Deuss Ex Machina # 438 - tiesnesis, žūrija un bende


Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_438_--_tiesnesis, žūrija un bende

18 Şubat 2013 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
side-tuc
z. Barn Owl - Blood Echo (Thrill Jockey) (2013)
i. Barn Owl - Void Redux (Thrill Jockey) (2013)
y. Apparat - PV (Mute Records Ltd.) (2013)
b. Apparat - LightOn (Mute Records Ltd.) (2013)
w. LAKE R▲DIO - Ghost Translator (LAKE R▲DIO / Self Released) (2013)
c. LAKE R▲DIO - Yr Love (Feat. Pixe Grip) (LAKE R▲DIO / Self Released) (2013)
side-ono
ç. Delphic - Atlas (Chimeric Records) (2013)
ü. Delphic - Don't Let The Dreamers Take You Away (Chimeric Records) (2013)
t. Post - Wrong Time Wrong Place (Noiseist) (2013)
o. Post - Equinox (Noiseist) (2013)
q. Autechre - Jatevee C (Warp Records) (2013)
æ. Autechre - T Ess Xi (Warp Records) (2013)

tiesnesis, žūrija un bende
(438)

bir yerinde, belirli bir noktasında, muhtelif bir istikamet üstünde veya koordinatta hep alışılageldik, hep aşina olduğunu varsaydığımız ama bi'haber olduğumuz pek çok değişkenliği muhteviyatında barındıran bir, iki, üç daha fazla tahakkümün kendini gösteregeldiği, bilindikliğini hatırlattığı bir zaman uzamında dönüp dolaşıp olduğumuz yerde mıhlanmamıza tanıklık ediyoruz. yaşayarak bellemeye devam ediyoruz. görüyor ve anlıyoruz ki zor diye belletilmiş olan sorunsalların üzerinde ahkama bile müsammaha göstermeyenlerin donattığı bir cenahta kelamın yenisinin bütün bu pejmürdeliği alt üst etmeye, dönüştürmeye zorlamadığını algılamak mümkündür. mümkünatlar dahilindedir. herkesi belirli bir kalıba mengeneleme, sabitleme veya sıkıştırma evresinde takılı kalmış olan bozuk plağın akortsuz iğnesi gibi her dem aynı döngüyü seslendirip, ses edip duran mihmandarların refakatinde, gözetiminde nereye doğru yollandığımız az yahut çok meydana çıkmaktadır. konuşmaya namzet oldukça, heveslendikçe şu kırmızı çizgilerin belirlediğimiz kriterlerden hangilerini aşıp durduğumuz zikredildikçe mütemadiyen görünürlüğü artan şey bir mahalle baskısı iğnelemesi değildir.

bilakis oldurulmasına müsammaha gösterilmeyen, tahammül dahi edilmeyen şeyler için sözün kıymetini başka nasıl anlatmak söz konusu edilebilecektir ki diye düşünürken, bu meram taslağında, karalamalarında her yanımızın çok bilen, aşırı hassasiyetlerle donanmış ama bir memleketin algısının, sözünü ve anlatımını bunca yabanıl bırakılmasını asla önemli bulmayan zümrelerin itiş kakışları sırasında hasbelkader oldu bitenlerle iyiye gidiyoruz diye inanışın temellendirildiği kadüklük makam karşımızda bina ettirilir!. şimdi, tek başına seslenişin değil eylemin, kelamların bir başına masal okunur gibi okunduğu zamanların değil, hatıratın bir yerinde duran açık gerçeklere sıranın gelmesi üzerinde düşünürken nereye yollandığımız basbayağı açık ve seçik olarak ekranlarımızdan, ona bağlı mobil zımbırtılarımızdan, okumakta olduğumuz tüm yazınsallardan, her dem akhambaşlarının süzdükleri aforizmalarından güne karışmaktadır. günümüzü kapsamaktadır. ya öylesi ya böylesi. üçüncü bir seçeneğin varlığının ne duyulması, ne duyurulmasına müsade bile edilmeyen bir ileri demokrasi sahnelemesi.

kendilerini fazlasıyla kaptırıp koyverenlerin o önderlik makamı olarak tanımlandırmayı aştıktan, kendilerine yakıştırdıktan sonrasında yegane denk getirdikleri söylemin bu sığlığın devamlılığı olduğunu belirtmek sanırız artık ironik olmayacaktır. komik kaçmayacaktır. komikliğin bir adabı, yolu ve yordamı varken kapsamın enikonu kadükleştirilmesi, ne anlatıyorduk ki biz ha evet o sabıklığımız bitmek tükenmek bilmeyen büyük çaresizliğimiz diye karalanmaya devam ederken esas olan bitenin yanımızdan paldır küldür üsküdar hattı üzerine yollandığını anlayabilmek ne zaman söz konusu olacaktır. bütün kafileler geçtikten sonra. yanıp bitip kül olduktan sonra mı!. iş işten geçtikten çok sonra mı, nedir? vardığımız yerin sabıklıklarla, aşılmazlıklarla donatılmasının kime ne faydası olmuştur ya da olacaktır? bu raddede meramın daha açığını bilmiyoruz!. gözün gör dediklerini, belle diye sunduklarını anla diye paylaştıklarını müdanasız, mübalağasız önemsiz küçük tefek detaylar diye atfederek, öyle belleyerek kaybedilen zamanın bir telafisi olacak mıdır? böyle bir telafinin varlığının olmadığını bilerek, görerek ve daha fazlasıyla yol ve istikamet neresi olacaktır, anlayabiliyor musunuz?

bu ülkenin sadece bir dertten muzdarip, bir dertle hemhal olup da gününü devirdiğini söyleyebilmek mümkün müdür? her güne her ana, apayrı denkliği bir kenara menzili ve vuruculuğunun, yıpratıcılığı ve tahrifatının en başından anlaşılamadığı bilinmediği onca açık yarası dururken, böylesine korunaksızken dilin, kelamın öngördüklerine şifa bulmanın tam paralelinde bir yola ulaşmak, didişmek zamanı değil midir? halen değil midir. gelen günün taşıdıklarında kelamın ortaya çıkarttıklarında hepimize arta kalanların bu somutlaştıkça karanlığın daimiliğinden gayrısının düşünülmediği bir sahanlık kimin kazancı olacaktır. kaybedeceğimizin dibine ulaşmışken hala acaba, ama ve fakatlarla yolun kestirilmesi, engellenmesi çok daha beterlerinin zemin buldurulması kabusumuzun tüm bilindik sanılanların ötesinde bir sınanışla hayatımızı idame ettirdiğimizi önümüze sermektedir. sınanışın kolay bir biçimde düşündüklerini kendine saklamamızı salık vermesinden tutun da, bölmedik, böldürmenize müsade etmeyeceğizlere varan bir şartlanmış refleks silsilesi musallat / tebelleş olunur.

durup da düşünmeye vakit ayrılmadan kimin neyi önemsediği, kimi hayat dediğinin pek önemi anlaşılmadan durmaksızın her dem bilindik seslenişlerin, büyük vecizlerin etrafından bildiğimizi okumaya devam ediyoruz çağrılarının sineye çekilmesi aksinin fecaat olacağı yinelenir. yineletilir. giden gitmiş, olan olmuştur ama gel gelelim yansı ve karşılıklar başarılması gereken zorunlu deneyimleri beraberinde getirmekteyken ne gereği var şimdi canımızı sıkmaya mahlası ortaya bırakılır. yine yeni ve yeniden. olan olmuştur lakin oldurulanın ardından her kesimden yükselmesi gereken yeter artık sesinin, tavrının nasıl anlaşılmazlıkla terbiye edildiğini görebilmek de can yakmaktadır. kulaklarını kapatmaktan imtina etmeyen ana akım medyanın kemiksiz nefret sunan ve paylaşanlarının bir ananın ardından döktükleri timsah gözyaşlarında bunu görmek mümkündür. veya herkes barışı dilerken en azından ondan gayrısının bu otuz dört yıllık biçarlığımızın devamlılığından başkası ile birarada olmayacağımızı yinelemeye devam edereken sürdüregeldikleri imralı sürecine dair alttan alta yükledikleri imalar ve fazlasıyla nasıl da yüzleşmenin mani olunmasına girişildiğini okuyabilmek, uzakta bir ihtimal midir? anlaşılmaz mıdır?

sinop ve samsun'da bdp'den seçilmiş milletvekillerinin de katılımcısı oldukları, halkların demokratik kongresi'nin 'karadeniz' turu sırasında yaşatılan linç pratiklerinin, hesaplı kitaplı göz dağlarının her şart ve koşulda nasıl güne eklentilendiğini, yüreklerin ağızlara getirildiğini ikrar ettirirmekteyken. kani olarak değerlendirilip akil bulunanın peşinden gitmenin ya da en azında dinlemek zahmetine girişmeyenlerin, bu vatanın has sahibi, efendisi olduklarından dem vuranların kendilerinden gayrısını kim olursa olsun düşman bilmelerinin, onla bileylenip, öyle yola çıkmalarının üzerinde düşünmek farazi bir zihni sinir jimnastiği midir? nasıl anlatmalı ne etmeliyiz yaşatmak dediğimizin, yaşamak istediğimizin birbirimizin karşısında değil yan yana durarak, birbirimizin meramını anlayarak eleştirerek, kıyasıya sözlere karışarak olabileceğini aksinin tam da o ellerini oğuşturup duran yine barışamadılar çıkarın zuladan kirli silahları, beylik kan / kin / hiddet söylemlerini bir kere daha tekrar edelim sahnemizi ki kasamızı doldurup da, işimizi sürdürelim diyen ölüm tüccarlarının yollarını açacağını bilmek, anlamak halen geçersiz bir işlem midir? aymazlık falan mıdır?

enver paşa'nın modern zamanlarındaki sözcülerinden takipçilerinden olmayı zihinlerine takıp duran / öncelik olarak belleyen güler, vural, batum vd. gibi mimlenmiş bir cerahatin ta kendisi olan cerrah paşa'nın hazır ortalık müsaitlerdeyken sunduğu devletimiz terör örgütüyle müzakere yapmaz, bizim sorunumuz pkk ve ona terör örgütü diyemeyen kesimlerle mesaimiz yollu demecinin / moda tabirle atarının / ortaya çıkarttığı milliyetçi refleksin hala nerelerde durduğunu, halen nasıl ötekisine karşı sözcülüğü bir şekilde ırkçılık ile yolunu kesiştirmekten geçtiğini yineleyen bir ibret vesikasını karşımıza çıkartmaktadır. bunu eleyip geçseniz de hatay'da gerçekleştirilen bdp kongresine karşı düzenlenen lincin nasıl anında tam ve zamanında hassasiyetlerin / münferit diye anılagelenlerin nelere kani olabileceğini yol vereceğini dolamaçsız bir biçimde sunan bir sahnelemeyi beraberinde getirmektedir. mıhlanıp kalmamızı salık veren ya da bir zahmet (en hafif tabirle) defolup gitmemizi muştulayan, ondan gayrısını düşünmeyen aklın / belirgin bir biçimde faşist tutumun öyle evcil bir mesele, kolayca üstesinden gelinilebilecek bir durum olmadığını tüm yansılarıyla irdeleyebilmek artık farazi değil hakiki bir sorumluluktur. anlatabiliyor muyuz!.

doğrular tek bir tane çıkarsamadan ibaret değilken, henüz öyle değilken hakkaniyete varabilmek için empatinin, seslerin birleştirilmesi gerektiğinin, en önemlisi de koro halinde ırkçılığın kendi tribününe yakın bulduklarına el vermekten çekinmeyen kesimlere o tutturulan yolun -hepimiz için felaketten gayrısını getirmeyeceğini anlaşılır kılmaktan geçtiğini yinelemeliyiz. meramın özeti belki şu ufacık kesitte meydana çıkmaktadır. dünün getirdikleri, bugün mecbur kıldırdıkları yarınımızı ipotek altına alacak olanların teminatı iken düşünmek ne ara mümkün olacaktır!. bu bağın, şu sahanın, üzerinde yaşamakta olduğumuz kütlenin bilindik tecrübe edilmişliğini, sınamalardan sınamalara koşturulduğunu yeniden yirmi dört saatlik güne dahil ettiren bu uzamdaki aşinalıkların doğrultusunda hakkaniyetin ne hallere konulduğunu, nasıl işe geliyorsa öylesine doğru çekiştirildiği, sündürüldüğünü fark etmek mümkündür. deyim yerindeyse sınayışların her türlüsü bu ahvalde sath dahilinde söz konusu edilirken neden vurgusu, niçin sorgusunun gözardı edilmesinin yol verdiği / oluşturduğu tümsekler-engebeler hakikatin ne olması gerektiğini unutanların nasıl daha derinlere saplandığını, saplı kalındığını cismanileştirmektedir. görünür kıldırmaktadır.

zamane adetlerinin içerisinde adı sanı pek anılmayan sorgu ediminin tüm yönleriyle soru sormanın önemini hatra düşüren bütün bu döngüyü can sıkıcı düz bir entelektüel goygoyculuktan alıkoyacak teşebbüslerin elzemliliğini paylaşıma açan bir serüvenin adıdır hakikat arayışı. hakkaniyet beklentisi. bir nefeslik boşluk bırakmaksızın tahakkümün denk getirdiklerinin, manipüle ettiklerinin, yaraları kaşıyıp onları daha fazla kanırtmaya teşebbüs etmenin refakatinde ortaya konulanların bu kara parçasının hayati sorunlarında ne hallere terk edildiğimizi belirginleştirmektedir. yalın, dolambaçsız bir biçimde körlük cumhuriyeti tabelası ortalık yere sabitlenir. duyumsadığımız, önemsediğimiz, üzerinde düşünmeye gayret ettiklerimiz söz konusu olduğunda lal kalmanın yoksunluğu olağan sonuca bağlamanın döngüsü nihayete erdirilir. böylesine laletayin bir biçimde ne var canım bu kadar yaygara kopartacak kısmı da tuz biber kabilinden ilave olunur. otuz iki kısım tekmili birden yansıtılanlar ile yaşananlar arasındaki fark, algının kötürümleştirilmesinin hepimiz adına bu yurdu soru işaretlerinden ibaret bir sahanlık haline dönüştürür. dönüştürmektedir.

dolambaçsızca böylesine kolayca ulaşılan sonuç hakkaniyet veya gerçeklik değil manipüle edilirken, dönüştürülmüş olanın suskunluğu sıradanlaştırmasına şahit olarak yazıldığımızı noksansız, eksiksiz gediksiz örneklemektedir. günümüz grinin siyaha kaçan tonlarında demirlenip, sabitlenirken tüm diğer renklerin azadeliğinde sonucun daha ehven olması beklentilenemezdi değil mi? tahayyüller ile bir arada yol alan / yol açan düşünsellik ediminin koflaştırılması gayreti bu döngünün sonuçlar kısmını daha yakından sunacaktır. her dem duyumsatılan efendiye, erk sahibine itaat / biat ve tam teslimiyetin yollarında bunca dolaştırılıp dururken dönüşümün neticesinin daha olumlu bir okuması söz konusu edilemeyecektir. haddizatında gözetimler ve korunaklılık çatısı altında o kalkana itiş kakış sağlama alınan linç teşviklerinin basit birer kalkışma, bardağı taşıran son damla olmadığı anlamlandırılmalıdır. hakkaniyet yahutta daha yakın tabirle gerçekliğin dönüşümü / deney bellenmesi / oynanması neticesinde ortaya çıkan görünüm öteki denilenlerin tüm o kırmızı çizgilerin dışında kalanların nasıl değerlendirildiğini düzayak bir biçimde günyüzü ile buluşturmaktadır.

düşüncenin önüne engeli sesle / sözle karşı koyuşu değil de bildiğiniz hiddet/şiddetle karşılık vererek, bu yıldırma hamlelerinin halleri ayan beyan cismanileştirilmektedir. bu hallerin toplamı, yaşadığımız güncelliği de daha net bir sonuca taşımaktadır. anlayana!. suskunlaştırmak bu minvalde, o doğrultuda ileri sürülenlerle sağlanacağı muştulanmaktadır. meramların böylesine düpedüz, hakkaniyetsizce yönlendirmelere yem edildiğini görebilmek için alimliğe gerek yoktur. sizinle aynı dili konuştuğunu sandıklarınızın yüzünüze indireceği şamar / eyleyeceği hiddet pratikleri / engellemeler ve ihbarlar ve daha fazlasıyla donanmış sözcükleriyle bir arada bütün bu hengameyi irdeleyebilmek gündelikliğin önemli bir evresidir. güne dahil edilmiş olan linç kültürünün bugün de bunların hakkından geleceğiz "inşaallah" pejmirdeliğinde bir sonraki sekansın eklentilenmesidir. içe işletilmesidir. denkliği ayarlandıkça vakitli vaktisiz bir kere daha öteki olmanın zorluğunun henüz bu topraklarda tam olarak anlamlandırılmadığında tam ve eksiksiz bir biçimde tanık oluruz.

her defasında yine yeniden başa sarılıp bir daha bir daha anlatabilecek sabır olsa da zamanlarımız kıymetlidir a dostlar cenahının bildiğini okumaya devaqn etmesi iç kıyıcı, öz yıkıcı değilse nedir nicedir. korku edimini içimize sirayet etmiş herhangi bir olgu gibi değerlendirerek miadının bir türlü dolmaması, nihayetlenmemesi sağlanmaktadır. ayıyor musunuz? korku / fenayı normal olan herhangi bir durum tasvirleyicisi yahutta özü olarak ele alanların sinop ve samsun'da ortaya koydukları tablo neyi kestirmeden anlatmaktadır. artık bu evrede, bunca sözden sonra erebiliyor musunuz? görüyor musunuz kes kopyala, yapıştırlarla denklenen cümlelerin bildik hesaplı kitaplı hassasiyetlerin! nasıl da filizlerinin tazelenebildiğini hdk ile bdp'yi birbirine karıştıranların, sosyalist denildiğinde alarm zillerini çaldırıp duranların, bir türk'ün yeri ve zamanı geldiğinde değil sadece her an bir kürd'ü de savunabileceğine kafa yormayanların, bunu bile düşünmeyecek olanların ortaya çıkarttıkları habis / kinin bir değişikliği değil bu tarihin fena tekrarlardan ibaret olduğunun yansıtıcısı olduğunu fark edebiliyor musunuz?

düşünmezsen sorun yoktur noktasından görmezden gelmeye devam edersek tükenip yok olacaklar bahsine mi geçilmekte yol ve rota ilerletilmektedir. böylesi kalkışmalardan sonra oh olsun, eden bulurlar ile karşılananlar / söylenenlere karşı vicdan belirginleştirilebilsin! unutulmasın. nasıl bir devinim içerisinde bildiğiniz karga tulumba bir heyhulanın ortasındayız anlamlandırıyor musunuz? sorgusuzluk, fecaatin devamlılığında kıyamı beraberinde getirmektedir. dün bugün ve yarın böyle sürdürülecek bir yıkım. laf ola sarf edilen büyük sözlerin az ötesinde küçük tefek ama önemli kelamlara sığınmayıp, hakir görülmesine inat, onay vs. bu paylaşım dahilindekileri onaylayan sonuçlara ulaştırmaktadır. engelsiz yaşam nerededir. amasız, fakatsız genellemelerin can yakıcı, kısıtlandırıcı ve bulaşıcı sahmanlığından uzaklığında bi' kelam ile hayatı donatmak mümkün müdür? nerededir hayatının otuz üç yılını oğlunun geri döneceği beklentisiyle hayata tutunan mücadelesinden asla yılmayan "berfo ana" gibi canlarımızın mücadelelerinde, haklılıklarında, avazlarında yanında yer alması gereken ol vicdan nerededir?

muallakta konulan ölümlerin bir başka evresi olan sebebi meçhul! asker ölümlerinin sonunun gelmediği her gün başka bir acıya gebe konulduğu / yaşatıldığı bu cenahta neler olmaktadır. nerededir haluk koç gibi yamuk yumuk türkçeleriyle ne dedikleri anlaşılmıyor diye kast etmelerin modern esat bozkurtçuluğun şimdiki kopya modellerine karşı muteber olanın kimin nasıl konuştuğunun değil neresinden konuştuğunun idrakına ulaşmak. anlamak. vicdandan mı yoksa milliyetçi tahayyüleri sonu, en dibine kadar kaşıyıp nemalanmak için mi söz dizilmelidir. sorular, sorunlar. nerededir, linç etmeyi handiyse artık üzerine düşünülmesi gerekmeyen basit bir edim olarak değerlendirenler sayesinde herkesin bir diğerine, öteki bellediğine karşı onları o kör patikalara çekmeyi reva bulurken buna tebelleş olunurken, tam da bitmesini beklentilediğimiz savaşın neredeyse ayrışmazımızın nihayet barış ile sonlanmasını fırsatının bu sefer de mi heder edilecektir? hayatın ortasındayız. yazınsal sonsuzluk, uzun uzadıya derinleştirilebilecek dahası herkesin kendince bir yönünü yolunu bulabileceği bir sahmanlık..elimizden gelen yegane şey ise bu kelimeler devramından bir şeyler hatırda bırakabilmek... yankısını duyumsatabilmek... unutmadan, nihayete varmadan bu satırlar aracılığıyla ne anlattık hatırlıyor musunuz!...

>>>>>Bildirgeç
Babanın Dediği, Çocuğun Ettiği…- Uğur KUTAY - Birgün*

“Demokrasi, Almanya’da sahip olduğumuz en iyi şeydir. Hepimiz eşitizdir, yukarı ya da aşağı yoktur.” Bir genç kadının sesinden dinlediğimiz bu tanımın bir demokrasi güzellemesi olduğunu düşünürüz önce. Ama saniyeler içinde konuşmanın rengi değişir: “Demokrasi herkes içindir: Sen, ben, alkolikler, uyuşturucu müptelaları, çocuk tacizcileri, zenciler... Okula giden insanlar çok aptal; ülkesini umursamayan gereksiz aptallar. Ama benim umrumda; ben ülkemi seviyorum.”

Sorunlu ailelere mensup sorunlu kızların nasıl faşistleşip Neo-Nazi çetelerine katıldığını anlatan 2011 tarihli Kriegerin (Combat Girls/Savaşçı Kızlar) adlı film bu sözlerle açılıyor. Tabii tahmin edilebileceği gibi 20 yaşındaki faşist Marisa demokrasiyi layık görmediği ‘ötekiler’den biriyle karşılaşıp yavaş yavaş aydınlanacak, böylece seyircinin yüreği ferahlayacaktır.

Filmin iyi yanları Marisa’nın faşistleşmesinde Nazi dedesinin, yani kendisiyle hesaplaşılmamış bir erk ve tarihin etkisini göstermesinde ve ‘bulaşıcı hastalık olarak ırkçılık’ konusundaki gerçekçi yaklaşımında belirginleşiyor: Bir tarafın (Neo-Nazilerin) tümüyle zalim, diğer tarafın tümüyle mazlum olduğu bir hikâye değil bu; aksine faşist şiddetin nasıl bir şiddet dalgası doğurduğunu, ırkçılığın nasıl bir süre sonra karşı tarafta da aynı şekilde yansımaya başladığını ‘ezen ulus-ezilen ulus ırkçılığı’ polemiklerine hiç girmeden gösteriyor. Önce dazlakların esmer ve çekik gözlülere uyguladığı zulmü, ardından da bu faşizme karşı hınçla dolmuş ‘yabancı’ gençlerin sağlam bir anti-faşist duruş yerine nasıl benzer bir şiddet ürettiğini, bir dazlağı tek başına yakaladıklarında nasıl öldüresiye dövdüklerini izliyoruz.

Kötü yanıysa, faşistleşme sürecini neredeyse bir tür ‘sorunlu ergen hastalığı’ gibi sunması... Mutlaka doğruluk payı vardır tabii; mesela Karadeniz turuna çıkan milletvekillerini linç etmeye çalışan güruhtaki gençlerin büyük kısmının sorunlu bir çocukluktan geldiğine dair araştırma sonuçlarıyla karşılaşsak şaşırmayız. Ama bu ülkede faşizminin temeli ergenlerden önce bizzat babanın/devletin eğitim ve kültür politikalarıyla atılıyor. Herkesin eşit olmaması gerektiğine dair girişteki cümleleri 20 yaşındaki kurmaca bir film karakteri söylüyordu, buyrun bir de ‘TC Baba’nın pek sevdiği ve çocuklarına en çok sunduğu yazara bakın: “Rumlar’ın fikri İstanbul’u, İzmir’i filan işgâl edip bu on dört milyonu ‘Kızılırmak’ın sağ tarafına atmak. Ermeniler’in fikri ‘Büyük Ermenistan’ı teşkil edip ne kadar Türk varsa hepsini ‘Kızılırmak’ın sol tarafına atmak... Eğer bu iki millet aynı zamanda muvaffak olursa, Anadolu’da bir tek Türk kalmayacak, hepsi Kızılırmak’a dökülerek denize akacaklar. Lâkin! Türkler de Rumlar, Ermeniler, hatta Araplar, Arnavutlar gibi milliyetlerine sarılırlarsa!... Ondört-onbeş milyonluk toplu bir kuvvetin karşısında biz ne olacağız? Çok dağınık, çok az olan biz Ermeniler bunu düşünmeliyiz…”(Bir Ermeni Gencinin Hatıra Defteri, Ömer Seyfettin, s.57) “Türk Yurdu, Türk Ocağı, Türk Gücü, Altun Ordu, Yeni Turan Türk Birliği cemiyetlerinin birer makale kadar uzun telgraflarını okuyordum. Kalbim çarpıyordu. Varlığı inkâr edilen büyük bir milletin bir tayfundan daha müthiş olan mukaddes, yüce hiddeti kabarıyor, taşıyordu. Edirne, Bursa, Konya, Kastamonu, İzmir, Adana, Trabzon, Haleb, Ankara vilayetlerinin sancaklarından, kazalarından, nahiyelerinden telgraflar yağmıştı. “İnsanlık” mecmuası galiba, daha şark vilayetlerine gitmemişti. Bütün Anadolu “Ben Türk’üm” diye haykırıyordu.” (Age, s.80) Sonuç? 1915, 1938, 1955, 1978… 2013?..

Kriegerin’de, gördükleri her esmeri tereddüt etmeden öldürebilecek kadar vahşi dazlakların arabasının önünde “%100 Alman” yazıyordu. Yakında “%100 Türk” yazısı taşıyan araçlar da görecek miyiz? Peki ya sonra? Ya bu ırkçılık yansımasını yaratır da birileri arabalarına “%100 Kürt” yazmaya başlarsa, o zaman ne olacak?..

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala "akil" olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Muktedirin ve efradının ortalama bir düşünsellikten itinayla kaçınılmasını handiyse zorunlu kıldığı bir zamanda yazılar önemliliğini bir kere daha kanıtlıyor. Yazılanlar işitilmeyen şeylerin aslında ne kadar önem atfedilmesi gerekenler olduğunu yineletmeye aracıdır. Uğur KUTAY'ın imzasıyla Birgün Gazetesi'nde yayınlanmış olan Babanın Dediği, Çocuğun Ettiği...başlıklı makale de meram sahasında denkleştirdiklerimizin paralelinde okunmasını salık vereceğimiz bir okumadır. KUTAY ve Birgün Gazetesi'nin anlayışlarına binaen metni sayfamıza ekliyoruz

...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler

Barn Owl Official Electric Totem
Barn Owl Official via Facebook
Barn Owl - V Album Official Informative via Thrill Jockey
Apparat Official
Apparat - Krieg Und Frieden (Music For Theatre) Official Album Informative via Mute Records
Apparat - Krieg Und Frieden (Music For Theatre) Critic By Jon FALCONE via Drowned In Sound
LAKE R▲DIO Official / Endless Field Studios
LAKE R▲DIO - Hypnagogia Release Page via Bandcamp
LAKE R▲DIO via Minternational Blog
Delphic Official
Delphic Official Artist Page via Twitter
Delphic - Collections Alum Review By Dave SIMPSON via The Guardian
Post Resmi İletişim Sayfası / Facebook
Post - Organic Hologram Albümü / iTunes
Post: "Müzikal Kalitemizi Radiohead, Prodigy ve Chemical Brothers'dan Aşağıda Düşünmüyoruz" - Alternatif İstanbul
Autechre Official
Autechre - Exai Album Review By Chris POWER via BBC Music
Autechre - Transformed By Sound - Rob YOUNG - The Wire

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
don't stop believing - by →julia← via flickr

>>>>>Poemé
Iris'in Ölümü - Didem MADAK*

bugün kalbimi eski bir plak gibi
öyle çok tersine çevirdim ki

bazı şarkılar vardır
cızırtılı bir yağmur gününü anlatır
uzaklarda süren sarı yağmurluklu bir hayatı
deniz bazen kendini kaldırımlara fırlatır
o zaman bir yavru yengece bakan
insanların şarkısı olurdu o şarkının adı
keşke ismim iris olsaydı
keşke ismim herkese
sarı yağmurluğuyla koşan hayatı anlatsaydı

bazı şarkılar vardır
ellerim kocamanlaşır, tuhaflaşır
işte o ellerimle herkese
çamurlu şiirler uzatsaydım
hepsi çok kirli olsaydı tanrım

bazı şarkılar vardır
kırmızı akşamsefalarını anlatır
karanlığın kalbinde yalnız, açmanın acısını
komşu kadınların basma elbiseli konuşmalarını
geceyi onlar bahçeye taşırdı
ben ne zaman öleceğim tanrım
sabah olunca mı
keşke birkaç dakikayı ipek mendillere sarıp saklasaydım
irileşen, gitgide irileşen ağaç gibi
ismi nedensizce iris oluveren bir ağaç gibi
şu odanın ortasında dursam
saat kuleleri dökülürdü dallarımdan tanrım
artık sarı yaprakların ölü olduğuna inanmıyorum

bazı şarkılar vardır
kanatlarında yağmuru taşıyan kelebeği anlatır
kırmızı bir çakmak gibi neşeli ölmek olurdu
o şarkının adı
ardında yalnızca nemli sigaralar bırakmanın acısı
keşke ismim iris olsaydı
keşke ismimin bir anlamı olmasaydı

herkes çıkarsın kalbini
o çirkin mücevher sandığından
ve herkes onu birbirine fırlatsın tanrım

kaynakça: antoloji.com

Comments