Deuss Ex Machina # 407 - the sun is bleeding...

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_407_--_the sun is bleeding...

02 Temmuz 2012 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Fennesz-AUN40 (Ash International)
>2<-Fennesz-AUN80 (Ash International)
>3<-Piano Magic-Sing Something (Second Language)
>4<-Piano Magic-A Secret Never Told (Second Language)
>5<-The Invisible-The Wall (Ninja Tune)
>6<-The Invisible-Protection (Ninja Tune)
>7<-Rosa Parks-Stay Punk! Stay Prog! (Self Released)
>8<-Rosa Parks-0110 (Self Released)
>9<-Kafabindünya-Moongazing (Peyote Müzik)
>10<-Kafabindünya-Binlerce Özur (Peyote Müzik)
>11<-Korhan Futacı ve Kara Orkestra-Duvar (Dokuz Sekiz Müzik)
>12<-Korhan Futacı ve Kara Orkestra-Sen Mi Duyacaksın  (Dokuz Sekiz Müzik)

the sun is bleeding
(407)

hissiyat hisli olmak ucundan kıyısından değil bu yapış yapış sinizmin iliklerimize işletildiği, ne gelirse ona eyvallah çekilmesinden ötesinde de pek de akılda kalmayan önermelerinin çoğunlukla kulak arkası edildiği duyumsanmadığı bir zaman diliminde geçerliliğini korumakta olan üzerine düşünülmesi zaruri bir edimi oluşturmaktadır. bir resmi tahayyülün çok daha ötesinde, kitabına göre şekillendirilmiş kıvamı tutturulmuşlar dizisi olarak akla gelebilecek şeylerin tümünde, tüm yaşadıklarımızda, yaşatıldıklarımızda seçtiğimiz olarak tanımlandırılan, seçkimiz olarak tasnif edilen yazgımız olarak kestirilip attırılan üzerinin bir an evvelinden kapatılmaya çalışıldığı sorun yumağının merkezinde düşünülesi bir duraktır. yalan yanlış binlerce yönlendirmeden, bir tane doğrum var o da sizlere pek uymaz zaten kısasıyla beraber ileri sürülen, her daim pundu hah! şimdi bulundu diye rotasyona dahil edildiği, rutine eklemlendiği bir zaman diliminde hisli olmak bir reklam tabelası değildir. seçkin bir yüz kırk karakter veçhe, söz kırıntısı değildir.

bir yerlerden bol keseden "like" alacak bir arkadaşım, arkadaşlarım, yurttaşlarım sizlere sesleniyorum bakın taşın altına elimi sizler kadar koyuyorum (bir yandan ismi lazım olmayan o pembe şarabımdan yudumluyorum en kadirşinas, enn vicdan paratoneri, her şeyi bilen görmüş geçirmiş, ununu elemiş eleğini asmış sıradan bir orta vatandaş ama duyarlılık sahibi biri olarak meh) vesair benzetmelerle şekillendirilip, tanımlandırılabilecek bir vurgunun kendisi değildir. hisli olmak başkasının başına getirilmiş olan şeylerin, bunca bedbinliğin, iki arada bir derede fenalıkların ne kadar insanlık dediğimizi, ulaştığımız seviye diye böbürlendiğimiz medeniyetimizin esas olarak ne kadar zamanın gerisinde v halen ilkel konulduğunu meydana çıkartacaktır. bunu deneyimlemek için ne alim olmak, ne okumuş olmak, ne de duyargalarını sonuna kadar açmış, bir önce ki tümcenin has karakterleri gibi bir gözüm işte, öbür gözüm oynaşta hislendim çok duygusala bağladım, empati de yaptım sizlerle! kandırmacasına tutunmak lazımdır. lazımgelendir.

gördüğüne, bildiğine v ulaştığına gözünün tam da önünde cereyan edene ama, fakat, bi'tabii ki bir şekilde hinlik aramaksızın odaklanıldığında, ah bir o aralık yakalanabildiğinde bir kere tercih edildiğinde bu hissiyat ediminin lime lime edilmesinin de, içeriğinin boşaltılmasının da önünün alınmasının bir hal yolu bulunabilecektir. bulunacaktır. bunca varlığı korunan, her durumda hazır kullanıma amade bir seçeğin devreye sokulduğu, hemen her şeyin "on beş" dakikalığına bahsinin açılıp, tartışılıp sonra nadasa, kendi havasına terk edildiği bir gündem çöplüğünde hepimize lazım olanların, bahsi asla kapatılmaması gerekli olanların pek çoğunu irdeleyebilmek olasılıklar dahilinde ilave bir tasvire gereksinim olmaksızın yer edinecektir. böyledir. yorumlamaların, atfedişlerin, bilindik seslendirmelerin, aynı tornadan kestirilip biçimlendirilen cümlelerin kıyısında, tam da yanında yeniden bitiveren her doğruyu biz izahat edebiliriz, her sonucu en matahını biz biliriz bakışımın ulaştırmış olduğu nokta kanıksatılanların ne kadar ağır olduğunu anlaşılır kılacaktır.

kanıksatıldıkça ne kendimizi, ne bu yurt dediğimiz sath içerisinde olan biten bunca pespayeliğin önüne bir seti çekebilmemiz söz konusu olmayacaktır. bu yerde başımıza getirilenlerin bir sonu olacaktır. bir gün orada, bir gün burada, bir gün yerde, bir gün havada bir gün şurada öbür gün diğer yanda birbirinden alakasız görünenlerin nasıl da birbirlerini takip eden, zincirleme bir tepkime halinde güncenin içerisinde varlığının tesis edildiğini ilave etmeliyiz. etmeliyiz ki hissiyatları bir şekilde kolayca ağza alınıp, sakız bellenecek, en sığ insanı bile neden sorgusuna yönlendiren bunca sorumsuzluk karşısında 'illallah' dedirtecek bir yemiyoruz, yemeyeceğiz cephesini oluşturabilelim. kandırıp, kanıksatıp, kendi kendine gelin güvey olunup bu modernleşme sürecinde hep bir ket vuracak birileri olacaktır, onlar ister orak çekiç taşısın, ister kimlikleri olmaksızın daima sanal agoradan ses etsin, bilahare bir şekilde sokakta akademide yazdıkları mecralarda vs. kendi alanlarında ses eden, ses çıkartan olmaya devam etsinler onların hepi topuna karşı bir mücade planımız, içimizdeki hainlerden, beslediğimiz nankörleri içimizden ayıklama, ayrıştırma çabalarımız mütemadiyen devam edecektir sorunsalının, bakışının önü alınabilsin artık dur denilebilsin.

bir saniyelik değil bir ömürlük tezahürlerin, yaşatılanların hemen tümünde her durumda aynı kekremsi, aynı iğrençliği tescilli bakışımın, nefreti körükleyelim, neylerse güzel eyleyen devletlunun hepimizin çanına ot tıkamaktan gayrısına çabalanmadığını yineleyebilelim! kalakaldığımız yerlerin, korunaklı zannettiğimiz dört duvarlarımızın nasıl da birdenbire birer ikişer, kah tan vakti, kah gecenin köründe bir hedef haline dönüştürülüp en korunaksız mevkii haline indirgenilebildiğini, 'hissiyat' mı o nasıl bir tanımlandırmadır, varsa yoksa ayrıştırma, varsa yoksa hır gürün içerisinde yok sayılacak, 'izleri silinecekler' olarak tanımlandırıldığımızı ötesinin olmadığının, ötesinden bahis açmak istediğimizde aynı vurgulu her dem tazelenen sıfatlarla, yaftalamalara girişildiğini artık anlaşılır kılabilelim. unutturulmaya namzet olunanların haklarını talep eden, dile getirme konusunda hissiyat jargonundan isterik çıkarsamalardan bağımsızlık ile ayrıştırılmış söylemlere sahip çıkmaya çabalayan v doğrunun sadece sarf ettiklerinden ibaret olmadığını, yaşayarak belleyenlerin dünyalarından yansıyanların ne kadar önemli olduklarını bir kere daha anlamlı kılabilelim. anlamını derinleştirebilelim. hücrelere tıkıla tıkıla dışarıda düşünmekten alıkonulan, her anına korku gelecek seni ham yapacak vurgusunun dibinde bitiriliveren söylemlerin, eylemlerin, darpların olağan olmayan tüm edimlerin, hareketlerin tümünü gözünüzün önünde canlandırdığınızda esas resmin nasıl da paramparça olduğunu, eksik konulduğunu anlamamak içten değildir. ötesi yoktur.

bu kadar kısadır v nettir günün getirdiklerinde halen durmaksızın aynı söz yitimleriyle, aynı kör odaklara bağlı v bağımlı kalarak, çıkarım neyi gerektiriyorsa ona ses ederim gerisi yalan dünya'nın payıma düşürdükleri, kader, talih vesaire bir anlamlandırma gayretinin başımıza neler ettikleri az çok meydandır. profesör doktor ünvanı taşıyanından, baş gazetenin baş makalecisine, bürokrat oldum da adam sandım kendimi diyeninden elimde hak var hem vurduğum yerlerin çokluğundan, hıncımdan dolayı elim ağrıyor diye buyuran kolluk kuvvetlerine, o da yetmez üzüm üzüme baka baka karararan, iç karartan sivil zabıtaların değme meydan savaşlarında bir türlü bitmeyen öfke patlamalarına, bakanından başvezirine uzanan yürüdükçe, yükseldikçe daha da hiddetlenen bir söylem bütününün her yere akıl fikir dağıtırken buraları nasıl cehenneme çevirdiğini anlatmak v hala anlaşılır kılmaktansa takdirleri sizlerin uslarına bırakmak elimizden gelendir. elimizin yetebildiğidir.

düzayak, paldır küldür bir biçimde şekillendirilmeye devam edilen bu darlatım sahasında 'nefes almanın bile izne tabi olacağı günler, yakınlarımıza konumlandırılmışken, unutursak kalbimiz kurusun dediklerimiz, gördüklerimize yüzümüzü eğersek vicdanımız ortadan ikiye ayrılsın diye atfettiklerimiz, dün gibi aklımızda yer edinen fenalıklar yerlerini korumaktayken hala günde şapkalarımız önümüzde yarınımızı düşünmeliyiz. bu gidişatın sonu ciddi ciddi nereye diyerekten. bu mabatta kotarılmış olan cehenneminin bir sınırı var mıdır? bir sözcüğe tutunmanın, bir imgeye bağlanmanın, bir türkü tutturmanın nice aşılmaz vecheleri, engellemeleri yok sayarak, kiminde iki katı daha fazla çabalayarak, kısıtlandırılmış v derdest bırakıldığımız çoğunda, çoğunluğunda bir başına bırakıldığımız bu dar alanın ötesini arşınlayabilmek söz konusu edildiğinde, heybemizde varlığını koruyan, görünürlüğünü hatırlatandır cam kırıkları.

bir çabanın içerisine giriştiğimizde bir derde yandığımızda, bir kere daha yinelemekte fayda var ne oluyor sorgusuna düştüğümüzde yanıbaşımızda görüp geçirdiklerimizi simgeleştiren, anlamlandırandır cam kırıkları. kolay yoldan hemen hiç bir şeyin yoluna v rotasına hemen hiç konulmadığı bu limanda, hangi şartların zorunluluk v zorlukların bizleri yeniden başlangıç noktasına taşıdığını açık seçik ifşaa eden cam kırıkları. yol kat ettiğimizi, ileriye doğru hamle ettiğimizi, bir şeylerden çoktan geçtiğimizi varsayarken, konunun hiç kapanmadığını, açılan yaraların tedavisinin bile isteye gerçekleştirilmediğini, sorunların bugün git yarın gel düzelecek ya da düzeltildiğinde biz sizi ararız düzeyinde ironiyi çoktan yitirmiş bir rutin fasit döngü sınırlamasına dahil edildiğini muştulayan cam kırıkları. heder edilmiş, ütopya bellenmiş, bir aradalığı, bir umudu, bütünlüklü sevinçleri nasıl ulaşılmaz bir seviyeye taşındığını yineleyen cam kırıkları.

korku simyasını, nefret doğasını, utanç vesikaları vahimliklerini korumaya devam ederken kafasını kıma gömmekten alıkoyanlar, kuma gömmeyi zul adledenler için her şeyin yeniden başladığını (başlayacağını) yineler cam kırıkları. bölük pörçük paramparça benim doğrum ötekilerinin yalanları söyleminden başkasını bilmeyen, başkasını bellemeyen 'muktedirlik' algısının dün ne idiyse bugünlerde de aynısı olduğunu, korunduğunu bir biçimde hatırlatan cam kırıkları. doğrunun göreceliliği bir yana her durum v şart altında yanlış olana sahip çıkılmasının ne kadar acıyı beraberinde hayata dahil edip, merkezine konumlandırıldığını, hayatlarımızın ayrıştırılmaz bir parçası haline dönüştürüldüğünü göz önüne getirdiğimizde cam kırıkları tecrübelerimizdir. tecrübe ettirilenler sınavlarımız, sınanışlarımızdır. muhalif olmanın, muhalefet edip sözüne sesine düşüne ve düşüncene sahip çıkmanın nasıl bir mücadele sürekliliği olduğunu akıllara dank ettirendir.

jetonlar düştükçe, yalnızlaştırılmalarımız, izole edilişlerimiz her durum v şartta ayrıştırılmamız bir süreklilik haline dönüştürüldükçe her gün aynı pilav kaşıklatılmaya hiçbir değişim tahayyülü akla getirilmeksizin öne sürülebildikçe, dayatıldıkça hayat dediğimiz bu uzun sürecin meramı daha bir net ortaya çıkmaktadır. daha bir gerçek. ilaveye gerek duymayacak bir yalınlık ile beraber betimleyendir. üstünkörü bir hayat okuması veyahutta bir neler öğrenmişiz güzellemesi değildir meram çünkü cam kırıklarıyla tanımlandırılıp yükümüz eylenenler her durum v şart altında hiddetin, nefretin v tahakkümün eylediklerinin vehametini, gazabının ne kadar da üst noktadan bir tahakküm bileşkesi olduğunu anlamlandıracaktır. vara vara, bata çıka dönüp dolaşıp ulaştığımız noktanın insaniliğinden, insana yakıştırılabilirliğinden ne kadar uzağa konumlandırılabileceği sanırız daha anlaşılır olacaktır.

meram sadece hasbıhal etmek için değil, uzun uzadıya veryansın etmek için değildir. her güne düne bugüne v olası yarına sığdırılan, sığdırılacak olan toplumsal hassasiyetler, milli tepkimeler, barkod patentinin çoktandır alındığı münferittir o münferit yaklaşımı v daha fazla adlandırmalar v atfedişlerle faşizm retoriğinin olağanlaştırılıp sıradanlaştırılmasıdır. cam kırıkları meydana getirilirken, yeni faylar, kırılmalar; zulümler, tecritler, adaletsiz eşitlikten bir haber tüm davranış biçemleri, edimlerini bir araya getirilirken bir şekilde tanımlandırıldıkça sessizca kabulleniş değil daha fazla düşünceye sahip çıkmaya çalışmak, el aman feryadına, üç maymun oynanılana karşı kayıtsız kalmamanın yollarındandır meram. yargıların müdanasızca, handiyse mübalağaya bile artık yer bıraktırmayacak bibiçimde kararlarını çok uzun zaman öncesinden tertip ettiği trajik tiyatrolara illallah çekmektir meram. çekebilmenin bir izdüşümüdür meram.

hasbıhalin arasında ucu dokundurulup durulan, dış kapının mandalı, dış mihrakların maşası, kalıcı dönüşümün ket vurucusu diye söylenegelenlerin nasıl havanda su dövmenin tam karşılığını oluşturan terennüm v tespitlerden ibaret olduğunu yineletendir meram. yaşadığımı yer küreyi, kara parçasını bir hak iddiası, bir zapturapta koşturarak sizler, evet muhalifler, öğrenciler, gazeteciler, akademisyenler, emekçiler, memurlar, güvencesizler, geleceksizler, yabancılar, lgbttler kısacası düpedüz sınırlandırılmış tekçe bakışımın dışında ama hep dışında kalacak, bırakılacak olan  tespit eylenenler için yaşanılmaz kıldıran sisteme karşı bir tahayyüldür meram. bir göstergeç olan bitenlerin vehametinin, ayrıştırmasının v daha pek çok şeyin nasıl da tıkır tıkır işlediğini gösteregelendir meram. dertlenişler bir değildir ki, sadece tekil bir çıkarsamaya başvurarak sonuçlandırabilelim. vicdanı rahata erdirebilelim. dert azcana değildir ki sadece bir kere seslendiğimizde dur dediğimizde sonuna ulaşabilelim.

dertlenişlerimiz salt belirgin gün v gecelerde yaşatılanları yad etmemiz adına kullandığımız bir tanımlama değildir ki, her gününe her anına ayrı yandığımız, yaralandığımız bir daha bir daha anlatmak zorunluğunda bulunduğumuz ibret vesikalarıdır. mütemadiyen çarkları döndürülürken bu sistemsizlik ikliminde ensede pişirilen bozaların ne kadar yoğun bir tahakküm reçetesine, tarifine göre şekillendirildiği imgelemektedir. görebilene! azın ne kadar göreceli bir kavram olduğunun yansımasıdır o pencerede, o aralıkta yansıyanlar, yansıtılanlar. önemsenmeyip basitçe istatistik halime dönüştürülen bir formun kenarına kıyısına düşülen not, rakamdan çok daha ötesidir bazı gerçeklikler. v o bazı gerçekler kalk borusunun bizahati kendisidir. kafalarını kumdan kaldıranlar için görmeye yeltenenler için. mezar ev haline dönüştürülen toplu konutlar, mahpus damları bu boyutun, edimin, önermenin bir ayağıysa dışarılarda yaşatılanlar diğer ayağıdır.

hakkını arayabilmenin, ben de varım sesimi, sözümü işitin demenin bedelinin nece olduğunu me kadar bağnaz v fütürsuzca faturalandığını sembolleştiren, görünür kıldıran güne dahil edilen öneriler, çabalar karşımıza çıkartılır. her daim karşılığını bulduğumuz hınçtır. her daim karşılaştığımız nefretin farklı bir tasviri veyahutta uygulamasıdır. her daim diri tutulan silmek, yok etmek v daha fazlasının nasıl rahatça, kıl dahi kıpırdatmaksızın uygulanabildiğinin vesikalarıdır. yüz iki gazeteci, yedi yüz yetmiş öğrenci, elli akademisyen, yüzlerce siyasetçi, aktivist, görüşüm var diye seslenenler, onlarca asker, yüzlerce gerilla, sayısı onlu rakamlarla telaffuz edilebilen devletzedeler, devletinin kurbanı olanlar. kafalarına bomba, o olmaz tutturulmaz ise çamur yağdırılanlar, sokak ortasında dövülenler, yersiz yurtsuz konulanlar. bir umuttur diye yola çıkıp buraların ileri demokrasisinden paylarına düşeni sekmeksizin alan ötekiler, niceleri niceleri.

vesikanın küçüklüğüne kanmayın dünya'nın yükünün, cehennemim bu yeryüzünde şekillendirilebilirliğinin, canlı kurbanları v kurban seçilmişleri. bugün için aklınız, kalbiniz ferahsa da yarınlar adına hep bir acaba sorgusunu, korkusunu diri tutan yaklaşımlara maruz kalanlar. hepimiz!... kolay lokma değil cam kırıklarından, can kırıklarından bahsedebilmek, defaatle ikrar edebilmek, sözü döndürüp dolaştırmadan kestirmeden öze, neticeye, sona vardırabilmek. güzel ölümlerin, pek münferit cürümlerin, layığıyla handiyse alkışlanan linçlerin, her defasında kader, yazgı bu n'apalım cık cık yollu izahatların suç bizde değil halen akıllanmayıp da, ibret almayan sizlerde, sizlerin akıllarında şarlamalarının vurgusunda gram sekmeyen tahakküm bu, şartlar bu kadar yerseniz pusularının ortalık yerde varlığını koruyabilmesidir bu devinimin, yaralanmışlığı daimi kılan v kıldıran bir sonuçtan çok birden çok geçişin saiğini oluşturan.

sicimin simyası ağırlaştırılırken ağıtlaşırken durmaksızın aynı pejmürdeliklere sığınıp da aynı teraneleri yineleyip cürümlerin üstünün örtülebildiği bu ahvalde, insanlık ne yana düşer. kolaylıkla dillendirilemeyecek şeyler olarak resmedilenler hala mı bu ileri demokrasinin en gürbüz günlerinde bahislerinin açılmasının bile namümkün olduğunun, olacağının temsilciliğini üstlenmektedir. susmak nereye kadar fayda sağlayacak. ben kendimi güvende hissediyorum algısının nasıl da kof bir çıkarsayış sonuç olduğunu simgeleştirecektir ne zaman? suçlu toki değil doğa, suclu ucubelik tck değil öymler, suçlu 301 değil çok konuşmaktan kendini alıkoymayanlar, suçlu hedef haline dönüştüren erk-muktedir-iktidar v payandalarının değil bütün bu anlamlandırmak istediğimiz gidişata artık bir dur! demek isteyenlerin. suçlu bomba yağdıranlar değil kaçağa gitmeye eli mahkum olanlar. suçlu patronajın modern kölelik, boyunduruk v dayatımlarına karşı insani olanı hala tahayyül edenler, direnenler.

eee peki hiç mi kadı kızının günahı, hiç mi bunca suçlananın, suçun satılabildiği insanın yanında bir kere de hata bizim diyebilecek bir irade, temsil veya sorumlu yok mudur. tükenmiş midir? cam kırıkları canımızı deyr-el-zor'da, dersim'de, sivas'ta, madımak'ta, zeytinburnu'nda, riha'da, colemerg'de, roboski'de, istanbul'da, samsun'da fırsatını bulduğunuz her an v her yerde yakmaya, yıkmaya, yok etmeye, zapt etmeye v acıtmaya, bir kademe ileriye gidip öldürmeye devam ederken modern ülke, rol modelliği tescilli yıldız, demokrasinin sonuna kadar yaşandığı sath, medeniyetlerin beşiği vs. tanımlandırmaları hakkaniyetten uzak boşa lafazanlıklar, dolgu malzemeleri v çıkarsayışlar değil midir? daima suçlanan, suçlu bellenenler olarak sorgumuzu yineliyoruz bunlar, bütün bu ca(n)m kırıkları hep bizlere mi reva... hala... hala... hala... 

>>>>>Bildirgeç
Su, Toprak ve Ateş Ölümleri - Mustafa KARA*

Su, toprak, ateş, hava... Antik Yunan’da yaşasaydık, “hayatın kaynağı”nı konuşacaktık uzun uzun... Evrenin temel, ilk öğesini “arkhe”nin hangisi olduğu üzerine tartışacaktık. Ne zaman var olduklarını, nasıl bir araya geldiklerini ve hatta insanlığın bugüne nasıl geldiğini...
Kimimiz Thales’in sözüne inanıp “su”da arayacaktık “hayatın anlamı”nı... Kimimiz Anaksimenes gibi “hava”da... Belki de, “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz” sözüyle gönlümüzde taht kurmuş Herakleitos gibi “ateş”te görecektik “temel öge”yi...
Yazık bize ki; Türkiye’de ve 2012 yılında yaşıyoruz! Cern’de yapılan önemli deney ile aynı tarihlerde... Adamların “Allah’ın belası parçacık”ı bulduğu, evrenin oluşumu ile ilgili önemli bulgulara ulaştığı zaman diliminde; biz de yaşıyoruz. Ama, “Filmde gerçek cin kullandık” diyenlerin ülkesinde... Kim bilir kaçıncı kez çektikleri “aynı” filmi, pazarlamak için “gerçek cin” hikayesine başvuracak “sanatçı”lar ve bunu “yiyecek” insanlar var bu ülkede...
Sinemasını “cin”lerle pazarlayanların ülkesinde, selde ölenlerin ardından “Semavi felaket” açıklaması yapan Belediye Başkanı olması şaşırtıcı mı? Kaçıncı “güzel öldüler” açıklaması bu; kaçıncı “takdir-i ilahi” savunması...
“Hayatın kaynağı” sayılan maddeler, nicedir “ölümün kaynağı” bu ülkede... Su öldürüyor, toprak öldürüyor, ateş öldürüyor, hava öldürüyor...
Barajda çökme; madende, inşaatta göçük, cezaevinde, fabrikada yangın, evde, işyerinde, serviste ölüm, havadan bombalarla gelen ölüm... İnsan eliyle, iktidar eliyle felaketler silsilesi...
Ve nedense bu “semavi” felaketlerde, işçiler ölür, kapıcılar ölür, Kürtler ölür, çocuklar ölür, emekliler ölür; bir kez olsun bir patron, bir bürokrat ölmez! “Doğada bulunan dört element”ten yoksulun payına ölüm düşer; zenginin payına “daha iyi bir hayat”...
Bu da mı takdir-i ilahi! Bu da mı semavi! Gökten mi geliyor, içinde yaşadığımız lanet olası kapitalist sistemin adaletsizliği?
“Dere yatağına ev yapıyorlar, sellerde can kaybı oluyor, hepsini yıkacağız” diye bağır çağır parmak sallayanların yaptığı “çağdaş” konutlarda ölen bir buçuk yaşındaki bebeğin “yaşama hakkı”nın hiç mi kıymeti yok! İnsanlık tarihinin binlerce yıllık birikiminden bir nebze olsun, bizim payımıza bir şey düşmedi...
Mağaralarda yaşarken gök gürültüsünden korkan ilkel insan kadar mı ufkumuz, bilgimiz, aklımız... Açıklayamadığımız ne varsa, “Tanrısal”dır; diyen ilkel insandan bu yana bir arpa boyu yol alamadık mı, dünyayı, doğayı anlamaya dair...
En azından “biri”leri alamamış görünüyor. İnşaat temellerinde gömdükleri ayakta durabilme umutları, gözlerini bu kadar kör etmiş işte! Mert Irmağı gibi her yıl en az üç beş kez taşan derenin yatağına “Kuzey Yıldızı” konutlarını dikiveriyor TOKİ... Umurunda mı?
Bakın Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ne diyor; “TOKİ hem titiz çalışmasıyla hem işini bilimsel yapmasıyla elhamdülillah bugüne kadar mühendislik, denetim bakımından böyle bir afet yaşamadı. Bana göre TOKİ’nin bir milim suçu yok, mühendis olarak söylüyorum”...
Hamdolsun ki, mühendis bir bakanımız var! Neyi değiştiriyor peki? Soruşturma yok, inceleme yok... Yoksulların evi yıkılacağı zaman, “Dere yatağına ev yapılmaz”, TOKİ konut yaptığı zaman “1 milim hata yok”... Adalet bu mu? Bilim böyle mi söylüyor sahiden?
Geçin efendim bir kalemde...
Siz bu topraklarda, dere ağızlarına toplu konut dikmezden evvel, Anadolu ne uygarlıklar gördü... Ne mimari şaheserlere, ne kentlere tanıklık etti... Yaşama kültürünün en inceliklerine kadar düşünülmüş örneklerini yaşadı. Antik Yunan filozoflarının fırtınayı, depremi, sizin “semavi” dediğiniz felaketleri anlama çabalarına şahit oldu...
Ve şimdi binlerce yıl sonra biz; “gerçek cin”li filmler izleyip, sizin “semavi yağmur” senaryolarınıza kanacağız öyle mi? İnsanlığın tüm bilimsel birikimini elimizin tersiyle itip, “gök”te bir yerlerde arayacağız içinde yaşadığımız hayatın anlamını?
Sırf siz istiyorsunuz diye, sırf sizin “kâr”larınıza halel gelmesin diye, sırf sizin “adaletsiz düzen”iniz bozulmasın diye... Öyle mi?
Herakleitos’e bin kez inanırız, tüm eksiğine rağmen; ama sizin tek bir cümleniz ikna edici gelmez bize. Bu nehirlerde daha “kaç kez” yıkanacağız? Daha kaç kez öleceğiz, anlamak için; “Bir milim bile hatasız” felaketlerinizde?
On binlerce yıldır kendi yatağında akıp giden dereye yaptığınız müdahalenin sonucudur bugün yaşadıklarımız... Uludere farklı mı? “Sınırı kaçak geçtiler” diye gençlerin, çocukların üzerine bombalar yağdırmak bugünün derdi... Oralarda bir yerlerden “doğal sınır” geçmiyor işte; sizin çizgileriniz sadece “harita”larınızda... Anlamak istemeseniz de, hayatın içinde öyle bir çizgi yok! Ve tüm çizgileriniz silinecek bir gün...
Daha ne diyelim; sözün bittiği yerde, daha güzel söylesin diye ustaya bırakalım bir kez daha: “Topraktan, ateşten ve denizden / Doğanların / En mükemmeli doğacak bizden... / Ve insanlar ellerini / Korkmadan, / Düşünmeden / Birbirlerinin ellerine bırakarak, / Yıldızlara bakarak / Yaşamak ne güzel şey / Diyecekler...”
Evet, “Yaşamak ne güzel şey” diyecekler; çünkü yaşamak gerçekten güzel olacak. Çünkü, ne mutluluğu, ne acının sebebini gökte değil, bilinmezde aramayacaklar. Akılla, bilgiyle, bilimle anlayacak doğayı ve elbette kendini...
İnsan böyle insan olacak...

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala "akil" olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar...Mustafa KARA'nın Su, Toprak ve Ateş Ölümleri başlıklı makalesi tüm tahayyül sathı boyunca denkleştirmek için uğraş verdiklerimizin tamamlayıcısı önemli bir okunsal metni oluşturuyor. Mustafa KARA v Evrensel Gazetesi'nin anlayışlarına binaen meramımıza eklemleliyoruz....

 ...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar - İmamın Ordusu - Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme - İnsan Hakları Derneği
Dünya Basın Özgürlüğü Günü: Dünya Çapında Gazetecilere Yönelik Saldırılar - Uluslararası Af Örgütü - Amnesty International
Uludere'yi Unutma! - Emrah DÖNMEZ - Youtube
Su, Toprak ve Ateş Ölümleri - Mustafa KARA - Evrensel
Düşünme - Ayhan AYEBE - Erzurum H Tipi Cezaevi - Özgür Gündem
Faşizm Üzerine: “Pan-Faşizm” ve Demokrasi - Foti BENLİSOY - Jiyan
Büşra Ersanlı’nın Gözünden KCK Davası - Post-Express / Birdirbir
Merhaba... Barış İçin Geldim! - Özgür AMED - Yüksekova Haber
Le Monde: Türkiye’de Özgürlükler Hapiste - ANF
Tüm Muhalifler, İçeri! - Faysal CEYLAN - Özgür Gündem
Kürt Sorununda Cam Yarıldı - İsmail Güney YILMAZ - BiaMag
Rakel Dink Uludere'deydi - Birgün
Devletimize, Milletimize Hayırlı Oldu - Yalçın YUSUFOĞLU - Jiyan
Tutuklu Öğrencilere Özgürlük - Hüsnü ÖNDÜL - Evrensel
Sivas Katliamı’nı Anlamak Doğru Bilince Sahip Olmaktır - M. DELİLA - Yeni Özgür Politika
İnsanları Yakarak Öldürmek - Gönül İLHAN - BiaMag
Ahmaklığa Dair Notlar - Lokman ERGÜN - Yüksekova Haber
Uludere'den Samsun'a Öldüren Tarz-ı Siyaset - Ali TOPUZ - Radikal
10 İnsanın Katili TOKİ'dir! - Yeşim ERGÜN - Sosyalist Demokrasi Gazetesi
İşçiler, Yoksullar ve Kapıcılar - Ender İMREK - Evrensel
Ahmet Şık’ın Yeni ‘Bomba’sı ‘Pusu’ Yayımlandı - ANF
Ahmet Şık'ın 'Bu Nasıl İş' Sorusu ve Cevapları - Ezgi BAŞARAN - Radikal
Belçikalı Filozof Silivri’de Soyundu - Nilay VARDAR - Bia / DemokratHaber
Zindanın Dumanı Naylondan Vicdanlara Üflendi - Yüksel GENÇ - Özgür Gündem
12 Eylül’e Dönüş 'Yine Hapishane Kapılarındayız' - Oya BAYDAR - T24
Hapisteler.. Ortak Noktaları: Yoksul, Demokrat, Örgütlü Olmak.. - Yetvart DANZİKYAN - Radikal
Zaloğlu Rüstem Mi Zaloğlu Ramazan Mı? - Metin ÇULHAOĞLU - Birgün
Bu Filmi Görmüştük - Ertuğrul MAVİOĞLU - Radikal 2
Süddeutsche Zeitung: Kürt Enes'i Almanya Öldürdü - Perwer YAŞ - ANF
1915’te Suriye’ye Sürülen Ermeniler 2012’de Türkiye’ye Mi Dönecek? - Aris NALCI - DemokratHaber
İmralı Sürecin Dışında Değil - Mete ÇUBUKÇU - T24
Redhack, Terörizm ve Propaganda - Sarphan UZUNOĞLU - Jiyan
'İktidar Sanattan Elini Çek' - Yeni Özgür Politika
Müge'den Mektup Var! - Serdar M. DEĞİRMENCİOĞLU - Evrensel
Suçlu Devlet Güçlü Devlet - Selim FERAT - Yeni Özgür Politika
AKP Krizi Fırsata Mı Çeviriyor? (2) - Yetvart DANZİKYAN - Agos
Çok Faşist Hareketler Bunlar - İbrahim GENÇ - Yüksekova Haber
Sokrates’e Erdoğan Gözüyle Bakmak - Yaşar GÜNDERİCİ - Tekirdağ 1 Nolu Cezaevi - Özgür Gündem
Torba Yasada Skandal; Devlet Sayıştay Denetiminden Nasıl Kaçırıldı? - Doğan AKIN - T24
Metafizik Acı - Bülent USTA - Birgün
Acının Dilinde Mırıldan - Ahmet ASLAN - DemokratHaber
Bir Çift Hüzün - Ali KOÇ - PolitikART
Galata Herkesin ve Öyle Kalacak - Deniz ÖZGÜR - İmece / Birdirbir
“Foti Benlisoy’un Kitabı – Güncel Devrim Sorunlarını Tartışmak” - Gün ZİLELİ - Sol Defter
Taraf'ın ’Balıkçısından’ Radikal'in ’Hukukçusuna’ - Erdem CAN - ANF
Sıfır Sorunun Çöküşü - İlhan UZGEL - Radikal 2
Sistem, Hatanın Ta Kendisi - Murat ÇAKIR - Yeni Özgür Politika
Milli Gelir Nereye Akıyor- Aslı AYDIN - Muhalefet


Fennesz Official
Fennesz - AUN Official Site
Fennesz Preps AUN Soundtrack By Gregory ADAMS via Exclaim.ca
Piano Magic Official
Piano Magic - Life Has Not Finished With Me Yet Official Informative via Second Language
Piano Magic - Life Has Not Finished With Me Yet Albüm İncelemesi - Zülal KALKANDELEN - Zülal Müzik
The Invisible Official
The Invisible Official via Ninja Tune
The Invisible - Rispah Album Review By Mike DIVER via BBC Music
Rosa Parks Official Artist Page via Facebook
Rosa Parks Official Bandcamp
Rosa Parks via Last.FM
Kafabindünya Resmi Sayfası / Facebook
Kafabindünya Röportajı - Büşra MUTLU - Avaz Avaz
Kafabindünya - Obi - Bir Dizi Olsa En Az 3 Sezon Gider - Uğur ÇELİK - Türkiye'den Alternatif Sesler
Korhan Futacı ve Kara Orkestra Resmi Site
Korhan Futacı ve Kara Orkestra - Pavurya Albüm İncelemesi - İpek Burcu ŞAŞMAZ - Avaz Avaz
Korhan Futacı ve Kara Orkestra - Akustikhane Performası - Akustikhane


Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromosMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
Kardeş De Oynasın - İç Mihrak Kollektifi
İç Mihrak Kollektifi

>>>>>Poemé
Gül Zakkum Ya Da Su Boşluğu - Metin FINDIKÇI

İmgeyi antikacıda rehin bırakan usta
ölüm de artık baştan kokar
nerede kalmışsa su zamanı
üç basamak merdiven indiğim
kalbimin şurasında
bugün de ince bugün de kırıldı kırılacak
gülzakkum (?) saçlar. Aşkın,
miras kalan öyküsüyle yaptığın kahve

Masada unutulan kaysı, buzdolabı
Havada dedikodu tadı
Deniz şortunu giyinmiş
Teninde yorumlar gününü güneş, dilimi çağırıyor
Mermerdeki damarlar, tenin soyuluyor terimle
Bir sinek vuruyor cama
Sokağı yok suboşluğuna inen yolun, uzun zamandır
Unuttum sokak adlarını, kedi gözü, memebaşların
Avucumda kokan ot fıskiye

İstanbul'un tozu alınmamış bir köşesinde içtiğimiz
rakı, aşkımızın açıkta kalan kamburuydu komi,
ölü düşler asılı
duvarda, kılıktan kılığa giren su, kimi ölü kimi uzak
kimi adını bilmediğimiz, zakkumu bırakmıştık
vestiyere gülü alıp gidiyoruz,
tozu alınmamış bir köşesine İstanbul'un

güneşin en yorgun saatinde, suskun ben sen ve
herkes kumun ötesinde
anonslar… anonslar
tenimizde pullanır ayetler
aşkımın gülden zakkuma sızdığı
branda da poyraz, sevişme izleri
döşendiği otlar, anonslar
ben sen alışamadığımız bu şehirde

ne varsa yükümüz denizden çıkan gizliden gizliye
öğrendik yalnızlığı
lodos terimizi ve tenimizi okşadı
güneşten gizlediğimiz beyazlık

aynı yerde buluşmalıyız değmeden bıçağın ucu
koynumuza, sakladığımız aşk bir sur içi, bindiğimiz
gece tramvay, aynı yere gitmeli
aradığımız rüzgârın koyunda
su boşluğu, 'bir savaşın tasviri'nden alıntı bir adrese
sızıyoruz
aşkımız gül kokusu


dalında unutulmuş portakal
bu gecede, baykuş sesine aldandı ay
el çantasında dudak renklerinin iki hali, meçhul
gelişini saptayamıyorum, geceye mi bakıyor
gözlerim gündüze mi? ot kokusu
gözlerim yorgun bakmaktan gülü kuşatan poyraza
karşı pencerenin perdesi çekiliyor
zakkum, zakkum ve zakkum

şimdi
belinden kopmuş karıncayım, başım
kendi merkezi etrafında arıyor dudaklarını, kod adı
bırakıyorum bulamadığım yerde
kasılan zakkumdur terimin birleştiği
ırmakta-gül
gül ve gül

aşkınızla kulaç atıyorum
üç basamak deniz iniyorum
SU BOŞLUĞU
 
Kaynakça: Şiir

Comments