Deuss Ex Machina # 377 - mae llyfr du cyfalafiaeth

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_377_--_mae llyfr du cyfalafiaeth

28 Kasım 2011 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Dolaşıma Çıkartılmayan Seslerle Yeni Tümceler Oluşturmak: 13Melek vs. Deuss Ex Machina
Konuk: Yiğit ATAK - Basatap / Post Express - 13Melek
>1<-Erkin Koray-Meçhul (Diskotür / Sublime Frequencies)
>2<-Kurt Vile-Baby's Arms (Matador)
>3<-Lambchop-Steve McQueen (City Slang)
>4<-Sylvain Chauveau-Et Peu À Peu Les Flots Respiraient Comme On Pleure (Noise Museum / Type)
>5<-Dustin O'Halloran-We Move Lightly (130701 / FatCat Records)
>6<-Beck-Lost Cause (Geffen Records)
>7<-Thurston Moore-Benediction (Matador)
>8<-Dakota Suite & Emanuele Errante-A Worn Out Life (With Cello) (Lidar)
>9<-Julia Kent-Overlook (Important Records)
>10<-Yo La Tengo-The Weakest Part (Matador)
>11<-Low-Tonight (Kranky)
>12<-Vic Chesnutt & A Silver Mt. Zion-Coward (Constellation)

                                         Mae Llyfr Du Cyfalafiaeth
                                                        (377)

Kısacık bir meram sınırlarında günün bunca yüküne, yüklenişine dair bir kelam daha eklemleyebilmek kolay mıdır? Sabahın kör vaktinde başlayıp akşamın pusunda tükeniveren günün koşturmacasından hemen sonra ne kalır ki akılda bu kadar henagemin ortasında. Ne kaldırılır ki insan dediğimiz varlığın, sade vatandaş olarak belletileninin usunda. Neye müsammaha gösterilmiş ki usda biriktirilenin yankısına dair çokça kelam eklentilenebilsin o garip dünyanın sınırlarında. Her şey iyidir hoştur da hala garip olarak tanımlandırılır. Yiyip içmek için emek sarf eder, karşılığında bir ayı bırakınız bir haftayı geçirmesinin, mümkünatların sınırlarında bile kayda geçirilmediği, tespit edilmediği bir kazanımla beraber tüket, tüket son kuruşuna kadar tüket dünyasında elindeki avucundakinden de bir an evvel olabilsin diye ekranın karşısında zihni iyice körleştiren bir dünyanın sınırlarına terki diyar eylenir. O küçücük kutuya göstereceği itimat ve özenle sanki daha güzel bir dünyada yaşadığını sanmasının zemini yoklanır, daimi olduğu üzere. Alışılageldikliği hep bilindiği şekliyle. Kendisinden, yaşadıklarından bir haber kıldırılınca, oralarda gördüklerinden her şeyde bir hayır vardır çıkarsamasına daha mı yakın durması beklentilenir yoksa böyle gelmiş böyle giderciliği bir gelenek olarak devam ettiren erkin bitmek tükenmek bilmeyen buyruklarına olur vermesinin yolları mı arşınlanır. Karar sizin, bizim; hepimizin.

Neticenin bulanıklığı, neticenin okunamazlığı bir yana bu kadar ağır gıybetin pat oradan küt buradan derlenip toparlanıp, ambalajlanıp, taksitlendirilip sunumlandırıldığı bir satıhda düşünmek, ama nasıl? Düşünmek bütün ön yargıları bir kenara bırakıp tamamen sorunun mabadını, merkezini göz önünde bulundururarak, eğmeden, bükmeden, lakinlerle, fakatlarla bölmeden, bölmeksizin tek bir şey için sadece ve sadece doğrunun kendisine vakıf olabilmek için. Bütünleşmiş, bütünleştirilmiş olanın nasıl da kolaylıkla tek bir bakış açısında damıtılmış olan, başka sese bırakınız tahammülü nefes almasını bile istem dışı belleyen bir sistem cangılında neye ne kadar, neye nereye kadar anlam atfederekten bir yol oluşturulabilir. Hap kıvamında haber demeye bin şahit ister şeylerin mevzu büyükmüş gibi sunumlandırıldığı, olması gerekenin değil olmaması gerekenin ekranı, sayfaları, sokakları işgal ettiği, yer yer daha doğru ifadesiyle iğfal ettiği güncellik içerisinde lazımımız gelen basitliğini korudukça meramı daha kolay anlamlandırabilir kılacak aynalamalardır. Meramı daha net bir şekilde çözümleyici kılacak kelamlardır öyle veya böyle. Bu kadar hızlıca ilerleyen bir katarın orta yerinde, kaçırmaya çoktan namzet olduğumuz seferlerin ardından da ahlanıp vahlanmamak için elimizde başkaca bir şansımız kalmış mıdır?

Belleksizliğimizi sağlamlaştırmak adına kurgunun her yerinde ortalığa salınıveren günün en anlamsız lakırdısının saatlerce tartışıldığı, bilmem ne dizisinde cereyan etmiş olay örgüsünün hikayesinden, bağlamından kopartılarak tam bugünün şartlarında neye ikbal ettiğini düşümleyebilmek çabası boşluğun ta kendisi değil midir? Boş zihinleri üretme sistematiğinin pratiği değil midir? Akrep ve yelkovan durmaksızın yer değiştirirken, hareketini sürdürürken griliğin üzerini böylesi hafifletilmiş konularla saklayabilmek hala söz konusu olması bile düşündürücüdür. Hala böyle bahislerin ekranları, hala böylesi çıkarsamaların yazılı metinleri işitsel algıyı "şekil" kazandırır kılması dertlenilesidir. Dert küpünün tam karşılığına yerleştirilebilecek bir konu yığını arasında bu ülkenin önceliklerinin hala neler olabileceğini kesitremeyenlerin, kestirip de işlerine gelmeyenlerin ennn olmadık çıkarsamalara olur vermelerinin, onların peşinde durarak, yollarını gözleyerek hiçbir şey söylemelerinin yegane bedbinliği bizleri yeterince kederlendirmektedir. Ya sizleri? Makus kaderimiz olarak tasnif buyurulanların nasıl apaçık bir biçimde belirli kasıtlar ve kazanımlar çerçevesinde şekillendirildiğini gözlemleyebilmek mümkünken üstelik. Bütün hinlik ortalıktayken üstelik. Bütün aymazlıklar zincirleme bir şekil içerisinde dolaşıma çıkartılırken üstelik. Ciddi ciddi sormak lazım gelmektedir halimiz gerçekten nicedir?

Nereye elini atsan orasında bir mahrumiyet bir can sıkıcı tevatür bir dert çoğaltıcı soruna ulaşılırken, hala bu mümkünken nereye kadar bu ali harikalar diyarında parodisi, trajedisi. Toz kondurmama, toz konduracak olanı işin ehillerine hedef gösterme çabalanışı, didişi. Korkunun yükseltildiği aslolanın anlamlandırılıp detaylandırılmadığı bu güzergahı betimlenebilecek şeyleri bile özenle seçmek, yazmak için oturduğunuz klavyenin, kalemin, defterin başında bile saatlerce tartıp biçerek, ölçüp hatmederek bir şeylere çabalanma bile hala mimlenebilmek için geçerli bir neden olarak sayılıyorsa neyimiz iyiye gidiyordur. Konuşamadıkça, talim ettikçe aynı teranelere bir bakmışsınız ki sesinizi bile işitemez olursunuz. Sesinizden yankılanmaya çalışan doğruların izini süremez olursunuz. Bugün gazetecisinden, emekçisine, öğrencisinden, vekiline, siyasetçisinden sade vatandaşına kadar mahrumiyetleri mütemadiyen güncelleyen, derdest etmek adına her durumu değerlendiren, değerlendirebilen bir ülkenin gerçekliğinde sessizliğin yükselmesinden daha korkunç ne olabilir. Üstten özürlerin, yahu etmeyin biz değil onlar yapmış bu teraneleri sahteciliğinin varlığını bu kadar yıldır sürdüren devlet denilen aygıtın tüm yapıtaşlarının bildiğiniz zehirli şarmaşıklarla donatıldığını öngörebilmek söz konusudur. Gerçekliği bir başka bahara terk ettikçe, önceden kestirilip biçimlendirilmiş mutlak doğruların hakimiyetine olur verdikçe daha farklı bir iklime ulaşamayacağımız artık kesindir.

Çokça hasbıhal eylememize rağmen nasıl da pundu bulundu mu aynı teranelerden yeni yalanlar üretilebildiğinin afaki yansıları istenci örselemeye devam ediyor. Yalanlarla donatılan güncellik, yalandan özürler, yalandan demokrasi söylemleri, yalandan hakikat peşinde koşturmacalar kısacası sahneyi komple unutup her ne varsa sadece kazanım, her şekilde kazanım prensibiyle dönüştüren muktedirlik kelime oyunlarına gerek bıraktırmaksızın karanlığın sınırlarını genişletip, nefes almayı mümkünsüz kılmaktadır. Böyledir. Tahammül eşiğini çoktan aşağılara çekmiş olan algının karşısında betimlenenler birer uyarıdır görmesini bilenler için. Afaki nefretin, boyuna vicdan mahlası! üzerinden enikonu daha fazla giyindirmenin, adaletsizliğin tesisinin, hakkaniyetin ılgasının, sıfır sorunun ne demek olduğunu belleğe hatmettirendir bunca yaşanmışlıklar. Halen yaşatılmaya devam edenler, az aşağıda, az beride, sağda solda çıkıvermeyi hala başaranların, seslerini ve imlerini kaybetmemeye gayret edenlerin dolaşıma çıkarttıkları tümcelerden de teyit edilebileceği yaşanmışlıklar. Yaşatılanlar. Gelip vardığımız nokta başkasının, erkin kazanımlarının yanında sanki 'dertsizmiş' gibi gösterilmeye devam edilenlerin nasıl önceliklerinin bulunduğunu da hakkaniyetle anlaşılır kılmaya yetecektir bir kere daha. Bugünümüz bu kadar griyken yarına ulaşabilmenin, yalanlardan kurtulmayı istemek ile sağlanabileceği uzun yolun ilk aşılası engelidir.

Saflığını enikonu yitirmiş, duyarlılığını daimi taca çıkartmış, vicdanının yükünü makus kaderimiz n'apalım diye bellemiş, bu uğurda didinmiş cenahın sunageldikleri ve yapabildikleri şeyleri toplayıp çıkarttığımızda karşımızda dimdik konumlandırılmış bir duvar gibidir yalanlar. Sarılıp, sarmalanıp, her aralıkta olup biteni anlamlandırmak adına kullanageldikleri dilden, kendileri gibi olmayanlara reva gördükleri hiddetten, eşiği aşındıran, başkalaştıran, dönüştüren uygulamalarına, üniformalı vesayetin can yakıcı örneklerinden az çekilmiş gibi yenilerini kervana düzme konusunda yine yeni yeniden çabalanımlara girişenlerin sığınağı haline dönüşen yalanlar. Toptan tahakkümün, iş bu statükonun merkezinde durmaksızın ileri demokrasinin perakende uygulamalarını hayata geçiren!, vitrine yerleştiren, dönüp dolaşıp aynı terabeleri janjanlı ambalajlarla süsleyip yerseniz yapanların fırsat bu fırsattır diyerek hegemonyaları altında unutturabildiklerini bu aralıkta çoğaltabilmek adına el altında tuttukları yalanlar. Dört başı virane, dört başı derbeder, dört başı bunca dert nedir sonu getirilir mi belli olmaz bir akışta, mütemadiyen yinelenen yalanlar. Magazinleştikçe ana akımındaki rotası şaşkın medyasından, şirazesinin, ayarının esas olarak kaçtığı adaletine, gündelik önceliğin değil çok sınırlı sayıdaki mutlu azınlığın çoğunluk karşısındaki kazanımlarını, yaşayışlarını! toz pembelik bir memleket masalı olarak nakletmeye devam edilen, her daim ettirilmeye gayret gösterilmesine aracılık eden yalanlar.

Handiyse ayrılmaz bir parçamız olarak George Orwell'in 1984 yazınının, genişletilmiş versiyonuna zemin sağlayan yalanlar. Kestirilip alıntılanan, her yapının romandakinden daha fazla yıkımı beraberinde getirmesini mümkün kılan yalanlar. Süreklilik, süreklilik adına hangi aymazlıkların önünün açıldığını muştulayan yalanlar. Konuşmanın, fikrine sahip çıkmanın namümkün kılındığı bir zamanın payandası olan yalanlar. Vavelyalarla, gümbürtüye getirilen şeylerin enikonu hepimizin geleceğini şimdiden ipotekleyen, bir yapıya dönüştürüldüğü bu kadar aleniyken, demokrasi tabelasının o da yavaştan, çaktırmadan vidalarının gevşetilmeye çalışıldığı bir süreçtir hasılı kelam, bir sürecin daimi üyesidir yalanlar. Hakkaniyetin unutuşlara, adaletin zaman aşımına, temel hak ve özgürlüklerin bir başka bahara, internet filtresinden tutunuz gerçek sansürün gizlenmesi mümkün olmayan nice örneklemlerine kadar çeşitlendirildiği, sığlaştırılıp, tektipleştirildiği bir ortamda aleni doğruların vakti gelecek midir Doğrunun, yüzleşmenin, köşeleri kırılmamış sipsivri yanıtların yerine başkalarının ikame ettirilebileceği, ayrımcı bakışımların-ben erkim, ben muktedirim ötesi lafı güzaftır çok bilmişliğinin sonunun getirilebilirliği de söz konusu mudur? Bu kadar grinin tonlarının hakimiyetini ilan ettiği bir sahada, bunca tersine işletilmiş algıyı dönüştürebilecek dermanımız, birbirimizi susturmaksızın dinleyebilecek sabrımız, her şeye ve her duruma karşı önce "insan" tavrını kollayacak, koruyacak amasız, fakatsız niyetimiz kalmış mıdır?

Düşüne düşüne ulaşabildiğimiz karşılığını hep muallak menfii bakiyeler olarak edindiğimiz, bunca yaşanmışlıktan sonra bunlar bir kere daha düşünülesidir! Bir kez daha hayatın tüm yalanlarına karşı doğruları savunabilmenin zamanının söz konusu olmadığını her an ve her şart altında gereklilik olduğu belirgindir. nettir. İş bu aralıkta yansıyan mütedeyyin tasvirlerin, yaptırım ve tahakkümlerin hep bir tornadan, salt suskunlaştırabilmek amacı taşıdığı okunabilecektir. Salt, benzerlerini hiç de arattırmayan, düşünsel soluğu, işitsel algıyı ve görsel hafsalayı müdanasız bir yaftalayış silsilesi ile çizgi dışı ilan etmenin karşılığıdır içinde yaşadığımız günlerin tortusu. Sorunları yok sayarak, önemsemeyerek bazı eşikleri çoktan aştık diye buyururken erk aba altından sopa sallamaya devam etmektedir. Yasal zemini, konuşabilirliği engellemeye doymadıkça, her ses çıkartanı muhalif olarak tanımlandırıp, operasyon çatısı altında mahpsulukla buluşturması doğru düzgün iddianamesi olmaksızın yargı önüne iteklemesi, masumiyet karinesini çiğnemek adına ucu boş, çoğu kof binlerce tevatürün yaygınlaştırıldığı, dedikodunun olağanlaştırıldığı b'iklim olağandışılığın normalleştirilmesi sürecinde neleri geride bıraktığımızı, damıtılan olay örgüsü içerisinde her birimizin başına gelebilecekler, fişlemeler, fişteklemeler, el oğlu belletmeler, hain muştulamalar, bu yalanlarla donatılmış en başından bu yana değinmeye gayretkeş olduğumuz demokrasinin yaşatılabilirliğini de tehlikeli bir evreye taşımaktadır:

Yetersizliğin kafi cehaletin ehil, şiddetin müsbet, sorgulamaya gayretkeşliğin kuraldışılık olarak sunulduğu bu satıhda "yüzleşmek" de gösterişli, bol mübalağalı bir piyesten farksız olacaktır. Hakkaniyetin, gerçekliğin önüne çekilen her bir yalan setiyle ne bugünümüz düzgün, ne yarınımız daha iyi olacaktır!.......

İstediğince yalın görünsün göze,
Kuşkuyla bakın
En küçük bir olaya bile!
Sınayın gerekli olup olmadığını,
Hele "alışılagelmiş" türden ise!
Açıkça istiyoruz şunu sizden:
Sakın doğal bulmayın hep alışılageleni!
Çünkü artık hiçbir şeye doğal denmemeli;
Şu kanlı kargaşanın, şu düzenli geçinen düzensizliğin,
Serserice başına buyrukluğun,
Ve insanlarla ilintisini yitirmiş insanlığın
Egemen olduğu dönemlerde kimse demesin:
Doğaldır bu olup bitenler; böyle denmesin ki,
İnanılsın her şeyin değişebileceğine.

Bertolt BRECHT

>>>>>Bildirgeç
Mis gibi sonbahar… İstanbul’un ağaçları güzellikte birbiriyle yarışıyor. Rüzgâr estikçe, bir sokak arasında başımızdan aşağı alev renginde yapraklar yağıyor. O an her ne için koşturmakta isek, bundan çok daha hayati bir şeyler olduğunu anımsatmak ister gibi.

Yaşarken hayatı unutmak, insan denen varlığın tuhaf çelişkilerinden biri. Bir de tabii, kimi zaman hayatı hatırlamamıza izin vermezler çünkü o zaman otomatik pilota bağlanmış rutinimizi sürdüremez, kısa devre yaparız. Misal, o yaprakları fark etmiş ve gülümsemişsek, anılar eşliğinde zamanın içinde ileri geri sürüklenir, o günün sıradan akışıyla hiç ilgisi olmayan şeyler yapmaya kalkabiliriz. Ve düzen, sıradışılıktan nefret eder.

Oysa dünyanın en akla ziyan şeyleri sıradan gerçekliklermişçesine dayatılırken, en çok da bu sıradışı, öznel sığınaklarımıza, bize aslından kim olduğumuzu hatırlatan, kendimizi unutmamıza engel olan boyutlara ihtiyacımız var. Cesaret dediğin de zaten var olana katlanamamaktan başka ne ki?

Operasyonlar sürüyor... Eski milletvekilleri, akademisyenler, gazeteciler, parti mensupları, belediye başkanları, avukatlar içeride. Şafak vaktinde ya da gece karanlığında kırılan kapılar var. Tecavüz edilen mahremler... Sözün tutsaklığında silahlar konuşuyor ve silahların konuşmasını meşru kılan zemin sanki itinayla korunuyor. Oysa ateşkesin barış anlamına gelmediği tecrübeyle sabit. Öfkenin sağaltılması, kinin anlayışa akıtılması hep söze, konuşmaya, birbirini işitmeye ve nihayetinde güvenmeye muhtaç edimler. Bunlar olmadan daha kaçıncı kuşağın hayatını da ipotek altında tutacağız? İşkencede, sürgünde yılları heba edilen koca bir kuşaktan bir özrü, adalet hesaplaşmasını esirgeyerek demokrasiyi hangi yamasından tutturacağız?

Şehrin uzak çocukları

Çocuklar hâlâ daha antlarla güne başlayıp aynı içi boşalmış kalıpları tekrarlıyor. Hâlâ daha düşmanlık dolu satırları tarih bilgisi diye okuyor. Sınavlar yüzünden arkadaş değil, rakip edinip iflah olmaz bir bencilliğin pençesinde kıvranıyor o çocuklar. Şehrin bir yanı koca koca sitelerin steril yalnızlığıyla çevrili. Girişte güvenlik birimleri… Yani, dışarısı, o sınırın ötesi tehlikeli. Böyle yaşanıyor işte. Çocuklar o sitelerin geniş alanlarından okullara ışınlanıyor servis araçlarıyla. Beri tarafta duran İstanbul’u hiç bilmeden İstanbul’da yaşıyor.

Enine boyuna genleşen şehrin uçlarında yokluğa doğan çocuklar da, kondukları alan kadarını tanıyor hayat diye. Eğitim yıllarında başlayan eşitsizlik, kader adı altında doğal bir hale bürünüyor. O doğallığa karşı ya büyük bir öfke ya da kişisel mucizeyle direniyor şehrin uzak çocukları. Ama büyüdüklerinde de içlerinde hep bir rüzgâr esiyor.

Zamanın her şeyi zalimce değiştirdiği bu şehirde hâlâ sürekliliği sağlayansa çarşı pazarlar, küçük dükkânlar ve Arnavut kaldırımı yokuşlar. Oralarda koşturmacalarımızı gülünçleştiren, bizi azıcık soluklanmaya sevk eden sağduyulu bir sükûnet var. Kimsenin acelesi olmayan bir düzlemde, “Nasılsın?” sorusunun karşılığını retorik niyetine değil, gerçek anlamda bir hal hatır sorma olarak yanıtlayabiliyor insan. Kaldırım taşları kim bilir kaçıncı kez ve hangi müteahhidi zengin etmek üzere kırılıp yeniden döşenirken o yamru yumru yokuşlarda tarihin tanığı taşların arasında ot bitmiş. Taşın arasında ot bitebilen bir dünyada insan umuttan vazgeçer mi?

Ama umut dediğin de tutarlılık ister. Bir yanda tarihin acıları gündeme gelmişse ve paylaşılmaya başlanmışsa, o paylaşım her şeye terör gözüyle bakılan, tanımların muğlaklaştığı ve korkunun, tekinsizliğin hava niyetine solunduğu bir ortamda inandırıcılığını yitirir.

Yaşamanın politikası

Hayatın nasıl da küçük ve görece önemsiz ayrıntılarda gizli olduğunu bilen şairler, yaşamanın politikasını sunar aslında. Bu küçük ölçekten yola çıkmadan girişilen büyük dönüşüm projeleri havada kalacaktır nasılsa.

Üzerine titrediği özgürlüğü kerelerce elinden alınan ama kapalı kapılara inat, kalbini başka türlü bir hayat ihtimaline açan Nazım Hikmet, yaşamaya dair öğütlerini yaşanmışlıktan damıttığı için bu denli etkili bu denli unutulmaz.

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yani ağır bastığından.

Kaçak bir güneşin altında elinde çayın sokakta otururken, karşı kıyıları seyrederken bu insani keyfin zûl gelmemesi için aynı anda birilerine hayatın sebepsizce zindan edilmediğini bilmen gerek. Sen görmüyorsun diye, kötülük yok olmaz. Geçmişin acısı, bugün için ders alınmamışsa, gelecekte daha farklı yaşanmayacaksa, sağalmaz. Birbirine uzak kıtalar gibi bakan insanların toplamından halk olmaz. Sevinçte, kederde ayrılanların yaşadığı ortak topraktan da memleket olmaz. Zaman bizi bir bebeğin gevrek kahkahasıyla sınar, onun koca gözleriyle izler. Bir hayatı nasıl yaşadığımız, atalardan miras, çocuklara emanet umutla sınanır en çok. Sabah işe koştururken arabanın motoru üzerinde bıyıklarını titrete titrete uyuyan bir kedi, şahit olur verdiğimiz söze. Yaşamın hakkını verelim her şeyiyle, inat diye...

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bu kadar nefessiz bırakışı karşısında hala akil olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural v kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan!!! olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınması. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle! kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor. Karin KARAKAŞLI'nın "Yaşamak Dediğin" başlıklı makalesi bu meram sathının tüm kapsayışına bir ek okuma parçası olarak değerlendirilebilir. Yazarın ve Kronik Muhalif sitesinin anlayışlarına sığınarak metni sizlerle paylaşıyoruz...

 ...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Titreşim / Deuss Ex Machina #371 (17.10.2011)  
Titreşim / Deuss Ex Machina #372 (24.10.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #374 (07.11.2011)
Özgürlük ve Demokrasi Adayları Seçim Beyannamesi - Sol Defter
#DokunanYanar - İmamın Ordusu - Ahmet ŞIK via Scribd
Yansak Da Dokunacağız - Ahmet ve Nedim'in Gazeteci Arkadaşları - Özgür Basın
Yaşamak Dediğin - Karin KARAKAŞLI - Kronik Muhalif
Büşra ERSANLI: Düşüncelerimizden Dolayı Rehin Alındık - Evrensel
"Rastlardım Avluda Hep Volta Atarken..." - Cnn Türk
Umutsuzlar... - Berrin KARAKAŞ - Radikal
Gündem - Murat YAYKIN - Birgün
Adil Yargı, Acil Sonuç! - Umur TALU - Habertürk
Bunlar Tanınmamak İçin Kestirmiştir Saçlarını - Pınar ÖĞÜNÇ - Radikal
Tarihçilere Bırakamayacağımız Şeyler Listesi - Yücel SARPDERE - Evrensel
Bir Kez Daha - Aslı ERDOĞAN - Özgür Gündem
Taksim'den Tek Ses; TMY Kaldırılsın - Etkin Haber Ajansı
Selahattin DEMİRTAŞ: Çocuklara El Konulmasına İzin Vermeyiz - ANF
"Tutuklamaları Normalleştirmeye Çalışıyorlar" - Ayça SÖYLEMEZ - Bianet
Tutukluları Da Tutuklayın... - Özgür AMED - Yeni Özgür Politika
Sabahat AKKİRAZ: Siz Maraş'la Sivas'la Yüzleştiniz Mi? - Bianet
1915: Katiller ve Kahramanlar - Orhan Kemal CENGİZ - Radikal
Vedat TÜRKALİ: Kemalist Rejim Çok Zalimdi - Demokrat Haber
Komutan: Kürtleri Stadyuma Toplayıp İmha Edeceksin - Zeynep KURAY - Birgün
Kürt Sorununda Çözümün Neresindeyiz? - Mithat SANCAR Söyleşisi - Arife KÖSE - Altüst Dergisi
Kürtler ve Demokrasi: Bir Kurt Masalı - Nuray MERT - Milliyet
Barış Sürecinin Aktörleri - Mithat SANCAR - Taraf-Düzce Yerel Haber
Hastalıklı Görünümler - Hakan TUNÇ - Jiyan
Erdemli Özür, Kibir Özrü - Selçuk CANDANSAYAR - Birgün
Devlet, Kürtleri Türk Olarak Doğurmak İstiyor - Özgür Gündem
11.018 Gündür Onu Bekliyorlar - Işıl CİNMEN - BiaMag
Çevik ve Zabıta Bir Oldu, 11 Liseliye Saldırdı - Sol.org.tr
İran’ın ‘Vururuz’ Açıklaması, Malatya’yı Tedirgin Etti - ANF
Hayata Dönüş’te Süpriz Tanıklar - Yeşil Gazete
Niye Hâlâ Sosyalistim - Roni MARGULIES - Taraf-Düzce Yerel Haber
Olmazsa Olmaz - İlhan Kamil TURAN - Muhalefet.org
İleri Engizisyon - Kadir CANGIZBAY - Birgün
"Tayyip Erdoğan'a Biat Etmemiş Bir Adamım" - Cumhuriyet
Dersim 1938 ve Bugün! - A.Cihan SOYLU - Evrensel
Dersim'in Gözyaşı Halen Nemlidir - Hüseyin ÇELİK - Muhalefet.org
Bekaroğlu'ndan Dersim Katliamı Bombası! - Cnn Türk
Keşke - Mesut ODMAN - Sol.org.tr
Vicdanın Kabulu Mü, Reddi Mi? - A. Hicri İZGÖREN - Özgür Gündem
Doğayı Koruyanlar Vatan Hainiymiş! - Yeşil Gazete
DİSK: Asgari Ücret Açlık Sınırının Altında - Bianet
Ülker Sendikalı İşçi İstemiyor - Emek Dünyası
John Bellamy FOSTER: Küresel Yedek Emek Ordusu ve Yeni Emperyalizm - Gerçeğin Günlüğü
Wall Street İşgali, Sınıf Mücadelesidir - Zülal KALKANDELEN - Cumhuriyet Pazar Dergi
ay abla - Cüneyt UZUNLAR - açık koyu

Erkin Koray via Anatolian Rock
Erkin Koray - Meçhul: Singles & Rarities Album Critic By Joe Tangari via Pitchfork
Kurt Vile Official
Kurt Vile - Smoke Ring For My Halo Album Critic By Maura MCANDREW via CokeMachineGlow
Lambchop Official
Lambchop Informative via Wikipedia
Sylvain Chauveau Official
Sylvain Chauveau via Café De Pass
Dustin O'Halloran Official
Dustin O'Halloran - Vorleben Compilation Sampler via FatCat
Beck Official
Beck - Sea Change Informative via Wikipedia
Thurston Moore Official
Thurston Moore - Demolished Thoughts Stream via NPR
Emanuele Errante Official
Dakota Suite & Emanuele Errante - The North Green Down Album Critic via The Ambient Blog
Julia Kent Official
Julia Kent via Son Yudum
Yo La Tengo
Yo La Tengo At Brooklyn Bowl - Yiğit Atak - 13Melek
Low Official
Low - Live On KEXP
Vic Chesnutt via Wikipedia
Vic Chesnutt: A Tragedy Foretold In Song - Louis PATTISON via The Guardian


Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
In Cold Blood By SonOfJordan
SonOfJordan's Flickr Page

>>>>>Poemé
Yirminci Yüzyılın Portresi - Czeslaw  MILOSZ

Kardeşçe bir özen dolu, gülümsemenin ardında,
Nefret eder, iktidar diyalektiğinin kurbanı gazete okurundan.

"Demokrasi"ye çağırır hep göz kırparaktan.
Yalnızca nefret eder insanın bedensel zevklerinden,
Hiç unutmaz yiyip yiyip çiftleşenleri,
Tümünün boğazını kesivermektir derdi.
Genel öfkeyi durdurmak için önerisi: dans ve garden-parti.

"Kültür!" der  "Sanat!" der, ama bunlarda gördüğü
Bir sirktir, ne fazlası ne eksiği.

Tamamen tükenmiştir, bitmiştir.

Uykusunda ya da ameliyat masasında, "Tanrım, ah Tanrım!" der
Kendisini Mithra ile İsa'ya tapınmayı birleştiren Romalı gibi görür.
Eski inançlara bağlıdır hâlâ bağlıdır, bazen de kendini şeytanın elinde sanır.
Geçmişe saldırırsa da istemez tümden yıkılmasını,
Korkar kafasına başka dayanak bulamamaktan.
İskambili, satrancı, en çok da kendiyle tartışmayı sever.

Bir eli Marx'ın yazılarının üstündedir, ama gizlice İncil okur.
Tükenmiş kilise ayinlerini alaycı gözle izler.
Dekoru: At eti rengi yıkılmış bir kent.
Elinde: Ayaklanmada öldürülmüş bir "faşist" oğlanın not defteri.

Çeviri: Okay GÖNENSİN
Kaynakça: Şiir

Comments