Deuss Ex Machina # 463 - Remembrance

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_463_--_Remembrance

19 Ağustos 2013 Pazartesi gecesi "canlı" yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
1. Panabrite - Activator (Constellation Tatsu)
2. Panabrite - Abyssal II (Constellation Tatsu)
3. Shigeto - Silver Lining (Ghostly International)
4. Shigeto - Soul Searching (Ghostly International)
5. Ripperton - Chaos Calme (Feat. Van Hai) (Green)
6. Ripperton - City Lights (Feat. Van Hai) (Green)
7. Horror Inc. - The Absent (Perlon)
8. Horror Inc. - Remembrance (Perlon)
9. DJ Koze - Amygdala (Feat. Milosh) (Pampa Records)
10. DJ Koze - Ich Schreib' Der Ein Buch 2013 (Feat. Hildegard Knef) (Pampa Records)
11. Deadboy - On Your Mind (Numbers)
12. Deadboy - Geek'd Up (Numbers)

Remembrance
(463)
Yaşamak İçin Söz Gerekli.. Silinmeye Çalışılanları Hatırlamak Gerekli.. Bir Olmak Gerekli.. Şimdi..

Bir söz, basit bir kaç cümle iki hasbıhal üç vurgu dört tespit tanesi. Hepsi birbirine bağlı hepsi birbiriyle iletişim halinde ilerleyebilecek düşünsellik makamı bayağı daraltılan bir yerde sual edilenleri denkleştirmek için bir yol yöntem olarak el altında bulundurulan bir çıkış çabasının kendisi. Göze kolay gelip de bir kaç satır yazılana kadar, insanı enikonu sorgulara sevk eden basbayağı düşündüren küçük küçük yaralardan ve yüklenişlerden bir tane de olsa anlamlı cümle kurma, meramı anlatma gayretinin kendisi olan söz sözlerimiz. Algımızda sandığımız yahutta zannettiklerimiz değil hemen hepimizi ilgilendiren şeylerin alelacele bir gümbürtüyle, dosdoğru lafazanlıklar aracılığıyla apar topar yağmalanması, gözden ırağa taşınması gayretinde tam da mevzunun asıl ne olduğunu bildirme zorunluluğunu hatırlatandır. Görmek isteyene.

Bir bilmece değildir, iki bilmece kadar eğlenceli de değildir hiçbir zaman. Ne böyle bir bahis vardır ne de bunu gerektirecek bir mefhum. Yaşadığımız yer ortalıkta, yaşadıklarımız meydandadır. Hiçbirimiz için bir diğerinden daha ala veya kötü olmadığının okuması mümkündür. Hepimizi eşit kılan yegane şeyin bu neo-liberal çarkın dişlileri arasında hizaya konulmamızdır. Ne söz mü eyleyeceksiniz, nasıl hakkınızı mı arayacaksınız, ne diye ortalara dökülüp ben insanım! mı diyeceksiniz, yoksa kendi başıma ben bir örgütüm deme cüretine mi sahipsiniz!. Hepiniz fişlendiniz, dahası kelamın k'si ağzınızdan dökülürken bir yanınızdan bir yörenizden çoktan eksilmeye, azalmaya başladınız.

Hissiyatınızın, vicdan kantarınızın dile pelesenk edilmiş sözlerden ibaret bir malumun ilamı olmasından uzaklaştıkça, onun için de benim için de, bizim için de vurgusuna hiç ama hiç teklemeksizin sahip çıkmaya çalıştıkça ne olduğunuzun yansıması, tezahürü hepimize; tebliğ edilecek olandır. Susunuz. Bu laletayin, bayağı dümdüz söylene gelen şey bildik bir teraneyi çağrıştırsa da işte bu ileri demokrasinin yaşatıldığı yer olarak kendini tanımlandıran, konumlandıran bir ülkede kazın ayağının hiç te öyle olmadığı anlamlandırılasıdır. Net karşılığı bildirilesidir. Böyleyken böyle. Dert sadece belirli, her şeyi tanımlandırılmış olan bir cenaha değil, hepimize uğradığını anlamlandırabilmek o kadar zor mudur? Yaşamak söz konusuysa eğer, sadece rutinlerden ibaret midir gündeliklik?

Kafa yorulmasından o eylenden bayağı önce vurulmaya çalışılan ketler, önümüze çıkartılan televizyon, gazete ve internet medyumları aracılığıyla devlet dilinin, aklının neyi nasıl yapmamız ya da tersini zikreden bir propaganda mekanizmasına evrilmesi, bizatihi buna dönüştürülmesinin eylediklerini ne yana koymalıyız? Nasıl yapmalıyız? Düşünme edimini ne yaparsak da daha fazla sivriltsek diyerek, itibarsızlaştırmak adına Haziran Direnişi'nden bu yana gün günü kovaladıkça daha da belirgin bir biçimde karşımıza çıkartılanları, gözümüzün önünden saklananların yekününe bakmak ne zaman söz konusu edilecektir? Herkes 'devlet'in bu fuzuli, ziyan olarak gördüğü, bayağı münferit olarak sınırlandırmaktan da kendini hiç alıkoymadığı ve aklına gelen her şeyi her olumsuzlamayı dünyanın neresinde ne olup bitiyorsa onu da burada cereyen edenler ile birleştirme çabasının okuması ne yapılacaktır?

Çapulcu, ayyaş, arsız, vandal, marjinal, darbeci, vatansız, hain, işbirlikçi, terörist liste uzadıkça terbiye sınırlarının, devlet ağzının da argoya düştüğünü görmemize vesile teşkil eden bir suç yaratmayı ve herkesi terörize etme şartlanmışlığının yöneticileri ne hallere koyduğunu gösteregelen bir dinamiktir karşılaştığımız. Söz eylenmelidir ama içimizden her şeylere itiraz etmek bir tabi ki mümkün değildir, ama her şeyini evinin dört duvarının arasında kendi başına eylemeniz sağlığınız için salık verilmektedir. Kamu spotlarıyla duyurusu gerçekleştirilen ve zararlı olduğu ilan edilen şeylerde olduğu gibi kime göre ve neye göre kıstasını umursamadan direkt olarak hamlelerin gerçekleştirildiği bir yerde vicdan ne yandadır! Vicdandan arta kalanların da yağmalanmasına yeter artık demek bu kadar zor bir tavır mıdır.

Tarık Ali'nin Haziran Direnişi sürerken internetten ulaştırdığı dayanışma videosunda değindiği gibi devletin aklı olan birlikteliği alaşağı etmek, insanlar arasında ayrışımı derinleştirmek için her şeyi deneyip uygularken bir arada durmayı sağlamanın o edimi içselleştirmenin, hakikate evirmenin yollarını arşınlamak ne zaman söz konusu olacaktır? Ayrışmadan, anlayarak, sözü kesmeden, yaftalara gedik bırakmaksızın önemsemeksizin hangi zamanda bu esasa dönüşecektir. Yola çıkmaktan, adım atmaktan bunca korkutulmuş bir ülkede sesini, sözünü savunmanın her ne olduğunu anlamlandırabilmek konusunda kendiliğinden başlayan, ilerleyen bu günlerde azalmış gibi görünse de varlığını koruyan, öğrenerek geliştiren bir dayanışma kültürüne belaltı vurmalardan medet ummak Mısır'da olan bitene darbe demiyor bunlar şarlamasının kadüklüğüne tutunmak nasıl bir akıl kıtlığının ortasında durduğumuzu göstermektedir.

Sadece Mısır'da eylenenlere değil Suriye'de gerçekleştirilen devlet terörünün de kıyasıya hiç yok sayılmadan zerre atlanmadan eleştirilmesi mütemadiyen devam ederken işin kolayını bulup bunlar, bunlar ve bunlar ayrımına tutunmak en olmadık şeylerde bile Haziran Direnişi'ne dair kötülük ve nefet kusmalar, hadlerini bilecekler, bilmeseler de öğrenecekler yollu söylemlerin sıklığı bütün bu meram dahilinde eylediklerimizi bütünleştirmeye çalıştıklarımızı düzenleyen, bütünleştiren bir okumayı beraberinde getirmektedir. Devlet aklı, halkın aklından çekinmeye tüm hızıyla devam etmekte, tüm imkanlarıyla kendi savunuşunu, meskenini yaşadığı kentini ve doğasını korumak için ses edenlerin tümünü bunlar darbe çağrıcıları diye anmak hafif tabirlere gerek yok anladıkları lehçeden söyleyelim arsızlığın ta kendisidir. Utanmazlıktır.

Hazıra konmaya alışkın olanların millet ile halk ayrıştırmasından hala beklenti içerisinde bulunmalarının kepazeliğidir. Yönetenler daima kendi bildiklerinin doğrultusunda her türlü fenalığı yaparken ederken bütün bunları hiç sordunuz mu da eylediniz, yola çıktınız diye dökülenleri bu serzenişleri bile bir potada eritmek ve dışlamak adına eylenlerin yekününe başkaca bir adlandırma kulağı tersinden tutmaktır. İktidarların topu cehenneme diye ilave edilesiyken, bu bildirimler bir makamı alt etmekten çok, darbeye davetiye çıkartmaktan çok hesap verilmesinin yinelenmesidir. Bir parkı park olmaktan çıkartıp betonarmeye evirmek nasıl bir hadsizliğin karşılığıysa, istanbul'un son nefes alanlarını da üçüncü köprü bahsinde katletmenin, beton ormanlarla donatılmış tüm kentlerin; yetmez daha fazla boğulmasının yollarının arışınlanmasına karşı olur mu denmelidir. Ne yapılmalıdır dert dosdoğru anlaşılabilsin.

Halktan çıkan tahayyüllerin, beklentilerin tümüne en olmadık argümanlar yetiştirilirken velveleyle, alelacele makus kaderimiz olarak rutinimizin bir parçası haline sabitlenen polis devleti mefhumu gerçekçil kılınmaktadır. Sürekli hadleri bildirilecek olan halklara karşı kolluk kuvveti cumhuriyeti. Başımızda, sürekli bizleri yönlendirecek bir başvekil, sözünden zerre ayrılmayacaklarına ant içen vekiller, bürokrat ahalisi, bir dolu gıkımız çıkmayacaktır devletlum oluruna teslim eğitim kurumu yöneticileri, rektörler, köşe kadılarından atılacak manşetlere kadar aferin beklentisini, sonrasındaki ranttan nemalanmayı halen beklentileyen yandaş medya kurumları dururken bunlar birer 'gerçek haline dönüşmüşken susmak mıdır gereksinimimiz. Yoksa ses çıkartılanlar bunca çoğalmışken, önemsenmesi lazım gelirken üç maymunluk mudur gereksinimiz! Yetmedi mi?

Devlet aklının birbirine lehimlemeye çalıştığı her halükarda olumlanabilir olan şeyleri ayrıştırmak yıkmak bir kez daha karşılaşmamak üzerine kurulduğu afakidir. Haziran Direnişi sonrası gün aşırı gündem diye yutturulmaya çalışılanların yanında, tıpkı Mısır'da, tıpkı Irak'ta, tıpkı Suriye'de, Bahreyn'de, bütün Kürdistan yurdu ve ahvalinde, Kıbrıs'ta ve her yerde dillendirilen insanlığı asgari müşterekler üzerinden kurabilmektir bir kez daha. Kimseleri karıştırmadan, devletin sopasını kendisine saklamasını talep ederek. Her olmazın, her yol vermeyizin sonunda dönüp dolaştığı yer tıkanmadır, zulümdür, peyderpey adı anılası kıyamet olduğunu yineleyerek inat edilesi hakkı talep etmenin gerekliliğidir.

Söz konusu edilenler ile akla zarar beyanat ve cümlelerin birlikte koşturulduğu, kıyasıya yarıştırıldığı zaman diliminde halkların kelamını işittirmek hepimizin ödevi, sorumluluğudur. Aması, başkası, fakatı, öylesi böylesi yoktur. Olmayacaktır. Halen maskelerin ardına kendini saklayaduran devlet tahayyülünün doksan yıllık cumhuriyet tarihi boyunca sürdüregeldiği aman bu halk kendi sözünü duymasın!, aman el aman diyen kimselere el uzatmasın, hakkını aramasın sözü eylemesin, eyleme geçmesin beklentisine karşı elimizde tek bir şey var o da umudumuz. Vicdanın bile isteye körleştirilip plastikleştirildiği, her sözün ardında acaba ne demek istemişti bunlar yolunun ve takibinin süreklileştirildiği bu sathda ve her yerde başkaca bir yolun başka bir dünyanın tahayyülünün, adaletinin, özgürlüğünün mümkünatına kafa yormanın zamanı gelmemiş midir? Hiç değilse tartışabilsek, konuşabilsek az şey midir?

Demokrasi dediğimiz şey nedir bu meramı hiç düşünmeyenlere, günün getirdiğinin karanlıktan başkası olmadığını fark etmeyenlere verilecek cevaplar için elimizdeki teş şey 'Publius Terentius Afer' in "In Me Omnis Spes Est Mihist" (bütün umudum kendimde) sözündedir!. Esas resim, görülmesi gereken onu fark edenlerin dillerinden dökülenlerdedir. Netliğini enikonu kaybeden, kaydedilmiş, kadrajlanmış görüntülerin giderek belirsizleştiği, silikleştiği sarının tonları hakim kılındıkça detayların da artık zar zor seçilebildiği bir resim tasvirine bürünmekte yaşadığımız güncellik. Solmasına müsammaha gösterilen resmin sınırlarında hayat tecrübesinin de altı üstüne getirilmekte, üzerinden çiğnenip gidilen bir mefhum haline dönüştürülmekte haddizatında.

Her koşul ve şartta gösterilmesi, bilinmesi, aşinalıktan öte içselleştirilmesine uğraşılan, didinilen şeylerin her ne hallere konulduğu, nasıl detaylar haline indirgetildiğini sorgulatacak olan bir medyumdur resim. Dünümüz bir dolu renk, rengahenk bir dolu sözle bütünleşip resmin ilk anları gibi capcanlıyken tahakküm mevzisinin sağlayabildiği atlanmaması gereken, yol verdiklerini bir kez daha hatırlatandır. Bütün renkleri soldurmak adına eyledikleridir. Haddi ve hududu yeniden kotarmasıdır hep aynı, her dem bildiği gibi hınçla, öfkeyle ve daha fazla azrail kesilerek, zulm ederek. Gördüğümüz, vakıf olduklarımız ile şimdi karşılaştıklarımızın birbirlerinden bu kadar ayrışık ve apayrı hallere dönüştürülmesinin yol haritasıdır her bir solgun resimde, resim dahilinde görmeye nail olduklarımız.

Detaylar topyekün lime lime edildikçe ortaya sapsarı bir boşluk peydah olacaktır. Görülmesi bir yana bilinmesinden bile bunca hicap duyulan, korku dağlarının yükseltilmesinin müsebbibi utanç vesikaları yok oldu sanılır. Oysa ne görünmez olmuştur, ne bilinmez her şey ortada her şey meydandadır. Tahakküme alıştıkça muktedirin, bugünün yöneticilerinin tahayyülleri, dar görüşleri, kuralsızlığı yüceltmeleri ben ben ben diye sayıklamaları çok daha keskin, kesin bir biçimde ortaya çıkacaktır. Resmin bileşenleri, o rengahengi sembolize eden detaylar küçükten büyüğe müdahaleler ile zaptedildikçe bir sonraki evre, sarıya kesilmiş mefhumda sopsoluk belirsizlikler başımıza musallat edilir. Buna yol verilir tastamam.

Büyük biraderin oyunun düzeni kurulmuştur!. Böldükçe, ayrıştırdıkça her detay üzerinde kurulan tahakküm arttırıldıkça, söze gem vuruldukça, sözüm var diyene dur hele denildikçe bu soluk belirsizlik bir mefhumdan gerçeğe evrilir. Dert tek değildir ya da tek bir hamle ile hal yola koyulabilecek değildir. Aslolan o tahakküm suretinde hemen her şeyin yeknesaklaştırılması, tekdüzeleştirilmesi sıradanlaştırılmasıdır. Solgun resim bütün evrelerin neticelerinden birisidir. Sözümona ilerleyip gelişirken tüm o bilinen, inanılan(!) modernizm şematiğinin yepyeni bir dokunulmaz tabu haline evrilmesinin çabalarıdır karşılaştığımız. Sorgu tanımazlığı tescil edildikçe hep daha fenası, daha zorunun katara eklemlenmesinedir sözü getirmek istediğimiz.

Modernleştikçe, Bin dokuz yüz seksen dört yazının başka bir evresi gününümüzü kotarıyor. Sayfa sayfa hakikate evriliyor. Modern hayatlarımızın hiç şüphe taşıtmayacak köleliği tescil ediliyor. Gözetmen olası hatalarımıza karşı her durumda olduğu gibi kayıtta. Hep kayıt hep gözetim altındayız, vesselam. Hakikatin kendisi dönüştürülüp bildik ucubeye tam ve eksiksiz dönüştürülür. Kentler, mekanlar, mahalleler, ormanlar ve her yerler zorunluluk başlığı altında ranta peşkeş çekilirken, düşün, akıl ve tözde hatta bedenlerin de bu dönüşüme kurban edilecekler olarak savlanmasının yolları arşınlanılır. Resimde gözyaşı, dert, elem biriktirilirken sapsağır bir griliğin duvarları ördürülmektedir.

Yaşadığımız yer başka, tahammül ötesi, hayallerin sınırlarını alaşağı etmekten hemen hiç gocunmayan bir yere sözün gelişi değil basbayağı sıkıştırılıp beti benzi attırılırken karşılaştıklarımızdır resmi düşündürecek ve çözümletecek olan. Emeğin işte bu neo-liberal tahakküm düzeninde eylediği düşük ücret, asgarinin de altı bir hayat tecrübesine yeter artık diyen Kesk'in Ankara yürüyüşü sırasında kolluk kuvvetlerinin aldığı tavır eylediği zulümdür resmin kendisi. Ne kadar bilinmez sanılsa da görünenin bunca sepyalık arasında bile faş olmasıdır. Nakşolunan insana uygun, adil, güvenilir, eşit ve özgür aynı zamanda da demokratik bir ülke tahayyülünün ya da bütün bunlara çabalanım için mücadele etmenin bile fecaate dönüştürülmesidir.

Aynı gün Antakya'dan Haziran Direnişi'nin kayıplarını anmak, sorumsuz sorumluların hesap vermeleri için adalet çağrısını yineleyen aktivistlerin İstanbul'a yürüyüşlerinin Gümüşsuyu'nda bizatihi kolluk kuvvetice engellenmesidir resim. Her sözün daha başlangıcında devre dışına çıkartılmasıdır. Altı otobüs çevik kuvvetinden, tomasına, gazına orantısız şiddetin devamlılığıdır. Resim silikleşmiş olsa da işte bu devlet aklının halen düşman mevzusunda karşısına konumlandırdıklarının kimler olarak bellemeye devam ettiğini açık seçik ilan eden utanç vesikasıdır. Gümüşsuyu'nda cenk varmış gibi, fenalıklarla korumaya çalışan devletin hali pespayeliği bu kadar alenidir.

Bunun başka bir tecrübesi aramızdan çekilip alınan Ali İsmail Korkmaz'ın anması için toplanan yurttaşlara yapılan orantısız müdahalede de görmek mümkündür Yeterince dikkatle bakıldığında devlet suçu o sapsarı medyumda bile dımdızlak, dosdoğru ortadadır. Bu kadar kesindir. Utanalım. Kör şiddetin amanvermezliği her nerede ve her nasıl yaşanıyorsa ona da tehdit olarak ele alınabilecek, duyurulması zorunlu bir sınanıştır. Sınandıkça tükenmeyi sıradanlaştıran bir muktedir algısında, hayat ne yandadır, hangi yönde, hangi günde!. Berkin Elvan'ın yaklaşık yetmiş gündür inadı ile tutunmaya çalıştığı ama bir türlü aramıza dönemediği düşlerinin kendisi midir? Düş gibi bir şey midir, kalkılmak istenmeyen!. Ekmek almak için çıkmışken evden bu devletin merhametsizliğinin o bildik şiddeti ile yüzleşmiş, nasibini almış bir çocuğun düşlerinin zaptının hali nice olacaktır? Görüntüsü iyice soluklaşan resim ne olacaktır? Gel de yaşa.

Medeni'ler, Abdocan'lar, Mehmet'ler, Ethem'ler, Ceylan'lar Uğur'lar ve daha niceleri varken gel de yaşa. Ortada delil ya da suç teşkil edebilecek herhangi bir eylem söz konusu değilken f tipi'ne mahpus edilen, kanser hastası Kemal Avcı gibi tutsaklar varken gel de yaşa, yaşayabil! Demokrasinin bu ilerisinde bu kısacık değindiklerimiz gibi pek çoklarını ilave etmek mümkün her anında başka bir sınanış eklenirken Ali İsmail Korkmaz'ın linç edildiği görüntüler düşer ekranlara. Gel de yaşa!.. İsmail Saymaz'ın çabası ile görünür kılınan, köşe bucak saklananların bir kere daha teyit olunduğu can güvenliğinin, toptan hücceten yıkılmasının bir başka vesikasıdır karşılaştığımız. Silikleştirildiği sanılan resmin dahilinde devletin ister kolluk kuvveti, ister paramiliter destekçileri vd. elinden cana kastedilmesinde halen bir sorun görülmemesidir.

Bir sokakta tek başına yakalanmaya görsün bir çocuk ya da bir genç ölümün soğuk yüzü ile tanıştırılacaktır. Hiçbiri yapılmazsa o kadar fenalığa ulaşılmazsa haddi bildirilecektir!. Bu kadar derinlemesine kelam düzmeye gerek yoktur. Hatta bu yazılamanın da bir önemi yoktur. Öldürmek buna teşne olmak bu kadar kolay mıdır? Can almak karşıt fikirlere karşı bir savunuş mudur? Nereye kadar. Hayat hiçbir koşulda iyi ya da ehvene varmamışken, bunca tehdit ve hakarete teklemeksizin, koşulsuz biat talep edilirken, her an nutuk çekilirken bir gencin asmayalım da besleyelim mi aklının devamı, ve o hukuk içerisinde gereği yapılacaktırların, müebbetlik bu gezi direnişçileri lafazanlığının amasız gerçek kılınmasıdır. Korkunç gerçek.

Can alanların evlerde zor tutulduğu söylenenlere mal edilmesinin utancını da ekleyebiliriz. Nasıl yanisi bol sorgular? Katilleri besleyen, semirten yeri geldi mi kollayan, mahpus değil misafir olarak istirahata buyur eden, bir şeyler ortaya çıktığında rica minnet bir şeylerin gevelendiği, adaletin hükümetlerin kör fahişesi kılındığı bir yer, ülke tahayyülü bir kere daha gerçek kılınır. Korkunç gerçekliğimiz. Ulaştığımız bu menzil bir hayata denk gelebilecek felaketlerden, insan eliyle kotarılanlardan bir kısmıdır. Bahsettiklerimiz yanında bir dolu daha vakıa vardır, yaraları kanamaya devam eden. Görebildiğimiz kadarı bile ağırdır. Ağıtlar yükleniyoruz omuzlarımızda. Sorumsuz sorumluların gözlerimizin içine baka baka yalanlarına şahit oluyoruz.

Özgürlükler on bir sene öncesine göre arttı derken bile yalancı ve arsızlıkları görüyoruz hala. İğnenin ucu hepimize dokunurken, hepimizi tarumar ederken, artık açılan yaraların daha da onarılmaz kılınmasına karşı ses ediyoruz. Çürümenin hepimize eylediklerinin dehşetini paylaşıyoruz. Modernizm masallarında, ağızda sakız gibi çaklatılan istisnasız hayatlarımız olduğunu, istatistiki matematiksel ya da zaruri bir meselin     dipnotuymuş gibi seslendirilmesine isyan ediyoruz. Yeter artık. Hayat hiç te kolay kılınmamıştı. Bugün her şey daha zor. Sınavlar öylesine ağır böylesine sık ki değil nefes almak bir tek anlamlı söz bile çürümenin dehşetini, korkunçluğunu anlamlandırabilmeye yeterli gelecektir.

Kusur olarak belletilmiş, yanlış olarak değerlendirilmiş, hakkaniyetten uzaklaştırılmış eğilip büküldükçe gördüklerimiz, yaşadıklarımız eski zamanlardan şimdiye bu yerde biriktirilip istiflenmektedir. Kendimizin bildiği muktedirin sahip çıktığı mefhum utanç vesikalarıdır. Bu yığıntı gerçekleştirilirken vahim olan, insanlığın, vicdanın kantarının da topyekün bozulmasıdır. Ona ayrı, buna ayrı hakkın, hukukun, sözün seslenişin ve sahip çıkışın normal addedilmesidir. İyi de nereye kadar bu böyle gidecektir, tam da sorulası ve sorgulanasıdır. Haziran Direnişi'nden bu yana sürekli olarak ambalajını değiştirip duran oysa içeriği hep aynı fikri sabitlik makamından utanç vesikaları, bir dolu yıkım ve bozguna uğratma çabasına rağmen düşündüklerimizle bu ayrıştırmalar, had bildirmeler döneminde yol bulabilmek, başka bir dünya tahayyülü için yaşıyoruz..Yaşayacağız hep birlikte. Sese.. söze.. hayata...özgürlüğe.. kelama varmak için..

>>>>>Bildirgeç
Çığlık
Akın OLGUN 
Birgün Gazetesi

İçimizde birikiyor ve boğazımızdan taşarak dışarı çıkmanın bir yolunu arıyor. Yumruğumuzu sıkıyoruz. Parmaklarımız çatırdıyor. Gözlerimizden akıtıyoruz onu. Nefessiz kalıyor ve boğulacakmışız gibi bir an iç geçiyoruz.

Boğazımızda birikiyor ve düğümleniyor.

Bir ayıpmış gibi tutuyoruz onu.

Bir an tüm gözler üzerimize çullanacakmış ve herkes bizi işaret edecekmiş gibi büzülüyoruz.

İçine doğru çöken ses, kalbimizi sıkıştırıyor.

Oysa bir bıraksak, bırakabilsek özgürlüğe, çığlığımız, etrafımızda uyuyan herkesi sarsarak kendine getirecek.

Çığlıklar başımızı sıradanlığımızın üstüne taşıyor. Bir an her şey çığlığın kendisi oluyor. Tepeden tırnağa titriyoruz ve kendi çığlıklarımızla başka çığlıklara akıyoruz.

Ali’yi öldürdüler. Hem de hiç korkmadan, çekinmeden, tereddütsüz, hırsla öldürdüler.

Budaklı sopaları indirdiler bedenine, alınlarında biriken öfke terlerini gömleklerine silerek silikleştiler karanlıkta. Onlar köhne karanlık bir köşeye çekilirken, Ali İsmail Korkmaz doğrulup yürüdü son mecaliyle.

Sırtında, kafasında budaklı odun ağrılarıyla yürüdü ve yürüdü...

Sonrasını hepimiz biliyoruz, diğerleri gibi o da aramızdan ayrıldı ve geride gülen ışıltılı bir yüz kaldı.

O kadar kolay linç edip öldürdüler ki öylece bakakaldık.

Önce “Allah belanızı versin” diye bir beddua döküldü dilimizden. Sonra yüreklerimize yıllar yılı oturtulan o taş çatladı orta yerinden.

Çığlıklar attık, atıyoruz.

Sadece kendimizin duyacağı kadar değil, herkesin duyabileceği kadar yüksek...

Çığlıklarımız kendine bir yol bulup akıyor içimizden dışarıya doğru. Her çığlık kendi yolunu bulur muhakkak ve her çığlık “neden” sorusunu sordurur insana.

Sorduk biz de. Neden?

Sorularımız el ele verip çoğaldılar.

Sevmediler hiçbir sorumuzu. Biz sordukça onlar suçlular için kalemlerini açacaklara sokup çevirdiler:

“Darbeciler, camide içki içtiler, türbanlı kadına saldırıp üstüne pislediler” gibi ıncıklı cıncıklı örgüleri cağlarına geçirerek kara propagandaya ilmikler attılar.

Onlar suçlarını ve suçluları akladıkça payları da büyüdü. Daha güçlü çelik kasalar, daha büyük evler, en pahalı markalarla rötuşlar yaptılar hayatçıklarına.

Ne yaparlarsa yapsınlar üzerlerine yapışan suçluluk duygusundan asla kaçamayacaklar.

Biz, her çığlık attığımızda onlar kulaklarını kapatacak, gözlerini sıkacak, ama hep duyacaklar.

Bugün aramızda beş insan yok. Beş genç, hayallerini, umutlarını toprağa bıraktılar.

Bedenlerinde devlet şiddetinin izleriyle ayrıldılar aramızdan.

Onların üzerinde tepinen şahsiyetler ise “nasıl, ben çok şık giyiniyorum değil mi?” utanmazlığıyla rüküş hayatlarına onay mührü isteyerek, moda ikonası pazarına yuvarlanıp ve hemen her konuda uzmanlıkları olduğuna dair büyük iddiasıyla kalıpsız efelik yapmaya devam ediyorlar.

Mazluma mazlumdan yanaymış gibi efelenmenin buluşu ile çalkalıyorlar ağızlarını ve tüm pisliklerini tükürüyorlar acı çekenin üstüne.

“Başımızı belaya sokmayalım yeter” diyerek sopalarla Ali’yi linç eden o eşek kadar adamların kılıktan kılığa girerek “bin bir surat” oluşlarıyla aralarındaki bağ o kadar güçlü ki.

Ama başlarını belaya soktular. Hem de çok fena...

Korunduklarını, korunacaklarını düşünüp zamanla unutulacağını sanarak ricat ettikleri her yerde annelerin çığlıklarını işitecekler.

Ellerinden alınan evlatlarının kanlı gömleklerini hep gözlerinize sokacaklar.

Unutmayacak ve unutturmayacaklar.

Evet, başınızı belaya soktunuz. Gencecik insanların üzerine hayvanlar gibi çullanıp linç fırsatçılığı ile katlettiniz.

Mazlumdan yana yükselen çığlığın ne kadar devrimci olduğunu anladığınızda çok geç olacak.

Ruhunuza kötülüğü kim üflediyse ona sığınabilirsiniz.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala "akil" olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Sözün kerameti ifşaatın sınırlarındadır. Bazen tek bir cümle bile yeterli gelecektir. Bazen bir dolu söz eklerseniz de az kalmış tüme varılmamış gibi bir hissiyatı beraberinde getirir. Meram'ın sınırlarının dışına, az ötesine çıktığımızda Akın OLGUN'un kaleme aldığı Çığlık'lar gibi yazılar bizleri beklemektedir. Sözümüzün yeterli gelemeyeceği hal ve durumlara karşı el altında tutulası, zihnin bir köşesine kaydedilesi betimlemeler vardır. Hayat için.. görebilmek ve anlamak için. Akın OLGUN ve Birgün Gazetesi'nin anlayışlarına binaen makaleyi, meramı bu sayfalara alıntılıyoruz..


..Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam...İyi Haftalar...

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Gördüm - Bir Gezi Parkı Direnişi Belgesel Filmi - Documentary Film - R H - Vimeo
Dönüşüm - Gentrification Belgeseli - Yönetmen Hakan TOSUN - Youtube
Hemzemin Forum Postası
Gezi Postası
Gezi Sekmeleri
Park Hareketi
Gezi Park Eylemlerinin Görsel Arşivi
Sesli Meram: Deuss Ex Machina Kayıt Bloku.. Gezi'den Şimdiye Ses ve Söz.. #Podcast
Çığlık - Akın OLGUN - Birgün
Ali İsmail Korkmaz… - Misak TUNÇBOYACI - Nor Zartonk
Ali İsmail Korkmaz’ın Korkak Katilleri - Ruşen ÇAKIR - Gazete Vatan
Eskişehir, Ali İsmail Korkmaz İçin Yürüdü - Radikal
Ali İsmail - Apo Uyan - Birgün
Caner ERTAY: “Beni Gözaltında Kaybedeceklerini Düşündüm” - Doğu EROĞLU - Şiddet Hikayeleri
Taksim'den Amed'e - Aysel TUĞLUK - Radikal 2
Gözlerimi Kapatıp Açayım Da Uyan - Barış İNCE - Birgün
İlhan Cihaner'den Berkin Elvan Soruları - soL
Medeni‘nin Dosyası Avukatlara Kapalı, Jandarmaya Açık - Elçin YILDIRAL - Birgün
Talep Ediyoruz - Pakrat ESTUKYAN - Nor Zartonk
Demokrasiyi Sorgularız - Özgür MUMCU - Radikal
Zapatista’dan HDP’ye: Yatay Siyasetin Zorunluluğu - Sarphan UZUNOĞLU - SU' Blog
Çapulcular, Marjinaller, Vandallar - Deniz CAN AYDIN - Sendika.org
Adalet Yürüyüşü 32 Gün, 1200 Kilometre Sonra İstanbul'da - Haluk KALAFAT - Bianet
Occupied Times David Harvey Röportajı - Marksist Ekonomi Politik
Sözde Demokrasinin Sözde Teröristleri - Ahmet ŞIK - Radikal Kitap
Hamaset ile Teenni - Mücahit BİLİCİ - Hür Bakış
Cumartesi Anneleri 439. Kez Galatasaray'da - Yarın Haber
"Beceriksizliğin Faturası Utku Kali'ye Zulümle Ödettiriliyor" - Muhalefet.org
Ana Dilde Eğitim Meselesi (1) - Mıgırdiç MARGOSYAN - Evrensel
Anadilde Eğitim İçin Dilekçe! - Yüksekova Haber
‘Kışın Da Forumdayız, Bu Daha Başlangıç…’ - Sendika.org
Temsil'e Karşı İfade'nin Arzu Makinası: Çokluk - Cengiz BAYSOY - Otonom
Komşuma Dokunma! - Nor Zartonk
'Tutuklu İki Kişiden Biri Alevi' - Gerçek Gündem
‘Fişledik, Fişliyoruz, Fişleyeceğiz’ - Vagus.TV
O Tehditler Bitti, Bu Tehditler Ne Olacak? - Ezgi BAŞARAN - Radikal
[Akademik Terörist] #ÜniversitelerdePolisOlmasın - Ahmet A. SABANCI - Cyberspace Aylağının Günlüğü
TSK’nın Kilise ve Manastırları Ortaya Çıkıyor - Emre ERTANİ - Agos
Soy Kodu Ya Da Malumun İlanı - Dikran M. ZENGİNKUZUCU - Evrensel
Bakan Doğruladı, Tapu Kayıtları Mit'te. - Aktif Haber
Kapınızı Kapatmayın… - Gün ZİLELİ - GZ' Blog
Batı Şeytan, İslam Alemi Melek! - Ayşe GÜNAYSU - Özgür Gündem
‘Diren Rojava!’ - Nûjiyan ERHAN - Yeni Özgür Politika
‘Değerli Yalnızlık’ Değil O, Tükenmişlik Sendromu - Erdal GÜVEN - EG' Blog
Dışarıya Kabadayılık, İç Telaştan; Maliyeti İse Yüksek - Mustafa SÖNMEZ - MS' Blog
Şiddet Pornografisi ve Kuyruk Acısı - Hektor VARTANYAN - Radikal Blog
Erdoğan: Ülkemizin Meydanları 2. Tahrir Olmayacak; Adeviyye, Rabia Olacak - T24
Tahakkümün Tezahürü - Karin KARAKAŞLI - Radikal 2
Mısır’dan Gezi’ye Uzatılan Yol - Yetvart DANZİKYAN - Agos
Şêr Olursa Eğer Şer - Ayşe BATUMLU - Özgür Gündem
Gezi Parkı’nın Ortasından Rabia’ya Selam Olsun - Ali AHMET  - Radikal.Blog - Marksist.org
Egypt: Mass Attacks On Churches - Rapor - Human Rights Watch
U.S. Officials Differ On Status Of Military Aid To Egypt - Jessica YELLIN - CNN
Mısır’ın Kanlı 28 Şubatı: ‘Mursicilikten Erdoğancılığa’ - Veysi SARISÖZEN - Özgür Gündem
Ters Köşe: Rabiacılara Neden Karşıyız? - Sevan NİŞANYAN - En Son Yazılar
Casuslar, Suriye'de Kimyasal Silah İddialarını Araştırıyor - Adam ANTOUS - Siobhan GORMAN - Cassell Bryan-LOW - WSJ Türkiye
1 Milyon Suriyeli Çocuk Artık Mülteci - Euronews
Suriye'de Kimyasal Saldırı İddiası: 1300 Ölü - Hürriyet Planet
Syrian Activists: More Than 750 Killed In Gas Attack Unleashed By Assad Forces - Ha'Aretz
Ayşe Berktay: Barış İçin Söyleyecek Sözümüz, Gerçekleştirecek Gücümüz Var. Hâlâ! - Sibel YERDENİZ - T24
Demokratik ve Modernist Olacağız Heval! - Özgür AMED - Özgür Gündem
Avesta: 40 Yıl Savaşsak Varacağımız Nokta Çözüm Süreci Olacak - Candan YILDIZ - T24
Ters Köşe: Kürt Kongresi Barışın Muhatabı - Tuğba TEKEREK - Taraf
Diyarbakır’ı Doğru Anlatmak - İshak KARAKAŞ - Maletepe'nin Nabzı
Devlet ‘Süreç’ Tanımıyor! - Xwe Metin AYÇİÇEK - Yeni Özgür Politika
"Fikirtepe’de Ruhsatları 1 Ay İçinde Patır Patır Vereceğiz" - Yapı.com.tr
'Bostan Çevresi Kamu Yararı İçin İmara Açıldı' - İdris EMEN - Radikal
4 Dönüm Bostana 3 Ayrı Plan - Sendika.org
Yenikapı Sahil Dolgu ve Maltepe Sahil Dolgu Projeleri - Toplumun Şehircilik Hareketi - İMECE
SGK Başkanı: “3 Değil 5 Çocuk” - Sendika.org
Gezi İntikamı Sürüyor: Eğitim-Sen Şube Başkanı Açığa Alındı - Muhalefet.org
Gezi’de İkinci Vergi Kurbanı İnşaat Mühendisleri Odası - Taraf
KESK’in “İnsanca Yaşam” Yürüyüşüne Polis Saldırdı - Sendika.org
Standard Profil’in Kapısında 100 Gün! - Nuran GÜLENÇ - Sendika.org / Sol Defter
Toronto Gezi Forumu: Gezi Renklerinin İzdüşümüyüz - Yeni Hayat
Kafkasör’de “Gezi Hayaleti” Dolaşıyor - Özgür Gelecek
Dünya Genelinden 1700 Aktivistin Dahil Olduğu 'Zapatista Özgürlük Okulu' Mezunlarını Verdi - Başka Haber
Robinson Crusoe’dan Direniş İçin Destek Çağrısı - Zeynep Ekim ELBAŞI - Agos
İstiklal Caddesi'nin Sayılı Kitapçılarından Biri Olan Robinson Crusoe'dan Takipçilerine Çağrı - Başka Haber
Emek Sineması Hakkındaki Davanın Reddi Kararı Danıştay Tarafından Bozuldu - Derya KARADAĞ - TMMOB İstanbul Büyükkent Şube
Facebook's Kurdish Problem? - The Stream - Al Jazeera
Akşam 6'da Türk Telekom Networkü Çöktü - Türk.Internet
Defcon Güzeldir - Ahmet A. SABANCI - Cyberspace Aylağının Günlüğü
Uluslararası Af Örgütü’nden ABD’ye Çağrı - Rusya'nın Sesi
Bradley Manning Comes Out As Transgender: ‘I Am A Female’ - Aaron BLAKE - Julian TATE - The Washington Post
İsveç'te Başörtüsü Dayanışması İsveç'te Başörtüsü Dayanışması - BBC Türkçe
Radikal Yazarından 'Linç Ediliyoruz' İsyanı! - Gazeteciler.com
Occupy’dan Gezi’ye Bir Sosyal(ist) Ağ İhtiyacı - Sarphan UZUNOĞLU - Evrensel
Haziran Direnişi ve Muhalif Gazeteler: Bir Medya Analizi Denemesi - Önder ÖZDEMİR - Sendika.org
Solcu Bir Gazete, Solculuktan Önce “Gazete” Yapmalıdır… - Gülseren ADAKLI - Medium / Media
Agos Gazetesinde Çıkan Bir Habere İlişkin Lambdaistanbul’un Basın Metni - Nor Zartonk
Peki Editör İşini Yapmazsa Ne Olur! - Ali EROL - Kaos GL
Ercan Kesal: “Sanat Sadece Hayatı Taklit Etmeye Çalışır. Bu Yüzden Hayat Sanatı Her Zaman Yener.“ - Notosoloji
Cesur Yeni Dünya Üzerine Emprovize Musiki Denemesi - Ömer NACİ JR. - Futuristika!
No Tav Hareketi Yine Saldırı Altında - Silvia FEDERİCİ - Otonom
Gezi Parkı ‘Taksim Bahçesi’yken Beyoğlu’nda Ermeniler - İlknur TAŞKÖPRÜ - Agos

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan - Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
---------------------------------------------------------
>>>>>Info Go-R-Sel
Knowledge..

>>>>>Poemé
Türkiye - Küçük İskender*

Allen Ginsberg'e

Oğlanlardan ve alkolden vaktim arrtıkça seni düşü-
nüyorum Türkiye, inan doğru bu kere yanılsamam
ve ruhumun yavşak zıpırlığı, hiç değilse ayık
dolaşamayacak kadar dürüstüm,

Türkiye, Tarkan öleli çok oldu, artık onu unut; bu-
nadı kurt. Playboy'a annemin çıplak resimlerini
satarak Beyaz Saray'a sırnaşmayı düşlüyorum
spermi biraz fazla kaçırdığımda,

Beş parasız paraladığım sokaklarında embesillerini
ve taşak kalpli aydınlarının sidik yarışlarını
görüp bol bol osuruyorum, başbakanı dinlerken
televizyon karşısında ekrana ekmek teknemi aç-
mak ya da esrar içmek, geğirmek en büyük mutlu-
luk bana verdiğin,

Otuz bir çekmediğim gecelerde düşler kuruyorum se-
nin hakkında, hür hülyalarımda sana zerre kadar
yer vermiyorum ama, maalesef ayakta kalıyorsun,

Sosyal demokrat idiotlarını, orospu tavukların
uğrak yeri sanat galerilerini, festival sar-
kaçlarını, ölüsevici kültürünün uyanık tez-
gâhtarlarını ve tezgâhın altında neler dön-
düğünü farkedecek kadar sosyalistim,

Hapsine düşmedim henüz, o yüzden tam solcu sa-
yılmam köle pazarı piyasanda, kıçına cop
girdiği için şair olanlardan da değilim; eli
kulağındadır tımarhanelerinden birinde tes-
cilli manyak olmamın ve koynuna girmediğim-
den dorukta sıçanların, o yüzden ibneliğim
de test edilip onaylanmadı,

Uyuşukluklarıyla iktidara peşkeş çekip çaktır-
madan, sonnet'leriyle, balad'larıyla köçek-
leşen, raconları kıyak geçme üzerine kurulu
mason-ulema tayfanı da tanırım, sen de bilir-
sin ki havlayan it ısırmaz Türkiye, bak, biz-
bizeyiz, çekinme, şu azınlıkları ne zaman ke-
sip kızartacağız, çok acıktım Türkiye,

Nâzım'ını severim, buna kızabilirsin, ama bazı
-ne demekse- naif şairlerinin, devlet sanat-
çısı olmasına ve adının iktidar şakşakçısı
starlarla bir anılmasına dair çabalarına izin
verdiğinden, sana korkunç müteşekkirim, inti-
harımı hızlandırıyorsun böylelikle, böylelik-
le artıyor kirim ve seninle kirimiz, ne gam?
iyi akşamlar. Persil Supra.

Mustafa Suphi, artık hamsi mi Türkiye, dikkat et,
balıkları örgütlemesin,

Allah'a inanmıyorum, Osmanlı'yım velhasıl, akın
edip Avrupa'ya, toplayıp getiremesem de cil-
lop gibi veletleri, n'apalım, buradaki lüm-
pen teen-ager'larla idare ediyorum,

Türkiye, ayıptır sorması ne zaman akıllanacağız;
Türkiye, Kıbrıs'ın yakasını ne zaman bıraka-
cağız ve ne zaman yaraşır olacağız binlerce
devrim şehidimize,

Türkiye, hiç terbiye edinemedim, yeteneğim bu ka-
dar; çük kadarken okudum Sabahattin Ali'yi,
Kafka'yı, Dostoyevski'yi, London'ı; Kapital'e
başlayışım babamla aramızda çıkan küçük bir
harçlık sorununa dayanır,

IQ'larımızın düşük olduğunu sanmıyorum, peki
bir eşek şakası mı bu; köy enstitüleri,
halk eğitimler, halkevleri ne ayak; Behice
Boran, iyi ki unutuldu; iyi oldu, eline
sağlık Türkiye,

Hasbelkader bir önerim var: CIA, Eurovision'u
kazanmamızı, AET'na girmemizi sağlayamaz
mı acaba, şüphesiz, eh benimki de salaklık,
haklısın Türkiye,

Bizi milletçe sevmeyenlere ayar oluyorum; ağız-
larını burunlarını kırarak onlara medeniyet
öğretmek istiyorum Türkiye,

Ben, sex-shop'ların, komünist partinin, müslü-
man demokrat partinin, rock partinin,
çeşit çeşit gay barların açılmasını, askerliğin
kaldırılmasını istiyorum Türkiye; bu top-
raklarda Nobel, Oscar, LSD, özgürlük ve sik
anıtları görmek istiyorum: kişi başına düşen
milli gelirden bana ait payı iade ediyorum
bütün bu harcalamalar adına sana; hapishane-
ler, hayvanat bahçeleri, kamplar, tımarhane-
ler boşaltılsın derhal; ben bütün kentlerin-
den barışla, erdemle, insanlık haklarımla ke-
yiften gebere gebere, ıslık çalarak dolaşan
bir seyyah olmak istiyorum; Mandela kötü a-
dam, döv onu Türkiye,

`Uzak Asya'dan gelip Akdeniz'e bir kısrak ba-
şı gibi uzanan bu memleket... sizin! afiyet
olsun efendiler' demekten bıktım, bıktık,
anlıyor musun, orada mısın Türkiye,

Ama yine de memnun olmuyorsan bu tavırdan ve
kızıyorsan ve sinirleniyorsan, olsun, biz
yine geliriz; yine yazar, söyleriz; ölürüz;
biz yine gideriz; sen, rahatını bozma o za-
man, güzel bir çocuk gibi bu şık dünya ya-
tağında, böyle masum böyle mazlum uyu Tür-
kiye,

Kaynakça: Epigraf_delft

Comments