30 Yıldır Dilsiz - Bianet
Beyaz Türkler, Kara Kürtler ve 'Zenci'ler - Gökçe AYTULU - Radikal
Beyaz Müslümanlar: Bu Ülkeye İslam Gerekiyorsa Onu Da Biz Getiririz - Nezir AKYEŞİLMEN - Taraf / Her Taraf
‘Beyaz Türkler’ ve ‘Siyah Türkler’ - Okay GÖNENSİN - Vatan
Zelal Bende Hiç Kirlenmedi... - Alınteri.net
Kaybolan Hikayelerimiz: Şehrimiz, Başörtümüz, Özgürlüğümüz, Gençliğimiz - Sarphan UZUNOĞLU - Jiyan
Faşizm Çok Ayıp Bir Şeydir - Sırrı Süreyya ÖNDER - Radikal
Ertuğrul Özkök’ün Cehennemini Anlamak - Markar ESAYAN - Taraf
Çapsız Tiradın Anlattıkları - Mithat Fabian SÖZMEN - Evrensel / Desporte
Ertuğrul KÜRKÇÜ: "Kılıçdaroğlu Değil, 'Dansöz' Dokunulmazdır" - Burak COP - Bianet
Kılıçdaroğlu Asıl Bunları Bilmeli - Selami İNCE - Birgün Pazar
Yeni Dil, Yeni Hayat - Karin KARAKAŞLI - Kronik Muhalif
“Ez” ê Tu Cara Ne Bim “Ben”! - Şeyhmus DİKEN - Birgün
Lengüistik Dram - Lezgin BOTAN - BiaMag
Aldatılmış Kuşak - Ece TEMELKURAN - Habertürk
Geçmiş / Gelecek - Murat BELGE - Taraf
Grev Güncesi - İkinci Tekel Direnişi
Grev Güncesi - Ankara Tekel Direnişi
Grev Güncesi - Sabah / ATV Emekçileri
Artık Yetti!.. - Devrimci Sendikal Birlik - Alınteri.net
1 Milyon Genç İşsiz, Eğitimsiz… - Mustafa SÖNMEZ - Cumhuriyet / Mustafa Sönmez Blog
Eşit Haklar, Eşit Fırsatlar, Herkes İçin İlerleme - Yaşar SEYMEN - Birgün
Başarılı Bir Anti - Komünist Olmak İsteyenlere 40 Tavsiye - J. SLAVYANSKI - Eleştirel Medya Günlüğü
Liberal İğrenç Bir Sözcüktür - Stalker - Evrensel Blok
tuh_ellerim_kirilsaydi.org - Mustafa ADALI - Sol.org.tr
Cantona: Devrim Banka Boykotuyla Başlar - BBC Türkçe
Muhalif Radyoculuk: Keyif, Diyalog, İnat - Arzu DEMİR - Birgün Pazar

Sir Richard Bishop Official
Sir Richard Bishop No Cover On WNYC - Douglas Q. SMITH - Culture.WNYC
Sir Richard Bishop - Polytheistic Fragments Album Review - Marc MASTERS - Pitchfork
Maffy Falay / Sevda - Jazz I Sverige - Informative Via ProgNotFrog
Muvaffak 'Maffy' Falay: Ayyıldızlı Bebop Şövalyesi - Serhan YEDİG - Müzik Söyleşileri.net
Muvaffak 'Maffy' Falay - Arapsaçı - 45Devir
Jazz I Sverige At Myspace
Didier Labbé Quartet Official
Didier Labbé Quartet At Myspace
Didier Labbé Quartet - Nargile Kafe Official Video
Bojan Z / Tetraband - Humus Album Review - Chris MAY - All About Jazz
Bojan Z Official
Bojan Z At Myspace
Baba Zula Resmi Sayfa
Baba Zula : Gecekondu Kentin En Sempatik Yanıdır - Eray AYTİMUR - Radikal Hayat
Baba Zula On The Strand: Istanbul Special - BBC World
Enzo Ikah Official
Enzo Ikah - Red, Black And White Albüm Tanıtım Yazısı - Tayfa Bandista
Enzo Ikah Röportajı - Çağlar YERLİKAYA
Radio Citizen / Niko Schabel Official
Radio Citizen At Ubiquity Records
Radio Citizen - Hope And Despair Album Review - John GARRATT - PopMatters

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – misak[nospam]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
WTF! - By Mystery Boy
Mystery Boy's Flickr Page

>>>>>Poemé
Söyleyecek Bir Şey Yok - Philip LARKIN

Uluslar için, ayrık otları denli cılız,
Göçebe kavimler için, kayaların arasında,
Kısa boylu, asık yüzlü kabilelere
Ve parke taşları gibi kenetli ailelere
Fabrika kentlerinde karanlık sabahlarda
Ağır ağır ölmektir yaşam.

Ve tüm ellerindeki
Yaratma ya da kutsama,
Sevgi ya da para ölçme yolları
Ağır ağır ölmek yollarıdır.
Mızrakla domuz avlayarak ya da
Garden parti vererek geçen gün,

Tanık iskemlesinde ya da
Doğum masasında saatler
Hep ağır ağır ilerler ölüme doğru.
Ve kimine bunu söylemek
Hiçbir şey demez, kimine de
Hiçbir şey bırakmaz söyleyecek.

Kaynakça: Şiir.gen.tr
Çevirenler : Şavkar ALTINEL - Roni MARGULIES

Comments