Deuss Ex Machina # 388 - viðrar vel til loftárása

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_388_--_viðrar vel til loftárása

20 Şubat 2012 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-High Wolf-The Dawn Of Man (Holy Mountain)
>2<-High Wolf-Fuji Descent (Holy Mountain)
>3<-Dan Berglund's Tonbruket-Balloons (The ACT Company)
>4<-Dan Berglund's Tonbruket-Decent Life (The ACT Company)
>5<-Bjørnstad, Darling, Rypdal & Christensen-Laila (ECM Records)
>6<-Bjørnstad, Darling, Rypdal & Christensen-Consequences (ECM Records)
>7<-Behzad Mehrnoosh-Vaelkommen (Till Vildmarken) (Self Released)
>8<-Behzad Mehrnoosh-Vinterblek (Self Released)
>9<-Sigur Rós-Lúppulagið (Krúnk)
>10<-Sigur Rós-Ný Batterí (Krúnk)

                                 viðrar vel til loftárása
                                            (388)

En yalın biçimiyle gülmek handiyse bu hengamenin türlü çeşidinin mütemadiyen sergilendiği bir cenahta hem bellekten hem yürekten silinmeye yüz tutmaya başlamış bir olgu haline dönüşüyor, dönüştürülüyor her bir dönemecinde muktedirin sus işaretçiliğinin, sırıtma artık hezeyanlarının birbirine paralelliğinde yeniden dolaşıma çıkartılıyor. Ümitvar olmayı bir kenara terk ettikten sonra hiç değilse bazı bazı, arasıra denkliği tutturulmuş gülüşlerin de sepya birer anı olmasının çabalanımı düşünülesidir. Tahrifatçılığın bir örnekleştirilmiş başka hallerinden peyderpey payımıza hakkımıza düşenleri ediniyoruz. Gam yükümüzü ağzına kadar tepelmesine donatmışken yepyeni ilavelere yer açmamız tembihleniyor. Sorsak da değişmez bir biçimde rutine dahil ediliyor, el mi yaman bey mi yaman diyerek, denilerek göstere göstere somurtmaların yenisini bir başkacasını bu kubbeye eklemlendiriyoruz. Neresinden başlarsanız, nasıl derinleşterirseniz hangi kıvrımını yakalarsanız yakalayın değişmezliği artık tescilli bir algı olarak sabitlenmiş "nemrut suratlılığın" hemen bir başka benzerinin zuhur eylendiği bir donatım hasıl olur. Dolgu. Bilinmezlikler arasında düşülmüş gayya kuyularında ıssızlaşmak bir yana enikonu gülümseyebilmenin bile handiyse idelojik sayılacağı bir dönem içerisinde hayatı sürdürebilmekten daha zor ne vardır, daha zora ne kalmıştır.

Yetişmeye, koşturmacasından kendi payımıza olumlu anlamda bir şeyleri edinebilmeye bunca çabalanma söz konusuyken bazı olgu ve türetimlerin fırsat bu fırsat denilerek iyice köşeye kıstırılması üzerine kafa patlatılası değil midir? Bunca avaneliğin, pespayeliğin, biri bitmeden ötekisi devreye giren tahakkümlerin dayatımların dünyasından hiç bir şekilde kurtuluş yok mudur, olmayacak mıdır? Dimağ bu kadar esef vericisini bir arada görmeye, işin adını koyalım resmen bağışıklık kazandırılmışken devletlu eliyle insana dair olanın sonunun getirilebilmesi yaralayıcı değil midir? Farkına varılması gerekli olan şeylerin üzerinde neredeyse hiç durulmaya bile tenezzül edilmezken incir çekirdeği kıvamının net karşılığını oluşturan şeylerin günü kapsaması, teferruatlardan sözümona arındırılmış bu sathın içler acısı halini yansıtmaktadır. Doğruyu dile getirebilmek, çekincesiz kouşabilmek, yarını için düş kurabilmek, her zamankinden az da kalmış olsa da sürprizlerin denk gelişleriyle gülümseyebilmek kısaca teferruat adledilmişlerin, teferruatlarından bir şeyler kapabilmek unutulması öncelikli olan mıdır? Vurgu. Dönüşümler belirli bir gelişimle düşünsellik makamının sabitliklere tutturulmuş her daim aynı kör noktalara takılı kalmış bezginliğini aşabilmek alt edebilmek için bir anahtardır.

Mutlak doğru olarak lanse edilenlerin nasıl da görecelilik ihtiva ettiği taşıdığı bu ahvalde iyice meydana çıkmaktayken istemsiz davranmanın, kulağını olana bitene kapalı tutmanın, duyarsızlaşmanın kendini tekrar eden yansılarından kurtulabilmek için hakikatli bir çözümleyicidir.Unutuşlara tekabül ettirilmiş insansı olan şeylerin söz konusu olduğunda bahsini açabilmek fırsatını göz önüne getirdiğinizde sanırız ne demek istediğimiz daha anlaşılır kılınacaktır. Bir personna haline dönüşmekte olan tepkimlerin, rutin sabitliklerinde müesses nizam sıradanlığına kendini kaptıranların her tepkimesini bir örnekleştirdikçe haştak estetiğinden uzaklaşmayan bir vurgu sahipliliğine dökümlemesi asıl resmin ne kadar büyük bir yıkım olduğunu unutturmaktadır. Hatırı sayılır bir biçimde gülümsemeyi, insana dair olan pek çok tepkimeyi artık ardımızda bırakmamızın müsebbiplerinden olan vehametlerin has sahiplerine karşı geliştirilebilecek tepkimenin sadece sanalın sınırları ile daraltımıyla ne gün anlaşılır kılınacaktır ne de geleceğin çekincelerinin aslında hiç de yabanıl şeyler olmadığının ikrarı söz konusu olacaktır. Çözümsüzlüğün "yeni" keşfedilmiş bir çözümleme biçimi olarak değere v kaale alınmasından göz önünde bulundurulmasından bu yana geçen sürenin aslında aleyhimize işleyen bir döngüyü tamamlaması mevzuu bahisken aynı eşiklerde ömürlerimizi heder etmek de günah değil midir?

Muktedir-erk-iktidarın yinelemelerinde çekincesizce dile getirdiği unutuşların belirli bir limittten çok daha derinlikli bir şekilde çoğaltılmasıdır. Az sayıda hatırlayanın, belleğini hatırlamak konusunda zorlayanların da sınırlı bir alanda vavelyalarını, gazlarını nasıl adlandırırsanız tanımını kendinizce belirleyebileceğiniz başkaca bir denkliğe tekabül edebilecek bir savlayışla def etme ısrarının yol verdiği, ulaştırdığı bu griliğin tam ve eksiksiz tahakkümü iflah kesici değil midir? Birbirimizi anlayabilmek konusunda en zorlu etapların bu döneme denk geldiği güncelliğin sathında hiç değilse lafazanlıkların yerini hakikate bıraktıracak, kuru kuru dolambaçlardan, tın tın temennilerden daha hakikatli bir şeylere sıra gelmemiş midir? Ehven olan sessizliğin daimiliği, unutulan gülüşler gibi pek çok şeyi bir kenara terk edip benzerlerini sıklıkla eleştirmek mevzu bahis edilmiş şeylerin bizahati kafamıza tepilmesinin ağırlığı altında kalmak, bu kadar yoksunlaşmak insanlıktan çıkartılmak düşündürücü değil midir, hala değil midir? Gözün gördüğünü, kulağın işittiğini her vurgu ve tonlamada senden, benden ayrımının başka bir tevatürünü dillendirebilmek konusunda yırtınanların da az biraz bu resmin kenarında, kadrajın tam da yamacında görünen şeylere artık uyanmalarının vakti değil midir, uyanmanın denkliği saati gelmemiş midir?

Bilindik şeyleri arşınlamaktansa gözümüzün önünde biriktirilen yeni cerahatlerin, musallat edilen, tebelleş kılınan fecaatlerin yankısını duyumsatabilmek oldubittileri aşındırabilmek, üçüncü bir yol oluşturabilmek, alternatif olanı tanımlandırabilmek gördüğünü yargılamadan önce bir kaç kere daha izlemeyi, anlamayı, düşünmeyi her kelamı kırk kere tarttıktan sonra kervanı düz yola çıkmayı gerektirir. Bütün bu gereklilikler günün şartları diye dayatılanların, üstüne konuşulan şeylerin nasıl gerçekliklerden mürekkep olduğunun, kestirilip atılmaya namzet olunan şeylerin önemli bir kısmının hiç tevazuya gerek olmaksızın hayati konular olduğunun altı çizilesi bir kere elzemdir. Meram dediğimiz bu satıh içerisinde kimi bulmacavari kurguların, deneyimlemelerin, kelime cambazlıklarının yegane çıkarımı bu rahlede böyledir. Kurgu. Basbayağı çiğ bir hamlığın, ama mütedeyyin ama seküler çaresizliğin, doldur boşalt algıların yoğunlaştırılmış akışında güncelliğin kenarında, kıyısında daimi birlikteliğimizden bir diğeri , bir başkasıdır sessizlik. Adı anılasılardan belki de önceliği, kapsayışı dahilinde sunumlandırdıklarıyla ibret alınasıdır, ibret vesikasıdır dört başı tecrit yalnız ve güzel ülkemin, önem arz eden mevzuuları boyunca, daimiliğini, nüfuzunu, etkisini koruyandır sessizlik.

Per per perişan edilen vicdan olgusunun, artık açıktan göstere göstere çekincesizce tahrif edildiği, manasızlaştırıldığı bir güncellikte bunca boyunduruğa, bunca dayatmaya adıyla sanıyla kocaman kapanmaz yaraları açan adaletsizliğe, biçareliğin ta kendisine karşı bünyeye sabitlenmiş olan sessizliktir hasbıhalimiz içerisinde değinmeye çalışacağımız. Heder ettirici, fecaati olağanlaştırıcı, muğlak ama birilerine göre hala geçerliliği olan, oldurulan doğruların, kesin ve değişmez yargıların, nasıl da aba altından sallanan değneklerle pardon, gümbür gümbür, mahalle ağzının tam karşılığı olarak denk düşen direktiflerle dopdolu veciz, demeç ve beyanatlarla bütünleştirildiği, olurunun yollarının çizildiği bu sahanlıkta tepkimelerin alt edilebilmesinin payandalarından olarak iliştirilebilecek sessizlik. Her çağrıda, her yankıda saklı duran, kendisini görünür kıldırsa da ancak dikkat kesildiğinizde farkına varabileceğiniz sessizlik günün getirdiklerinde, tortusunda biriktirilenlerin mevzusu hiç açılmayacak olanların yalnızlaştırılmasının, yalnız başına konulmasının müsebbiplerini, yönlendiricilerini daimi bir ilerleme disturuna her dem sahip çıkılır görünürken bu cenahta muktedirin nasıl da her yer ve her zamandan farklı olarak yerimizde saydırılmamızın söz konusu edilebilirliğini yalın ve net bir biçimde bütünleştirir, anlam kazandırır. Böylesi bir algı toplamında, neticede sessizliğin yaygınlaştırılması düşündürücülüğünü muhafaza etmekte korumaktadır.

Ayrışımların zamanımızda standartlar ötesine! bağlantılandığı handiyse her tepkime sahibine uygun bir biçimlendirmeyle bezdirme opsiyonunun devreye sokulabildiği bu ülkede siyasetçisinden, yazarına, öğrenci ve akademisyenine, hatta işinde gücünde asıl derdi geçim olan sade vatandaşına bir oradan bir buradan yapılan edilen ayrıştırmaların karşılığı, tartışma zemini, savunma hakkını, ifade özgürlüğü v daha nice aslen olağan olması gereken tahayyülü sınırlandırmaktadır. Okuduğun makaleden, tek tek sayfalarını çevrirken özen gösterdiğin kitabına, giyinip kuşandığın kılık kıyafetinden, dinlemeye can attığın seslere kadar uzun uzadıya bir liste ve sahanın yasaklı olarak tanımlandırılması, çabalanılması devlet eliyle terörize etmenin nasıl pundu bulundu mu muktedir elinde etkinliğini koruyan, halkına karşı bir susturma aracına evrildiğini, dönüştürülebildiğini kanıtlar. Pasifize edilmiş algı, düşünmektense riayet etmeyi, sürüden ayrışmamayı, etiketlenmemeyi, sıradanlaşmayı, sivrilmemeyi, gerektiğinde muhbirliği ve daha fazlasını ihtiva eder. Ettirilir. En sıradan görünen olayların bile belirli, hesaplı kitaplı çabalanımlar, tasarlamalar neticesinde oldurulduğu iş bu cenahta kurguyu tamamen aşan, tesirinin uzunca bir süre, etkinliğinin ise daimi kılındığı bir devinim hasıl olur, tebelleş edilir.

Dert gani ganiyken, handiyse her güne bir felaket sığdırılırken, her güne ayrı yanılası, tepki konulası bir tezahür, tahakküm dizilimi söz konusuyken nereye kadar, hangi raddeye kadar tamah etmenin, koşulsuz şartsız biatın temellendirilmesidir düşündürücülüğünü her şekilde muhafaza eden. Gün karaya dönerken, gün yüzü hepimizden kendini esirgerken böylesi bir yapılandırma sahanlığında bu dar alanda bazı şeylere uyanabilmenin, yolunda pek gitmeyen epey hallice dert edilesi olgunun hakikat olarak tanımlandırılmasının da ayırdına varabilmek ne zaman dank edecektir. Beklentileri bir kenara terk ettikten sonra yarınlardan da umudumuzu bayağı kesiyor olmamız yavaştan yavaştan, ha bire ısıtılıp durulan kıyamet geliyor kardeş sanrılarından çok daha evhamlanılası değil midir, hala değil midir? Etkisiz bir imgelem talihsiz bir çıkarsama değil hakikat ortadayken üstelik. Bunca bedbinlik, sirayet ettirilmiş olumsuzluk, rayına pek de güzel oturtulmuş tahakküm silsilesi, dayatım kumpanyasının sonu getirilmezliği kah şok kah flaş x 3 diye duyurulanın sus yoksa sıra en kısa sürede sana, size de gelecek ezcümlesinin okunabilirliğini arttırmaktadır. Kolaya kaçılmış olanın, başkalarını eleştirmek için fırsat kollananlar olmasının da en azından başka diyarlar için bitmek tükenmek bilmeyen bir demokrasi havariliğimiz devletlu nezdinde söz konusuyken üstelik ironik bile değil lügatın tam karşılığı olarak trajiktir.

Kendi sorumluluk sahanlığında yapmadığını, yapmayacağını fırsat bu fırsat bir sonraki güne terk etmeyen bu algı biçemi felaketi, yaşadığımız bozgunların, yıkımların, açılan gediklerin de tahrifatını belirli bir seviyenin üstüne taşımaktadır. Kuru gürültülerin, oldu bittilerin bu orta oyununda demokrasi dediğimizin basbayağı kumpaslara getirilip, deviniminin aksatılması neticesinde işlevini yitirmesidir, yitirtilmesidir. Boyunduruğu altına kaldığımız, nefessiz kılındığımız, yaşamın rastlantısal bir devamlılık arz etmesinin nihayetinde karşılık bulabilmesi, üstelik bunun itinayla sürdürülmesi hayalin gerçekler hale dönüştürüldüğünden dem vurup, bağ kurup, yapısının içinde adalet geçen bir oluşumun adilliğinin ne kadar müstehzi, olaycıl ve gerçekten uzak olduğunun gün yüzü bulabilmesini sağlar. Geçmişe terk edildiği bir şekilde ucundan kıyısından eleştiriye konu olan o dönemlerin pespayelikleriyle yüzleşmek, sorumlularını ortaya çıkartmak, hesaplaşmak vs. nice olguyla yola çıkıldığı duyumsatılan muktedir-erk-iktidarın bugüne eylediklerinin tam karşılığı nicedir? Hangi yanlışlar adalet ve demokrasi içerisindeki varsa bir gelişimi doğruyu götürmekte, yetersiz sessiz kılan, huzursuz eyleyen, istim üstünde tutan, endişeyi korkuya bağlayan müesses nizamın onamacılığının, neferliğinin daimliği bizleri ulaşmaktan artık heder olduğumuz muasır medeniyetler seviyesine çıkartabilecektir. Hangisi?

Bir hüsnü kuruntudan daha fazlasını tanımlandıran, günceyi donatan itinalı sessizlik, sessizleştirme, düşünceden ırak tutma çabasının karşılığı korkuyu olağan adletmekten başkası değildir, inandığın değil, piyonu olduğunu bunu öğretilip dayatıldığı hayat tecrübesinin en dikenli bahçesinde yalanların peşinde dolanmaya biat etmek kendi kendini kandırmaktan ötesi olmayacaktır. Vurguların tonu şiddetlendikçe, dokunan yanar ezcümlesini haklı çıkartan örnekler eklemlendikçe, fasit daire yarayı derinleştiren felaketi sıradanlaştıran ama daha detaylı bir gözlem imkanına kavuştuğunuzda ensede pişirilen bozanın, acısını görünür kılan bir sonucu ortaya çıkartır, denkleştirir. Bir tasvir yığınından çok daha değerli, anlamını görmeye gayret ettikçe, sessizliğe karşı ses çıkartabildikçe, tepkime ortaya koyabildikçe insani olanın asgarisini tesis ettikçe söz konusu edilebilecek demokrasi algısının eksiklerini en azından şimdi fark ettirebilecek bir büyük resim ortaya çıkmaktadır. Parçalarını irili, ufaklı yanyana denk getirmeyi başardığımızda hemen yanı başımızda cereyan eden olayların, sorumsuzlukların, felaketlerin içerisinde parmağı olanları da bu kasvetli karanlığın sürekliliğine çabalayanları da görebileceğimiz bir imge toplamıdır neticede karşılacağımız. Dip köşe saklanan hakikatlerin, üzerini ölü toprağıyla örtebilmek için didinenlerin, mevzuyu kısa kesmek adına yapılıp edilenlerin tümünün yekten görünürlüğü bir noktada oluşan bu resim zihinlerdeki devreyi harekete geçirebilir diye düşünmekteyiz.

Ötekisi olarak sınıflandırılmış, derdest edilmesi makulleştirilmiş, katledişlerin müspet karşılanabildiği her türlü kırımın, tehcirin, sınırlandırmanın, hayatın elden ayaktan kestirilebilirliğini deneyimlemeye doyamamış bir ülkenin yaralarını anlayabilmek, olan bitenlerin son kertede acısıyla yüzleşebilmek, yinelemekte fayda var dirayet göstererek oluşturulabilir, sessizliğe tamah ederek, boyun bükerek değil daha fazla söze karışarak, kelamın ve vurgunun hakkını ucu ona buna dokunurken çıkartmayıp sıra kendisine geldiğinde vavelyayı kopartarak değil tam da ona buna dokunulurken, bu arsız fecaatler arz eylenirken yapılasıdır. Hasılı kelam sessizlik, her olumsuz vurgunun handiyse olağan olarak sınıflandırıldığı bir coğrafyada önemli bir imgelemdir. Fazla derinleştirmeye çoğunluğunda gerek bıraktırmayacak bir biçimde kopan fırtınaların ardındaki anların toplamıdır, sağlamasıdır. Anlatabilmenin, laf olsun beri gelsin diye değil layığıyla anlayabilmenin, konuşabilmenin tesis edilebildiği bir ülkeye özlemle... ses çıkartın!...

>>>>>Bildirgeç
Ölümün Yaşı 12'ye Düştü - Kumru BAŞER / Kutbettin KURT*

İnsanın tarihsel algısının kabul ettiği, tanıma kavuşturduğu her olay ve felaketi doğal bir seyir olarak kabul etmiştir. Doğayı canlıyı cansızı zamanı mekanı tanımlamıştır. Tanımları ortak bir hafızaya dönüştürüp algıya evrilmiştir. İnsan algısının bildiği tanıdığı yaşam ve ölümler vardır. Algılarda yaşam sevinci çağrıştırır. Yaşam algısının en önemli kavisi ölümdür. Ölüm de bir algıdır insan zihninde, yüreğinde yaşantısında. İnsanlar ölüm karşısında çok zorlansalar da ölümün varlığını kabul etmiş ve bir algıya dönüştürmüştür. Yaşam denilen sürenin sonu, hayatın sunduğu tüm getirilerden mahrum kalmanın başlangıcıdır ölüm. Bu yüzden acı ve korkutucudur insana.

Ölümü, yok olmayı katlanılır kılmak için bir başka yaşamın varlığını yaşamsallaştırmışlar. Öbür dünya, cennet ve cehennemi yaratırlar zamanla. Yaşamı ölümü cennet ve cehennemi yüklerler insan algısına. Artık ölüm kabul edilen bir algıdır insan yaşamında. Amacım yaşamı ölümü tanımlayıp tartışmak değil. İnsan algısında ölüm bir sonu ifade ettiği için, acı vericidir. Bunun için “her ölüm erken ölümdür” denmiştir. Ölüm kabul edilen bir algıdır yaşam gibi. Ama kimi ölümler vardır ki algıyı çıldırtır. Algının isyan, çıldırma vakti. Algının ölümden utandığı an. Ölümü kanıksattığı için pişman olduğu an. Ölümün algılara kusup tükürdüğü an. Bilinen bir şeydir; insan doğası, büyür, evrilir ve ölür.

28 Aralık 2011, yaşam ölüm aralığı. Bugün ölüm farklı bir algıda, algının isyan vaktinde doğmuş olup yaşamamış ömürlerin ölümlerine uyandık. Roboski bir sınır köyü. Köy ölümün kıyısında. Ölüm sınır tanımıyor. Sınırın berisi gerisi, önü, arkası ölüm. Ölüm yağdırmışlar bilinmez silahlarla. Sınırsız bir ölüm ve pervasız. Kurban kesilecek hayvanların yaş sınırı var. O yaşı doldurmayan hayvanlar kurban edilmez. Ama bu toprağın çocukları gençleri, kadınları kurban ediliyor. Kurbanlık yaşımız 12’ye inmiş...

Bu topraklarda yaşı 30’un üzerinde olan her insanın uzaktan yakından duyduğu, bildiği veya gördüğü sınırlar arası yapılan kaçakçılık hikayeleri vardır. Öyle ki bu hikayeler bazen destansı bir masalın konusu, bazen şiir, bazen de filmlerin konusu yapılmıştır. Dünyanın her yerinde sınırlar arası kaçakçılık yapılıyor, halen de var. Şimdilerde kadın, eroin ve insan kaçakçılığını sıkça duyarız. Sözünü ettiğimiz kaçakçılık bunların hiçbiri değil; bu kaçakçılık türü az bulunandır. Bu bir toplumun yaşam hikayesi veya yaşam gerçeği. Bu başkalarınca dörde bölünmüş bir halkın kültürel, sosyal, ekonomik ve aşk hikayesi. Bu sadece bölünenlerin değil, bölenlerin de hikayesi. Bu sadece ölenlerin değil, öldürenlerinde tarihe geçen hikayesi.

28 Aralık’ta dağlar, sınırlar, derin vadiler, mayınlar aşılmış umut adına. Büyük emekler harcanmış. Kılı kırka yarmışlar, kırk katır, kırk cangori, kırk bidon mazot, her biri kırk liraya yola düşmüşler gecenin tam ortası. Dört tarafı çevrili karlı dağlardan geçiyorlar. Beyaz kar, beyaz ay, gecenin sessizliğinde yürüyorlar kan kırmızı ölümlere uyku var. 12’lik çocukların gözlerinde, gecenin soğuğu var el ayak yüzlerinde. Burası Botan, Roboski köyü kenarı. Yaşamak için her gün ölüme gülümsenilen diyar. Her sabah sevgiyle, anneyle, yaşamla vedalaşılır. Akşama varmamak var, geri dönmemek, kayıp olmak var bu ülkede. Her akşam dönüldüğünde yeniden merhabalaşılır geride kalan herkesle. Gece fısıltıdır konuşmanın dili. Dilden çok yürek konuşur; bu diyarlarda yüreğin atıyorsa yaşıyorsundur. Ve ölüm geldi kulakları sağır edercesine. Gökyüzü yarıldı, göğün karnı yırtıldı. Ateş yağdı gökyüzünden yeryüzüne. Karıncalar kaçıştı sağa sola. Kaplumbağanın kabuğu çatladı, korkudan. Dağın ayıları uyandılar derin kış uykularından. Sadece kurtlar sezdi havadaki puslu ölüm kokusunu. Ölüm gökyüzünden indi, zulüm ile kol kola. Algıyı çıldırtan ölüm, baş bir yana beden bir yana, umut ise başka bir yana savruldu. Umut saf değiştirdi, sessiz puslu havada. Cindi dört yaşındaki kızı Narin için kırmızı bir toka getirmişti ötelerden. Yol boyunca Narin’in saçlarına takacağı anı hayal etmişti. Gülümsemişti kendi kendine. Her gülümseyişinde buz tutan ortası sarı kenarları beyazlanan bıyıklarındaki buzlar eridi. Daha önceleri de Narin’e hediyeler almıştı. Çoğu zaman unuturdu cebinde. Ama bu kez toka hep elinde. Tokayı avuçlarında sıkmıştı yol boyunca. Şimdi kol bir yana toka bir yana. Toka karın üstünde savrulmuş. Cindi’nin görebildiği son şey kırmızı toka.

Bu coğrafya çok ölüm gördü. Ölümün her rengini tattı. Soğukluğunda tüm hücreleri dondu. Sıcaklığında dirhem dirhem eridi. En kötüsü beyinsel olanıydı, düşünsel duygusal ruhsal ölümlerden geçti. Karakolda, sokak ortasında, Dicle-Fırat kenarı, dağın zirvesi, okul bahçesi, gaz çocukları, işkence tezgahları, dört duvar arası şahittir. En kötüsü ruhsal olandı. Ama bu çok farklı, paramparça bir ölüm...

Genç bedenler taşınıyor Roboski’ye katırların sırtında, gece geride kaldı. KejÍ ana beyaz saçlarıyla yola çıkmış katırları gözlüyor. Oğlunun ölüsünü öpecek iki kaşı arası. Yollara düşmüşler oy havar! Ama oğul eksik, oğul yarım... Diğer katırın sırtında oğlun diğer yarısı. Oy aman, bu zaman hangi zaman, bu ölüm hangi ölüm? Gökyüzünün ağlama zamanı değil mi? Tanrıların gökyüzünden düşme zamanı değil mi? Taşların çatlama, dağların devrilme zamanı değil mi? Toprağın yüzünü örtme zamanı değil mi? İnsanlıktan çıkılan vakit değil mi? Artık yüreğini yollara vurup gitme zamanı değil mi? Hangi seyirci, insan olduğunu iddia edecek bundan böyle? Kıyamet, mahşer günü bugün değil mi? Görmediniz mi, zebaniler havalanmış, kanatları kara, gözleri irin, çeneleri sivri değil mi havar!

Hangi annen gülecek bundan böyle hüzünsüz? Hangi gelin yarını düşleyecek, hangi genç kız gizli aşklarında buluşacak Roboski’nin dağ eteğinde? Söyle anne. Söyle anne hangi çocuk gülecek bundan böyle Roboski’nin sokaklarında? Her çocuk doğar doğmaz yürümez mi yolları? Genç kızlar hangi beyaz atlı genci örecek, nakış işleyecek beyaz beze kaneviçe. Parçalanan bedenin hangi parçasını düşleyip sarılacak soğuk bir gecede hayal ile kabus arası? Toprak nasıl örtecek üstünüzü genç bedenler? Anne mırıldanıyor, oy cangori yÍmin, sen değilsin benim, benim vurulan. Dağ çiçeği kokulum bendim vurulan.

İşte o anlar, toprağa dönme vakti. Umut bölünüp yapay sınır tellerine takıldı, baharı bekleyeceğiz çaresiz. Acı sınırlarda gezinirken gelip ülkemin annelerinin boğazına düğümlendi yeni bir yılın arifesinde. 12’sinde kaldı oğulların ömrü 13’ün basamaklarında. Anneler 35 ömür yaşlandılar tek tek 40’lı bedenlerinde. Umut sınır ötesinde, acı ise sınırın berisinde, gerisinde; Narin’in gözlerinde. Acının sınırı yok, geziniyor yollar yürekler arası. Herkes ama insan olan herkes ağladı, sadece tanrılar ağlamadı. Onlar kılıf aradı yaptıklarına ve yapacaklarına. Tanrıların gazabına geldi, Narin’in kırmızı tokası. Birden ona, ondan yirmiye, yirmiden otuza, otuzdan otuz beşe sıra sıra tabutlar akıyor omuzlardan toprağa. Acı sel olup akıyor toprağa, toprak yüzünü kapatıp kaçıyor.

Narin yarı buharlanmış kırık camlı pencereden izliyor gözlerindeki buruk acıyla. Kıyamet anlarını duymuştu dedesinin masallarından. Kıyamet bu olmalı diye düşünüyor Narin. Roboski mahşer yeri. Tanrılar halen sus-pus, gözlerinde hiç yaş yok. Yeni ölümleri, benzersiz ölümleri planlıyor olmalılar. Ama nokta koy buraya tarih, can alırken dünyanın en sefil yaratıkları, onların Batılı işbirlikçileri de suskun kalmayı yeğliyorlar...

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bu kadar nefessiz bırakışı karşısında hala akil olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural v kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan!!! olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınması. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle! kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya tekrarından ibaret değildir, hemen hiç de öyle olmamıştır. Kumru BAŞER ve Kutbettin KURT imzalarıyla yayınlanmış olan Ölümün Yaşı 12'ye Düştü başlıklı makalesi hem denememizin devamında okunabilecek detaylı bir çözümlemeyi, hem de günümüz sathının içerisinde suskunlaştırmaların yamacında hizaya sokulmasına çabalanan, bir ötekisi adledilenlerin kimler olduğunun açık bir beyanatı karşımıza çıkartılıyor. BAŞER, KURT ve Özgür Gündem Gazetesi'nin anlayışlarına binaen sayfamıza alıntılıyoruz...

 ...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Titreşim / Deuss Ex Machina #380 (19.12.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #382 (02.01.2012)
Titreşim / Deuss Ex Machina #383 (09.01.2012)
#DokunanYanar - İmamın Ordusu - Ahmet ŞIK via Scribd
Tutuklu Gazete - Sendika.org
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme - İnsan Hakları Derneği
Ölümün Yaşı 12'ye Düştü - Kumru BAŞER / Kutbettin KURT - Özgür Gündem
Heron Görüntülerini İzleyen Kürkçü: Geriye Tek Soru Kaldı - ANF
Roboski Gençleri Anlatıyor - Hamza AKTAN - Bir Artı Bir
Tersine, Şiddeti Tatmin Etmeye Yönelik Olan Kurallar Evreni... - Michel FOUCAULT - Proscenium Arch
Yenilenmiş Resmi İdeoloji - Sıtkı GÜNGÖR - Atılım
"Kazılar Şeffaf Yürütülmeli" - Ayça SÖYLEMEZ - Bianet
Öldürülen Kürt Çocuklarının Listesi - Çetin YILMAZ - İç Dalaşı
Çocukları Ancak Silahsızlanma Korur - Yüce YÖNEY - Bianet
Demirtaş: İki Vekil Bedenini Ölüme Yatırdı - ANF
‘Dindar Nesil’ Konusunda R.T. Erdoğan’ı Destekliyorum. Neden Mi? - Bülent HABORA - Evrensel
Akılcı Nesiller Yetiştirmek... İşte Mesele Bu - Çağhan KIZIL - Muhalefet
Kaçıp Gitmek - Bülent USTA - Birgün
24 Nisan 2011’in Ardından - Silva BİNGAZ - Talin SUCİYAN - Azad Alik
Sevag Balıkçı’nın Ölümü Neden Bir ‘Nefret Cinayeti’ Örneği? - Garo PAYLAN - Açık Radyo
My Son Shall Be Armenian - Hagop GOUDSOUZIAN via NFB
Anti-Semitizm ve İsrail'in Kalıtımsal Açmazları - Remzi BARUD - Etkin Haber Ajansı
Noam CHOMSKY: Irak'taki Kürt Yarı-Özerkliği Sürdürülebilir Değil - David BARSAMIAN - Armenian Weekly - Gerçeğin Günlüğü
namert - leylaceviz - Hafıza-i Beşer
'Medeniyet' çiye? - Fuat UYGUR - Atılım
“ilericiyiz ama ‘ibne’de değiliz!” - Cüneyt UZUNLAR - açık koyu
"Millî ve Manevî" Faşizm - Tarık GÜNERSEL - Birgün
Polis, Ergenekon ve KCK Operasyonlarında "Bonus" Aldı Mı? - Ayça SÖYLEMEZ - Bianet
Dünya Anadil Günü Etkinlikleri - Basına ve Kamuoyuna... - Kollektifler - Nor Zartonk
İfade Özgürlüğü ve Polis - Hüsnü ÖNDÜL - Evrensel
AİHM: Nefret Söylemi İfade Özgürlüğü Değildir - Etkin Haber Ajansı
Yunanistan’daki Cadı Kazanı - Stathis KOUVELAKIS - Yiğit ATAK - Jiyan
Ne Değişti? - Kürt Kadınlarının Zorunlu Göç Deneyimi - Emek Dünyası


High Wolf At Myspace
High Wolf via Holy Mountain
High Wolf Return With 'Atlas Nation' By Josiah HUGHES via Exclaim
Dan Berglund's Tonbruket Official
Dan Berglund's Tonbruket - Dig It To The End Albüm Eleştirisi - Sami KISAOĞLU - Cazkolik
Dan Berglund's Tonbruket @ SalonİKSV Konser Eleştirisi - Zülâl KALKANDELEN - Zülâl Müzik
Ketil Bjørnstad Official
David Darling Official
Jon Christensen Informative via Wikipedia
Terje Rypdal via ECM Records
Bjørnstad / Darling / Rypdal / Christensen - The Sea II via ECM Records
Terje Rypdal & David Darling - Eos (ECM - ECM 1263) Album Critic By Sühan GÜRER via DOARC
Behzad Mehrnoosh Official
Behzad Mehrnoosh Artist Page via Last.FM
Behzad Mehrnoosh Informative via The Sirenssound
Sigur Rós Official
Sigur Rós Artist Page via Facebook
Sigur Rós - Inni Album Review By Jake COHEN via Consequence Of Sound

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – Send Promos: misak[æ]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
Seni İzliyor - İç Mihrak
İç Mihrak

>>>>>Poemé
Umuttur - Turgut UYAR

“sen beni sevdikçe ey yar derdim artar daima”
çünkü beni sevsen de
güvenmezsin bana bilirim
ama artan her şeyle birlikte yanlışlık da artar
mesela her su gözyaşı olur
her dönem bir hazin geçiş
suya boşversem yanılsama
aya baksam bir bulut
sevgisizlikle birlikte yanlışlığın hükmü başlar

bir düşün kaç kişiyiz bildirilerde
şimdilik kaç paralığız hele akşam olunca
bunca sütsüzün kahrını çektik düşün ki
gene de soluğumuz
bir orman yangını sanılır oralarda buralarda
ezildik gerçi ama horlanamadık bunu hatırlarsın
mutlaka hatırlarsın bunu
tut ki enver bırakır tehdidini
ethem başlar

çünkü beni sevsen de bana güvenmezsin iyi bilirim
apoletim sırmasız hatta hiç yok
su içsem ağzımın kenarlarından dökerim
neyi hatırlatır benim sana uzak bir bakışım
bilirim
aslında mutsuz yaşayıp gidiyoruz
ölüme direnerek şimdilik
şimdilik alımlı bir başka mutluluklara özenerek
aşkımız ve mutfak rafları ve uçaklar üstüne korkumuz
bir yudum gelecek ve mutlu saatler üstüne korkumuz
ama birlikte biliyoruz: eğilecek bugünkü başlar

sev beni, alış bana
kimse ürkütemez bağlandığımız güzelliğin utkusunu
sev beni, bir dağ gölgesi kadar sev
şimdilik bırak musluğun sızmasını damın akmasını
bir tırnak gibi büyü domuz bir tırnak gibi
zorlayarak her bir yanı
çünkü biraz sonra umut başlar her günkü, başlar

aslında bir alıştırmadır umut
öbürlerinin azıcık nefes diye bağışladığı
-baharı beklemeye benzer-
hain ve olmayanadır çünkü
umutsuzluğu taşır yanında
oysa nasıl olsa gelecektir bahar denen tarih
önüne durulmaz mantığıyla doğanın
yeşilden olma birim
sudan gelme itmeyle

umut yoktur
kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek
çünkü umut kaçınılmaz gelecektir
bütün gümbürtüsüyle
umut kaçınılmaz gerçektir çünkü
biri asya’da biterken sözgelişi, şili’de öbürkü başlar

Kaynakça: İTÜ Sözlük

Comments