Deuss Ex Machina # 448 - elkarrekin berria da bakarrik

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_448_--_elkarrekin berria da bakarrik

29 Nisan 2013 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
1. Ben Lukas Boysen - Without God (Hymen Records)
2. Ben Lukas Boysen - Unpack (Hymen Records)
3. Mimetic - Sparkling Love (Mira Calix Rmx) (Hymen Records)
4. Mimetic - The Basis Of Any Conflict (Hymen Records)
5. (Ghost) - Full Cycle (n5MD)
6. (Ghost) - Endless Roads (n5MD)
7. An-Ten-Nae, XOchitl - We Got The Power (Album Mix) (Muti Music)
8. Pair Of Arrows, An-Ten-Nae - Vestige (An-Ten-Nae Remix) (Muti Music)
9. SP:MC & Youngsta - Kenshin (Tempa)
10. SP:MC - Launch Code (Tempa)
11. Demon - Geth (ICU Audio)
12. Demon - Intern (ICU Audio)

elkarrekin berria da bakarrik
(448)

kendini tekrar eden mükerrer olarak anılıp da her köşeden hep çıkagelen, tekerrürden ibaretken tahakkümden mürekkep tazyiklerle boşaltılan, doldurulan, yüklenen bir gerçeklik haline dönüştürülüveriyor tarih mevhumu. sarmalın bir başlangıcı var bir sonu yok. her yerde her zaman başkaca bir yorumun denk getirildiği işin doğrusu yorum diye bilindik teranelerin sıklıkla belleğe kazınmış olan ayrıştırıcı sözlerin ikrarıyla yol alınan, yol kat edilebilen bir mevhum haline dönüştürlendir tarih. ne yaşananların ne yaşatılanların sorgulanabilriliğine sıra bir türlü getirilmeden bahsi handiyse açılmaksızın başkaca sularda yelken açılması için alelaceleciliğin vesikası haline dönüştürülendir tarih. kestirilip atıldıkça, biçimlendirilme gayretiyle engellemeler kol kola geçtikçe tahakkümün avazının hemen hiç susmadığı bir sahadır tarih ve tarihsellik. idrakı ve sorgulamayı beraberinde taşımasını bekleyedurduğumuz pek çok karşılaşmada daha yolun hemen başında hemen her şeyin paldır küldür derdest edildiği önemsiz bir mevhum vakia halinde etkisiz yetkililerimizin dudaklarının arasından çıkanlara göre konuşulan veya unutulan bir mesel haline dönüştürülendir tarih. bozguna uğrattıkça daha fazla ne yapmalı sorgusunu hep öteleyen. ötelendikçe insanım ben her şeyden önce vurgusunu ne gerek var bunu da sorgulamaya diye kendilerince haklı gerekçelerle sahip çıkılan bir yerde henüz kapanmayan yaralarla, bizahati yeni açılan yaralar ile yüzleşmek ne ara söz konusu edilebilecektir.

hangi ara bir şeylere erilebilecek kafalardaki soru işaretlerinin bunca çokluğunda nefes almak için bir çabaya düşülecektir? hangi ara birbirimizin titrlerinden ziyade, kimliklerinden azade, sade ve sadece insanlığı konuşabileceğiz. bütün çabalanımlar, avazlar, hareketlenmeler ve fazlasının önünde yükseltilen aşılmazlık duvarının gerek tahakküm, gerek zapturapt, gerekse de silinip gitmekten gayrısını düşünmeyen bir yapım olduğuna ayabilmek hala zor mudur, engebeli bir yol mudur? bunca meşakkatli bir mesele midir? yaşanılan yerin sanki alelade bir masal ülkesiymişçesine hemen hiç bir şey olmamaktaymışçasına gözlerimizin bir tozpembelik ile perdelenmesinden, bizahati engellenmesinden gına gelmemiş midir? halen gelmemiş midir? yoksa polyannacılık, sıranın içerisinde sorgulamalardan azadelik ile hemhal olmak çok kolayca adapte olunabilecek bir şey midir? akla gelmeyenlerin başa getirilebilirliğinin ülkesinde yedi yirmi dört mesaisinde devam eden linç güdümlü kıyım ve baskıcılık bu güncenin içerisinde değindiklerimizden ötesini vakitlice arşınlayabilmenin ve sorgulamaya girişmenin gerekliliğini bir kere daha hatırlatmaktadır. tarih belirli normlarla basbayağı hesaplar ve kitaplarla pek çok şeyi olmamış "sözde" sayarken bir kere daha yinelemelidir ki hayatlarımız başkalarına tapulanamasın. başkalarının kullanımında bunca kolay heder edilebilecek bir mevhum olamasın!.

bunca kolaylıkla gaz ve tazyikli suyun insafına böylesine hoyratça terk edilemesin!. bunca kolaylıkla alenen değinilerde marjinal marjinal diye çemkirilemesin!. bunca kolaylıkla dün çok kolay adım atabildiğimiz bir yerin bugün olağanüstü hal bölgesi haline dönüştürülmesine mani olunabilsin. dün o bugün bu şartlarla hiç noksansız beton millet sakarya'nın eyleyebildiklerinin zulüm olduğunun idrakına ulaşılabilsin. farkındalılık sağlatacak belki de yegane şey yaşamakta olduğumuz bu hayatın tüm sınırlarının elden geçirilmesinde her durumda olduğu gibi yine aceleciliğin devreye alınmasıdır. üstünkörü hareketlenmeler duyumsuyoruz ya da önemsiyoruz yollu seslenişlerin hemen ardına, arkasına paldır küldür kendi bildiğini okumaktan da asla vazgeçmeyecek olan devlet mekanizmasının refakatçisi böldürmeyeceğiz paranoyasının ne gibi sonuçlara yol verdiği anlamlandırılabilir. handiyse artık günübirlik söylenmeye başlayan, vur de vuralım öl de ölelim vurgusunun özüne yapışmış olan hiddetin faşizan diskürun hiçbirimize faydasının bulunmayacağını anlamlandırabilelim!. anlamlı kılabilelim. devlete mebzul miktarda nüfuz etmiş olan faşizanlığın ulaştığı merhalenin, yaptığı ettiğinin tam da on yedi yaşındaki bir kıza neler ettiğini idrak ettirebilelim.

sadece o da değil bayram gününü olmadık hezeyanlarla donatarak, neredeyse taksim'e doğru hareket eden her insanı bilinçli ve kasıtlı olarak terörize etmelerin, gazla imtihanların ağızlarda caklatılan barış sürecinin hangi yanına sığdırılabileceğini artık çözümleyebilelim. birilerine dank ettirebilelim. bir arada yaşamın birbirinin diline erebilme, anlama ve empati kurmanın saçma sapan bir mesel olmadığını tam aksine tam da gözümüzün önünde onlarca paralize etme, göstermeme çabasına karşı günyüzü bulanın karanlığına karşı sesi sözü bir edebilelim. sesten ve sözden yeniden hayata kavuşabilelim. hayatı konuşabilelim. devlet mekanizması ve tahakkümperver yan unsurlarının el birliğiyle kotarmaya çalıştığının adı üzerinde bir korku imparatorluğu olduğundan gayrısına şüphe taşımadan yaklaşabilelim. geldiğimiz, ulaştığımız gün içerisinde karşılaştıklarımız hemen pek çok yerinde bizlerin hikayesine yapılan edilenleri gösterirken evet bu kadar afakiyken kelam varlığının ne kadar önem arz ettiği belki uyanılabilir. tarih her defasında güdümlü, ağır aksak sinkaflı, bolcana çemkirilmiş, durmaksızın derdest edilmiş hallerle, tavırlarla donatılan ve mürekkep bir ahval halinde durmadan yazılırken bir kere daha haykırmalı faşizme geçit yok bahsini. dün duyumsadıklarımızın, kara arşivlerde gördüklerimizin, akılımızın, dimağımızın alamadığının bugün tekrarlanması korku öğesinin eksiksiz bir yüke dönüştürülmesi bu hayat dediğimiz maratonun nasıl da ağır bir tecrübeye dönüştürüldüğünü hatırlatmaktadır.

açık açık devlet eliyle bir marjinal avı söz konusuyken her köşede bir münferit, duyarlılık sahibi! göz kırıpıyor hıncını kusuyorken. akıl fikir uzaklarda mıdır? nicedir. çoğu zaman bu birbirlerine denk dahi getirilmeyen ama birbirinden ne kada uzak görünürse o kadar yakınlaşan, bağ kurulabilen bu nefret sarmalı, nefret iklimi hepimizi içine daha derinlere çekmeye devam ederken sorgulamaktan, mücadele etmeye geçişe daha çok var mıdır? doluya koy, boşa taşı eksilt, topla her seferinde yazarken kelimelerle yeni rotayı ve menzilleri arşınlarken bugün kilitlenmiş olmamızın, bugünde tecrit edilmiş olmamızın nasıl bir gelecek tasvirini önümüze çıkarttığına ayabilmek zor mudur?. nasıl bir karanlığın müdanasız ve mübalağasız bir hali beraberinde hayatlarımıza dahil ettiğini görebilmek için alim olmaya gerek mi vardır? şimdiki zaman başka bir çok şeyi fısıldarken muktedir dilinde, faşist mangalarında, payandalarınca sürekli tekrarı yapılanların belirli bir hedef gözetilerek toplumun emekçi kesimlerinin neredeyse tamamını, düşüncelerini ifade etmek isteyen halk kesimlerinin handiyse topunu, ötekisi olmadığını bizahati bu yurdun yurttaşı olduğunu ispatını ve çabasını her seferinde bütün yıldırmalara karşı gösterenlere karşı gerçekleştirilen hücumların bir arsızlık değil basbayağı hayata kasıt olduğu ikrar edilesidir. bilinesidir.

yazmak bir tecrübenin ötesinde düşünüp taşınırken bunca karaşınlığın arasında belki yeni bir yolun o unutulduğu varsayılan mücadele ediminin esasen ne olduğunu hatırlatmak için bir çalar saattir. kim bilir? denk getiriştir.anlayabiliyor musunuz? erebiliyor musunuz? sözün dahilinden, bu menzilde iliştirebildiklerimiz en az onlarca kez silinen, onlarca kez yeniden yazılan bir kurgu, toplam. gördüklerimiz karşısında, henüz duyumsayamadıklarımızın yarın karşılaşacaklarımızın nelerden mürekkep olacağının bilinmezliği söz konusuyken idrak etmek ve yinelemek elzem olandır kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz!. hiç birimiz. görünen, bilinen ve duyulanın, akla yerleşenin daima farkına varılıp önemsenenin hiç bitmeyecek bir devinim sürekliliğinde durmaksızın şeklinin şemalinin yeniden tanımlandırıldığı dün hiddetle karşılananın bugünün sıradanı olarak yerinin değiştirildiği yahutta tersinin hayata geçirildiği bir yerde sorgular kaçınılmaz olanları yinelemektedir. hatırlatmaktadır. anlatılanlar ve ortak zihnin biriktirdikleri, anlatılanlar bizlerin hikayesiyken hepimizi her birimizi kıyasıya bir sarmalın. kara kuyunun en karanlık koyaklarına çekmeye devam ederken her bir hamle bir dolu anlamın yeniden tanımını, karşılığını bulabilmeyi ve illaki kanıtlamayı gerektirmektedir.

demokrasinin kendisini önüne ardına ilave edilenlerle yeniden ambalajlanmış hallerinden ırak özde yaşayamadığımız bir türlü tamamına erdirilemeyen bir mevhum dahilinde, ne hallerde olduğumuzun vesikası, kıssadan hissesi karşımıza çıkacaktır. adaletin koca gri bloklar, tapınaklar inşa ederek, bizahati o ucubelik yapılarla kıvançlanarak adaletin a'sını anmaksızın sağlanamayacağını yineletebilecek pek çok örneği güne kavuşturmaktadır. behemehal fikrin tam da tepesinde sallandırılan giyotin/hızarı da unutmamak lazımgelendir. (b)öyledir. miadını epey zamandır beklediğimiz argüman görünümlü zehir zemberekliğin, hiddet arsızlığının bağından kopup gelen; müfteriliklerin, münafıklıkların nasıl ve hangi koşullarda yeniden kervana eklemlendiği, iş bu sorgulama odağında söze, gerçekliğe en nihayetinde neticeye evrilebilecektir. duyumsayıp önemsediklerimiz koca bir sorun yumağını belirginleştirirken, bunun da yüzde birisiyle hemhal olabilmişken daha derinlerini arşınlayabilmek şimdi neler oluyor sorgusuna girişebilmek tanımlanabilir. yaşadığımız yerin ehvenden bu kadar ırak konularak hep ve daimi bir baskılama ile tahakküme yol verilecek yeni vechelerle donatılması her dem olduğu üzere insana dair çıkarsamaların, ortak paydaların silikleştirilmesi gayretidir.

mücadeleyle kazanımların, söke söke alınanların köhnelikten ve devlet aklından ve sabitliğinden kurtarılanların ilk fırsatta recminin yahutta geri iadesinin beklentilenmesidir. dillendirilip durulan budur. sorguları biçimsizleştirdikçe kelamı önemsizleştirip ne gerek var can sıkmaya düzeyine bağlantılanan, yaşadığımız yerin karaşınlığının esas kimlerin elinde nasıl şekillendirildiğini, nasıl hiddetin olağan belletilmeye çalışıldığını görebilmek mümkün olacaktır. hiddetin güncellemelerle yenileştirilirken, yeniden tanımlandırılırken zor olanın, ulaşılamayacak kadar uzakta olarak betimlenenler meydana sürülür. ümidin, şevkin, çabanın aslında ne kadar uzağına düşürüldüğümüzün en gerçekçil hali meydandadır. dikkatli bir gözün yazılanlardan ve laf olsun diye ortalıklara itinayla salınanlardan daha hakkaniyetli, yalın bir biçimde görebileceği şiddetin hemen hemen tüm evrelerinin aslen kimlerin elinde kotarıldığı meydana çıkacaktır. belleksizleştirilen bir toplum için bir kaç gün sonra epey hallice bir kısmınca unutulacak, gümbürtüye götürülecek şeyler bizahati muktedirin elleriyle kotardıklarını yeniden hatırlatacaktır o bahiste. bütün bu yaşadıklarımız, değiniler bir kurgumasal değil bizahati gerçek olduğu yinelenecektir. yönlendirmeler, bağışıklık kazandırılan derdest edişler, sıklıkla katara eklemlenen, uydur ve kaydır bir potaya dahil etmeler ve daha nicesi yaşadığımız yerde neye dönüştürülmeye çalışıldığımızı ifşaa eder.

yaşadığımız yerde her neye dönüştürülmeye, her neyde sabitlenmeye çalışıldığımızın ifşaası okunup değerlendirilebilir. mücadeleyi toptan yok etmek, bir hamleyle imha etmek için insana kastın en şüphe götürmez bir biçimde kini yücelten kısımlar bu döngüye dahil edilir. güncellikte, şimdinin muktedirinin geçip gidenin, geçmişin tükendiği varsayılanlarından pek uzakta durmadığı, en az onlar kadar sebatının sürdürüldüğü nato kafa nato mermerliği okunabilir. yinelenebilir. görünen manzaranın en kestirmeden yorumu bu özetleyiştir. hiddetin özellikle devlet eliyle kotarılanının sıradanlaştırılması, iki adımda bir linç tevatürünün sahnelenmesi, onlar vasıflı ya da vasıfsız işçi, emekçi, öğrenci o ya da bu değil kımıl zararlıları, marjinaller vs. gibi türlü ad verme gayretlerinin yapılanları haklı çıkartma yağ gibi olan biten bunca zapturapta karşı tek bir söz söylemeden kurtulma çabasının başlıca tezahürleri görülebilir ol bahiste. bizahati dünün olağanı ve sıradanının bugün yassah hemşerimcilik ile ikame olunması nihayetinde de baskılamanın yeniden bu sınırlardan içeriye buyur edilmesidir. barış sürecinin yavaştan da olsa şekillendirilmesi, bir yolun bulunmasını yahutta temellendirilmesinin hemen akabinde ortaya çıkan faşist duyarlıların yurt genelinde eylediklerinin, kolluk kuvveti diye asayişten sorumlu olan sorunlularca bizahati nasıl sahiplenildiğinin, uygulandığının tam ve eksiksiz bir yansısıdır bir mayısta olanlar. bu da okunabilir pekala.

yahutta çoktan unutuş tarlasına terk edilen roboski kıyamı gibi hayatların zaptedildiği, katliamların tam karşılığının esas ne olduğunu eksiksiz gediksiz, ötekisi bellediklerine yok etme teşebbüsünün devamlılığında olanlardandır bir mayıs'ta olanlar. teyakkuz halleri güncellenirken bu cenahta düşman arayışının bir türlü nihayetlendirilmemesine isyanın taa kendisidir bu karalamanın özeti. ortalık yerde hakkın hukukun bizahati devletçe yok edilmesi çiğnenip geçersiz kılınmasının türlü vesikaları varken karşılaştığımız propaganda ve devlet tasdikçiliğinin vicdanı nasıl tahrif ettiğine isyandır. tahrifat yaygınlaştırılırken olan biten insana kastın makulleştirilmesidir. bertaraf edilecekler, derdest edilecekler, kameralar önünde sinkaf eylenecekler uzayıp da giden kocaman bir girdap, harbi çukurun kendisi. gördükçe bunca tıynetsizliği farkına varılası olan o çukur metaforunda yarım ağız savunulanların, korunaklılığın salt halka karşı kullanılmasıdır. dünya durmadan gelişmeye devam eden, adımlar atan bir yer olarak atfedilmeye devam ederken bu ülkenin orwell'in bindokuzyüzseksendört'ünde yazdığı evrenin bir benzeşine neredeyse aynısına hapis kaldığımız anlamlandırılabilir bir ihtimal. bir kurgunun yapısı içinde yer alanların, atfedilenlerin, dillendirilenlerin nasıl birer ikişer gerçekliğimiz haline dönüştürüldüğü ve hayatın onlarla sürekli bir sınamaya tabii tutulduğundan dem vurulabilir bir ihtimal.

meramın ötesini tahayyül etmeliyiz bir ihtimal bir şans bir geri dönüş imkanımız olmadığı artık belliyken, böyle gazla, copla, sinkafla, dört yanda muhalife hayatı dar eden bir düzende yaşadığımızın idrakında haddizatında. zulüm yaşadığımız ülkede hemen hiç eksik edilmedi. tahakküm sistemin ayrışmaz bir parçası olarak varlığını sürdürdü ve yer etti en nihayetinde içimize işletildi. acılarla sınanışlar; ötekine berikine değil hepimizin hanesine işlenmeye devam edilirken her gün bir mayıs her an ve her yer taksim'dir. hiç değilse bunda birleşerek yola çıkabiliriz. her anımızı sınayışlarla donattı muktedir. sınanmadan soluk almak, düşünmek size zor dediler. zor değil bizzat imkansız diye eklemlediler peşisıra tam da layığınız bunlardır diyerek. gür seslenişlerin, avazların, soluk alıp veren bünyelerden yayılan tereddütsüz, amasız, distursuz, itaat etmeyen çağrılardan ve sözlerden daimi bir biçimde çekindiler. her günümüz bir mayıs'da gösterilen arsızlıkla çevrelenmişken hayatın o olmadığını, sanıldığı gibi olmadığını idrak ettirebilmek elimizde, önümüzde. düşünerek taşınarak çabayı birleştirerek çukurlara denk gelmeden...  skidas arti pukrik - bijî yekê gulanê! - yahya mayu nihe 1 iyor - ζήτω η πρωτοµαγιά - Կեցցէ՛ 1 Մայիս - yaşasın bir mayıs. daima daima daima...

>>>>>Bildirgeç
Ülkesi Satılsa Sesi Çıkmayanların Gaz Atılınca Uyanması! - Ali Murat IRAT - Birgün*

1 Mayıs’ta liseli bir kızın kafasında patlatılıyor bomba. Vali açıklama yapıyor: “O kadar masum değil o”. Copla tecavüz ettikleri devrimci kadını sorduklarında Turgut Sunalp da böyle söylemişti. Her çocuğa neredeyse bir jetin dalış yaptığı Roboski’de de. 14 yaşında bir çocuğa 40 küsur hayvan tecavüz ettiğinde de söylendi bu. Hrant arkasından vurulup düştüğünde de. 1 Mayıs’ta eylemciler Taksim’e çıkmaya çalıştığında bir liseli çocuğun kafasında patlattılar bombayı. “Aman çukura düşüp elinizi ayağınızı kırmayın, sonra biz sizsiz ne yaparız” inceliğindeki devletin gaz bulutuyla zehirlendi köhnemiş İstanbul. O gaz insanların ciğerlerinden daha çıkmamıştı ki, ortaya Gökbakarların Şahan atlayıverdi. Ülkesi satılsa sesi çıkmayanların gaz atıldığında uyanmaları ne de ilginçti.

Zamane ruhunun Serdar Ortaç’ıydı o artık. “Zaten alana çıkmaya çalışanlar işçiye benzemiyordu. Emekçi şöyle olmalıydı, böyle olmalıydı”. Gökbakar oyun çağında çocukların eşek gibi çalıştırıldığı, hayvanca sömürüldüğü bu sistemde çocukları işçiye benzetebiliyordu ama alanlardakini benzetemiyordu. Son on yılda “iş kazalarında” ölen 10 bin işçiyi vicdanına sığdırıyordu ama “polisin uyarılarına” rağmen alana çıkmak istenmesini vicdanına sığdıramıyordu. O’nun twitter’da yazdıklarını okuduğumda Ahmet Kaya’yı linç edenlerin o gün ne kadar da mağrur oldukları aklıma geldi.

Nihat Doğan’dan kurtulduk derken daha beterinin yanı başımızda bittiğini gördüğümde ise yine de imrendim muktedirlerin gücüne. Taksim edilmiş bir ülkede, taksim edilmiş ruhlarla yaşayan insan posalarının sözleriyle kırdılar kafataslarını bu kez de.

1 Mayıs’ı bayram yapan nedir peki? Çünkü bayram anlamları değiştirendir, derinleştirendir, hatırlatandır. Herhangi başka bir bayramı bayram yapan da budur. Bayramlar salonlarda kutlanmaz. Bayramlar çevresi boş alanlarda kutlanmaz. Bayram bu kirli sistemin bütün yollarını tıkamazsa bayram olmaz, yalnızca gösteri olur. Bayram siz emeğin bayramını kutlarken birileri hala sömürüldükleri mezbahalara taşınıyorsa bayram değildir. Bu nedenle Bekir Bozdağ’ın dediği gibi teşekkürü hak etmiştir AKP. O yolları ulaşıma kapadığı için, insanların birkaç saat daha az sömürülmelerine katkıda bulunduğu için teşekkürü hak etmiştir. O mezbahalara, o cehennem vari sahteliklerin doluştuğu iş yerlerine ulaşımı kestiği için teşekkürü hak etmiştir. 1 Mayıs ne zaman ki Taksim’de kutlanmaz, o vakit o şehir yeniden ölür. O vakit renkler solar, duvarlar yalnızca engel olur, şehir boğulur. Oysa bayram rengarenk boyayandır, insanla renkleri bir kılandır. İnsanın içindeki duvarları yıkandır. Anlamları değiştirendir. Görünmez olanı görünür kılan, ruhları tazeleyendir. Şehrin içindeki şehri yeniden ortaya çıkarandır. Örneğin Taksim’i koca bir dünya yapandır, vatan yapandır. O nedenledir işte bir liseli çocuğun kafasında patlayan bomba. Dilan o anlamlar değişmesin diye komadadır şimdi. Şehrin renkleri değişmesin, aynı yollardan aynı pislikler akıp dursun diyedir Dilan’ın kafasında patlayan bomba. Kent uyanmasın diye, renkler değişmesin diye Dilan hastanede yatıyordur şimdi.

Çukurlara insan düşmesin diye küçücük çocukların kafalarında bomba patlatmak, çocukları ağlamasın diye döven bir milletin has evlatlarına ne kadar da yakıştı. Zaten hep çukurlarını korudu, çukurlarını sevdi bu devlet. Çünkü bu ülkede çukurlar insandan değerliydi. Büyük çukurlar açıldı bu ülkede. İçlerine faili meçhullerin gömüldüğü büyük çukurlar. Binlerce cesedin sığdırıldı çukurlar. Çukurlar açıldı bu ülkede. İsrail’i korumak için konuşlandırılan füze rampalarını sabitlemek için açıldı örneğin. ABD üsleri için, ya da Taksim’i kökünden koparmak için açıldı. Büyük çukurlara alışık bu ülkenin insanları. Büyük çukurlarda kalmaya, büyük çukurlara itilmeye alışık.

Gökbakar ders veriyor yine de: “Bunlar emekçi değil”. Vali konuşuyor: “O kız masum değil”. Gökbakar birden vali oluyor, vali yargıç, yargıç polis oluyor. Bu kabustan uyanayım diyorum uyanamıyorum. Bir gaz bulutu sarıyor bedenimi. Enver Gökçe’ye sığınıyorum bu kez, o temizliyor kanımı: Ben/ Böyle/ Taşların/ Çukurların/ İçinde/ Kalmışsam/ Yalnızsam/ Hor/ Görülmüşsem/ Arkasızsam/ Ve/ Böyleyse/ Bahtı/ Siyahım/ Yemin/ Kasem/ Olsun/ Ve/ And/ Olsun/ Şart/ Olsun/ Yerde/ Kalmaz/ Ahım.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala "akil" olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla..

...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam...İyi Haftalar...

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
May Day In Istanbul - Picture Of The Day via The Guardian
Photo Credit: Bülent KILIÇ / AFP / Getty Images

>>>>>Poemé
Bitkilerin Bildikleri*

I.
Türümüz kendisini beğenmiş.
Din, ilim fark etmiyor.
Kutsal kitabında, Darwin kuramında, en tepede insan.
Sonunu getirmek pahasına, dünyada ne varsa kendine yontuyor.
Uçsuz bucaksız evrende, tanrısının kendisine benzediği sanrısında, kendine tapmaktan mustarip.
Feylosoflarının bencil ufuksuzluğunda, en büyük erdem insanla sınırlı,
“Kendini tanı!”
Binbir aitliğe bürünmüşlüğünün patolojisinde, kimlik savaşlarında, dünyayı dar ediyor.

II.
Diyorum ki günde, haftada, ayda, olmadı yılda bir saat konumumuzdan, yüzyılımızdan uzaklaşabilsek.
Tarihimiz boyunca tekrarladığımız bunca ayin ve oyundan, sevişme ve didişmeden, gaflet ve hasletlerimizden bir an uzaklaşıp onları ilk defa görüyormuşçasına bakakalsak diğer Dünyalılara.
Mantığımızın kalıpları, kültürümüzün alışkanlıklarından soyunsak.
İnsanın ruhu var, onların yok zırvalamamızdan kurtulsak.
Şarkılarını, şiirlerini dillendirebilsek.

III.
Uzaylılara akıllarını takanların haddi hesabı yok.
Kayıp kıta Atlantis, Mısır’da piramitler, devletlerin bizlerden gizlediği uçan dairelerde uzaylılar... Bunları düşünen, üstüne kafa yoran, samimi sohbetlerinde paylaşan çok.
Önce, gezegenimizin en yaşlılarını tanısak.
Afrika’dan yola çıkalı 60,000 yıl oldu. Diğer türlerle karşılaştırıldığında emekleme çağında sayılmayız. Öğreneceğimiz çok şey var.

IV.
Bilimin son keşfi bitkilerin bilgeliği...
Kaplumbağa, kaplan,
Meşe, patlıcan,
DNA’larımız, davranışlarımız...
Şüphe yok! Soydaşız

V.
Bitki ne görür? Ne koklar?
Hisseder? Duyar? Hatırlar?
Duyularımızın
Onlarda benzeri var.
Bizi beslediler,
Tedavi ettiler,
Öğreniyoruz ki şimdi
Birbirleriyle haberleştikleri gibi
Kuşaktan kuşağa
Tecrübelerini de aktarmaktalar.
Ve inanın,
Dokunduğunuzda ağaca
Kaale almazken sizi
Hatırlıyor dokunulduğunu.

VI.
Nerden mi biliyorum?
What A Plant Knows:
Chamovitz, D., Scientific American, Farrar Straus and Giroux, New York, 2012.

kaynakça: Bitkilerin Bildikleri - Gündüz VASSAF - Radikal.com.tr

Comments