Deuss Ex Machina # 433 - մենք երբեք չենք մոռանա


Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_433_--_մենք երբեք չենք մոռանա

14 Ocak 2013 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
a.Djivan Gasparyan - Ciretzie Yaris Taran (They Took My Love Away) (Gyroscope)
...21..Kasım...2004...Uğur Kaymaz...
z.Djivan Gasparyan - Tzirane Tzar (Apricot Tree) (Gyroscope)
b.Erkan Oğur - Vardım Baktım Demir Kapı Sürgülü (Kalan Müzik)
...28..Eylül...2009...Ceylan Önkol...
m.Erkan Oğur - Eksiklik Kendi Özümde (Kalan Müzik)
x.Bajar - Si U Çar Heb-34 Adet (Kalan Müzik)
...28..Aralık..2011..Roboskê Kıyamı...
w.Bajar - Fırtına-Bahoz (Kalan Müzik)
k.Mehmet Akbaş - Leyla (Kalan Müzik)
...24..Nisan..2011..Sevag Şahin Balıkçı...
ç.Mehmet Akbaş - Hediyeh (Feat. Sussan Deyhim) (Kalan Müzik)
y.Cavit Murtezaoğlu & Feryal Öney - Ali Kimi Yârı Var ~ İlla Hû (Kalan Müzik)
...19..Ocak..2007..Hrant Dink
ğ.Cavit Murtezaoğlu & Feryal Öney - Aldı Dert Beni (Kalan Müzik)

մենք երբեք չենք մոռանա
(433)

birbirini takip edecek kelimelerin dizilmesinin namümkün kılındığı, birbirini takip edecek söz eriminin içerisinde duyumsanmasının, anlaşılmasının bile; zorunlu haller dışında teker teker açıklanması gerektiği bahsi ve bağlamının sıklıkla yinelendiği bir sahanlıkta buluruz kendimizi. dört başı mamur, tertipli düzenli hayatlarımızın korunaklılığında ayaklarımızı uzatmış bir şeyler karalamaya heveslenmişken! neyin nesi kimin fesi, nasıl bir odaktır o sıkışmışlık sıkışık kalmışlık. zuhur edeceği anı kestiremezsek de ekranın klavyenin başına geçtiğimizde varlığını duyumsarız bu kalakalmışlığın. dertleri söylemezse gönül razı gelmeyecek şeyleri o kadar ince eleyip sık dokumaya alıştırılmışızdır ki kendimizden, kendiliğimizden dökülmeyi başarabilmemiz için karşılaştıklarımızı can kulağıyla görmemiz gerekliliği bir kere daha karşımıza çıkmaktadır. hevesli tutkun, aynalayan bir biçimde söz dizilimilerini entelektüel faaliyet şemasının en zaruri egzersizlerinden birisi olarak değil sıradanlaştırıldıkça sıradan olanın da açabileceği bir gedik olarak görmenin gerekliliğini bir kere daha idrakı üzerine düşünürken neyin nesidir.

nasıl bir zorunluluktur ki her yazı teşebbüsünde bu sefer de farklı bir anlam çıkartma ihtimalleri bulunur mu acaba diyerek içten içe kendini kemirten, otosansür mekanizmasının varlığı / çokluğu. denk geldiğimiz zamanlar zorunluluğu bir kenara ayrıştırdığımızda neredeyse tam olarak sessizliğe teslim olunan, ellerin çoktandır havaya kaldırıldığı bir devinimi gerçekçi kılıyor. az veyahutta çok bir biçimde o süreklilik akışında yaşananların, yaşatılanların oluşturduğu travmaya karşı yazma eylemi sınırlandırılmış oluyor, haddizatında gerçek olan, kısıtlayan biraz da budur. böyledir. yorgun düşen aklın dermanını bir başkasının meramında bulabileceğine olan inançın alttan alta oyulduğu bir zaman dilimi işittirmek istediğimiz. kelimeleri denk getirirken o travma dediğimizin şeklen, mealen, üstten falan değil bayağı bir hakikat odağına taşınmasının, şimdiki gerçekliğiniz budur ne eylerseniz, ne dillendirirseniz, ne yazarsanız hep o bahsin, kırmızı çizgileri aşmayan serbest vezin! sahasında kalmamız gerekliliği muştulanırken, bir dur! anının simgelenişidir o dönüşüm.

durmanın durduğun yerde kalakalmanın hemen hiç faydası dokunmayacak olsa da neylersin bugün kısmetimiz de buymuş sinesine sığınılmasının nasıl da peyperdey bir rahat gevşekliğe teslimiyet olduğunu bildiğimizden bu yana sürüp giden bu yazın / karalama serüveninde hep bir adım sonrasını düşünmek zorunluluğumuz baki kaldı. bırakıldı. bir sonraki adımda nelerin başa düşecek olduğunun kestirilmezliği başlığında tumturaklı sözcüklerin, örümcek ağıyla sarmalanmış olan seslenişlerin her dem o vicdandan gelen çıkan görünenlerin önüne kocaman bir set oluşturduğu zamanlardan geçmek bir yükümlülüğümüz haline dönüştürülmektedir. bir insanın orada burada veya şurada olan biten için sarf ettiğinin karşısına elini korkak alıştırmadan bunun bunun için ne düşünüyorsun, o zaman kimlerin ve hangi menzillerin maşalığını yapıyordun, yağdanlığındaydın seslendirmesinin, hadi bakalım söyle bakalım yediğin ekmek, içtiğin su hesabından vatanın şimdiki sahipleri olarak kendini konumlandıranlara her neyse insan onu anlatmaya çalışmanın, insani olana değerlendirmekten gayrısı olmadığını kanıtlamanın zorluğudur bahsetmek istediğimiz.

kelam bir şeylere dönüşürken, salt birilerinin bamteline dokunsun, yaraları açıkta olan nicelerini daha fazla kanatsın diye değil basbayağı aklın ermesi, gönlün elvermesi, şifanın bulunması gibi kıstaslara göre şeklini, kalıbını bulan söz erimlerinin diziminde samimiyet sınavlarına tabii tutulmanın sonsuz fasitdairesidir bu meramda sunduğumuz. travmaların bunca sonsuzluğu karşısında elden tek gelenin seslenmek olduğu enikonu bilinmesine karşın hala ikircikli, şüpheli yaklaşımların bolca ama ve fakatlarla hesap sorulmasına yazıklanmaktan başka ne tevatür eklemlenebilir ki. heder edilen sözün dahilinde her duyumsatılanın senin / benim / onun doğrularının yeknesak bir kopyası olmasındansa, olabildiğince daha geniş bir perspektiften bir aradalığın harcına bir şeyler katmak olduğunu yinelemek ve bunu açıklamak daha kaç kez zorunlu bir deneyim olacaktır. ya da zorunluluktur. isyan edilenlerin, adil olmayı çoktan fasaryadan bir mevzu sayanlara karşı adaletin peşinde inatla koşmanın, hakkaniyet dediğinizin karşılığını bulabileceksek bunu da ancak ve ancak tam ve eksiksiz bir biçimde yüzleşerek sağlayabileceğiz!! diye atfetmenin neresi yanlıştır.

yahutta hala yanlış mıdır bu sanal agoraların dip köşe bucaklarında saklı duran şahsiyetlerin ithamlarına karşı hala söz ile pahayı yan yana, bir kulvarda tutmadığımızı anlamlandırabilmek ve illa birilerinin fonlamasına ihtiyaç, illa birilerinin beklentilerini karşılayacak diye maşalık, illa mevzuyu öteleyelim de neyle ötelersek diyerek ayrıştırmaların birinin bitmeden bir diğerine cambazlık etmek değildir meşgale ve dert toplamımız olduğunu kaçıncı defa betimlemeliyiz. betimler halde kendimizi bulmalıyız bir biçimde. bunu kaçıncı kere daha yinelemek, yeterli gelecektir kimilerinin nezdinde. unutturulmaya çalışılanların toplamının hepimizin ortak belleğinin biriktirdikleri söz konusuyken bu belirginken, kulağımızı mı kapalı, elimizi mi bağlı, aklımızı mı nadasa terk edelim diye sormak lazımgelendir. münferit diye atfedilen şeylerin bir ucundan çaktırmadan gösterilip durulan şeylerin, hiddet topaçlamalarının nasıl da tosuncukların millerinde harekete geç komutu olarak dönüştürüldüğünü gözlemlediğimizden bu yana; hangi yana gidelim nasıl edelim. uzun uzadıya düşünmedikten sonra bu ülkenin yeni yeni yeni diye sunulanlarının pek çoğunun bildiğiniz eskinin eskisinin eskisi olduğunu hep tekrardan ibaret bi'algılama ve tepkime ile sarıp sarmalandığını yineleyelim. yineleyebilelim. neyleyelim. ne edelim!.

kelimelerin sağlayabildiği yeknesaklaştırıldıkça kanıksanan bu ve benzeri ötelemelerin, birilerinin ağızlarına sakız eylenenlerin nelerden mürekkep olduğunu yinelemektedir. gözün gör dediğinin sadece yaşadığın yer ile sınırlı kalmadığını bir gece ansızın başına yağacak olan bombalarla katledilmek olduğunu yineleten bir roboski köyünü ve insanlarını hatra düşürendir. bir sene geçmiş olmasına karşın bir tek doğrunun duyumsatılmadığını yineleyebilmektir bu bahiste gerekli olan. bir yanıyla, bir yönüyle değil derinlemesine ifşaasının gerekliliği ortadayken, bunca belirliyken isim isim, ad, makamı bir arada devlet denilen mekanizmanın gerektiğinde nasıl bir katledici vazifesini üstlendiğini somutlaştıran, neden iş işten hazır geçmek üzereyken örgüt var diye bir seslenişin söz konusu edildiği altı yıllık bir dava bir yara olan hrant ahpariği hatırlamaktır. hala sırtından vurulduğu kaldırımda bir başına konulan, haddizatında küfürün, kıyametin refakatinde yazdıklarından değil ermeniliğinden, ermeni olmasına dair her şeyinin lime lime edilmesi için çabaların her fırsatta sergilendiği, acıtmanın türlü vesikaları karşımızda durmaktadır.

o yarayı eksiksiz bir biçimde kapatamadıktan, hala kanayan o yaraya merhem olamadıktan sonra onun dilinden dökülenlerin, anadolu'nun seslenişini işitemedikten sonrası ötesinde / ilaveten adaletin tecelli etmemesinin eksikliğidir düşünmemiz gereken. işitmemiz gereken. hedef gözetenlerin nasıl tam tekmil kamufle ederek kendilerini hazır barış günlerindeyiz diyerek uluorta cinayet şebekelerini, infazlarını devreye soktuğunu hatırlatan cismanileştiren sakîne cansız, fidan doğan, leyla şaylemez'ın paris'te katledilmelerini gözün önüne getirmektedir. dirayetli olana, birbirimizi anlamak konusunda çabalanmalara, biz olmalara sözümona önem veriliyor görünürken hala alttan alta savaş iklimini sürdürmek için insanların yaşadıklarına pişman edebilmek, canlarını alarak, katlederek, nefessiz kılmak gailesiyle oluşturulan zincirleme hareketlenmelerin hiç birimizin hayrına olmadığı artık anlaşılır değil midir? hala değil midir? barış, eşitlik ve adaletin sadece belirli bir zümrenin, el üstünde tutulanların değil bizahati halkın, yani seçenin olduğunu hatırlamak ne zaman söz konusu olacaktır.

bu bağlamda iki gündür ana akım medya'nın lince, yandaşı candaşıyla ortaklığını sürdürdüğü dhkp-c operasyonu adı altında göz altına alınan avukatların darp edildiklerini anı hafızaya kazımaktadır. onca görünürlük içinde kameraların karşısında savunma makamını alaşağı ederek siz sıradanı, siz halka neler eyleyebileceğimizi bu üniformalı, gazı hiç kaçmayacak olan faşist söylemlere sımsıkı tutunan elemanlarımız ile gösteriyoruz aklınızda bulunsun meydan okumasını ne yapmalıyız. nereye odaklamalı.. nereye konumlandırmalıyız. nasıl köşeye kıstırıldığımızı, sessizlikten başkasına müsammaha edilmeyeceğini zikreden bu muktedirlik makamına karşın bizler, hepimiz ne edeceğiz. ne etmeliyiz? basite indirgenenle, basitmiş gibi görünenlerin nasıl birbirine karmakarşık, kördüğüm haline dönüştürüldüğünün deney sahasında, bu ülkede yarınlarımızın ne olacağına az çok erebiliyor musunuz? bu meram ve denkliğini, benzeşinin de bir gün sorun teşkil edebilecek, bir gün suç mesnedi olarak atanabilecek olmasının zırvadan, masaldan çok hakikate evrilebilecek olması demokrasinin ilerisinde nefesin, aklın nasıl şekillendirilmesi gerektiğini basbayağı düşünmemizi salık veriyor. gösteriyor.

yaşadığımız coğrafyada muktedir-devlet-iktidar adlandırmalarına sahip cenaha, avanelerine karşı geliştirilen her söz, yapılan kıyamlara, teşebbüslere karşı bütün söylemler, eylemlerin uyanmamız için vesile olmasını temenni olmaktan öteye taşımanın gerekliliğini iliştirmeliyiz. aksinin bir şeyler başkalaştırılırken olduğumuzdan beterine gün doğacağının şafağıyla karşı karşıya kalacağımızı yinelemek bir müneccimlik olmayacaktır. böyledir. birbirlerine yakın duran ama yakınlaşamayan, birbirlerini gören ama görebildiğine kendisini dahi inandıramayan, birbirlerini duyan ama gel gelelim tek başımıza ne ederiz diye kendiliğinden, kendini yeniden sınırlandıran, birbirlerinin yaralarının her nasılsa kendiliğinden kapanmayacağını yaşayarak tecrübe eden ama o yaraların benzeşini kendisinin de taşıma, sırtlamakta olduğunu aklının ucundan bile geçirmeyenlerin günün bu grisinde yalpalayarak, giderek daha da yalnızlaştırarak hayatlarını sürdürmelerinin tanıklığındayız. hepimiz tanığız!. belki bu uzunca söz yapısını derinleştirip, eklentilenebilecek nice karşılaştırmanın, rastlantısal değil bizahati içeriğini oluşturulmasına müsammaha edip, sineye çekenlerdeniz kim bilir?

her dem sınırlar, çerçeve ve daralatımlar üzerine bahisler açılmaktayken, bizi sınırlandıran, acımızla dımdızlak ortada bırakan bu iklimde, böylesi bir sürümceme, yalan, masal ve daha fazlasının oluşturduğu haleti ruhiyenin hepsi bir aradalığında halen nefes almaya ısrarlı olanlardanız. ısrarındayız. nefes alabildiğimiz müddetçe, saatlerimizi, günlerimizi, haftalarımızı sayıp dururken, bir yandan da capcanlı duran yaşatılanların sorgusundayız bir başımıza. tektipleşmenin, tek kalmanın her konumda olduğu gibi günlerden arta kalan acıların, tahakküm ve utanç vesikalarının, mezalimlerin ve siyasal kırımların ne menem şeylerden mürekkep olduğunun ikrarlarındayız. unutmanın kaçınılmaz bir son hatırlatmaların topuna şimdi ne gereği vardı canımızı sıkmaya düzeyinde lafazanlıklarla karşılandığı modernizm güncesinde belleğin bazı şeyleri öyle kolaydan aşamadığını teyit edenlerdeniz. belleğin yorgunluğunu bunca yüklenişini salt yad edebilmek için değil neden sorgusunun hem önünü hem arkasını doldurabilecek yanıtların nasıl paldır küldür halının altına süpürüldüğünü fark ettikçe, insana kalanın davaların mesellerin tükenmezliğini ve nihayetlenmeyeceğini bu şekilde tekrarlamak olasıdır hala ve bir kez daha.

koca bir üç yüz altmış beş günlük sürecin neredeyse her gününe bir ağıdın, yasın denk getirilmesinin düşündürücülüğü üzerinden yol alınabilir pekala. bunca ağırlığın nazarı dikkatlerden kaçmayacak bir biçimde ağır aksaklığıyla meşum bir üne sahip devlet mekanizmasının tüm öğeleriyle tıkır tıkır üzerine düşeni yerine getirdiğinin meydana çıkartan bir tasvir karşımızda durmaktadır. alelaceleciliğin körlemesine savunulmasında kimin ne dediğinin, neyi önemsediğinin, neyi öncelikli kıldığının pek bahsinin açılmadığı bir güncellik nakş olunur. tanıklık buna paralel şekillendirilen tüm hakir görüşlerin menzilindedir. bütün o menzilde reva görülenlerin yıllar yılıdır bir arpa boyu yol aldırmayan, ilerlemeyen bir soru işareti olduğunu yineletmektedir. görebilip anlayabilene!. tanıklık işin tek doğrusu, tek sonucu, tek gerçeği, tek geleceği var o da tastamam belirsizlik / muamma iklimi, ikircikliği olduğunu görebilmenin tam karşılığını oluşturmaktadır. doksan yıllık bir ülke ayakta durdurulurken, dimdik gönenç vs. nasıl perspektifin yamultularak el birliğiyle açmazlar iklimine, yaşanılamaz yer yurt tabirine havale edildiğini ilave etmek de söz konusu olmaktadır.

yerin dibine göçerken yıkılanın muasır medeniyet olgusunun yarışında alınan kademe, sıralama değil, insanın asgari yaşamının, düzeyinin öncelikli olduğu listelemelerde, endekslerde ne halde olduğumuz meydana çıkmaktadır. bir evvel söylediğimiz tümceyi derinleştiren tahlillere yol veren sonuçlarla buluşturmaktadır. sözü kıymetsizleştirdikçe, kimin neyi önemsediğini, önemsediği için nasıl didindiğini bir kere gözden kaçırdığımızda başa nelerin getirilebileceğinin malümatını sizlerin takdirlerine bırakıyoruz. yergi ve linç kültürü, mozaik denilenin nasıl bile isteye devlet eliyle kimi zaman teşvik edilerek, pohpohlanarak gerçekleştirildiğini yıkımını, mermere / yekpareliğe evrilme sürecini örneklemektedir. yaşamın renklerini bildiğiniz soldurarak, kulbun bini bir akçeyken her defasında başka birisine sardırılmasını teşhir edebilmek mümkündür. bu sadece gündelikliğin, sınırlarında yapılan edilenleri değil belirli aralıklara sergilenen / sunulan / dikte ettirilen / dayatılan işi özü hayatı zapturapt altına alıp, gözetlenebilir olduğunu illa ki göz korkutan bir imgeye evrimin özetlenişidir.

bu dönüşüm süreci sağlama alındıkça kabuğunun içerisine o dar alana kısıtlandırılmışlık içerisinin bir benzeşi olarak dışarısını da cezaevi kılmaktadır. bunu göstermektedir son tahlilde. cerahat nüksederken peşpeşe elimizden kayıp giden sadece zaman değildir. zamanın bütünlüğünde kötü / fena'nın (her ne kadar içimizden seçilmişlerin oluşturduğu bir makam olduğu rivayet edilse de dönüşenlerin, erk olanların) "devlet" titri altında yaygınlaştırılma çabası ve süreklileştirilmesini görmek mümkündür. farklılıklara saygı duyuyoruz, kapımız ırkı dini ne olursa olsun herkese herkese açığız tümcesinin yok yere kurulduğunu yaşadıklarımızın toplamında bunların kötü / fena ile bağlantılarından biliyoruz. yerlerini belliyoruz. söz konusu olan bir arada yaşamanın asgari müştereğinin tahsisiyken, sayın yetvart danzikyan'ın betimlemesiyle devletin restoresi işini gerçekleştiren adalet ve kalkınma partisinin dönüşe dönüşe öncekilerin bir benzeşini oluşturan bir odağa evrildiğini rotasını çevirdiğini çözümleyebilmek mümkündür. öncekilerin söylem pratiğinde kaçınılmaz bir biçimde tanımlandırılmış olan ötekilerin yekününe, otuz iki kısım tekmili bütününe reva bulunanların değişmezliği, eşiğin giderek daha aşağılara doğru evrilmesinin sonsuzluğu belirli -öznel alanlarda "muktedir"  kalıbının, tavrının sağlama alındığını gösterir belletiyor.

acı olansa devlet mekanizmasının bu şiddet söylemini, linç pratiğine çevirmek için sırada bekleyeduranların, tek harekete bakanların o beyaz berelilerin serin kanlı delikanlılar intikam tugayları vs. korku bilmeyip düşmana haddini (sataşarak, tehdit ederek, işaret koyarak, taşlayarak, boğazını keserek, hayatına kast ederek...) bildirme isteklerinin münferitten öte olmasıdır. münferit olarak serimlenmesinden de bilakis çok daha itinayla, ehemmiyetle odağa taşınası, epey hallice bir nüfuzun tahayyüllerinden olduğu yinelenesidir. tekrar etmek sözün şifasını çoktan unutanlara bir şeyleri dank ettirir mi, uyandırır mı acaba bilinmez lakin elde başka bir şansımızın olmadığının altını kalınca çizmeliyiz. gazetecisinden, öğrencisine, akademisyeninden, aktivistlerine, lgbtt bireylerinden avukatlara.. kadar üzeri çizilenler hanesindekilere hep bu korkunun daimileştirildiğininin yansılarında / o denk gelişlerinde bir şeyler için harekete geçmemizin elzemliliği meydandadır. hadlerini bildirdik, gerekirse yine ve yeniden bildiririz ediminin, habire gösterime sokulduğu bir ülkede bakanlardan olup görüp tepkime koymak için, ses çıkartıp, çıkartmamak kararsızlığı vahim değil midir? hala değil midir? hatırlıyor musunuz, hatırlayabiliyor musunuz her unutuşumuzun esasen bir sonraki ağıdın temellendiricisi olduğu idrakına varabiliyor musunuz? unutuşun kolay, aşılabilir, ne var canımlı cicimli bir merhale olduğu yanılgısına tutundukça, kandıkça, kanabildikçe bir şeylerin bunca aksi istikamette koşturulmasının denk getirilmesinin hep alelaceleciliğinde hepimizin 'cadı avı' süreğinin bir sonraki bölümünde avlanacaklar haline dönüşebileceğimizi, erkçe öyle belleneceğimize ayabilmek uzak bir ihtimal midir? neredeyiz. neresindeyiz!...

>>>>>Bildirgeç
Barışa Fransız Kalma - Şizokrat - Sokubeniz.com

Dünya tarihinde sürekli gündemi meşgul eden,  dünya tarihinin seyrini değiştiren iki kavram var yerleşkesi aykırı  düzenimizde. Edebiyatın klasikleri arasında girmiş Tolstoy’un bir kitabına da isim olmuş savaş ve barış kavramları tüm düalizmlerin en yıkıcı gerçekliğini oluşturuyor malesef. Yıkıcı ve gerçekçi olana savaş, hayali ve yıkılan olana barış adı veriliyor siyasal olmayan terminolojimizde. Yaşanabilir bir dünya tasavvuru için ağızlardan düşmeyen barış, sömürünün karşılığı olan savaşın akıttığı asil olmayan damarlardan akan kanla lekeleniyor. Ve hiçbir hijyenik akıl bu lekeyi temizleyecek kadar da gelişmiyor. Meydanlarda hep yaralı olan sürekli ölen ve öldürülen barışın nasıl olduğuna dair fikri de toplumsal belleğimizden silmiş oluyoruz böylelikle. Hani bazen barış olsa, nasıl yaşandığını hiç görmediğimiz yahut hiç yaşamadığımızdan mütevellit fark etmeyeceğiz belki de. Yaşamak için savaşmaktan, yaşamak için barışmaya doğru evrimimiz ne zaman gerçekleşir, belki bu yüzden bilmiyoruz. Bu farkındalık içermeyen takvim aralığında yatan vehamet fark etmemiz yahut yaşayamamız değil, barışın ve savaşın ne zaman yaşanılacağını belirleyen belirli bir grubun varoluşudur.

Kan görmeye nerdeyse alerjisi olacak olan toplumumuz da hazırlıksız yakalanıyor ‘’süreçlere’’. Hep yönetilen hep yönlendiren konumundan kurtulamayan bizlerin irade beyanıyla var ettiği o belirli grup keyfiyetçi politikalarıyla adına süreç dedikleri adım atma zamanını ya sekteye uğratıyor ya da oyalama taktikleriyle bilinen metodları yine bilinen uygulamalarla hap niyetine yutturuluyor bizlere. Toplumun yıllardır süren savaş karşısında anti-depresan niyetine yuttuğu bu hamleler geçici bir rüya etkisini beraberinde getiriyor. Yalana alışmış bir toplum, kriz zamanlarını linç kültürüyle şekillendiriyor. Yeniden aynı yalanlara inanmak isteğine binayen yutmak istiyorlar hazmı zor olan rüyayı. Zira rasyonel olanın sancısının kişiyi nasıl bir süreçten geçirdiğini on yıllardır süren savaşlarla bir hayli tecrübe ettik.

Barışın yaşanılabilir bir ortamda mutlak ve temiz bir şekilde inşa edilmesi için adım atması gerekenler sadece devlet nezdinde görüşmeler yapanlar olmamalı. Türkiye halkları tüm halkların eşit olması inancını bizzatihi yerine getirmeli. Yoksa hakların tanınıyor olması; bir kimliği yaşanılabilir kılmadığı gibi, bir hakkın uygulanabilirliğinin garantörlüğünü de teşkil etmiyor. Bu bağlamda asıl yapmamız gerekenlerin mutlak bir barışın sağlanmasından, haklar ve eşitlikler konusunda mutabık kalınmasından sonra yaşanılacağı da aşikar. Evet barış zor zanaat belki ama savaştan daha masraflı değil.

Toplumun büyük bir kesiminin destek verdiği müzakere sürecinde yaşanması muhtemel ‘’sabotaj’’lar onulması imkansız yaralar açabilir bünyemizde. Barışın ve savaşın yön belirleyicisi olarak kendini tanıtan yöneten sınıfın bu konudaki tavrı ise, yaşanılan süreçlerin dönüşümünü etkilemekte. Yaşanılan sorunların çözümüne dair adım atmak , yerini siyasal tarihimizden örneklerine çokça rastladığımız ‘’sarsılan devlet otoritesinin yeniden tesisi’’ne bırakırsa barış yeniden esir olacak savaşa. Akan kanın ve yitirilen canların toplamı barışın ölümünü verecek bizlere yeniden. Teorik ve pratik anlamda barışın, savaştan hep sonra gelmesi ise yaşadığımız trajedinin acı bir ironisi zaten. Sevmeye ve kabul etmeye alışkın bir bünyesi olmayan Türkiye toplumunun bu hassas dönemde yaşayabileceği etkileşimleri de sürece sekte vurmaya müsait bir durumda. Toplum, acılarını ve söylemlerini bir çatışma esnasında yaşamını yitirenlerin üzerlerine giydikleri üniforma doğrultusunda belirliyorken bu alışkanlıktan vazgeçmek barış sürecini kendiliğinden başlatacaktır. Böyle bir ülkede çıplak dolaşmayı belki de yeğ tutmak gerekir. Zira etin kendisi ajite edilmiş bir kıyafetten daha onurludur. Acının rengi olmamalı artık, zira ne kaybedecek vakit ne de kaybedecek can kaldı elimizde.

Ancak müzakere sürecinin çetrefilli olduğundan bahsettiğimiz bir dönemde tarih bizi yine şaşırtmadı malesef. Silahların sessizliğine, barut kokusundan arındırılmış doğaya hasret yanımız tarihin tekerrür etmesinin doğal bir sonucu olarak infaz edildi Fransa’nın başkenti Paris’te. Üç kadın yaşanması muhtemel barışın kurbanları seçildi ve tabiatımızın barışa neden bu kadar Fransız kaldığı yeniden gündeme geldi haliyle. Bizler belki saldırılar bekliyorduk ancak kadınların bu konuda hedef seçilmesi de sabote etmenin en aşağılık yanıydı elbette. Akıllarda yer edinen bir Fransa yapımı olan Léon The Professional  filminde bu konuya ilişkin olmasa da ne yapmamızı öğütleyen bir replik var hatırlatılması gereken. Bir seri katil olan Léon’un düsturu şudur : ‘’kadınlar ve çocuklar olmaz’’.  Bir devletten duymamız gerekenlerin, bir seri katilin soğukkanlılığıyla eş değer bir biçimde ağızlardan çıkmıyor oluşu yaşanılan acıyı katlamaktan başka bir işe yaramıyor.

Toplum olarak barışa olan ihtiyacımızın bu denli ayyuka çıktığı bir dönemde yeşermesi muhtemel dalları kırarak ağacın sakat doğumuna şahit oluyoruz ne güzel! Toprağı ölülerin üzerlerine devletin ayıbını örtmek için atıyoruz ne güzel! Bari diyoruz bari bu sefer barış olsun adam gibi, insan gibi ve de en önemlisi öldürdüğünüz kadınlara bir özür borcu mahiyetinde kadın gibi barışın artık. Çatışmalar ihtimal dahilinde ancak susturun silahları. Şşşhhtt savaş uyuyor, haydi barışı uyandıralım.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala "akil" olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Aslında gözümüzün önündekilerin, her ne ediliyorsa belirli bir doğrultuda hakikatin eğilip bükülmesinin bugünlerin en büyük gerçekliği savını derinleştirmektedir. Bu bağlamda olan bitenle gerçeklik arasında bağ kurabilmek için meramın paraleline yerleştirebileceğimiz yazıları iliştirmeye çalışıyoruz. Solukbeniz.com sitesinden yazılarını paylaşan Şizokrat'ın son makalesi Barışa Fransız Kalma bu minvalde değerlendirilesi bir okuma metnini oluştuyor. Yazarın ve Solukbeniz.com sitelerinin anlayışlarına sığınarak makaleyi sitemize iliştiriyoruz.

 ...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Djivan Gasparyan Official
Djivan Gasparyan - Moon Shines At Night Album Review By Glenn SWAN via All Music
Erkan Oğur Vikipedi Girisi
Ölümsüzlük Yaşamakla Değil Bilinmekle İlgili - Eray AYTİMUR - Radikal
Bajar Facebook Sayfası
Hayat Albümü Beklemez! - Esmani KILILÇ - Evrensel
Mehmet Akbaş Resmi Sitesi
Kürt Müziğinde Ferahlık Etkisi… - Dostê Yevskî - Bijwenist
Cavit Mürtezaoğlu Resmi Sitesi
Feryal Öney Resmi Twitter Hesabı
Tebriz’den Toros’a Hakikati Taşıdık - Ali PEKTAŞ - Zaman

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
Splash! By Zoej1983 via Flickr

>>>>>Poemé
Yenilgi Günlüğü - Turgut UYAR

Pazartesi

benim adımı bağışla
.........

"sabah uyandırıldığında pazartesiydi
bunu iyice bildi, ağzı çirişli
yersiz, ürkek, yeni yaratılmış gibi
....

yenilmenin tohumunu taşır her pazartesi
çünkü yoktur dağların ve yaratılışın öncesi
insan uzatır ellerini bir perdeyi çeker

ve pazarsızlık kişiyi şaşkın eder
siner buğular gibi düşüncemize
her şeyin en haklısı en incesi

beklemek bir tepenin mutluluğunu
bir acının yakıp geçmesini beklemek..."

benim adımı bağışla
ben iklimler coğrafyasının ta kendisi
sanırım suyum başkalarınca ısıtılır
pazartesi
(...)

aldım pazartesi akşamı bir okka sucuk
öncesiz ve beceriksiz geldim odama.


Salı

birden karışmış gördüm
-karışmış olduğunu gördüm-
otobüs duraklarıyla reklam levhalarının
tutunduğum bir sarmaşık değildi
bir kayıştı otobüste
(...)

vakit akşamdı. ikinci gün
vakit akşamdı.
birden bazı yerlerde ışıklar yandı
ayrıldım.
eve döndüm
evi buldum.


Çarşamba

...
hiçbir şeye hazırlıklı değildik
oyunlar oynandı, gökler kapandı, yenildik
...

O zaman şehre çıktım bir elimde fırça
...
kim varsa gelsin artık yeniden oynayalım
hızım bir araba dolusu aşk gibidir
gölün rengiyle asfaltı karıştırıp
kızım, ne varsa hep yeniden boyayalım.
...

üçüncü gün. yorgun
ev aklımda. gitmeyi unuttum.


Perşembe

...
yersiz bir hamaratlı, bir görev duygusu
bir sarı lale kadar makbulse
akşamüstü bir kadına sunulan
...

çaresizlik değil yenilgi. (sonradan övülecek)
herkesin içinde yürekle buluştuğu bir yerdi
...

durduk ve yenilgiden umutlandık
başkaları başka şeyleri seçtiler
seçsinler

...
çarşamba günü sanki her şeyimiz tamdı
motorlar sirenler gidip gelişler
koyduğunu koyduğun yerde buluşlar
belki güzel bir takım şeyler
ama artık vakit akşamdı.

...
perşembe.
bir uzun ses bekledim. oturmadım
...
sabahı bekledim. cumayı


Cuma

ne söylenebilir! tam çağıydı, olağandık
sabahlarda süzgündük, ancak akşamlarda vardık
...

ne söylenebilir! her şey düzeliyor sandık
odalarda çok geniş alanlarda dardık
...

ne söylenebilir! tam çağıydı. belki aldandık
otlarla yeşerdik, güllerle sarardık

gücüm tazelenmedi, suratım eski. yırtık.
her şeyleri bıraktım, geniş kıyılara dadandım.
aik diye geceleri çözümledim. aldandım.
...


Cumartesi

yarın pazar
yarınki pazarların sessizliği


Pazartesi
...

kanatır akışını akarsuların çıplak şimdiki
başarılmamış bir geçmişten arta kalan şaşkınlık
şimdiki çıplak. yarı aydınlanmış bir duvardaki.
bir yenilgiden çıkarılmış bir deney. bir yaşlılık
soluğunu ağartırdı bir altın damlanın
...

seven, saygı duyan, yaslanan sana
mermerden yanılan, pelikülden, insan onurundan
mermere yenilen, peliküle, insan onuruna
seçim sandıklarından otuzüç dönülü plaklara
yenile yenile şaşkın, şimdiki çıplak
bir yaşlılık
ağartır soluğunu bir altın damarının
yenile yenile şaşkın
arta arta kendi diline aktardığı
sıkıntısına
...

"kutsal yenilgi!.. şimdiki.
o'na bağımsızlığını hatırlatıyorsun şimdi
her şeye yeniden başlamanın
kanattıkça"

kaynakça: epigraf_delft

>>>>>Podcast Ünitesi
Deuss Ex Machina # 428 (03.12.2012)
Deuss Ex Machina # 429 (10.12.2012)
Deuss Ex Machina # 430 (17.12.2012)

Comments