Deuss Ex Machina # 449 - the art of tyranny


Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_449_--_the art of tyranny

13 Mayıs 2013 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
m. Jerusalem In My Heart - Amanem (Constellation)
a. Jerusalem In My Heart - Koll Lil-Mali7ati Fi Al-Khimar Al-Aswadi (Constellation)
z. Komadub - Nema (Feat. Fedayi Pacha) (Self Released / CD-R)
i. Komadub - Kül (Self Released / CD-R)
k. The Gaslamp Killer - Nissim Feat. Amir Yaghmai (Brainfeeder)
a. The Gaslamp Killer - Mother (Brainfeeder)
l. Iskeletor - Afromax (Gantz Şeytan Remix) (Tektosag)
p. Iskeletor - Bomba (Tektosag)
t. Ağaçkakan - Sıkboğaz (Music For Non-Musicians)
e. Ağaçkakan - 2011'de Berbat Bir Yıldı (Music For Non-Musicians)
y. Ventochild - Kesik Kerem (Tektosag)
a. Sotu The Traveller - Hoodia (Tektosag)
r. How To Destroy Angels - Keep It Together (Columbia)
a. How To Destroy Angels - The Believers (Columbia)

the art of tyranny
(449)

çıkan kısmın özeti diyebileceğimiz yegane şey mübalağa olsun diye değil lafola beri gele diye değil hakikatte hiç bir şeyden haberdar olamadığımız gerçekliğinin bizahati kendisidir. kanıtlandığıdır. birbirinin aynısı veçheler, cümleler fasaryadan dizilen sergüzeşt makamdan terennümler hiç bitmeyen tereddütler boyuna ha'bire sergilenip durulurken, seslendirilirken neye eremediğimiz az biraz meydana çıkmaktadır. halen bir sınanmadan bir sınanmaya koşturulup durulurken bütün bütün halklar olarak yaşayageldiğimiz güncelliğin, yaşamakta olduğumuzun ne hallere konulduğundan bu kadar habersiz kalabiliyor oluşumuzadır bu satırı veya karalamayı yazmayı öncelikli kılan, sebebiyet veren!. gözün gör dediğini yok illa billa görmeyeceğim diye şartlanmışlıkların, ucu nasıl olsa bana dokunmuyorların çoğaltılmış olması, yalıtımın her türlüsü artık olağan ve naçar bir kabullenişle içselleştirilmesi ve dahasıyla beraber tekmili birden şakası yapılıp durulan balıkların hafızalarıyla yarışır, aşar bir yerde yaşamı sürdürmeye devam ettiğimiz gerçekliği ortaya çıkan, dökümlenendir. hala biraz insafınız varsa eğer!.

hala boyunduruk altında kalmaktansa tek başıma ses etmeye devam ederim ben bunca kalabalığın içerisinde diyenlerdenseniz epey önemli nüvelerin, görünenlerin biraradalığına yolun, menzilin nereye yönlendirildiği meydana çıkacaktır. az biraz dikkat edince. az biraz farkına varmak isteyince.kolay değil bir tabi ki bunca zaman mevhumunda her günü apayrı derdest, hınç ve linç ile hemhal olunan, onlardan en az birisiyle yüz yüze kalmak zorunda kalınan bir yerde kelama sahip çıkmak. unutmadan tek bir harfi dahi sakınmadan saklanmadan. gel gelelim yaşadığımız yerin ortasında süreğenleştirilenler her dem olduğu gibi paranoyaları sağlama almak için gerekli bulunan sakız olmuş bilindik klişelerin dillendirilmesinden bir arpa boyu ötesi olmadı ve oldurulmadı. erk-muktedir-iktidar isimlerin çeşitliliği bir yana, nasıl atfederseniz nasıl bellerseniz belleyin şimdinin haresini, kısıtlandırılmışlığını ve en başında değindiğimiz unutuşları sağlama almaya çalışan iki kere kolaçan eden bir düzenin ta kendisi olmak dışında da bir sonuca çabalanmadı.

vurgulamalar hep yarım ağız, atfedilip yola çıkılan, neredeyse adaklanan şeyler ülkenin demokrasi dersinde halen sınavlarına çalışmayan, bunu önemsemeyen istisnasız tek bir  farklı sese müsammaha göstermeyen gelgelelim her şeyin altından da kalkacağını yumurtlayıp duran bir açılım enflasyonunu meydana çıkardı. müştereklerin elene elene en sonunda herhangi bir kesmi tatmin eder halden bile uzak varolan durumdan da beter hallere evrilmesinin yolları açıldı. birbirimizi işitmek ne zaman sorusu ötelendikçe, nasıl olsa yolumuz açık diyenlerin avaz avaz çağrıları havanda yeni su dövmeleri de mümkün kıldı. her dem tazelenenin, aba altından sallanacak sopaların çeşitliliği olduğu, bitmek tükenmek bilmeyen içimizdeki düşman haznesine yeni yeni isimlerin eklentilenmesi gayreti ve çabasından ötesini de taşımadığı bir kere daha kanıtlandı. halen kanıtlanmaya devam ediyor. makul olanın çözümlenmesi değil makbul diye bilinenlerin, erkçe uygun bulunanların dayatılması diye bir süreçler silsilesi karşımıza çıkartılıp duruluyor. roboski'nin üzerinden beş yüz yedi gün geçtikten sonra fasaryalar, aman devletimize zeval gelmesinlerin dikkatli algıları sayesinde genelkurmay'a vur emrini verenlerin açık seçik ilanına, soruşturmanın derinleştirilmesine ve devlet aklının tazminatını verdikten sonra can alırım efelenmesinin ötesine varabilmek mümkün olmadı halen mümkün görünmüyor.

tecridin her ne olduğunu idrak etmek adına bir günde kaç canın yakılabileceğini, karanlığa kurban edileceğini gördüğümüz kabusların sürekliliği sağlama alınmaya çalışılıyor. düzen ve düzenin bekaasının sözümona barışırken bir yandan kck davalarında, yurdun dört yanı olmadık köşelerinde bir salıverme, ertesi gün salınanları geri toplamalarla, tekrardan mahpus etmelerle ne kadar ilerlediğini görebilmek bir kere daha söz konusu edilmektedir. gerçek kılınmaktadır. bu yerde hiç nefes aldırır mıyızın karşılığı zaman mevhumunda birbirinden farklı örneklemlerle duyumsatılmaktadır. tahakküm kendi dengi olarak görmediği, tehdit olarak algıladığına karşı elindeki yegane güç olan kolluklarını öne sürmekte bir an olsun kaçınmamaktadır. ya gaz, ya boyalı su, ya linç, ya duyarlı vatandaş tepkisini kaşıma kaşıdıkça daha fenalarına zemin sağlama. taksim'in bir mayıstan bu yana sürekli olarak muhaliflerin tümünü tecrit etmek, derdest etmek, bırakın sözünü seslerini bile duyumsatmamak adına sivil ordusuyla, külahlı, maskeli halk düşmanı palyaçolarıyla zuhur ettiği seremoninin tam karşılığı her gün farklı bir okuma ve yaşam tecrübesi olarak güncelliğimize dahil olmaktadır.

daha sözün bitmediğini yinelemek şansı zorlanırken durun yol o kadar da uzun boylu değil dercesine en ufak bir endişe taşınmadan her yer kimyasallığı artık bilinen gazlarla zapturapt altına alınmaktadır. e ne de olsa her yere demokrasi bahsi bizim bu sathımızda geçersiz bir türetme olduğu sayın bay netekimlerin attığı, yıkılmayacak faşist dövlet temelinin nasıl da mazlumların mazlumuyuz diye kendilerini paralayanlarca sahip çıkıldığını gözler önüne seren, onları da eleveren bir vesika ortaya çıkartmaktadır. utanç vesikası. duyarlılıkları tamamen günün şartlanmışlıklarından ileri gelenlere göre şekillendirmenin, çuvala sığmayan mızrabın hatay reyhanlı'da ortaya çıkarttığı küçük kıyametin daha bizleri nelerin beklediğinin az biraz özetlemektedir erebiliyor musunuz!. savaşın değil barışı dillendirmenin, her dem tespit olunan kırmızı çizgilerin, aleni duyarlılıkların yerine insanlığa ait!! olanları seslendirmenin, onlara sahip çıkmanın vakti henüz gelmemiş midir? düşündükçe sorgular buluyoruz aklımızı. düşündükçe ne hallere konulduğumuza yanıyoruz ama salt hayıflanmanın bir şeyleri çözmeyecek olduğunu da artık biliyoruz.

acılarla hemhal oluna oluna aşinalığın, bağışıklığın başkacalarına denek edile edile bir ya da daha farklı seslendirmelerin, çabaların gerekliliği bir kere daha kanıtlanırken tekrarlardan azade olmak belki bir şeylere başlatacaktır. bir şeylere artık uyandıracaktır. vicdan çünkü şartlanmışlıklarla, daimi olan başımıza gelecekler var şunların, bunların elinden şartlanmışlıklarına karşı klişelerin reddini duyumsatmaktadır. göstermektedir. görüyor musunuz? yaşadığımız yerin nasıl da eskidi dediğimizden çok fenasına doğru koşaradım götürüldüğünün fark edilmesinedir seslenmeye çalışmamız. sınırlandırmalar, tahayyül edilenleri hep bir potada değerlendirmeler ne geliyorsa bu çok konuşanlardan, dirliğimize kast etmekten hiç vazgeçmeyen mihraklar masallarının artık miadının dolduğunu da gösteregelmektedir görüyor musunuz? söz bariz bir biçimde etiketlerden azad edilmedikçe, genellemelerin şartlanmışlık bağlarından uzaklaştırılıp ortaklaştırılmadıkça, barikatın ardında bir arada durmanın gerekliliğine kafa yorulmadıkça bizim on bir eylüllerimizin, on iki eylüllerimizin, sivil kıyamlarımızın, soykırmaların, mahpus etmelerin, derdest edemediği yahutta sırası ona gelmeyenlere bu sözümona açık görünen cezaevi ülkesinde demokrasinin adını koyalım basbayağı bir masal olduğunu yineletecek tahakkümünün sonu gelmeyeceği meydandadır.

gördüğümüz ya da erdiğimiz içinde kalakaldığımız, yaşadığımız bu coğrafyanın içerisinde insanın sözüne sıranın gelmesinin gerekliliğidir. yadsınmadan, kaçak güreşilmeden, hakkaniyet için yüzleşmelerin laletayin bir gösterinin parçası olmadığını kanıtlayabilmek için, paramparça edilmiş algıların yeniden denkleştirilebilmesi için, onun bunun için değil hepimiz için bir yarının ancak müdahil olunarak, mücadele ederek sağlanabileceğini de kanıtlayan bir vesika önümüzde özet kabilinden dikilmektedir. amasız, fakatsız görebiliyor musunuz!.işitir misiniz, paylaşır mısınız!. her günü bir öncekinden daha ağır, daha kasvetli yıkıma enikonu korunaksız ve tahakküme meydan müsait, zapturapta dolaylı dolaysız hayat buldurulan, nefretin en akla gelmedik şekillerinin, suretlerinin gösterime sokulduğu bütün bunların bir mizansen değil delip geçer olduğunu kanıtlayan, akla mıhlatan kanıt kanıt diye ortalara düşenlere o beklentilerini fazlasıyla karşılayan örneklemelerin vücud bulduğu, görünür kılındığı bir iklimdeyiz. yaşıyoruz vesselam!. her yanımız sınayışlarla donatılmış, çevrili dört yanımız acılarla hemhal.

kolay değil böylesi günlerde yola çıkarak, idenin, tözün peşinden bunca canhıraşlığa, utanç vesikasına, rezaletin daniskasına rağmen hayata tutunmak. kırılamayacak dallara ulaşmak ve uzanmak. gayret göstermek ve ötesinden el almak, yol bulmak. donatılan tahakküm pejmürdeliğinin başa açageldiklerineden dem vurabilmek her şart altında o 'kırmızı çizgilere' bulaşmak olarak sunulan hep böyle belletilen bir iklimde varım, varız ve var olacağız diyebilmek. şablonlara, klişelerle mengenelenmiş görüşlerin paylaşıma açıldığı bir yerde sözün gerekliliğini hatra düşürecektir. sorgulanamayanların elbet ki sorgulanabilir olduğuna dair çıkarım, hamleler ve daha fazlası iki arada bir derede, basbayağı köşeye kıstırılan düşünselliğin ne hallere konulduğunu da az çok belirginleştirecektir. devir her dediğini, her yaptığını, her eylediğini, her peydahladığını neden ve niçinlerle burun buruna kalınmasını önemsenmeksizin, sorgulatmaksızın hizaya çekmelere gayretli olunan bir merhaleyi cismanileştirmektedir. hepimizin denekliğinin de hilafsız, yalansız teyit olunduğu. yaşadığımız güncenin kendilikliğinden değil, basbayağı hesaplı kitaplı davulla ve zurnayla fecaate mesken olunan, bir kadüklüğün mihmandarlığında yol alındığından da dem vurup, bahis açmalı, belirtmeliyiz.

gayret gösterilmesi, azami önem gösterilmesi gereken öncelikler saf dışına iteklenirken, kulağı tersinden tutmayı abartısız olur bilen, belleyenlerin belirlediği gündemin ortasındayız. tabi aşina olunan şekliyle, bir başımıza. sorgulamalardan ırak sıramızı bekler halde kalakaldığımız bir yarı özgürlük sahanlığındayız, her an o kısıtlı olanın da elden alınmasına çalışılan. her an derdest ettirilmeye hazır v nazır. delip geçenin muktedirin olurlarıyla işlenmiş, hazırlanmış şeyler olduğunu hakikatinse, kaf dağının ardında belirsizliklere yollananlar olduğunu yinelemek, ilave edebilmek söz konusudur. her gün ağırlaştıkça daha fazla ağıtlaştıkça, o günün bir öncesinde olanların unutturulmasındaki ivedilikliktir delip de geçen. delip geçerliğine tanıklık edilen. mütemadiyen devreye sokulan bu paralize etmelerin gölgesinde vicdandan başlayarak bir dizi edimin nasıl dönüştürüldüğü manidar bir biçimde karşımıza çıkmaktadır. otuziki kısım tekmili birden. dolambaçsız net, yalın olanların önde gelenlerinden birisi duyarlılıklardır. makul ve makbul bulunanların, bugünkü tek alternatifiniz, tüketeceğiniz diye arzı endam eylenenlerin duyarlılığın tüketilmesinden ibaret olduğu açıktır.

yurdun handiyse her gününde ayrı bir bellek çağrısının hatırlayışın, tahakkümün eyleyegeldiğinin bambaşka utanç vesikalarının bir diğeriyle hemhal olunurken, tanıklık edilirken yad edilenlerin düzenli bir biçimde sorguların yeknesaklığı duyumsatılmaktadır. duyarlılık sergilerken hep aynı cümleler duyumsanır sorun ama fazla kurcalamayın. ilgilenin ama kırmızı çizgileri aşmayın!. bağır çağır ve unut. söylen, seslen, gazını ye şanşlıysan gözaltına alınmadıysa evine çekil, dizini kır otur. ses çıkart, sanal agorada ama sokak denildiğinde evsolcu takıl. sorgula ama daha ilerisi değil. ne oluyorsa oluyor herşey böylesi bir rutinde, karaşınlık düzeninde pespayeleştiriliyor. muktedirin yapageldiklerini sorgulamanın yerini kara bahtımız tabii ki kör talihimiz nüvesi ikame ettiriliyor. kabule açık olundukça gemiyi azıya alana karşı ne yapalımcılığın sonunun fecaat olduğu bir kere daha yineleniyor görebilene. karşılaşılanları sorgulayabilene. haddizatında, erk-muktedir-iktidar olan bitenler şüphe taşıtmaz bir biçimde eylediklerinin yekünü faşizmi tam manasıyla denkleştirirken, onu gösterirken ne yapalımcılık felaket değilse ne olarak adlandırılmalıdır?

sorgulamalar birbirini tamamlayan, tamama erdiren bir görügünün ortaya çıkmasını mümkün kılan bir deneyimin ta kendisiyken olan bitenin farkındalılığına ermek ne zamandır!. hangi zaman geldiğinde bu ucu dokunmuyor ya hu bahsinden feragat edilecektir. kurtulunacaktır. biçimlendirmelerin bariz bir biçimde kalıba dökmek sıkıştırmak, hep dolaylı imalar ve belirsizlikler ile anılsa da sürekli bir sınırlandırmayı devam ettirmek üzerine / üzerinden yol alınan bir zaman diliminde düşünmek ne ara hasıl olacaktır? yazılamanın başında değindiğimiz her günün böylesi anlatmaya çabaladığımız bu düzensiz kesişimler, tahakküm yapımları ile bina edilip yükseltilmesi / çoğaltılması neticede her günün başlı başına atfedilen o cehennemin tam kendisini oluşturmasına ne buyurulmalıdır? bu hallerin ortasındayken kötünün iyisi günlerden, başımızdakilerle geçiyoruz ya hu goygoy değilse nasıl bir göz perdelenmesinin mamülüdür. akıl tutulmasının kendisidir!. böylesi tanımlandırmalar, haklı çıkartmalar komik bir mizansenden daha beteri değil midir, hala değil midir? nedir nicedir hallerimiz.

erke tutkunun, bağlılığın bu yeni sürümleri yıkımın ta kendisi değilse nasıl adlandırılmalıdır. şimdiki zamanın sorgulanmasında gözardı edilenlerin birer ikişer değerlendirmeye alınmasının önemi bu kadar delip geçer vakianın tam da yanıbaşında hayat sürenleri, yani avam olan hepimizin öncelikli sınavlarından birisiyken yinelemeyiz yol nereye? üzerinden çok uzun zaman geçmeyen pek çok olayın bizzat başlangıç, temellendiricisi olan şiddet mevhumunun devletlu eliyle kotarılması bir yazınsal değil tastamam noksansız bir gerçekken bunun idrakına varmaya ne kadar vardır? sorular birbiri ardına sıralanabilir, hemen anında bir çok ilave gerçekleştirilebilir. tek bir parçasından dem vurmalıysak bunca azab türetiminin, utanç vesikasının ortasında kanıksamaktan uzakta mıyız kısmı değerlendirilmesi öncelikli olandır. kanıksamaların bir tercih olarak karşılığını bulması, standarta eklenmesi kafamızda patlayan her tahakkümün, bombanın, gazın vs. kendisine sağlam bir zemin bulmasına, devamlılığına sebebiyet verecek olmasıdır!. bunca yıldır ara verilmeksizin yapılan baskılamaların, tahakkümün birini sorgulayamadan enikonu hesabını sormadan bir diğerine üzülüyor, sinirleniyor, seslenişlerini duyumsamaya, içselleştirmeye çabalanıyor oluşlarımız bu sözü daha net anlamlandıracaktır.

romantize edilecek, altı üstü ağ tutmuş sözlerden medet umulacak günlerden geçmiyoruz. hemen herkesin kendisince doğru bellediğini, bildiğini duyumsatmasında ne kadar yalnızları oynamakta olduğunun, yalnız konulduğunun noksansız vesikasının diri tuttuğu günlerde akıl arıyoruz. laf salatası değil. her acıyı kendi sınırlandırılmışlığında, biri bir yanda, öteki dört duvarının arasında yaşanacak bir şeye evrilecekse eğer bugünlerden sonrasında vay halimize!.. hakkını, hukukunu, adaletini, sözünü ve özgürlüğünü arayanları aralıksız yaftalayan marjinal bunlar diye belletmeye alışan bir terör örgütümüz var. yapageldiği yegane şey çukurları bahane edip hemen yanındaki sokakların tamamını zapt edip, adım atılamaz, yaşanılmaz kılmak adına, kendini kanıtlamak için terörize etmekten çekinmeyen bir mihrakımız var!. hepimizi düşman bilen, böyle belleyen. ona göre tomasını, gazını, copunu, sinkafını kuşandıkça sözü duymayan. sağır. meselleri sorgulamayı bayağı bayağı teferruat olarak ele alanlar iş bu devletçe kotarılanların ardından biteviye aynı kelamlara sahip çıkanlar, tahakkümün, makamın kıyısından uzaklaşıp mücadelede buluşacak mıdır? kral çıplak diyecek sözü işitilir kılacak mıdır! hep beraber sesli düşünelim..bugün, yarın için...

>>>>>Bildirgeç
Tamamlanmış Anlamsızlık  - Bülent USTA - Birgün*

Bu hafta içimden yazmak gelmedi. Reyhanlı’daki katliam, koyu bir karaduygululuğun içine hapsetti beni. Öyle politik ya da edebi kaygıların hiçbirini duymadan yazmaya çalışsam da, gerçekte yazamadığım bir yazı çıktı ortaya… Marguerite Duras, “Yazdığımı sandım, ama hiç yazmadım, sevdiğimi sandım, ama hiç sevmedim, kapalı bir kapı önünde beklemekten başka bir şey yapmadım hiçbir zaman!” diye yazmıştı, kapalı bir kapı önünde beklerken. Ben de işte öyle bir kapı önünde bekliyorum bu yazıyı yazarken.  Yazamayışımın nedeni, bu defa kapalı kapının altından kan sızması… Koyu bir kan… Ve kapının ardından gelen çığlık sesleri…

Benzer bir duyguyu, Roboski Katliamı yaşandığı zaman da hissetmiştim. Günlerce kendimi şimdi olduğu gibi kapalı bir kapının önünde beklerken bulmuştum. Kapı kapalıydı, çünkü herkes açılmaması için uğraşıyordu. Yaşanan dehşeti kimse görmek istemiyordu. Televizyondan izler gibi izlemekti derdindeydi çoğu kişi. Sonra, halka değil de devletlere ve şirketlere danışmanlık yapma arzusuyla kıvranan entelektüeller, uzmanlar, gazete yazarları, politikacılar her şeyi rasyonalize etmeye çalışıp kapının ardından gelen çığlıkları duymamamız için, tıkaç vazifesi görecek fikirler üretmeye çalışıyorlardı, her zaman yaptıkları gibi . Kapının altından sızan kan için de, Türkiye’yi güçlü kılacak bir tür iksirden bahseder gibi bahsediyorlardı. İkna ederken de hiç öyle zorlanmıyorlardı, çünkü hiç bu kadar, iktidarı elinde tutanın ikna gücüne tav olmamıştı yığınlar…

Nazilerin toplama ve imha kampları, sosyal bilimcilerin dünyanın gidişatı ve insan davranışlarına dair geliştirdikleri pek çok tezi çöpe atmıştı. İnsanlar, toplama kamplarında öylesine dehşet verici şeyler yaşamışlardı ki, yaşadıkları olayların gerçek olduğuna, toplama kampından kurtulduktan sonra bile uzun süre inanamamışlardı.

Benzer bir duyguyu, bugünlerde yeni baskısı yapılan Bayram Bozyel’in “Diyarbakır 5 No.’lu” adlı kitabını okurken de yaşadım. Bayram Bozyel, Diyarbakır Cezaevi’nde gördüğü akıl almaz işkenceleri tüm çıplaklığıyla anlatıyordu kitapta. Yaşadığı şeyleri rasyonalize edip anlamlandırmaya çalışırken ortaya çıkan çelişkiler, aklıma, İsmet Kür’ün “Onuncu Sigara” adlı romanındaki Yosun’u getirdi. Üniversiteli genç bir kız olan Yosun, işkence yaptıkları şeyin kendi bedeni olmadığına inandırıyordu kendisini. İki tane Yosun vardı sorgu odasında. Biri, korkunç işkenceler altında acı çekerken, diğeri pencereden geçip giden bulutları izliyordu gökyüzüne bakarak. Ben de kapalı kapının önünde beklerken, Yosun gibi arada gökyüzünden geçen bulutlara da bakıyorum ama içimin kanaması bir türlü geçmiyor.

Nazilerin yaptığı işkenceleri ve katliamları ya da Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananları, rasyonalize etmek gerçekten güç. Çünkü bu işkence ve katliamlar, öylesine saçma sapan traji-komik ideolojik savlarla ve öylesine korkunç yöntemlerle gerçekleşmişti ki, sağlıklı düşünen bir zihnin olup biteni anlamlandırması çok zor. Ama tüm o ideolojik savları bir gerçeklik olarak kabul edip, yaşanan dehşetin dinamiklerini görmeye başlayınca, her şeyi anlamlandırmak mümkün hâle geliyor. Sosyal bilimciler, bu anlama durumunu “Tamamlanmış Anlamsızlık” olarak adlandırmışlar. Bugünlerde yaşadığım his, anlamsızlığın tamamlanmasından başka bir şey değil aslında. AKP’ye dair ilk zamanlar pek çok kişinin yaşadığı kafa karışıklıklığının sona ermesi için, daha kaç kere anlamsızlığın tamamlanması gerek, onu bilemiyorum işte.

Naziler, işkence yapmak için yanıp tutuşan korkunç yaratıklar değillerdi sadece. Bir fayda ilkesine göre hareket ediyorlardı. Diyarbakır Cezaevi’nde işkence yapanlar, devletin yararı için öngörülen bir politikanın uygulayıcılarıydı öncelikle. Bu açıdan, Reyhanlı Katliamı’nı Ortadoğu’da etkin olabilmek için ödenen bir bedel olarak görenlerin Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkencecilerden ya da Nazilerden bir farkı yok.

Reyhanlı’daki katliamdan sonra, içine hapsolduğum karaduygululuğun nedeni, sadece bir savaş karşıtı olarak, Hükümet’in göz göre göre bir felakete ve savaş doğru giden politikaları değil. Ya da bu katliamla ilgili üretilen bütün senaryoların korkunç sonuçları olması da değil içimi bu denli acıtan. Kasabalarda yaşayanlar ya da yaşamış olanlar, Reyhanlı’daki katliamın o kasaba üzerindeki korkunç etkisini az çok tahmin edebilirler. Benim çocukluğum ve ilkgençliğim, bir sahil kasabasında geçmişti. Kasabalar, şehirler gibi değildirler, orada herkes birbirini tanır. Herkesin birbiriyle iyi-kötü mutlaka bir hikâyesi vardır. Sadece insanlarla da değil, ağaçlarıyla, taşıyla toprağıyla da kurulmuş bir ilişki vardır kasabalarda. Eğer bir kasabada yaşıyorsanız, tüm dünya o kasabadan ibaretmiş gibi gelir insana. İşte bu noktada kilitleniyor düşüncelerim, kalemim kırılıyor, yazamıyorum, orada yaşayanların ruh hâlini düşündükçe… Ama şunu da biliyorum, bu saldırıyı yapanlar hayata düşman oldukları için savaşı arzuluyorlardı. Onların oyunlarına gelmemeli…  Hayatı savunmak için, bu defa gerçekten tamamlayalım artık şu anlamsızlığı, tamamlayıp görelim…

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala "akil" olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla.. Yazmak meşakkatli, yazdığını anlatabilmek çok çetefilli. Her durumda iki kere üzerinden geçilmesi gereken sınayışların anlat artık bu cümlede ne demek istedinlerin birbirini kovaladığı bir sınayış sahası. El vermeye çalıştığımız, kelimelerle oluşturduğumuz bulmacanın, karalamanın yanında kelamlarıyla bizim değinemediğimizi tamamlayan bir noksanımızı, gediğimizi daha tamamlayan yazı erbapları var. Bülent USTA'da bu hayatı çekilir kılanlardan birisi. Tamamlanmış Anlamsızlıklar başlıklı makalesi de bu doğrultuda kelamı didaktik, tekdüze bir sunu olmaktan öte yaşadığımızı günceyi anlamlandıracak bir yolu, resmi sözle görünür kılıyor. Birgün Gazetesi'nin ve Bülent USTA'nın anlayışlarına binaen metni sayfamıza iliştiriyoruz..

...Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Tamamlanmış Anlamsızlık - Bülent USTA - Birgün

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
cem dinlenmiş - her şey olur # 555

>>>>>Poemé
Bazı Yaralılara - Süreyya BERFE

 Nereye bakıyorsun
İşte yaralı insanların fotoğrafları
İşte yangından çıkarılan çocuk cesetleri
Bu, savaşmış bir atlının sakat kalan ayağı
Bu kesik kol, önemsiz bir iş kazası

Kime bakıyorsun
İşte bacağından alınan üç parça kemik
İşte bombardımandan sonraki yaralılar
Bu, sınırı geçemeyenin aldığı yara
Bu yarım adam, küçük bir işkence hatası

Neye bakıyorsun
Sayamazsın o ciğerdeki yaraları
Kime bakıyorsun
Bilemezsin geçmişindeki yaraları
Nereye bebeyken nazar boncuğu
Kime büyüyünce kurşun yarası

Ama sen
Yine de verirsin çiçeğini yaralı ağaç
Uçarsın yaralı keklik
Kan diner yol açılır
Gün döner gece kısalır

İsteyen denize isteyen kendine baksın

kaynakça: şiir.gen.tr

Comments